Eğitimde demagoji ve gerçekler…

Başbakan, “Dershaneleri kapatıyoruz, üniversite harçlarını kaldırıyoruz, üniversite giriş sınavları zinhar olmayacak!” diyor. 2002’den 2012’ye, 10 koca yıl geçtikten ve eğitimin temel özelliklerinin, mücadeleyle edinilmiş bütün kazanımlarının yok edildiği bir süreç yaşandıktan sonra vaaz edilenler, bunlar. İlk başta her insanda olumlu bir his uyandırıyor söylenenler. Öyle ya, ülkenin başbakanı, yürütmenin başı, “parasız üniversite”, “sınavsız üniversiteye giriş”, “ikinci yaygın eğitim kurumu olarak büyüyen dershane soygunu son bulacak!” diyor. Başbakan ve hükümetinin uygulamalarını kavramış mücadeleci ileri kesimler dışında, bu duygunun yaşanması kaçınılmaz ve zaten Başbakan ve bakanlar bunun ayırdında oldukları için bu vaadlerde bulunuyorlar! Gerçeklere takla attırmada ve kara propagandada ustalaşmış AKP hükümeti ve onun başbakanı, ustalık dönemlerinin aldatma, takiyye yapma, umut ve beklenti yaratma becerilerini, toplumun, “reform”, “halkçılık”, “eğitimde fırsat eşitliği”, “parasız eğitim hakkı” türünden beklentileri istismar etmede kullanıyorlar. Amaçları; bu beklentiler üzerinden AKP’nin hedeflerini gerçekleştirmek; öne alarak 2013’te yapacakları yerel seçimlerde oylarını artıramasa bile korumak, kendi “anayasalarını” kotarmak için geniş halk katmanlarını yedeklemek, nihayetinde “başkanlık sistemine” geçip, başbakanı Cumhurbaşkanı yapmak! Eğitimde en büyük işleri yaptık böbürlenmesiyle “düğmeye bastık, eğitim sistemini uçuşa geçirdik!” uçukluğunun “pembe tablosu” tamamen siyaseten belirlenmiş hedeflere varma amaçlıdır, yalanları gerçek gibi algılatmaya dönük demagojidir!
Eğitimde 2012-2013 panoramasına bakılınca görünen hükümetin gerçeğe takla attırarak gizlemeye çalıştığı tablo, oldukça karanlıktır, vahimdir. Eğitim alanında neden olunan yıkıntının altından milyonlarca çocuğun, gencin, anne-babanın, eğitim emekçisinin acı çığlığı gelmektedir. “20 milyon çocuk-genç ve 30 milyon ana babanın yaşamını derinden etkileyecek 2012-2013 eğitim öğretim yılına az bir zaman kala, eğitimin esas unsuru öğretmenler mutsuz ve mağdurdur, eğitimde doğru yönelimlere karşın uygulama ve planlamanın eksikleri sorunları derinleştirdi.” diyor Abbas Güçlü! (Milliyet Gazetesi) “Burada, kanunun teknik kusurlarından daha önemli olan, yapılış tarzıdır: Yeterince tartışmadan, karşı görüşlere kıymet vermeden, Meclis çoğunluğuyla acele kanun çıkarmak! Sadece otoriterleşmeye değil, böyle teknik kusurlara da yol açar, bu kanunlaştırma tarzı.” (T.Akyol, Hürriyet, 24/08/2012)
İktidarın en has destekçilerinin değerlendirmeleri böyle! Mızrak çuvala sığmamaktadır!
Başbakan “parasız ve sınavsız eğitim” demektedir; ama geçmişte eğitim parasız, üniversite sınavsız, bilimsel ve yönetsel bakımdan özerk olduğundan ve halkın bu kazanımlarının çokça savaştığını söylediği 12 Eylül faşizmi ve YÖK tarafından gasp edildiğinden bihaber görünmektedir. Tam bu noktada, Başbakan ve partisinin sair sözcüleri, sermaye desteği, parlamentodaki sayısal gücü, ABD ve AB’li tekellerin kendi çıkarları gereği verdikleri desteğin rüzgarını arkasına alarak, bütün söylev yeteneklerini halkı aldatmaya yönelik kullanmakta; yetmediğinde, sonsuz destek gördüğü burjuva medya ve her tökezlediğinde kendisini toparlayan neoliberal aydınları (örnek olarak özellikle yukarıdakiler türünden eleştiri yapanları) tehdide başlayarak, “tek ses, tek yürek” olarak kendisini ve dayandığı sınıfların acımasız sömürü, talan ve yıkım politikalarını desteklemelerini istemektedirler! Başbakanın bu tür açıklamaları, tehditkâr çıkışları, aynı zamanda halkın en son 4+4+4 düzenlemesi karşısında gösterdiği tepkiyi, gelişip ülke düzeyinde birleşme eğilimi gösteren mücadeleyi zayıflatmak için, çaresizlik içindeki çırpınışının da kanıtı niteliğindedir.
Söyledikleri için: “Avazın iyi avaz, ama, okuduğun bari Kuran olsa!” denmelidir. İnandırıcı değildir Başbakan. AKP kurmayları, bugün böyle, yarın şöyle demekte, halka yöneltecekleri saldırılar için zemin yoklaması yapmaktadırlar. Başbakan örneğin, “Harçları kaldırıyoruz!” dedikten iki gün sonra, başka bir bakan, “Bu eğitim öğretim yılına yetişmez, seneye!”diyerek, aslında göstermelik “harç” kaldırma sözünün yalanlamasını yapmaktadır. Keza üniversitede ikinci öğretim paralıdır. Ve üniversitede “pankart açma, bildiri dağıtma, protesto yapma suç olmaktan çıkarılacak” dendi, ama düzenlemede ayrımcılık devam ediyor, disiplin suçları ağırlaştırılıp “Demokles’in kılıcı” gibi öğrenci ve öğretim görevlilerinin başında sallandırılıyor. YÖK üniversitede “polis devleti” uygulamalarını sürdürüyor!
