Başbakan, “Dershaneleri kapatıyoruz, üniversite harçlarını kaldırıyoruz, üniversite giriş sınavları zinhar olmayacak!” diyor. 2002’den 2012’ye, 10 koca yıl geçtikten ve eğitimin temel özelliklerinin, mücadeleyle edinilmiş bütün kazanımlarının yok edildiği bir süreç yaşandıktan sonra vaaz edilenler, bunlar. İlk başta her insanda olumlu bir his uyandırıyor söylenenler. Öyle ya, ülkenin başbakanı, yürütmenin başı, “parasız üniversite”, “sınavsız üniversiteye giriş”, “ikinci yaygın eğitim kurumu olarak büyüyen dershane soygunu son bulacak!” diyor. Başbakan ve hükümetinin uygulamalarını kavramış mücadeleci ileri kesimler dışında, bu duygunun yaşanması kaçınılmaz ve zaten Başbakan ve bakanlar bunun ayırdında oldukları için bu vaadlerde bulunuyorlar! Gerçeklere takla attırmada ve kara propagandada ustalaşmış AKP hükümeti ve onun başbakanı, ustalık dönemlerinin aldatma, takiyye yapma, umut ve beklenti yaratma becerilerini, toplumun, “reform”, “halkçılık”, “eğitimde fırsat eşitliği”, “parasız eğitim hakkı” türünden beklentileri istismar etmede kullanıyorlar. Amaçları; bu beklentiler üzerinden AKP’nin hedeflerini gerçekleştirmek; öne alarak 2013’te yapacakları yerel seçimlerde oylarını artıramasa bile korumak, kendi “anayasalarını” kotarmak için geniş halk katmanlarını yedeklemek, nihayetinde “başkanlık sistemine” geçip, başbakanı Cumhurbaşkanı yapmak! Eğitimde en büyük işleri yaptık böbürlenmesiyle “düğmeye bastık, eğitim sistemini uçuşa geçirdik!” uçukluğunun “pembe tablosu” tamamen siyaseten belirlenmiş hedeflere varma amaçlıdır, yalanları gerçek gibi algılatmaya dönük demagojidir!
Eğitimde 2012-2013 panoramasına bakılınca görünen hükümetin gerçeğe takla attırarak gizlemeye çalıştığı tablo, oldukça karanlıktır, vahimdir. Eğitim alanında neden olunan yıkıntının altından milyonlarca çocuğun, gencin, anne-babanın, eğitim emekçisinin acı çığlığı gelmektedir. “20 milyon çocuk-genç ve 30 milyon ana babanın yaşamını derinden etkileyecek 2012-2013 eğitim öğretim yılına az bir zaman kala, eğitimin esas unsuru öğretmenler mutsuz ve mağdurdur, eğitimde doğru yönelimlere karşın uygulama ve planlamanın eksikleri sorunları derinleştirdi.” diyor Abbas Güçlü! (Milliyet Gazetesi) “Burada, kanunun teknik kusurlarından daha önemli olan, yapılış tarzıdır: Yeterince tartışmadan, karşı görüşlere kıymet vermeden, Meclis çoğunluğuyla acele kanun çıkarmak! Sadece otoriterleşmeye değil, böyle teknik kusurlara da yol açar, bu kanunlaştırma tarzı.” (T.Akyol, Hürriyet, 24/08/2012)
İktidarın en has destekçilerinin değerlendirmeleri böyle! Mızrak çuvala sığmamaktadır!
