Türkiye’de yükseköğretim sistemi ile üniversite gençliğinin akademik-bilimsel talepleri, kültürel ve sanatsal özlemleri arasında hep bir uçurum var olmuştur. Hak ve özgürlük sınırlarının görece daha geniş olduğu ’61–71 ve ’74-’80 arası dönemler de dahil olmak üzere, bu gerçek temel olarak hiç değişmemiş, üniversiteler gençliğin talep ve arayışlarına yanıt verici ortamı sunamamış, verilen eğitim mesleki icranın asgari gereklerini yerine getirecek bir perspektiften bile uzak kalmıştır.
Üniversite gençliğinin, derslere girip çıkmaya başladığı ilk günden itibaren gördüğü tablo, arzu ettiği mesleki-akademik eğitim ve bilimsel araştırma ortamı ile üniversitenin kendisine sunduğu “ortam” arasındaki bire bir karşıtlıktır. Onlarca devlet üniversitesine ayrılan bütçeden yapılan olağanüstü kesintiler pahasına durumun bir nebze daha farklı olabilmesinin olanaklarının “yaratıldığı” bir avuç vakıf üniversitesi dışında, ezici çoğunluğun okuduğu devlet üniversitelerinde nitelikli bir öğrenim görebilmenin ve bilimsel üretim yapabilmenin sınırlarının olabildiğince daraltılmış durumda olduğu, bilinen bir gerçektir.
Oysaki toplumun öğrenmeye en açık, toplumsal olay ve olgulara karşı en duyarlı ve toplumsal bilgi birikiminin üretiminde en etkin konumda olan kesimlerinden biri olan; “geleceğin aydını” diye tabir edilen üniversite gençliğidir. Türkiye’de ortalama lise öğretiminin kapsamının darlığı ve içeriğinin sığlığı; bir avuç Anadolu-fen lisesi ve kolejler haricinde, sayıları binlerle ifade edilen ortaöğretim kurumlarındaki baskıcı, gerici eğitim-öğretim düşünüldüğünde, 18–19 yaşlarına gelmiş, dershane, kurs vs. cenderesini geride bırakarak bir şekilde üniversiteli olmaya hak kazanmış yüz binlerce gencin; üniversitede göreceği ortamın kendisine sağlayacağı sosyalleşme imkanları konusunda nasıl bir beklenti içinde olduğu ortadadır.
Ancak, ülkemiz de dahil her kapitalist ülkede yükseköğrenimde yüz yüze gelinen temel sorun elbette ki, üniversite öğreniminin piyasanın talepleri doğrultusunda yalnızca teknik/pratik bilgilerle sınırlı bir müfredatı kapsaması, toplumun ve uygarlığın ihtiyaçları paralelinde bir bilimsel düşünüş ve uygulama alanına üniversitenin kapılarının kapatılmasıdır. Eğitimin ideolojik ve felsefi platformunu ise, bu gerçeği pekiştirecek şekilde, sadece kapitalist sınıfın dünyayı algılama ve yorumlama anlayışına uygun olarak pozitivist metafizik yöntem oluşturuyor. Böylelikle, on yıllardır üniversite gençliğinin elinden, insanlık tarihinin ortak bilimsel bilgi birikimini engince sorgulama ve tartışma, onu toplumsal pratiğin ihtiyaçları yönünde kullanabilme olanağı alınmış durumdadır.
KULÜP VE TOPLULUKLAR
Resmi kurumlar tarafından bilimsellik ve akademik özgürlük payesi ellerinden alınmış yükseköğrenim kurumlarında, bu boşluğu da yıllardan beri, kurduğu kollar, kulüpler aracılığıyla üniversite gençliği tamamlamaya çalışıyor. Bu boşluğun kültürel-sanatsal ayağını, daha çok kulüpler yoluyla kapatma gayretinde olan gençlik, akademik özgürlükleri genişletme ve bilimsel üretime katılım mücadelesini de ÖTK’lar (Öğrenci Temsilciler Konseyi) üzerinden yürütmeye çalışıyor. Yükseköğrenim gençliği, hem okuduğu bölümlerle doğrudan ilgili kulüpler kurarak fakülte sıralarında ya da amfilerde bulamadığı mesleki-bilimsel tartışma ve pratikleri hayata geçirmeye, hem de üniversitenin, kendisini besleyip doyurmakta yetersiz kaldığı kültürel ve sanatsal alanlarda bir şeyler yapabilmenin çabasıyla çeşitli kulüpler kuruyor. Kulüp ve topluluklar ayrıca, siyasal ifade olanakları kısıtlanmış çeşitli örgüt ve parti taraftarlarının, kendilerini ifade etmelerine de zemin teşkil ediyor.