Peki, AKP, gerçekten parasız, sınavsız eğitimi gerçekleştirebilir, demokratik özerk üniversiteyi kurmayı önüne koyar mı, böyle bir amacı olabilir mi? Bu soruların doğru yanıtını, AKP’nin on yıllık hükümeti dönemine, dönemin uygulama ve tercihlerine bakarak verebiliriz. En kestirmesi, “yaptıkları, yapacaklarının kanıtıdır” demek olacaktır. AKP hükümetinin eğitim panoramasına bu bakımdan bir göz gezdirelim…
AKP, hükümet programında, onu “iktidar” yapan yerli ve yabancı sermayenin ihtiyaç, istek ve beklentilerine yanıt olacak bir tercih yapmıştır. Eğitimi ticarileştirme, paralı hale getirme! 1995 GAST (Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi sözleşmesi) antlaşmasında Türkiye’nin taahhüt ettiği %46 oranında özelleştirilecek kamu hizmetlerinin piyasalaşması için AKP düğmeye hemen basmış, eğitim ve sağlık başta olmak üzere, bütün kamu alanının tasfiyesini gündemine almıştır. SSGS ile başlatılan saldırı dalgasını, Kamu Yönetimi Temel Kanunu izlemiş, kamuya hizmet üreten bütün kuruluşların yerelleştirilerek özelleştirilmesi ve kamuya ait taşınmazların satışı gerçekleştirilmiş, kamu yararı bir yana bırakılarak kamusal hizmet “ticari hizmet”e dönüştürülmüş, dolayısıyla “kâr” amaçlı olarak yapılmaya başlanmıştır. Özelleştirmeyle birlikte taşeronlaşma kamuda yaygın, genişleyen bir hizmet üretme (üretememe!) biçimi halini alırken, kamu hizmetlerinin niteliği düşmüş, erişilmesi zorlaşmış, hizmet üretenlerin iş güvenceleri gasp edilmiş, çalışma koşulları ağırlaşmış, çalışma saatleri uzamış, ücret ve maaşlar sürekli baskılanarak düşürülmüştür. Karayolları ve Köy Hizmetleri tasfiye edilmiş, çalışanlar farklı iş kollarında 4-C, 4-B gibi güvencesiz çalıştırılmaya tabi tutulmuştur. TEKEL’in ve şekerin özelleştirilip peşkeş edilmesini TELEKOM’un iki yıllık geliri karşılığı Oger’e satılması izlemiş; TEKEL işçilerinin görkemli mücadelesi, bombayla, gazla, silahla, kış ayazında işçileri havuzlara atarak durdurulmuştur. Seksen yıllık kamu birikimlerinin özelleştirilmesi ile elde edilen gelirler AKP’nin kendi yandaş zenginlerini oluşturmada kullanılmıştır.
AKP tarafından paralı hale getirilişi derinleştirilip tahkim edilen eğitimdeki karanlık tabloyu anlamamıza yardımcı olacak esas veri, bu özelleştirme ve piyasalaşma adımlarının sonuçlarıdır. Eğitim alanının büyük pastasının ele geçirilmesi için, bu alanın piyasa koşullarına terk edilmesi yöntemi benimsenmiştir. Örgün eğitim kapsamında %2,5 yer tutan özel okullara her türlü yasal ve parasal destek sağlanmış; bu destekler, “Torba Yasa” ve “4+4+4 düzenlemesi” ile aleni hale getirilmiştir. Örneğin 4+4+4 yasasında, “Mesleki eğitim için açılan özel lise ve yüksek okullara vergi teşviki yanında, öğrenci başına 1000 TL verilecek, bu tutar ileriki yıllarda artırılacaktır” denilmektedir. Torba yasayla hizmet alımları “Kamu İhale Kanunu” kapsamı dışına çıkarılarak, yasa denetiminden kaçırılmıştır. Artık hükümete yakın kesimler “götüre bildikleri kadar” götürme olanağına kavuşmuştur.
Eğitimin olumlu, nitelikli, halkçı, erişilebilir kılınmasında başat belirleyici genel bütçedir. AKP sözcüleri ve Başbakanın “parasız üniversite”, “parasız eğitim” vaadinin gerçeği yansıtmadığının en büyük kanıtı, üniversitelerin “Bologna süreci” ile şirketlere açılıp, kendilerinin de şirketleşmesidir. Şirket temel amacı “kâr” olan bir kuruluştur; oysa üniversite ve okullar, bilimsel araştırmanın yapıldığı, insanın özgür akılla düşünme, eleştirme, yaratma, üretme, kişilik oluşturma yeteneklerini nitelikli eğitimle edindikleri kurumlardır. Üniversite kendi yağıyla kavrulan, ihtiyaç duyduğu kaynakları kendisi yaratan bir işletme ise, finans kaynağı öğrenci ve velilerdir, harçların kaldırılması illüzyondur!
AKP hükümeti ile eğitim bütçesi 2002’den beri sürekli küçülmüş, devlet, asli görevi olan yurttaşlarına “nitelikli, bilimsel, demokratik, laik, anadilinde eğitim” verme işlevini yerine getiremez hale gelmiştir. Okullar ödeneksizdir. Halkın gözünü boyamak için kullanılan “e-kayıt” yöntemi; “eğitimde iyi bir gelecek arama” kaygısındaki geniş bir kitleyi rüşvetle iyi okullarda kayıt yapmayı, yıllık ortalama bir özel okul tutarındaki masrafı “devlet okullarında” ödemeyi göze almaya götürmüştür.