Başbakan “parasız ve sınavsız eğitim” demektedir; ama geçmişte eğitim parasız, üniversite sınavsız, bilimsel ve yönetsel bakımdan özerk olduğundan ve halkın bu kazanımlarının çokça savaştığını söylediği 12 Eylül faşizmi ve YÖK tarafından gasp edildiğinden bihaber görünmektedir. Tam bu noktada, Başbakan ve partisinin sair sözcüleri, sermaye desteği, parlamentodaki sayısal gücü, ABD ve AB’li tekellerin kendi çıkarları gereği verdikleri desteğin rüzgarını arkasına alarak, bütün söylev yeteneklerini halkı aldatmaya yönelik kullanmakta; yetmediğinde, sonsuz destek gördüğü burjuva medya ve her tökezlediğinde kendisini toparlayan neoliberal aydınları (örnek olarak özellikle yukarıdakiler türünden eleştiri yapanları) tehdide başlayarak, “tek ses, tek yürek” olarak kendisini ve dayandığı sınıfların acımasız sömürü, talan ve yıkım politikalarını desteklemelerini istemektedirler! Başbakanın bu tür açıklamaları, tehditkâr çıkışları, aynı zamanda halkın en son 4+4+4 düzenlemesi karşısında gösterdiği tepkiyi, gelişip ülke düzeyinde birleşme eğilimi gösteren mücadeleyi zayıflatmak için, çaresizlik içindeki çırpınışının da kanıtı niteliğindedir.
Söyledikleri için: “Avazın iyi avaz, ama, okuduğun bari Kuran olsa!” denmelidir. İnandırıcı değildir Başbakan. AKP kurmayları, bugün böyle, yarın şöyle demekte, halka yöneltecekleri saldırılar için zemin yoklaması yapmaktadırlar. Başbakan örneğin, “Harçları kaldırıyoruz!” dedikten iki gün sonra, başka bir bakan, “Bu eğitim öğretim yılına yetişmez, seneye!”diyerek, aslında göstermelik “harç” kaldırma sözünün yalanlamasını yapmaktadır. Keza üniversitede ikinci öğretim paralıdır. Ve üniversitede “pankart açma, bildiri dağıtma, protesto yapma suç olmaktan çıkarılacak” dendi, ama düzenlemede ayrımcılık devam ediyor, disiplin suçları ağırlaştırılıp “Demokles’in kılıcı” gibi öğrenci ve öğretim görevlilerinin başında sallandırılıyor. YÖK üniversitede “polis devleti” uygulamalarını sürdürüyor!
Peki, AKP, gerçekten parasız, sınavsız eğitimi gerçekleştirebilir, demokratik özerk üniversiteyi kurmayı önüne koyar mı, böyle bir amacı olabilir mi? Bu soruların doğru yanıtını, AKP’nin on yıllık hükümeti dönemine, dönemin uygulama ve tercihlerine bakarak verebiliriz. En kestirmesi, “yaptıkları, yapacaklarının kanıtıdır” demek olacaktır. AKP hükümetinin eğitim panoramasına bu bakımdan bir göz gezdirelim…
AKP, hükümet programında, onu “iktidar” yapan yerli ve yabancı sermayenin ihtiyaç, istek ve beklentilerine yanıt olacak bir tercih yapmıştır. Eğitimi ticarileştirme, paralı hale getirme! 1995 GAST (Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi sözleşmesi) antlaşmasında Türkiye’nin taahhüt ettiği %46 oranında özelleştirilecek kamu hizmetlerinin piyasalaşması için AKP düğmeye hemen basmış, eğitim ve sağlık başta olmak üzere, bütün kamu alanının tasfiyesini gündemine almıştır. SSGS ile başlatılan saldırı dalgasını, Kamu Yönetimi Temel Kanunu izlemiş, kamuya hizmet üreten bütün kuruluşların yerelleştirilerek özelleştirilmesi ve kamuya ait taşınmazların satışı gerçekleştirilmiş, kamu yararı bir yana bırakılarak kamusal hizmet “ticari hizmet”e dönüştürülmüş, dolayısıyla “kâr” amaçlı olarak yapılmaya başlanmıştır. Özelleştirmeyle birlikte taşeronlaşma kamuda yaygın, genişleyen bir hizmet üretme (üretememe!) biçimi halini alırken, kamu hizmetlerinin niteliği düşmüş, erişilmesi zorlaşmış, hizmet üretenlerin iş güvenceleri gasp edilmiş, çalışma koşulları ağırlaşmış, çalışma saatleri uzamış, ücret ve maaşlar sürekli baskılanarak düşürülmüştür. Karayolları ve Köy Hizmetleri tasfiye edilmiş, çalışanlar farklı iş kollarında 4-C, 4-B gibi güvencesiz çalıştırılmaya tabi tutulmuştur. TEKEL’in ve şekerin özelleştirilip peşkeş edilmesini TELEKOM’un iki yıllık geliri karşılığı Oger’e satılması izlemiş; TEKEL işçilerinin görkemli mücadelesi, bombayla, gazla, silahla, kış ayazında işçileri havuzlara atarak durdurulmuştur. Seksen yıllık kamu birikimlerinin özelleştirilmesi ile elde edilen gelirler AKP’nin kendi yandaş zenginlerini oluşturmada kullanılmıştır.
