Sendikal örgütlenme faaliyetleri işçi hareketinin en dinamik yanını oluşturuyor. Asıl olarak genç işçi kuşağının cesaret ve özverisi üzerinde yükselen bu girişimler, çoğu durumda sendika yönetimleri tarafından ‘yasal prosedür’ labirentlerine sıkıştırılmaları nedeniyle başarısızlığa uğruyor.
Üstelik tüm bunlar, hemen hemen bütün sendikacıların kapalı salon toplantılarında artık uzlaşmacı sendikacılık anlayışının öldüğü ve mücadeleci, kavgacı bir sendikacılık yapmayanların silinmeye mahkum olduğu vurgusunu yaptığı, dahası “kelle koltukta gitmeyen, meydana çıkmasın” diye nutuklar attığı, “mücadeleci sendikacılık şart, örgütlenme hamlesi yapılmalıdır” dedikleri bir dönemde olmaktadır.
Sendikaların yeni mücadele hattını nasıl öreceğine dair tartışmalarda en önemli etkeni oluşturan örgütlü-örgütsüz işçi yığınları ise, bu tartışmaların dışında tutulmaktadır. İşçi sınıfının özellikle genç kuşağının örgütlenme eğilimi son yıllarda ardı ardına patlak veren sendikal direnişlerle de görülmesine rağmen, bir türlü sendikal mücadele tarzına ilişkin tartışmalar aşağıya, tabana inmememekte ve ayakları havada tartışmalar olmaya mahkum olmaktadır.
İş, sendikal mücadelenin sürdürüldüğü alanlara geldiğinde, bir işyerinin örgütlenmesi yasal süreçlerin takibine indirgenmekte, ve mücadele etmeden kazanımın olamayacağına dair çekilen nutukların yerini, “iş yerlerinde diyalog şart”, “yasalar çok ağırlaştı”, “bu koşullarda ucuz kahramanlık yapmamak lazım” söylemleri almaktadır.
Bu yaklaşımın tipik örneklerinden birini de, Birleşik Metal-İş Sendikası ortaya koymuştur. Birleşik Metal-İş Sendikası, son kongresinde mücadele söylemlerini ön plana çıkarmış; sendikanın kongresi, örgütlenme hamlesi yapılması kararlarıyla tamamlanmıştır. Sendika, kongre sonrasında örgütlenmeye dair hamleler de yapmıştır. Fakat bu örgütlenme girişimleri ne kadar işçilerin mücadele fikrini geliştirmiştir; işte, orası tartışmalıdır.
Sendikal mücadelede örgütlenme tarzının eleştirisi bakımından öğretici sonuçları olacağını düşündüğümüz Bursa Demirtaş Organize Sanayiinde bulunan Grammer fabrikasının sendikalaşma deneyimini aktarmak, bu bakımdan uygun bir örnek olacaktır.
DOSAB VE GRAMMER
Grammer Koltuk Sistemleri A.Ş. Fabrikası, 37 ülkede oluşturduğu üretim tesisleri ile, sürücü ve yolcu koltuğu alanında büyük bir pazar payına sahip. Grammer, dünya çapında üretim ve dağıtım yapan kârlı bir kuruluştur. Büyük otomotiv şirketlerine koltuk üretmektedir. Avrupa, Latin Amerika ve Asya’da kurulu fabrikaları vardır. Yalnızca Bursa’daki fabrikasının sermaye stoku, 2002 rakamlarıyla, 12 milyon Euro’dur.
Grammer, 2004 yılında, Bursa sanayisinde elde ettiği ciroyla ilk 30’cu sıraya girmiştir. (Bursa’daki 250 büyük firma arasında 30’uncu.)
Grammer, Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde (DOSAB) 1986 yılında üretime başlamıştır. Gramerin kurulu olduğu sanayi bölgesi hakkında biraz bilgisi olanlar, işletmede sendikal örgütlenmenin ne kadar önemli olduğunu bileceklerdir.