Büyük kentlerin varoşlarında, kırın yoksullarının eğitim aldığı yörelerde tam bir sefalet hüküm sürmektedir; kalabalık ve birleştirilmiş sınıflarda öğretim, taşımalı eğitim, kız öğrencilerin örgün eğitime katılmalarının önündeki engeller devam etmekte, mevsimlik olarak pamukta, fındık toplamada, hasatta çalışan öğrencilerin yaşıtlarından her yıl bir ay geç okula başlamak zorunda kalması benzeri sorunlara, eğitimin paralılaşması ve yoksullaşmaya koşut olarak, eğitim dışına itilen yüz binlerce çocuk eklenmektedir. Başka bir dramatik sorun olarak; “düşük yoğunluklu savaş” diye adlandırılan çatışmalı ortam; eğitimi devam yönüyle etkilemekte, öğretmenlerin bölgeye gitmek istememesi, derslerin boş geçmesi, eğitimin, öğretim düzeyinde bile ulaşılamaz hale gelmesine neden olmaktadır. Taşımalı eğitim “eğitim göçerlerini” yaratmıştır. Bütün bu çözümsüzlüklerin en somut sonucu, sınav ve seçme temelli uygulamalarda kendisini göstermekte, bölge illerinin öğrencileri bu sınavlarda, sınavların sonuncusu olmaktadırlar. Eğitimde bölgeler arası eşitsizlikler büyümekte, hatta aynı kentin zengin ve yoksul kesimleri arasında eşitsizlikler, nitelik ve nicelik farkları ortaya çıkmakta, çokça vaaz edilen “ayrı gayrımız yok, aynı ağacın dallarıyız!” söylemleri gerçeğin duvarına çarparak tuzla buz olmaktadır.
Yaşanan sorunların kaynağını, AKP hükümetinin eğitimdeki temel yönetme ve yapılandırma yöntemi olarak sermaye ve piyasa koşullarını tercih etmiş olması oluşturmaktadır. Bu tercih, demokratik, toplumsal gereksinmelere yanıt veren, geniş halk kitlelerinin beklentilerini karşılayan nitelikte katılımcı bir planlama olmaktan uzaktır ve proje temellidir! “Proje temelli eğitim”in amacı, okulları ticarethane, öğrencileri müşteri, öğretmenleri tahsildar yapmak; ürettiklerini satarak gelir elde eden tüccar (aynı zamanda ılımlı İslam) kuşaklar yetiştirmektir. Milli Eğitim Bakanı, açıkça, “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyerek amacı belirlemiştir. Bu amaca uygun olarak, Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilatında yalnız bir tane eğitim kökenli daire başkanı olduğunu söylemektedir, bakan!
Ülkenin pazarlanması amacının adım adım gerçekleştiğini görmek için ulusal bütçeden eğitime ayrılan paylara bakmak da yararlı olacaktır. 2002’den günümüze eğitime bütçeden ayrılan pay sürekli azalmış, eğitimi nitelikli kılacak yatırımlar yapılmamış, bütçeden ayrılmış ödeneklerin %75 ‘i personel maaş ödemeleri olarak kullanılmıştır. MEB Vakfı 2003 yılından beri derslik üretmemekte, okul yapmamakta, nitelikli eğitimin yapılabilmesi için gerekli altyapı, öğretmen gereksinimi karşılanmamaktadır. MEV bütün tüketim alanlarından elde ettiği vergilendirme gelirlerinin hesabını vermemekte, bu gelirler çeşitli sosyal harcamalarda veya örtülü ödenek yöntemiyle buharlaştırılmaktadır.
AKP’nin hükümet olduğu son 10 yılın bütçe rakamlarına bakıldığında, artan öğrenci sayısına karşın, MEB bütçesinin ortaya çıkan ihtiyacı karşılayacak kadar artmadığı görülmektedir. AKP hükümeti döneminde Türkiye’nin “çağ atladığını” iddia edenler, borç almak dışında, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, eğitim politikalarında da sınıfta kalmıştır. Eğitimin finansmanı büyük ölçüde öğrencilerin, dolayısıyla öğrenci velilerinin omuzlarına yıkılmaktadır.
Okullar, “otomobilciler odası”, “kantinci ve lokantacılar odası”, “iletişim şirketleri”, “temizlik şirketleri”, “güvenlik şirketleri” başta olmak üzere, ticari kuruluşların mesken tuttuğu kurumlar haline gelmiştir! Okullar, bu kurumlarla olan hizmet alış verişinde ödeme kaynağı olarak kayıt bağışlarını, katkı paylarını, öğrencilerin ödediği yemek, servis ücreti, etüt ücretlerinden elde edilen gelirleri kullanmaktadırlar! Eğitim paralıdır, pahalıdır! Veliler keselerine göre okulları zorlamaktadırlar, okullar kendilerini pazarlar durumdadırlar; “Anadolu Liselerine Giriş” sınavlarının başarı listeleri okulların bulunduğu semtlerde reklam bilbortlarını süsler hale geldi! Okullar ve eğitim bölgeleri arası rekabet aldı yürüdü! Rekabet piyasada nasıl yok edici bir etkiye sahipse, eğitimde de aynı yıkıcı etkidedir ve fırsat eşitsizliği, olanak eşitsizliği uçurumları yaratmakta; toplumun en yoksul %20 si, eğitimin piyasalaşmasıyla, daha eğitimin ilk basamağında yenik düşmekte, aileler kız çocuklarını “hiç olmazsa erkekler okusun!”diyerek okula göndermemekte veya kız öğrenciler okuldan alınmaktadır.
İşte MEB verilerinde yıllara göre bütçe büyüklükleri ve büyüklükler içinde MEB yatırımlarının oranları (veri MEB istatistikleri):