Hobi amacıyla kurulan dağcılık, su altı sporları, vs. gibi kulüpler ve belli grup ve örgüt taraftarlarını bir araya getirmek dışında gözle görülür bir faaliyeti olmayan kulüp ve topluluklar dışında, üniversite gençlik kitlesinin talepleri etrafında bir araya gelmesini sağlayan ve bilimsel tartışmalara arayış zemini oluşturan akademik-mesleki amaçlı kulüpler, önemli bir öğrenci kitlesine hitap etmeleri yönünden öne çıkıyor.
Yükseköğrenim gençliğinin temel sorunlarının neler olduğu, esas olarak biliniyor. Üniversite harçları, yurt, barınma sorunları, ders geçme sistemi, yemekhane ve yurtların özelleştirilmesi, derslerin niteliklerinin düşük oluşu, öğrenci temsil hakkının yetersizliği vs. Bunlar gibi pek çok sorun etrafında yıllardan beri yükseköğrenim gençliği; “özerk, bilimsel, demokratik” bir üniversite şiarında somutlanan bir mücadele vermektedir. Üniversite genliğinin ileri ve örgütlü kuşaklarının bu sorun ve talepler etrafında kitlesel bir öğrenci hareketi yaratmaya çalıştıkları da bilinmektedir. Yine bilinmektedir ki, farklı dönemlerde farklı sorun ve talepleri öne çıkartarak yürütülen üniversite gençliği mücadelesi, istenilen düzeyin çok gerisinde kalmıştır. Nesnel ve öznel, üniversite içi ve dışı birçok etmenin tayin ediciliğinde şekillenen bu durumun nedenleri arasında, üniversite gençliğinin sınıfsal profilinin değişmesini de aramak gerekmektedir. Bilhassa, son on-on beş yıldır yükseköğretimde ve öncesinde uygulanan paralı eğitim politikaları sonucu üniversite kapıları emekçi sınıflara büyük ölçüde kapatılmış, üniversiteye belli gelir seviyesi üzerindeki kesimlerin çocukları girebilir olmuştur. Dolayısıyla konumuz bağlamında toparlayacak olursak; bugün gerek öğrencilerin kol, kulüp ve topluluklarda cisimleşen akademik-bilimsel arayışları, gerekse de kalıplaşmış yöntem ve şekilleri kullanarak kitlesel, kalıcı bir üniversite gençlik mücadelesinin yıllar yılı yaratılamıyor oluşu gerçeği, birtakım zaaflarına karşın, üniversite mücadelesinin yolunun, az çok, öğrencileri etrafında toplayabilen akademik-bilimsel amaçlı kol, kulüp ve topluluklar ile ÖTK’lar (Öğrenci Temsilciler Konseyi) yoluyla yaratılacak fikirsel-bilimsel bir tartışma ve buradan çıkacak bir fikir bölünmesinden geçtiğine işaret ediyor.
Her yıl üniversiteye adımını atan yığınla öğrenci, bilimsel öğretim görme ve üretim yapma hevesi yüksek öğretim kurumları tarafından köreltildiği ölçüde, bölüm ve mesleki kulüplere yöneliyor. Felsefe, sosyoloji, edebiyat, tarih, iktisat, hukuk, biyoloji gibi temel bölüm kulüplerinin en azından bir kısmı hemen hemen birçok üniversitede mevcut. Bu kulüp ve topluluklara gidip gelen binlerce üniversiteli genç, çıkardıkları dergilerle, düzenledikleri toplantı, panel, söyleşi türü etkinliklerle, alanlarıyla ilgili az çok bir bilimsel tartışma yürütüyor. Felsefe, sosyoloji, biyoloji öğrencilerinin birkaç yıldır gerçekleştirdikleri kongrelerde ise, bu tartışmalar daha da genişleyerek ülkenin pek çok sorunuyla bağlantılı politik, ideolojik tartışma zeminleri de yaratıyor. Dolayısıyla üniversite gençliğinin bilimsel ve akademik tartışmalar üzerinden politikleşme ve örgütlenme yoluna girmesi açısından kulüp ve topluluklar önemli imkânlar sunuyor.