DOSAB, 500 hektar üzerine kuruludur ve bünyesinde yer alan yaklaşık 200 fabrikada 30 bin civarında işçi çalışmaktadır. Bu sanayi bölgesinde % 60’ı tekstil, % 15’i oto yan sanayi ve % 25’i diğer alanlarda faaliyet gösteren fabrikaların yanı sıra, TOFAŞ otomobil fabrikası da bulunmaktadır. Bu bölgede çalışanların % 90’ı sendikasızdır ve azımsanmayacak bir oranda da sigortasız çalışma uygulanmaktadır. Yılda 1,5 milyar dolar ciro, 650 milyon dolar ihracat yapan DOSAB, Türkiye’nin beşinci büyük organize sanayi bölgesi olarak, önemli bir üretim merkezidir. DOSAB işverenleri, 1987 yılında, Demirtaş Sanayicileri Derneği adı altında birleşip, sanayi bölgesinin içinde tek merkezli güçlü bir yapı oluşturarak, sanayii bu merkezden yönetmektedirler. İşverenler, bu örgütlü güçlerini, çalışanların her türlü hak talepleri ve sendikal mücadele girişimi yaşayan işyerlerinde oluşabilecek her türden –özellikle de işverenin gelişen mücadeleyi engellemek amacıyla başvurduğu işyeri kapatmalarında, o işverenin bu süreçte yaşayabileceği– kayıpları finanse etmede de kullanmaktadırlar. DOSAB’da, 1998 yılından bu yana, ZİMAŞ, ISIŞAH, ÜÇ YILDIZ gibi fabrikalarda örgütlenme ve sendikalaşma faaliyetleri başlatan işçilerin mücadelesi hep yenilgiyle sonuçlanmıştır. Tabii bu yenilgilerin çeşitli sebepleri var. DOSAB sanayicilerinin dayanışması kadar, sendika yönetimlerinin tutumu da bu başarısızlığın nedenlerinden biridir. Bundan 4 ay önce, bu sanayi bölgesinde kurulu olan BFTC işyerindeki sendikalaşma girişimi ise, başarıyla sonuçlanmıştı.
ÖRGÜTLENME SÜRECİ
Grammer Koltuk Sistemleri AŞ’de çalışan bir grup işçi bir araya gelerek, sendikalaşmak için bir komite kurup, Birleşik Metal İşçileri Sendikası’na başvurdu. BMS Bursa Şubesi, Şubat ayında üye kaydına başladı. Üyeliklerin tamamlanmasının ardından, yetki tespiti için Çalışma Bakanlığı’na başvuruda bulundu.
İşyerinde, 19 Mart tarihinde, işverenin sendikalaşmayı haber almasıyla birlikte, işten atmalar başladı. İşveren, işçi atmaya başladığı ilk gün, Bursa’nın civar köylerinde cami minarelerinden anons yaptırarak ve bir avukat ararcılığıyla, ülkü ocaklarından topladığı üç yüze yakın kişiyi işe aldı. 25 Mart’a kadar atılan işçilerin sayısı 58’e ulaştı (bu sayı, daha sonra 74 oldu). Atılan işçiler, fabrika önünde direnişe geçtiler. Kapıda direnişe geçen işçilere, çalışan arkadaşları, ilk etapta iş yavaşlatarak destek verdiler; işletmede baskıların artmasıyla iş durdurmaya kadar ilerlediler. Sendikanın ve işyeri komitesinin aldığı her karar işletmede hayata geçiyordu.
İşveren bunun üzerine, baskının dozunu artırıp, işçileri sendikadan zorla istifa ettirmek için, üye olan işçilerle tek tek görüşerek, tehdit etmeye yöneldi. Bu arada, işverenin, kararsız gördüğü işçileri servislere bindirerek, istifa etmeleri için notere götürme girişimine, Birleşik Metal-İş Genel Merkez yöneticileri de içinde olmak üzere sendikacılar, direnişteki ve direnişe desteğe gelmiş olan sendikanın diğer üyeleri servislerin önüne yatarak engel oldular. İşçileri, jandarmanın desteğine rağmen, ön kapıdan çıkaramayan işveren, çareyi arka kapıdan çıkarmakta buldu. Notere götürdüğü “henüz sendika üyesi olmamış işçileri” (!) de istifa ettirme girişimi, sendika yöneticilerinin müdahalesiyle başarısız olmuş, işverenin oyunu tersine döndürülmüş ve “oyun”, sendika üyesi olmayan işçilerin sendikaya üye olmasıyla sonuçlanmıştı. Notere götürülen işçilerin, sendika üyesi olmayan sınıf kardeşlerini de sendika üyesi olarak fabrika önüne getirmesi, işçilerin moralini yükseltmiş; işverenin çaresizliği, direnişteki işçilere coşku katmış, kararlılıklarını bilemişti.