MEB Bütçe Payı ve Milli Gelire Oranı

Yıllar    MEB Bütçesinin Merkezi Bütçeye Oranı (%)    MEB Bütçesinin Milli Gelire Oranı (%)
2002    7,61    2,66
2003    6,91    2,85
2004    8,53    3
2005    9,53    3,07
2006    9,5    2,95
2007    10,42    3,4
2008    10,51    3,13
2009    10,64    2,51
2010    9,8    2,74
2011    10,92    2,81
2012    11,16    2,75
—————————————————————————————————————–
MEB YATIRIMLARININ BÜTÇEYE ORANLARI

AKP hükümeti döneminde, MEB bütçesinden yatırıma ayrılan pay, yıllar içinde istikrarlı olarak azalmış, Milli Savunma bütçesi MEB bütçesini 2-3 kat aşarken, Diyanet İşleri’nin bütçesi de MEB bütçesinden fazla hale gelmiştir. “Bütçeden en çok payı eğitime ayırıyoruz” ifadesi sadece kuru bir propagandadan ibarettir. Bütçe kaynaklarının büyük bölümü zorunlu harcamalara gitmekte, öğrenci velilerinin ceplerinden yaptıkları eğitim harcamaları sürekli olarak artmaktadır. Devlet okullarında bir öğrencinin ailesinin yaptığı harcama 2002’de 72 TL iken, 2012’de bunun 4,5 katına ulaşarak, 320 TL olmuştur. (Bu oran Türkiye ortalamasını göstermektedir.)
2012 yılında MEB genel bütçesinin toplamı 39.169.379.190 TL, MEB yatırım payı 2.600.000.000. TL, yatırım bütçesinin MEB bütçesine oranı %6,64’tür. AKP’nin hükümet olduğu 2002 yılında genel bütçede MEB bütçesi 7.460.991.000 TL, MEB yatırım bütçesi 1.281.690.000 TL ve bütçe içindeki oranı %17,18’dir. 2002’de %17 oranında olan yatırım bütçesi, 2012’de %6,64 e gerilemiştir. Bu rakamlar, AKP’nin “MEB’de en büyük yatırımı biz yaptık!” sözünün demagojiden ibaret olduğunu gözler önüne sermektedir.
2011–2012 Eğitim-Öğretim Yılı başında hayata geçirilecek olan eğitimde 4+4+4 sisteminin, ilk adımda en az 30 milyar TL’ye ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde, eğitim yatırımlarına ayrıldığı iddia edilen payın sadece sembolik kalması kaçınılmaz görünmektedir.
Genel bütçeden ve MEB bütçesinden yatırımlarına ayrılan paydaki azalma yurttaşların eğitim maliyetini üstlenmede daha çok yükümlülük altına girdiğini ve gireceğini belirgin olarak ortaya koymaktadır.
Eğitim harcamalarının finansman kaynaklarına göre dağılımı, eğitimde maliyetin faturasının her geçen yıl veliye daha çok yüklendiğini, velilerin yaptığı harcamaların oranının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerle aynı oranlarda olduğunu göstermektedir. Bütün planlamalar, reform diye sunulanlar, AB düzeyinde eğitim süresinin yakalanacağı söylemleri, “laf-ı güzaftan” öte gitmemektedir. Eğitim sisteminin “proje temelli” uygulamalarının sürekliliği, neoliberalizmin ve kapitalist sömürünün açgözlü, kazanç amaçlı yapısı gereğidir. Bu projelere ve sonuçlarına göz atarak devam edelim…
Parasız kitap dağıtımı, seçimlere yönelik bir uygulama olmuş, yandaş firmaların kayrıldığı, değerinden fazla para ödendiği bu kitapların nicel ve nitel yönden ihtiyaca cevap vermediği görülmüştür. Devlet Basım Evi’nin daha ucuz, daha kullanışlı, içerik yönünden çok ileri olmamakla birlikte “parasız” dağıtılanlardan daha eğitimbilimsel değer taşıdığı bütün toplum kesimlerince ifade edilmesine karşın, DBE kapatılmış, böylelikle özel şirketlere trilyonlarca lira aktarılmıştır, aktarılmaya da devam edilmektedir.