AKP tarafından paralı hale getirilişi derinleştirilip tahkim edilen eğitimdeki karanlık tabloyu anlamamıza yardımcı olacak esas veri, bu özelleştirme ve piyasalaşma adımlarının sonuçlarıdır. Eğitim alanının büyük pastasının ele geçirilmesi için, bu alanın piyasa koşullarına terk edilmesi yöntemi benimsenmiştir. Örgün eğitim kapsamında %2,5 yer tutan özel okullara her türlü yasal ve parasal destek sağlanmış; bu destekler, “Torba Yasa” ve “4+4+4 düzenlemesi” ile aleni hale getirilmiştir. Örneğin 4+4+4 yasasında, “Mesleki eğitim için açılan özel lise ve yüksek okullara vergi teşviki yanında, öğrenci başına 1000 TL verilecek, bu tutar ileriki yıllarda artırılacaktır” denilmektedir. Torba yasayla hizmet alımları “Kamu İhale Kanunu” kapsamı dışına çıkarılarak, yasa denetiminden kaçırılmıştır. Artık hükümete yakın kesimler “götüre bildikleri kadar” götürme olanağına kavuşmuştur.
Eğitimin olumlu, nitelikli, halkçı, erişilebilir kılınmasında başat belirleyici genel bütçedir. AKP sözcüleri ve Başbakanın “parasız üniversite”, “parasız eğitim” vaadinin gerçeği yansıtmadığının en büyük kanıtı, üniversitelerin “Bologna süreci” ile şirketlere açılıp, kendilerinin de şirketleşmesidir. Şirket temel amacı “kâr” olan bir kuruluştur; oysa üniversite ve okullar, bilimsel araştırmanın yapıldığı, insanın özgür akılla düşünme, eleştirme, yaratma, üretme, kişilik oluşturma yeteneklerini nitelikli eğitimle edindikleri kurumlardır. Üniversite kendi yağıyla kavrulan, ihtiyaç duyduğu kaynakları kendisi yaratan bir işletme ise, finans kaynağı öğrenci ve velilerdir, harçların kaldırılması illüzyondur!
AKP hükümeti ile eğitim bütçesi 2002’den beri sürekli küçülmüş, devlet, asli görevi olan yurttaşlarına “nitelikli, bilimsel, demokratik, laik, anadilinde eğitim” verme işlevini yerine getiremez hale gelmiştir. Okullar ödeneksizdir. Halkın gözünü boyamak için kullanılan “e-kayıt” yöntemi; “eğitimde iyi bir gelecek arama” kaygısındaki geniş bir kitleyi rüşvetle iyi okullarda kayıt yapmayı, yıllık ortalama bir özel okul tutarındaki masrafı “devlet okullarında” ödemeyi göze almaya götürmüştür.