Bunu hazmedemeyen yönetici takımı, kolluk güçlerini de arkasına alarak, işletme içindeki baskıyı artırdı. İşçilerin cep telefonuyla birbiriyle konuşmasını yasakladığı yetmiyormuş gibi, tuvalete gitmelerine dahi izin vermiyordu. İşçiler bulabildikleri her yeri, her duvarı haberleşme tahtalarına çevirmişler, yazdıkları yazılarla birbirlerini bilgilendiriyorlar; mücadeleyi kazanma gerekliliğini vurguluyor ve bu noktadan geriye dönüşün olmayacağı kararlılığını gösteriyorlardı. Jandarma komutanı, işletme içinde müdürle birlikte geziyor, tavrını açıkça işverenden yana koyuyordu. Bu baskılar, işçileri daha da hırslandırıyor ve birbirlerine kenetlenmesine neden oluyordu.
İşletme içinde bunlar yaşanıyorken, dışarıda, sendika yöneticileri ve direnişteki işçiler gündüz fabrika önünde bekliyor, gece ev ev gezip, kararsızlığa düşen arkadaşlarını yeniden sendikalaşma mücadelesine katmanın çabasını veriyorlardı.
TÜRK METAL DEVREDE
BMS ile işveren arasında imzalanan ‘iyi niyet mutabakatı’ bir süre sonra rafa kaldırıldı. İşveren bu arada bir hamleyle Türk Metal Sendikasını devreye soktu. Grammer işçileri nezdinde sendikalaşmanın bu kadar kısa bir zamanda –ve atılan işçilerinde geri alınmasıyla– başarıya ulaşmasının tüm organize sanayi işçilerine cesaret vereceği düşüncesi, DOSAB patronlarının tüylerini diken diken etmeye fazlasıyla yetmişti.
Devletin güvenlik güçlerini de arkasına alan Grammer yöneticileri ve Bursa patronları ‘taşeronu’ devreye soktular: 1 Nisan sabahı işe başlamak için fabrikaya gelen işçiler ve Birleşik Metal-İş Sendikası yöneticileri ilginç bir durumla karsılaştılar: İşyerinin kapısına başka fabrikalardan bir grup Türk Metal Sendikası yandaşı getirilmiş, Grammer işçilerini zorla servis araçlarıyla notere taşımaya çalışıyorlardı. İşe geri alınma sözü verilen işçiler de geri alınmamış, üstelik “iş yerini işgal ettiler” diye uyduruk bir gerekçeyle jandarma tarafından göz altına alınmışlardı. Fabrika önünde direnişe tekrar geçen Birleşik Metal-İş Sendikası ve üyelerine, Türk Metal Sendikası değişik fabrikalardan yalan dolanlarla getirdiği işçilerle tahrik ve baskı yapıyor, işçi olmayan ülkücü provokatörlerle sağa sola sarkarak gerginliği artırıyorlardı. Her saniye orada olan jandarma aradan çekilmişti; gerginliğin daha da büyümesini bekleyip, örgütlülüğü dağıtmak için fırsat kolluyordu. İşveren tekrar işçi almaya başlamış ve son aldığı işçileri, kapsam dışında kalan memurları, daha da ileri giderek mühendisleri de Türk Metal Sendikasına üye yapmaya başlamıştı. Fabrika önünde gerginlik tırmanıyor, işletme içerisinde iş yapmadan boş gezen Türk Metal Sendikasının adamları işçileri tehdit ediyordu.
KLASİK BİR DİRENİŞ ÖYKÜSÜ VE SONUÇLARI
Buraya kadar olağan bir direniş öyküsü yaşanmaktadır. Bu gelişmelerde öne çıkan, işçilerin örgütlenme konusundaki ısrar ve istekleridir. İşçilerin işverenin baskılarını boşa çıkarma tutumuna rağmen, işyerinde, başka bir odak olarak, Türk Metal Sendikası devreye sokulmaktadır.