EN BÜYÜK EĞİTİM VURGUNUNUN ADI “FATİH PROJESİ”
Başından itibaren usulsüzlük ve şaibe iddiaları ile gündeme gelen Fatih projesi, 4+4+4 düzenlemesinin sonuna adeta iliştirilmiştir.
Fatih Projesi, kendi içinde birçok sorunu barındıran 4+4+4 değişikliğine eklemlenirken, bir de projenin Kamu İhale Kanunu’na dahil edilmeyeceği kararı alınmıştır. Bu süreç, eğitimdeki sorunların teknolojik gelişmelerin kullanımıyla çözülebileceği yanılsamasını yaratmıştır. Öğrencilere ücretsiz tablet dağıtımı parolasıyla gündeme getirilen Fatih Projesi, bütün okullardaki sınıfların akıllı tahtalarla donatılması, her öğrenciye bir tablet bilgisayar dağıtılması, internet altyapısının kurulması, içerik ve müfredat yazılımlarından oluşmaktadır. Proje kapsamında, ilk aşamada sınıflarda kullanılacak akıllı tahtaların ardından, 12-15 milyon arasında tablet bilgisayar alımının yapılacağı tahmin edilmektedir.
Yolsuzluk ve yandaş palazlandırmanın yanında ve ötesinde, birçok branşta öğretmen açığı olan okullardaki öğrencilerin, tablet bilgisayardan izleyeceği dersle açığı kapatamayacağı, bunun öğretmen-öğrenci arasındaki yüz yüze iletişimin yerine geçemeyeceği açıktır. Ayrıca bu sözler, aynı zamanda, öğretmenlerin sınıflarda gerçekleştirdikleri görevin yeri doldurulamaz bir uzmanlık olmadığı vurgusunu da taşımakta ve öğretmenin emeğini değersizleştirme çabası içermektedir.
Fatih Projesi kapsamındaki akıllı tahtalardan tabletlere, içerik yazılımlarından internete kadar pek çok alanda Kamu İhale Kurumu (KİK) devre dışı bırakılırken, “proje” üzerinden yaklaşık 100 milyar liralık rant sağlanması söz konusudur. Bunun yanı sıra, en az 12 milyon öğrenciye dağıtılan tabletle birlikte internet bağlantısı satılması planlanmaktadır.
Gelecek 15 yıl içinde aylık bağlantı en düşük 10 TL olarak hesaplandığında, Fatih Projesi ile sadece internet bağlantısı üzerinden 15 milyar dolarlık yeni rant kapısı açılacağı görülmektedir. Fatih Projesi’yle söz konusu programın öğrencilere para ile satılması gündeme gelecek ve 15 yıl içinde velilerden toplamda 10 milyar dolar ile 20 milyar dolar arasındaki paranın alınması söz konusu olacaktır.
Dünyada bilimsel olarak halen araştırılan ve etkinliği kanıtlanmayan eğitimde bilgisayarlı teknolojilerin kullanımı, Türkiye’de, okulların ve eğitimin ivedi ihtiyaçları göz ardı edilerek, alelacele devreye konulmuştur.
Üstlenici firmaların kârını arttırmayı hedefleyen bu projenin eğitim sistemini yeniden yapılandıran bir düzenlemeye yama yapılmasının yanlış bir tutum olduğu yönündeki itirazlar, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından dikkate alınmamıştır.
Türkiye’nin eğitimde Fatih Projesi gibi rant projelerine değil, eğitim sisteminin gerçek ihtiyaçlarını gözeten düzenlemelere ihtiyacı vardır.
Bir diğer rant projesi geçtiğimiz yıl sonunda başlatılan süt dağıtım projesidir. Nereden nasıl pazarlandığı belli olmayan biçimde süt dağıtımına başlandığında, okullarımız, eğitim emekçileri, öğrencilerimiz ve ana-babalar için kabusa dönüşmüş, on binlerce çocuk hastanelerin koridorlarında serum şişeleriyle ölüm kalım savaşımı yaşamıştır. Hiçbir altyapı, saklama koşulu olmadan, tekelci grupların elinde kalan tarihi geçmiş sütler, denetime tabi olmadan, dağıtılmak üzere satın alınarak, MEB bütçesi yandaş firmalara peşkeş çekilmiştir. Eğer karşı konulmazsa, bu soygun önümüzdeki yıllarda da devam edecektir.
2012-2013 eğitim öğretim yılında uygulanacak 4+4+4 kesintili eğitim sisteminin mevcut okul yapılarında gerekli kıldığı değişimler, okulların altyapısını hazırlamak için inşaat şirketlerinin faaliyet alanıdır! Hem bütün okullar” İmam Hatiptir!”, hem de büyük kazançların “al gülüm-ver gülüm” hesaplarının yapıldığı yerlerdir. AKP’nin esas amacıysa, imamlarla hatipler yetiştirmekten daha çok bu rantı kapmaktır! Diğer yan “afyonlamadır!” MEB bütçesi bu rant projelerine gitmektedir.