Büyük kentlerin varoşlarında, kırın yoksullarının eğitim aldığı yörelerde tam bir sefalet hüküm sürmektedir; kalabalık ve birleştirilmiş sınıflarda öğretim, taşımalı eğitim, kız öğrencilerin örgün eğitime katılmalarının önündeki engeller devam etmekte, mevsimlik olarak pamukta, fındık toplamada, hasatta çalışan öğrencilerin yaşıtlarından her yıl bir ay geç okula başlamak zorunda kalması benzeri sorunlara, eğitimin paralılaşması ve yoksullaşmaya koşut olarak, eğitim dışına itilen yüz binlerce çocuk eklenmektedir. Başka bir dramatik sorun olarak; “düşük yoğunluklu savaş” diye adlandırılan çatışmalı ortam; eğitimi devam yönüyle etkilemekte, öğretmenlerin bölgeye gitmek istememesi, derslerin boş geçmesi, eğitimin, öğretim düzeyinde bile ulaşılamaz hale gelmesine neden olmaktadır. Taşımalı eğitim “eğitim göçerlerini” yaratmıştır. Bütün bu çözümsüzlüklerin en somut sonucu, sınav ve seçme temelli uygulamalarda kendisini göstermekte, bölge illerinin öğrencileri bu sınavlarda, sınavların sonuncusu olmaktadırlar. Eğitimde bölgeler arası eşitsizlikler büyümekte, hatta aynı kentin zengin ve yoksul kesimleri arasında eşitsizlikler, nitelik ve nicelik farkları ortaya çıkmakta, çokça vaaz edilen “ayrı gayrımız yok, aynı ağacın dallarıyız!” söylemleri gerçeğin duvarına çarparak tuzla buz olmaktadır.
Yaşanan sorunların kaynağını, AKP hükümetinin eğitimdeki temel yönetme ve yapılandırma yöntemi olarak sermaye ve piyasa koşullarını tercih etmiş olması oluşturmaktadır. Bu tercih, demokratik, toplumsal gereksinmelere yanıt veren, geniş halk kitlelerinin beklentilerini karşılayan nitelikte katılımcı bir planlama olmaktan uzaktır ve proje temellidir! “Proje temelli eğitim”in amacı, okulları ticarethane, öğrencileri müşteri, öğretmenleri tahsildar yapmak; ürettiklerini satarak gelir elde eden tüccar (aynı zamanda ılımlı İslam) kuşaklar yetiştirmektir. Milli Eğitim Bakanı, açıkça, “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyerek amacı belirlemiştir. Bu amaca uygun olarak, Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilatında yalnız bir tane eğitim kökenli daire başkanı olduğunu söylemektedir, bakan!
Ülkenin pazarlanması amacının adım adım gerçekleştiğini görmek için ulusal bütçeden eğitime ayrılan paylara bakmak da yararlı olacaktır. 2002’den günümüze eğitime bütçeden ayrılan pay sürekli azalmış, eğitimi nitelikli kılacak yatırımlar yapılmamış, bütçeden ayrılmış ödeneklerin %75 ‘i personel maaş ödemeleri olarak kullanılmıştır. MEB Vakfı 2003 yılından beri derslik üretmemekte, okul yapmamakta, nitelikli eğitimin yapılabilmesi için gerekli altyapı, öğretmen gereksinimi karşılanmamaktadır. MEV bütün tüketim alanlarından elde ettiği vergilendirme gelirlerinin hesabını vermemekte, bu gelirler çeşitli sosyal harcamalarda veya örtülü ödenek yöntemiyle buharlaştırılmaktadır.
AKP’nin hükümet olduğu son 10 yılın bütçe rakamlarına bakıldığında, artan öğrenci sayısına karşın, MEB bütçesinin ortaya çıkan ihtiyacı karşılayacak kadar artmadığı görülmektedir. AKP hükümeti döneminde Türkiye’nin “çağ atladığını” iddia edenler, borç almak dışında, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, eğitim politikalarında da sınıfta kalmıştır. Eğitimin finansmanı büyük ölçüde öğrencilerin, dolayısıyla öğrenci velilerinin omuzlarına yıkılmaktadır.