İşçilerin işten atılması ve Türk Metal Sendikasının devreye sokulmasıyla birlikte, Birleşik Metal-İş Sendikası, sorunu, “böyle sendikal rekabet olmaz” gibi anlaşılmaz bir tartışma noktasına vardırmıştır. Örgütlü olduğu işyeriyle ilgili Türk Metal Sendikasının tutmtnu, fabrikada ne niyetle bulunduğunu, sadece kendi –Grammer– işçileriyle değil, bütün sanayi işçileriyle paylaşmak ve oyunu boşa çıkarmak yerine, Türk Metal Sendikasına ‘referandum’ çağrısı yapmayı yeğlemiştir. Fabrika içerisinde direnişin başladığı ilk günlerde, işçiler, BMS’nin kararlarına, kararlı bir biçimde uymakta idi. Bu güç doğru kullanıldığında, Türk Metal Sendikası ya da işçileri bölmek için orada bulunan güçlerin fabrikaya girme olanakları bulunmamaktaydı. Böyle bir yöntem izlenmek yerine, şikayetlenen bir yaklaşımla, Türk Metal Sendikası, işverenle anlaşma yapılarak çıkartılmaya çalışılmıştır. Türk Metal Sendikası, Bursa’da işçi hareketinin önünde ciddi bir engel olarak durmakta ve işçilerin birçoğu, bir mücadele merkezi göremediği için, bu zemine boyun eğmektedir. İşte bu pratik gelişme, başka bir mücadele merkezinin örgütlenebileceği fikrini işçilerle açıktan tartışmanın olanaklarını sunmuştur. İşçinin örgütlenme mücadelesinde en büyük silahı üretim gücüdür. Bu güç örgütlü hale getirildiğinde ve doğru kullanıldığında, sınıfın kazanım elde etmesi olanaklıdır.
Dışarıdaki işçi arkadaşlarına destek amaçlı olarak üretimi yavaşlatan işçilere, işyerinde bir bölüm işçiyi üye yapmayı başaran Türk Metal Sendikası, işyerinde üretimi durdurma çağrısı yapmıştır. Örgütlendiğini ispatlamak maksatlı yapılan bu çağrı karşısında, BMS de, işçilere üretimi artırma çağrısı yapmıştır ve o gün üretim artırılmıştır. Bu mudur işçilerin örgütlü gücünü kullanmak? Bunun yerine işçiler, pekala kendilerini bölmeye çalışan güçleri kapı dışarı etmeyi de başarabilme gücüne sahiptir. Bu güç neden kullanılmamıştır? İşte bu sorunun yanıtı, mücadelenin hangi zeminde sürdürüldüğü ile verilebilir.
Grammer’in örgütlenmesi, bulunduğu sanayi bölgesinde birçok fabrikadan işçiler tarafından ilgiyle izlenmiştir. Grammer’deki olumlu gelişmeler, işçilere moral vermiş, olumsuzluklar ise, işçilerde bir güven eksikliğinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
En önemlisi ise, TOFAŞ ve RENO gibi Bursa işçi hareketi, hatta Türkiye işçi hareketi bakımından önemli bir noktada duran önemli iki fabrikanın işçileri de buradaki gelişmeleri yakından izlemiştir. Çünkü kendilerinin örgütlü olduğu ve 1998’de istifa ettikleri sendika Türk Metal Sendikası da bu işyerinde sahneye çıkmıştır. İşçiler, çok açık bir tartışma olmamasına rağmen, buradan çıkacak sonuçlar üzerinden kendilerine bir pay çıkarmaya çalışmışlardır.
Direniş boyunca BMS, DOSAP işçilerine seslenmek bir yana, kendisinin örgütlü olduğu işyerlerinde dahi destek örgütlememiştir. Bazı fabrikalardan temsilcilerin işyeri önüne getirilmesinin ve birtakım pratik işlerde rol oynamasının dışında, örgütlü işyerlerinden işçiler harekete geçirilmemiştir. Sınıfın sınıfa karşı mücadelesinde kullanılabilecek bütün olanakların kullanılması, bir direnişin başarıyla sonuçlanmasının temel koşulunu oluşturmaktadır. Organize sanayi bölgeleri nasıl ki işçi örgütlenmesinin önünde bir engel oluşturulacak şekilde örgütlenmişse, nasıl ki OSB’lerde işverenler işçiler karşısında örgütlü hareket etmekteyseler, işçilerin de ‘genel birliğinin sağlanması’ hedefi ile bir mücadele örgütlenmelidir. Kazanımların elde edileceği mücadele zemini, ancak bu yaklaşımla elde edilebilir. Mücadeleci sendikacılığın gereği de budur.