SONUÇ OLARAK
Türkiye’de eğitimin perdesi aralanınca görünen niteliği, tekelci burjuvazinin karakterini yansıtmaktadır. Karakter ırkçı-gericidir, eleyici, dışlayıcı, piyasacıdır, pahalıdır, erişilmezdir. Eşitlik, adalet, bilimsellik gibi halkçı kavramlardan uzaktır.
Parasız, bilimsel, demokratik, anadilde, nitelikli olması yurttaşlık hakkımız olan “eğitim hakkımız”a, okullarımıza, çocuklarımıza sahip çıkmaktan başka yol yok! Mücadeleyi yükselterek ilerletmek için, okulları dönüştürülen öğrencilerin velilerin, etüt beslenme okullarının başvurduğu yaratıcı eylemlerle örgütlenme deneyimlerini örnek alarak yürümektir.
AKP hükümetinin bilimi, hakkı hukuku hiçe sayan, milyonlarca gencin geleceğini karartan, 100 binlerce eğitim emekçisini kazanılmış haklarından mahrum bırakıp ailelerini parçalayarak “norm fazlası” yapan 4+4+4 dayatmasına karşı, ülkemize, haklarımıza, geleceğimize sahip çıkarak mücadeleye!

Eğitimde “4+4+4” ne getiriyor, neleri götürüyor?

AKP hükümeti, toplumsal yaşamı, dayandığı uluslararası ve yerli egemen güçlerin ekonomik, siyasal, kültürel ihtiyaçları doğrultusunda yeniden ve köklü bir değişime tabi tutuyor. Hükümet ülkemizi sömürü ve talanın dikensiz gül bahçesi yapma atılımının son halkası olarak, “eğitimde 4+4+4 modelini” gündeme getirdi.

4+4+4 tartışmasız bir şekilde ideolojiktir. Öngörülen bu düzenlemeyle, başlıca, sermayeye, eğitimi kesintiye uğratılarak yönlendirileceği teknik eğitimden geçirilerek “vasıflı” kılınmış ucuz işgücü sağlanması yanında “dindar gençlik yetiştirme” amacının nesnesi varsayılan yeni kuşaklar, AKP tarafından ideolojik ve siyasal yaklaşım ve çıkarlarına uygun biçimde şekillendirmek istenmektedir. Ayrıca, 4+4+4 düzenlemesinin anaforunda, sendikal hayata müdahalelerin, kıdem tazminatını yok etme hesaplarının, işçi ve kamu emekçileri sendikalarını düzenleyen yasanın mevcut yetersiz halinden daha kötü, emekçi karşıtı, örgütsüzleştirmeyi dayatan bir değişikliğe tabi tutulduğu gözlerden kaçırılmaya çalışılıyor.

AKP hükümeti, “reform”, “yenilik”, “demokratik tartışma” gibi kulağa hoş gelen söylemlerle, TV kanalları, yazılı basında propaganda yapmaları için, bakanları ve üst düzey yöneticilerini seferber ederek, toplumu ikna etmeye çalışıyor. MEB Bakanı kanal kanal dolaşıp, bu yıkım düzenlemesinin “öyle değil, şöyle olduğunu”(!) anlatıyor, oranlar veriyor, düzenlemeye almadığı vaatlerde bulunuyor. Kendisinden önceki bütün burjuva,  liberal, milliyetçi-muhafazakar, hatta sosyal demokrat ortaklı hükümetler gibi, toplumsal gereksinmeleri, geniş emekçi yığınların isteklerini, eğitimin gerek duyulan, halk için değişimi isteklerini takmıyor. Kürtlerin, Alevilerin, gençlerin, kadınların, eğitimcilerin, üniversitelerin talep ve uyarılarını görmezden gelerek, bir dayatmayla, sömürülen ve ezilen kesimlerin ifade, basın, örgütlenme, gösteri vb. demokratik haklarını kullanmalarının önüne kale gibi dikilirken “sandık”tan çıkardığı ve vekil sayısına tahvil ettiği rakama dayanarak uyguladığı “çoğunluk zorbalığı”yla, bütün bir toplumu karşısına alıp, Meclis’te muhalefet milletvekillerini döverek komisyondan geçiriyor 4+4+4 =12 yıllık kesintili eğitim düzenlemesini.

4+4+4 düzenlemesi ile başlatılan süreç, “eğitim nedir?”, “eğitim hangi işlevlere sahiptir?”sorularını, tartışılır kıldı toplumda. Değişik toplum kesimleri, sözcüleri aracılığıyla, sorunu değişik bakış açısı ve sınıf çıkarları düzleminde ortaya koydu.