Bir felsefe kulübünde idealizm-materyalizm ayrımına dayanan tartışmalar yürütmek, bir mühendislik dalının kulübünde, mühendislik eğitiminin sermaye için mi, yoksa ulusal sanayi ve kalkınma yolunda mı kullanılması gerektiği, bunun toplumdaki somut yansımaları üzerine fikir yürütmek, ya da uluslararası ilişkiler öğrencilerinin kulübünde, Türkiye’ye Ortadoğu’da biçilen rol, bunun arkasında Amerikan emperyalizminin emelleri sorununu ortaya atmak… Bunların hepsi, üniversite gençliğinin, YÖK’ün oluşturduğu üniversite modelini, oradan da kapitalizmi sorgulama ve bir noktadan sonra politik olarak onunla karşı karşıya gelmesi için ihmal edilmesi kabul edilmez fırsatlar barındırıyor. Zaten, ’68 öğrenci hareketinin bugüne ışık tutan temel bir özelliği de, belli başlı okullardaki ilk örgütlenme ve politikleşme nüvelerinin altında bu tür tartışmaların yattığıdır.
Kulüpler, topluluklar bu şekilde değerlendirildikleri oranda üniversite gençliği içinde kitlesel bir öğrenci hareketi yaratma, en önemlisi de her alanda düzenle hesaplaşan bir fikir-ideoloji tartışması yaratmak, böylelikle-bilindik yöntemlerle mücadeleye kanalize olması zor olan gençlik kesimlerini de kucaklamak mümkün olacaktır. Öbür türlü, yani rutin faaliyetlere gömülmüş, onları da yapmasa bomboş geçecek bir sene kaygısıyla hareket eden, öğrenci merkezli bir çalışma ve üretim faaliyetinden ziyade dışarıdan etkinliklerle (paneller, konferanslar) yetinen bir anlayışla kol, kulüp ve toplulukların gençliğe bir açılım sağlamayacağı, çoğu durumda ise onun üzerinde bir yük teşkil etmesi kaçınılmazdır. Keza, öğrenim dönemi başlarında kimi zaman bölümlerinin tüm öğrencilerini kapsayan toplantılarla faaliyete başlayan kulüpler, bir süre sonra daha çok da politik-örgütlü öğrencilerin kaldığı çekirdek türü yapılara dönüşüp seneyi böyle tamamlamaktadırlar.
KULÜPLER KENDİ BAŞLARINA YETERLİ Mİ?
Kulüp, topluluk gibi yapılar, ayrı ayrı olsalar da, öğrenci gençliğin, akademik, bilimsel sorun ve talepleri etrafında bir araya gelmelerinde kuşkusuz önemli araçlar; ancak yükseköğrenim gençliği, mücadeleye geçtiği ve bu yolda örgütlenmeye ihtiyaç duyduğundan bu yana, hep merkezi ve gençlik kitlesinin tümünü kapsayacak bir modelin, kimi zaman adını koyamasa bile, ihtiyacını duymuş, bu olanağı yarattığı zamanlarda da, tek tek kulüp ve toplulukların harekete geçirip mücadeleye yönlendireceği öğrenci kitlesinden çok daha fazlasının ortak tartışıp, hareket edeceği bir platformu oluşturmuştur.
Eğer, üniversite gençliğini, topluluklara, kulüplere gelmeye iten neden, az çok bir sosyallik sağlaması yanında, kampuslardaki bilimsel bir öğrenim ve tartışma ortamının olmaması ise; belli bir konuda tartışma ve üretim faaliyetinde bulunma üzerinden kendini geliştirme dışında, özerk, bilimsel ve demokratik bir eğitim mücadelesinin verileceği esas yerin, tüm yerel kol ve kulüplerin üzerinde, sınıflar, bölümler ve fakülteler üzerinden yükselerek bütün bir fakülteyi kapsayan üniversitelinin akademik-sendikal örgütü olduğu gerçeği bugün de değişmemiştir, tersine acil bir ihtiyaç olarak kendini dayatmaktadır.
Bir yandan kulüp ve topluluklar yoluyla kendilerini ifade etmenin yol ve olanaklarını sonuna kadar zorlaması gerekli olan, bu noktada da olumlu pek çok pratiği de hayata geçirmiş olan yüksek öğretim gençliği, diğer taraftan da köklü bir üniversite modeli değişikliği talebini elden bırakmamak, onu en yüksek perdeden haykırmak yükümlülüğü taşımaktadır. Diğer türlü; kulüp, topluluk vs. tipi örgütlenmelere tek başına gömülmek, özerk, bilimsel ve demokratik eğitim mücadelesinde, zaten üniversite gençliğini politikadan soğutmak, uzaklaştırmak için elinden geleni ardına koymayan YÖK’ün en başta işine gelmiş olur. Kulüpler, topluluklar, kendi içlerine gömüldükleri, yapıp ettikleri nice faaliyetin “sarhoşluğuna” kapıldıkları oranda, akademik bilimsel bir üniversite talebinin her an akılda tutmayı ve tüm faaliyetlerinde amacını bu yöne doğrultmasını bilmeyi ihmal etmiş olacaklardır. Bu açıdan da, YÖK ve gericiliğin esas korkusu, gerçek anlamda bilimsel parasız ve demokratik bir eğitim talebiyle ayağa kalkan yüz binlerce öğrencinin oluşturacağı manzaradır.