Grammer’in örgütlenmesinde, diğer işyerlerinde olduğu gibi, en önemli olgu, işçilerle her gelişmenin açıkça paylaşılması ve işçinin eğilimi göz önünde bulundurularak adım atılmasıdır. Bilindiği gibi, bir işyerin örgütlenmesinde, işçiler işveren karşısına çıkıp “biz örgütlendik” dediklerinde, işveren hemen teslim olmamakta, sürekli ve çeşitli hamlelerle işçilerin birliğini dağıtmaya çalışmaktadır.
Nitekim Grammer’de bugün yetki tespitini Türk Metal Sendikası almıştır. Çünkü BMS yetki başvurusunu yaparken, işçilere fabrikada 500 küsür işçinin örgütlendiğini söylemesine rağmen, üye sayısı 200 civarındadır. İşçileri, ‘çoğunluğu örgütledik’ diye çağrı yaparak tutmaya çalışmanın nasıl bir mantıklı açıklaması olabilir? Bu durum, daha sonra üye sayısının 500 küsür olmasını sağlasa da, çoğunluk tespitini Türk Metal Sendikası’nın almasını engelleyememiştir. Niyet, salt her koşulda sendikanın üye sayısını artırmak ve sendikanın varlığını devam ettirmek midir? Yoksa –bunu da anlamlı kılmak üzere– işçilerin mücadelesini örgütlemek midir? İşçilerin kendi öz örgütlerinde örgütlenmelerini sağlamak, işçilerden yetkiyi alan sendikacıların görevidir. İşçilerin önemli bir bölümünün, sendikal mekanizmaları, örgütlenme ve mücadele etme bakımından nasıl kullanacağı konusunda bir birikim eksikliğinin olması gerçeği, işçilerle örgütlenme sorunlarının açıktan paylaşılmasıyla giderilebilir. Örgütlenme çalışmasının yürütüldüğü fabrikalarda işçilerle açıkça her şeyin paylaşılmaması ise, ancak başka niyetlerle açıklanabilir.
Grammer’in ana fabrikası Almanya’dadır ve Almanya’daki fabrikada IG Metal Sendikası örgütlü bulunmaktadır. Fabrikanın denetim kurulunda bulunan IG Metal Sendikasının baskılarıyla, fabrika müdürleri, BMS ile ikinci bir protokol imzalamış ve Türk Metal Sendikası işyerinden çıkartılmıştır. Türk Metal Sendikası aracılığıyla alınan işçilerin bir kısmı işten çıkartılmış ve atılan işçiler geri alınmıştır. Fakat halen işyerinde 300 civarında işçi Türk Metal üyesi olarak bulunmaktadır.
Bu gelişmelerin ardından, BMS, işyeri komitesini ortadan kaldırmış ve yetki sürecini beklemeye başlamıştır. Deyim yerinde ise, mücadele askıya alınmıştır. Sendikalı olmak, işçinin örgütlü olması demek ise, işyeri komitesinin kaldırılması, ve üstelik yeniden örgütlenmemesinin nedeni nasıl açıklanmaktadır? Çoğunluk tespitinin Türk Metal Sendikası lehine çıkmasından sonra, itiraz yapılmış ve yeniden tespit istenmiştir.
Bu arada, işveren vekilleri, işyerinde işçiler arasında temsilci seçimi önermiştir. Sorunların bu temsilciler aracılığıyla işveren vekillerine ulaştırılması amaçlanmaktadır. Seçimler yapılmadan önce BMS karar almış ve seçimleri kabul etmemiştir. Buna rağmen, işyerinde temsilci seçimleri yapılmış ve sadece 225 işçi oy kullanmıştır. BMS, işçilerin az bir kısmının oy kullanmış olmasını başarı diye ifade etmektedir. Ama, yasalar “sen yetkilisin” dediğinde mi BMS yöneticileri fabrikada sendikacılık yapacaktır? İşçiler sendikaya gelmiş üye olmuştur, birçok zorluk karşısında da direnmiştir. Şu ya da bu şekilde atılan işçiler işe alınmış ve sendika ile işveren vekilleri arasında bir protokol da imzalanmıştır. Bu durumda sendikanın, işçilerin temsilcisi gibi hareket etmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Fabrikada bir temsilci seçimi yapılacaksa da, doğru olan, bunu sendikanın yapmasıdır.