Okullar, “otomobilciler odası”, “kantinci ve lokantacılar odası”, “iletişim şirketleri”, “temizlik şirketleri”, “güvenlik şirketleri” başta olmak üzere, ticari kuruluşların mesken tuttuğu kurumlar haline gelmiştir! Okullar, bu kurumlarla olan hizmet alış verişinde ödeme kaynağı olarak kayıt bağışlarını, katkı paylarını, öğrencilerin ödediği yemek, servis ücreti, etüt ücretlerinden elde edilen gelirleri kullanmaktadırlar! Eğitim paralıdır, pahalıdır! Veliler keselerine göre okulları zorlamaktadırlar, okullar kendilerini pazarlar durumdadırlar; “Anadolu Liselerine Giriş” sınavlarının başarı listeleri okulların bulunduğu semtlerde reklam bilbortlarını süsler hale geldi! Okullar ve eğitim bölgeleri arası rekabet aldı yürüdü! Rekabet piyasada nasıl yok edici bir etkiye sahipse, eğitimde de aynı yıkıcı etkidedir ve fırsat eşitsizliği, olanak eşitsizliği uçurumları yaratmakta; toplumun en yoksul %20 si, eğitimin piyasalaşmasıyla, daha eğitimin ilk basamağında yenik düşmekte, aileler kız çocuklarını “hiç olmazsa erkekler okusun!”diyerek okula göndermemekte veya kız öğrenciler okuldan alınmaktadır.
İşte MEB verilerinde yıllara göre bütçe büyüklükleri ve büyüklükler içinde MEB yatırımlarının oranları (veri MEB istatistikleri):
MEB Bütçe Payı ve Milli Gelire Oranı
Yıllar MEB Bütçesinin Merkezi Bütçeye Oranı (%) MEB Bütçesinin Milli Gelire Oranı (%)
2002 7,61 2,66
2003 6,91 2,85
2004 8,53 3
2005 9,53 3,07
2006 9,5 2,95
2007 10,42 3,4
2008 10,51 3,13
2009 10,64 2,51
2010 9,8 2,74
2011 10,92 2,81
2012 11,16 2,75
—————————————————————————————————————–
MEB YATIRIMLARININ BÜTÇEYE ORANLARI
AKP hükümeti döneminde, MEB bütçesinden yatırıma ayrılan pay, yıllar içinde istikrarlı olarak azalmış, Milli Savunma bütçesi MEB bütçesini 2-3 kat aşarken, Diyanet İşleri’nin bütçesi de MEB bütçesinden fazla hale gelmiştir. “Bütçeden en çok payı eğitime ayırıyoruz” ifadesi sadece kuru bir propagandadan ibarettir. Bütçe kaynaklarının büyük bölümü zorunlu harcamalara gitmekte, öğrenci velilerinin ceplerinden yaptıkları eğitim harcamaları sürekli olarak artmaktadır. Devlet okullarında bir öğrencinin ailesinin yaptığı harcama 2002’de 72 TL iken, 2012’de bunun 4,5 katına ulaşarak, 320 TL olmuştur. (Bu oran Türkiye ortalamasını göstermektedir.)
2012 yılında MEB genel bütçesinin toplamı 39.169.379.190 TL, MEB yatırım payı 2.600.000.000. TL, yatırım bütçesinin MEB bütçesine oranı %6,64’tür. AKP’nin hükümet olduğu 2002 yılında genel bütçede MEB bütçesi 7.460.991.000 TL, MEB yatırım bütçesi 1.281.690.000 TL ve bütçe içindeki oranı %17,18’dir. 2002’de %17 oranında olan yatırım bütçesi, 2012’de %6,64 e gerilemiştir. Bu rakamlar, AKP’nin “MEB’de en büyük yatırımı biz yaptık!” sözünün demagojiden ibaret olduğunu gözler önüne sermektedir.
2011–2012 Eğitim-Öğretim Yılı başında hayata geçirilecek olan eğitimde 4+4+4 sisteminin, ilk adımda en az 30 milyar TL’ye ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde, eğitim yatırımlarına ayrıldığı iddia edilen payın sadece sembolik kalması kaçınılmaz görünmektedir.