“Merkezdeki” kimi üniversitelerde, kurdukları müzik, dans, tiyatro, vs. kulüplerini politik bakımdan da olmak üzere adeta bir “kurtarılmış bölge” ilan eden, üniversite mücadelesi de içinde olmak üzere, yaşama tüm müdahale reflekslerini bu yapılara sıkıştırarak, azımsanmayacak bir öğrenci kitlesinin bu yolla özerk-bilimsel eğitim talebiyle YÖK’e karşı yürüttüğü mücadelede pasifize eden öğrencilerin gerçekten alternatif bir öğretimin ve oradan “yaşamın” yolunu açmadıkları açıktır.
MÜCADELE YOLU GENÇLİĞİN AKADEMİK ÖRGÜTLENMESİNDEN GEÇİYOR
Üniversitelerin özerk, demokratik ve bilimsel bir temele oturması için yürütülecek mücadelenin merkezinde gençliğin akademik örgütü bulunuyor. Üniversiteye gelen her öğrencinin doğal üyesi olduğu ve sırasıyla sınıf, bölüm, fakülte temsilcilikleri üzerinden yükselen demokratik yapısıyla gençliğin akademik örgütü, gençliğin talep ve sorunlarını tüm bir okula mal etmek ve bu yönde en geniş öğrenci kesimini harekete geçirmek için en meşru ve demokratik zemini içeriyor. Üniversite idarelerince kurulmasından ve YÖK’ün dayattığı kimi mevzuatları tüzüklerinde barındırmasından bağımsız olarak, temsilcilikler üzerinden yükselen ve her öğrenciye açık olan, adı ne olursa olsun her tür akademik örgüt modeli, yükseköğrenim gençliği tarafından mücadelesinin merkezine alınmak durumundadır. ‘68 ve ‘70’li yıllarda, üniversitelerdeki ÖB, ÖTK, gibi kitlesel akademik örgütleri, birer mücadele örgütü haline dönüştüren gençlik önemli kazanımlar elde etmiş ve birleşik, kitlesel öğrenci hareketini yaratmanın imkânlarını ortaya çıkarmıştır.
Şimdiden birçok okulda en geniş öğrenci kitlesini temsil eden, giderek diğer okullarda da kurularak tüm yüksek öğrenim gençliğinin mücadelesini’ birleştirip merkezileştirebilme imkânı sunan yapının bugünkü adı ise ÖTK’lar (Öğrenci Temsilciler Konseyi). Hem tarihte aynı adla kurulan benzer akademik kitle örgütlerinin üniversite gençlik mücadelesine sunduğu sayısız fırsat, hem de bugünün ÖTK’larının kısa geçmişlerinde pek çok okulda imza attığı eylemlerin kitleselliği ve yarattığı yankı düşünüldüğünde, gençliğin ortak, meşru taleplerinin en merkezi ve kapsayıcı olanı olan özerk, bilimsel, demokratik bir üniversite eğitimi talebini elde edebilmek için mücadele zeminini günümüzde ÖTK’lar meydana getiriyor.