Bilindiği gibi, yasal mevzuatın uzun sürmesi, işverenler tarafından örgütlülüğün dağıtılması bakımından bir fırsat olarak kullanılmaktadır. Bu durumda, sendikanın, mahkemenin kararına değil, işçilerin kararına bakması gerekir, ve işçiler yetkiyi verdi ise, sendika buna uygun davranmalıdır.
Mahkemelerin sonuçlanması neden beklenmekte, sözleşme yapmak için işyerinde temsilci seçilecekse, bunu, neden sendika yapmamaktadır? En önemlisi de, sendika, neden işverene, “gel bakalım, biz burada örgütlendik, masaya oturalım, sözleşmemizi imzalayalım” dememektedir? İşçi ile işveren arasındaki işyeri sözleşmesini mahkeme mi imzalayacak, yoksa belirleyici olan, güçler dengesi midir? Tabii ki güçler dengesidir ve güçlü ve örgütlü olan haklarını alabilir.
Elbette, mevcut yasaların uygulanması talebimiz olmalıdır. Elbette, yasalardaki eksikliklerin giderilmesi ve işçilerin lehine yeni yasaların çıkartılması talebimiz olmalıdır. Ama şunu da bilmeliyiz ki, Türk Metal Sendikası’nın eli sopalı adamlarının işyerine girmesi fiili bir durumdur, yasalar gereği yapılmamıştır. İşçilerin atılması, sendikal hakkın tanınmamasının, bunların hiçbirinin yasada yeri yoktur ve fiili durumdur. Şu açıktır ki, “sosyal diyalog” diyerek, işçilerin örgütlülüğünü fiili durumlara uygun geliştiremezsek, başarı elde etmemiz olanaksızdır. İşveren, “Durun bakalım. Olay mahkemeye intikal etmiştir, mahkemenin vereceği karar boynumuzun borcudur” dememekte; tam tersine, mahkeme sürecini, işçilerin birliğini dağıtmak için bir fırsat olarak değerlendirmektedir.
SINIF DAYANIŞMASININ ÖNEMİ
Başta IG Metal Sendikası olmak üzere, Avrupa Federasyonu EMF; İspanya’dan UGT/MCA Sendikası, Fransa’dan CGT/FTM Sendikası ve İtalya’dan FIOM Sendikası, işten atılarak fabrikanın önünde direnişlerini kararlılıkla sürdüren Birleşik Metal-İş Sendikası üyelerine destek verdiler.
Grammer’de işveren vekilleriyle bir protokolün imzalanmasında ve birçok sorunun çözülmesinde en büyük pay, IG Metal Sendikası’na aittir. IG Metal Sendikası, Grammer’deki direnişi başından beri yakından izlemiş, Almanya’daki fabrikalarda dayanışma eylemleri gerçekleştirmiş ve Bursa’ya temsilciler göndererek, işçilerin yanında olmuştur. Bu tutum, sorunun çözümünde önemli bir rol oynamıştır. BMS yöneticileri ise, IG Metal Sendikası’ndan yardım istemenin dışında, sınıf dayanışmasını örgütlemeye dönük bir adım atmamıştır. IG Metal Sendikası, fabrikanın Almanya’daki işletmesiyle Bursa’daki işletmesinden yetkililerle BMS ve DİSK yöneticilerini bir araya getirerek, protokolün imzalanmasında da ciddi bir rol oynadı.
IG Metal Sendikası Temsilcisi Klaus Priegnitz, Bursa’daki Grammer işçilerinin dayanışma gecesine katılarak, işçilere hitap etti. Priegnitz, konuşmasında sade giyiminin nedenini şöyle açıkladı: “Ben buraya işçi kardeşlerimle birlikte kavga etmeye geldim. Bu nedenle kravat takmadım.”
Bu konuşmanın ardından kürsüye çıkan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ise, konuşmasında, “Türk Metal Sendikası’nı referanduma çağırıyorum” demekle yetindi.