Genel bütçeden ve MEB bütçesinden yatırımlarına ayrılan paydaki azalma yurttaşların eğitim maliyetini üstlenmede daha çok yükümlülük altına girdiğini ve gireceğini belirgin olarak ortaya koymaktadır.
Eğitim harcamalarının finansman kaynaklarına göre dağılımı, eğitimde maliyetin faturasının her geçen yıl veliye daha çok yüklendiğini, velilerin yaptığı harcamaların oranının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerle aynı oranlarda olduğunu göstermektedir. Bütün planlamalar, reform diye sunulanlar, AB düzeyinde eğitim süresinin yakalanacağı söylemleri, “laf-ı güzaftan” öte gitmemektedir. Eğitim sisteminin “proje temelli” uygulamalarının sürekliliği, neoliberalizmin ve kapitalist sömürünün açgözlü, kazanç amaçlı yapısı gereğidir. Bu projelere ve sonuçlarına göz atarak devam edelim…
Parasız kitap dağıtımı, seçimlere yönelik bir uygulama olmuş, yandaş firmaların kayrıldığı, değerinden fazla para ödendiği bu kitapların nicel ve nitel yönden ihtiyaca cevap vermediği görülmüştür. Devlet Basım Evi’nin daha ucuz, daha kullanışlı, içerik yönünden çok ileri olmamakla birlikte “parasız” dağıtılanlardan daha eğitimbilimsel değer taşıdığı bütün toplum kesimlerince ifade edilmesine karşın, DBE kapatılmış, böylelikle özel şirketlere trilyonlarca lira aktarılmıştır, aktarılmaya da devam edilmektedir.
EN BÜYÜK EĞİTİM VURGUNUNUN ADI “FATİH PROJESİ”
Başından itibaren usulsüzlük ve şaibe iddiaları ile gündeme gelen Fatih projesi, 4+4+4 düzenlemesinin sonuna adeta iliştirilmiştir.
Fatih Projesi, kendi içinde birçok sorunu barındıran 4+4+4 değişikliğine eklemlenirken, bir de projenin Kamu İhale Kanunu’na dahil edilmeyeceği kararı alınmıştır. Bu süreç, eğitimdeki sorunların teknolojik gelişmelerin kullanımıyla çözülebileceği yanılsamasını yaratmıştır. Öğrencilere ücretsiz tablet dağıtımı parolasıyla gündeme getirilen Fatih Projesi, bütün okullardaki sınıfların akıllı tahtalarla donatılması, her öğrenciye bir tablet bilgisayar dağıtılması, internet altyapısının kurulması, içerik ve müfredat yazılımlarından oluşmaktadır. Proje kapsamında, ilk aşamada sınıflarda kullanılacak akıllı tahtaların ardından, 12-15 milyon arasında tablet bilgisayar alımının yapılacağı tahmin edilmektedir.
Yolsuzluk ve yandaş palazlandırmanın yanında ve ötesinde, birçok branşta öğretmen açığı olan okullardaki öğrencilerin, tablet bilgisayardan izleyeceği dersle açığı kapatamayacağı, bunun öğretmen-öğrenci arasındaki yüz yüze iletişimin yerine geçemeyeceği açıktır. Ayrıca bu sözler, aynı zamanda, öğretmenlerin sınıflarda gerçekleştirdikleri görevin yeri doldurulamaz bir uzmanlık olmadığı vurgusunu da taşımakta ve öğretmenin emeğini değersizleştirme çabası içermektedir.
Fatih Projesi kapsamındaki akıllı tahtalardan tabletlere, içerik yazılımlarından internete kadar pek çok alanda Kamu İhale Kurumu (KİK) devre dışı bırakılırken, “proje” üzerinden yaklaşık 100 milyar liralık rant sağlanması söz konusudur. Bunun yanı sıra, en az 12 milyon öğrenciye dağıtılan tabletle birlikte internet bağlantısı satılması planlanmaktadır.