ÖTK’lar üniversitelerde ilk kez 90’ların ortalarından itibaren üniversite yönetimlerince kurulmaya başlandı. Bir süre kâğıt üstünde bir örgüt modeli olarak varlık gösteren ÖTK’lar, çok geçmeden üniversite gençliği mücadelesinde işlev kazanmaya başladı. Üniversiteye gelen her öğrencinin doğal üyesi sayıldığı ve sırasıyla sınıf, bölüm, fakülte ve üniversite temsilcilikleri üzerinden yükselen demokratik yapısıyla “Öğrenci Konseyleri”, üniversite geçliğinin özerk, bilimsel, demokratik bir üniversite elde etme mücadelesi için en müsait zemini oluşturuyor. Tüzüğündeki birçok anti-demokratik maddeye rağmen, (temsilcilik için alttan dersi olmamak, disiplin cezası almamış olmak, siyasi parti veya örgütün üyesi olmamak zorunluluğu gibi), pek çok fakültede yerel ve genel sorunları için harekete geçen öğrenciler eylemlerinde ÖTK’ları kullanarak kazanım sağladılar ve söz hakkı elde ettiler. Bunun en yakın ve bilinen örneği İstanbul Üniversitesindeki formasyon eylemlerinde yaşanmıştı. Dünya Bankası’nın direktifleriyle daraltılan yüksek lisans formasyon programı sonucu, mezun olduktan sonra öğretmenlik yapamaz duruma düşen fen ve edebiyat fakültesi öğrencileri, imza kampanyalarıyla, basın açıklamalarıyla, irili ufaklı protesto eylemleri ve tartışma toplantılarıyla başladıkları eylemler süreci, sorunun muhatabı olan binlerce öğrencinin yürüyüşler, tam katılımlı ders boykotları gerçekleştirmelerine kadar varmıştı. Sonuçta da, rektörlük geri adım atarak 70 olan formasyon kapasitesini, 400’e çıkarmak zorunda kalmıştı. Bu süreçte belirleyici rol, sınıf ve bölüm temsilcilerine düşmüş, alınan her karar, konuyla ilgili her tartışma, temsilcilikler aracılığıyla istisnasız her öğrenciye ulaştırılarak; zaten tüm öğrenci kitlesinin en meşru sorunu olan formasyon hakkı her öğrencinin inisiyatif aldığı, böylelikle bir mücadelede nasıl kazanım elde edilebileceğini yaşayarak öğrendikleri bir süreç olarak belirmişti. İstanbul Üniversitesi’nin Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu (SBMYO) öğrencileri de, lisans programlarına dikey geçiş haklarının kolaylaştırılması için ÖTK’yı kullanarak mücadele yürütmüşlerdi.
ÖTK’nın mevcut yapısını daha demokratik kılmak için yine ÖTK’lara dayanan mücadelede dikkat çeken bir örnek de Ankara Üniversitesi’nde yaşanmış; bu okulda 1998 yılında kurulan ÖTK’nın yönerge ve mevzuatı öğrenciler tarafından değiştirilmişti.
ÖTK’lar, üniversitelinin, çeşitli şekillerde ortak iş yapmada da kullanabileceği platforma da işaret ediyor. Mustafa Kemal Üniversitesi öğrencilerinin bir kaç sene evvel, çıkarttıkları dergileri “Teneffüs” bir örnek. Gençler, dergilerini tüm fakülteye mal edip sayısız öğrencinin katkı sunup, çıkartılmasında emeklerinin geçtiği bir çalışmayı yine ÖTK sayesinde kotarabilmişlerdi.
Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Bugüne kadarki deneyimin gösterdiği bir şey daha var ki, o da, geçmiş yıllarda kurulan meclis, cephe vs. adlar altında yüksek öğrenim gençliği mücadelesini merkezileştirme iddiasını taşıyan yapılar, gerekse de bugünün marjinal, sekter sol gruplarının öğrenci hareketine dışarıdan dayattıkları örgütlenme ve mücadele modellerinin ÖTK tipi bir örgütün yerini alma şansı yok.
Kol, kulüp ve toplulukların gençliğe ortak iş yapma ve taleplerin karşılanması yönünden araç teşkil etmeleri ve kimi yerellerde birbirinden kopuk olsa da hatırı sayılır öğrenci kesimini temsil ediyor oluşları, bunların bugün için ÖTK’nın temsil ettiği bir aracın yerini alabileceği kanısını akla getirmemelidir. Zaten ÖTK merkezi bir temsil kurumu, kol ve kulüpler ise esas olarak kültürel-sanatsal-bilimsel öğrenci faaliyetlerine aracı olan örgütlenmelerdir. Önemli olan, her iki mücadele aracını da ihmal etmeden, birbiriyle tamamlamayı bilmektir. Yani, çeşitli türden kol, kulüp ve topluluklarda dünyayı algılama ve yorumlama arayışını sürdüren, bu açıdan derslerin çizdiği katı sınırların dışına çıkmaya çalışan üniversite gençliği, tüm bu faaliyetlerine de neden teşkil eden esas talebi, “bilimsel-akademik ve YÖK’süz bir üniversite”yi mücadelesinin en önüne koymaya ve ÖTK’ları bu yolda en verimli şekilde kullanabileceği mücadele biçimlerini bulmaya devam etmelidir.