Dayanışma gecesinde, iki sendikacı, iki ayrı tutum sergilemiştir. Buradan çıkartılacak sonuç da, mücadele nutukları atmakla sendikal mücadelenin ilerletilemeyeceğidir.
IG matal yöneticilerin tutumu, öğretici olduğu kadar, sınıfın dayanışmasının örgütlenmesinin ve sendikal örgütlenmede sorunun bir işyeriyle sınırlı tutulmamasının, kazanım bakımından önemini ortaya koymaktadır.
GRAMMER TEK DEĞİL
Grammer’in ardından Ankara’da kurulu Erkunt Döküm Fabrikası’nda örgütlenme girişiminde bulunan BMS, burada da benzer bir yol izlemiştir. İşçinin birliğini sağlamayı esas alan bir örgütlenme çalışması yerine, biran önce üyeliklerin tamamlanması tutumuyla hareket etmiş ve Erkunt Döküm’de de, işçilerle, örgütlenme sorunlarını açıktan paylaşmamış, işçilere açık davranmamıştır. Erkunt’taki sonuç, Grammer gibi olmamış, burada işçiler örgütlenememiştir.
BMS yöneticileri, yaşananlardan kendilerine pay çıkarmak yerine, şu tutumu almaktadırlar: “Biz, 16. Kongremizde sınıf sendikacılığı yapacağız şiarıyla yönetime geldik. Sendikamızın mücadele kararları işverenleri rahatsız etmiş ve düğmeye basılmıştır.”
Elbette ki, işçi sınıfının mücadele girişimlerini işverenlerin baltalamasından daha doğal bir şey olamaz. Yaşananları, olağan dışı bir gelişme yaşanıyormuş gibi izah etmek, durumu hafifletmeye çalışmaktan başka bir şey değildir:
Tersten bir örnek ise, Gebze’de kurulu Çolakoğlu’nda yaşanmıştır. Yıllardır Çolakoğlu’nda örgütlü bulunan BMS, işyerindeki örgütlülüğü koruyamamış ve Çolakoğlu’ndaki işçiler, Türk Metal Sendikası ve işveren tarafından sendikadan istifa ettirilmiş ve Türk Metal Sendikası’na üye yapılmışlardır.
SONUÇ OLARAK
Niyet ne olursa olsun, tutum bu olduğunda, işçiler arasında, sınıfın sınıfa karşı örgütlenmesi fikrinin geliştirilmesi bir yana, ‘sorun, kötü işyeri, kötü işveren’ olarak algılanmaktadır. Nitekim, bugün Grammer işçilerinin önemli bir çoğunluğu soruna şöyle yaklaşmaktadır: “Bizim işyerimizdeki müdürler kötüydü, bizim bu kadar sorun yaşamamızın sorumluları da bunlardı.” Hal böyle olunca ve işçiler arasında sınıfın sınıfa karşı örgütlenmesi fikri geliştirilemeyince, devasa bir örgütlenme gücü harekete geçirilememektedir.
Ve tersine, bir organize sanayi bölgesinde, tek bir fabrikanın işçileri bu fikre kazanıldığında dahi, organize sanayideki örgütsüz işyerlerinin örgütlenmesinde ciddi bir rol oynayacaklarını belirtmeye gerek yoktur.
Bir diğer gerçek ise şudur: Sendikal mücadeleye dair tartışmalar, bugün olduğu gibi, sınıfın ana gövdesinden uzak sürdürüldüğü müddetçe, tartışmalardan bir sonuç çıkması olasılığı zayıf bir ihtimal olarak kalmaya devam edecektir.
Bugün açısından gerçek bir ilerleme ise, tartışmaların başka bir zemine çekilmesi ve yeni bir sendikal hattın örgütlenmesi fikrinin işçi sınıfı içerisinde güçlendirilmesi ile mümkün olacaktır.
Tartışmanın işçilerin ileri kesimleriyle birlikte yürütülmesi ve işçilerin ana gövdesine indirgenmesini mevcut sendikal mekanizmalardan beklenmek de, sorunu doğru ele almamak olur. Sınıfın partisi, rolünü, işte tam da bu noktada oynamalı, yeni bir sendikal hattın, işçilerin ileri kesimleriyle birlikte ve sınıfın ana gövdesine dayanarak örgütlemesine önayak olmalıdır.