Gelecek 15 yıl içinde aylık bağlantı en düşük 10 TL olarak hesaplandığında, Fatih Projesi ile sadece internet bağlantısı üzerinden 15 milyar dolarlık yeni rant kapısı açılacağı görülmektedir. Fatih Projesi’yle söz konusu programın öğrencilere para ile satılması gündeme gelecek ve 15 yıl içinde velilerden toplamda 10 milyar dolar ile 20 milyar dolar arasındaki paranın alınması söz konusu olacaktır.
Dünyada bilimsel olarak halen araştırılan ve etkinliği kanıtlanmayan eğitimde bilgisayarlı teknolojilerin kullanımı, Türkiye’de, okulların ve eğitimin ivedi ihtiyaçları göz ardı edilerek, alelacele devreye konulmuştur.
Üstlenici firmaların kârını arttırmayı hedefleyen bu projenin eğitim sistemini yeniden yapılandıran bir düzenlemeye yama yapılmasının yanlış bir tutum olduğu yönündeki itirazlar, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından dikkate alınmamıştır.
Türkiye’nin eğitimde Fatih Projesi gibi rant projelerine değil, eğitim sisteminin gerçek ihtiyaçlarını gözeten düzenlemelere ihtiyacı vardır.
Bir diğer rant projesi geçtiğimiz yıl sonunda başlatılan süt dağıtım projesidir. Nereden nasıl pazarlandığı belli olmayan biçimde süt dağıtımına başlandığında, okullarımız, eğitim emekçileri, öğrencilerimiz ve ana-babalar için kabusa dönüşmüş, on binlerce çocuk hastanelerin koridorlarında serum şişeleriyle ölüm kalım savaşımı yaşamıştır. Hiçbir altyapı, saklama koşulu olmadan, tekelci grupların elinde kalan tarihi geçmiş sütler, denetime tabi olmadan, dağıtılmak üzere satın alınarak, MEB bütçesi yandaş firmalara peşkeş çekilmiştir. Eğer karşı konulmazsa, bu soygun önümüzdeki yıllarda da devam edecektir.
2012-2013 eğitim öğretim yılında uygulanacak 4+4+4 kesintili eğitim sisteminin mevcut okul yapılarında gerekli kıldığı değişimler, okulların altyapısını hazırlamak için inşaat şirketlerinin faaliyet alanıdır! Hem bütün okullar” İmam Hatiptir!”, hem de büyük kazançların “al gülüm-ver gülüm” hesaplarının yapıldığı yerlerdir. AKP’nin esas amacıysa, imamlarla hatipler yetiştirmekten daha çok bu rantı kapmaktır! Diğer yan “afyonlamadır!” MEB bütçesi bu rant projelerine gitmektedir.
SONUÇ OLARAK
Türkiye’de eğitimin perdesi aralanınca görünen niteliği, tekelci burjuvazinin karakterini yansıtmaktadır. Karakter ırkçı-gericidir, eleyici, dışlayıcı, piyasacıdır, pahalıdır, erişilmezdir. Eşitlik, adalet, bilimsellik gibi halkçı kavramlardan uzaktır.
Parasız, bilimsel, demokratik, anadilde, nitelikli olması yurttaşlık hakkımız olan “eğitim hakkımız”a, okullarımıza, çocuklarımıza sahip çıkmaktan başka yol yok! Mücadeleyi yükselterek ilerletmek için, okulları dönüştürülen öğrencilerin velilerin, etüt beslenme okullarının başvurduğu yaratıcı eylemlerle örgütlenme deneyimlerini örnek alarak yürümektir.
AKP hükümetinin bilimi, hakkı hukuku hiçe sayan, milyonlarca gencin geleceğini karartan, 100 binlerce eğitim emekçisini kazanılmış haklarından mahrum bırakıp ailelerini parçalayarak “norm fazlası” yapan 4+4+4 dayatmasına karşı, ülkemize, haklarımıza, geleceğimize sahip çıkarak mücadeleye!