Üniversiteler, eğitim alanının örgütlü gücü olarak sendikalar (Eğitim-Sen) 4+4+4 düzenlemesinin; bilimsel olmadığını, ideolojik yaklaşımla hazırlandığını, piyasacı bir düzenleme olduğunu, bilimsel dünyevi eğitim aleyhine ve uhrevi (teolojik-dinsel) eğitim lehine atılmakta olan adımların, eğitimin mevcut olumsuz niteliklerini derinleştireceğini, eğitim hakkının yurttaşlık hakkı olmaktan çıkarak, ticari bir emtia, bir “pazar malı” konumuna geleceğini vurguladılar. Başta gelen özelliği olarak sermayeye ucuz vasıflı işçi ve teknik eleman yetiştirmeyi garanti ederek, eğitim alanını “Ulusal İstihdam Stratejisine” uyarlamak isteyen düzenlemenin maddeleri incelendiğinde, itirazların yerinde olduğu anlaşılıyor. Ancak üniversitelerimizin, eğitim sendikalarının böylesi yaşamsal bir saldırıya karşı çıkardıkları ses, bu düzenlemeyi geri püskürtecek bir örgütlülük gücünde değil! Yeni düzenlemenin amacı; mevcut üretimi sürdürecek, üretimi “kalitelendirip” “nitelikli” kılarak azami kârı elde etmeyi sağlayacak kalifiye iş gücünü oluşturmak, bir yurttaşlık hakkı olan eğitimin kamusal niteliğini ticari bir yaklaşımla yeniden biçimlendirmek ve yanı sıra AKP’nin emperyalizm işbirlikçiliği ve tekelci neoliberalizminin fonuna rengini veren siyasal İslam’ı, Yeni Osmanlıcılığın “ümmetçi büyük devlet olma” ideolojisini, İslamcı yanı koyulaşmış Türk–İslam sentezini yeni kuşaklara enjekte etmektir!

Başbakan tam da bu iki işleve işaret ediyor; belki de ilk defa gerçeği eğmeden bükmeden dosdoğru söylüyor: “Sanayi üretiminin ihtiyaç duyduğu kalifiye ara elemanları, bu boyun eymiş, mütevekkil gençlerden karşılayacağız”; ”Dindar ve kindar nesiller yetiştireceğiz”! Halkın indinde parayla oynayan sermayedarların görüntüsünün hoş olmadığını ve haktan, halktan ve milletten yana görünmenin işe yaradığını bilen Başbakanı’nın ağzından “Biz sermayenin değil milletin partisiyiz” diyen AKP TÜSİAD ile bir ağız dalaşı yapıyorken, gerçeğin; yaptığı düzenlemeyle egemen sınıfların iktidarlarını sürdürmeleri ve kârlarına kâr katmaları için, çocuk ve mesleki eğitim sürecindeki gençlerin eğitimden geçirilecek emeklerine dayalı bir işgücü oluşturmak istediği gerçeğinin üstünü kapatıyor. Başbakan’ın İHL aşkının ve TÜSİAD’ın “çağdaş eğitim”den yana kaygılarının bu kayıkçı dövüşü karakteri de gösteriyor ki, “4+4+4 eğitim”, bilimsel bir yaklaşımın ürünü değildir. Bu tasarı, eğitim sisteminin var olan olumsuzluklarını gidererek, eğitimi herkes için, ulaşılabilir, nitelikli, parasız, anadilde edinilebilir kılma kaygısı ile ele alınmış bir düzenleme değil, tersine dinci bir fon rengine sahip gerici burjuva bir ideolojik yaklaşımın, eğitimdeki büyük pastayı, sermaye güçlerine altın tepside sunmanın düzenlemesidir.

TÜSİAD vb. ile çekişmesi aracılığıyla AKP’nin halkın yararına olduğunu ileri sürerek tersyüz edip karartmaya çalıştığı bu gerçeğin geniş işçi-emekçi yoksul halk kitlelerince anlaşılması ve bunun için elden gelenin yapılması zorunludur.

AKP’nin bu düzenlemedeki ısrarlı tutumunu, her şeyi “kaç para eder?” piyasacı tüccar zihniyetiyle ele alış tarzının ulaştığı yağmacı aşama olarak değerlendirmek gerekir. Yapılan düzenleme karşısında, o nedenle; iyileştirilmesini öngörerek, maddelerinin değiştirilip kamu yararına düzeltilmesi yaklaşımı göstererek uzlaşmacı bir pozisyon almak gerçekçi değildir. Bu açıdan, bir yanıyla sınıf niteliğinin ürünü olan, bir yanıyla da AKP karşısındaki ezikliğinden kaynaklanan uzlaşmacı eğilimiyle CHP’nin “elimizi uzattık, gelin beraber yapalım, iyileştirelim” tutumu benimsenebilir değildir. Bu tutum, siyasal İslam’la problemli olsa da kendisi de bir burjuva partisi olan CHP’nin, asıl yönü eğitimin sermaye lehine yeniden düzenlenmesi olan bu eğitimin kesintili kılınması girişiminin özüne karşı olmadığını, bu düzenlemeyle esasta uyuşabileceğini ve AKP’nin, aralarındaki belli başlı uyuşmazlık noktası olan eğitimin dincileştirilmesi ve İHL’ler lehine olan yönlerini geri çekmesi halinde, yasayı birlikte geçirebileceklerini belirtmektedir. Oysa bu yasa eğitimde bir yıkım yasasıdır ve yırtılıp çöpe atılmalıdır.

ZORUNLU EĞİTİM NEDİR? 4+4+4 KESİNTİLİ EĞİTİM NE GETİRİYOR?

Düzenlemenin ayrıntılarına göz atarsak…

* 4+4+4 kesintili eğitim düzenlemesi ile yakından incelenmesi gereken eğitim basamağı, zorunlu eğitimdir. Belirli yaş aralığındaki (6-14) çocuk ve genç yurttaşlara uygulanan temel eğitimdir. Zorunlu olarak yapılması, işçi sınıfının ve bağlaşıklarının tarihsel süreçlerdeki savaşımları sonucu elde edilmiş bir kazanımdır. 12 Eylül Anayasası bile bu kazanılmış hakkı kayda geçirmekten kaçınamamıştır. Ve bu anayasanın 42. maddesine göre, “İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasız yapılır.” Kesintili eğitim düzenlemesini gündeme getiren hükümet, yaptığı düzenlemeyle anayasal bir hakkı “zorunlu olmak”tan, “parasız ve devlet okullarında” yapılıyor olmaktan çıkartarak, kazanılmış hakkı, zorunlu eğitim hakkını ortadan kaldırmak istemektedir.* Kesintili eğitim düzenlemesiyle, esasen neoliberal uygulamalarla, paralı, pahalı, özel hale getirilerek kamusal özellikleri büyük ölçüde törpülenmiş olan eğitim sistemi, AKP’nin öngördüğü anayasa değişikliğiyle neleri hedeflediğini de göstererek, tekellerin çıkarlarına uygun olarak tümüyle dönüştürülmektedir. Düzenlemedeki tanımlama şöyledir: “Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın Eylül ayı sonundan başlar,13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılının sonunda biter.” Görüldüğü üzere, ne “parasızdır” ibaresi vardır, ne de “devlet okullarında yapılır” ibaresi! Kesintili eğitim, ilköğretim döneminde de eğitimi yerelleştirip özelleştirmenin güçlü ve temel bir adımıdır.

 

* Kesintili eğitim düzenlemesi, eğitimbilim açısından hiçbir değer taşımıyor. Düzenleme bir toplumsal gereksinimden doğmuyor. Üniversitelerin, eğitim fakültelerinin bir çalışması, eğitimcilerin önerisi değil. Hiçbir ön çalışma ya da planlama yapılmadan gündeme dayatıldı. Düzenleme ile ilgili bir ön uygulama planlanmadı. Pilot okullarda düzenlemenin getireceği değişiklikler hayata geçirilip, bu ön uygulamaların dönütleri alınıp sonuçlar çıkarılmadı. Bu düzenleme, on yıllardır çalışması yapılan, zorunlu eğitim kadar önemli olduğu somutlaşan “okul öncesi eğitim” örgün eğitim kapsamı dışına çıkartılarak, çocukların gelişim sürecine yok edici bir darbe vuruyor. Eğitim bilimsel bir olgudur ve 0-6 yaş, çocukların zihinsel, duygusal, bilişsel gelişimlerini tamamlama sürecidir. Bütün uygulamalar okul öncesi eğitim alan çocukların, bu eğitimi almayanlardan daha başarılı olduğunu kanıtladığı halde, okul öncesi eğitim, örgün eğitimde yok. İlköğretime başlama yaşı bir yaş öne çekilerek, çocukların küçük ve büyük psikomotor becerileri gelişimini tamamlamadan, onlardan okumaları ve yazmaları isteniyor. Eğitim kademelendirilerek, ancak somut olay ve nesnelerle algılayan 10 yaş çocuklarının, ikinci dörtlük basamakta soyutlama yapmaları, soyut kavramları yapılandırmaları isteniyor. Yeni kesintili düzenlemeyle seçmeli derslerle ve branş öğretmenleriyle on yaşında tanışacak çocuklar büyük bir zihinsel, duygusal kaosa sürüklenecek; zaten ezbere, aktarmaya (dikte etmeye) dayalı eğitimle sıkılmış öğrenciler, bunalarak, okuldan uzaklaşacaklar.Türkiye nüfusunun ortalama okula gitme süresinin 3,5 yıl olduğu düşünüldüğünde, kesintili eğitimin genel eğitime katkı sağlamaktan çok zarar vereceği söz götürmez bir gerçektir.

 

* İkinci 4’lük dilimde “mesleğe yönlendirme”, anti demokratik içeriklidir. Ailenin isteklerini, beklentilerini, çocuğun kendine özgü konumunu önemsemeyip dikkate almıyor. Çocuğa, özellikle kız çocuğuna seçimini yap diyor; “İmam hatip mi? Meslek lisesi mi? Çocuk gelinlik mi?” Kademeli eğitim, eğitim piramidinin basamaklarını yukarı geçişlerde, mevcut adaletsizliğini derinleştirerek, “akademik eğitimi” sekteye uğratıyor. Bu bakımından da bilimsel eğitim karşıtı bir özellik taşıyor. Adeta “üniversite eğitimi olsa da olur, olmasa da” denilmiş oluyor!

 

* Bu değişiklik büyük bir emek düşmanlığı taşıyor: Değişiklik yürürlüğe girdikten sonra, 5. sınıf okutan bütün öğretmenler “norm fazlası” haline gelecek ve bakanlık tarafından başka alanlarda görevlendirilebilecektir. Başlangıçta 4. sınıf sonrası için öngörülen “açık öğretim” sistemi, tepkiler üzerine 8. sınıf sonrası için getirildi. “Çocuk gelinler”in ağırlıklı olarak 13, 14, 15 yaşlarında oldukları düşünüldüğünde, yapılan düzenleme ile “çocuk gelinler” uygulamasına resmen onay veriliyor. Görülüyor ki, 8. sınıftan sonra önü açılmakla kalınmayıp amaçlanan “açık öğretim” sistemi ile, zorunlu eğitimin “esnekleştirilmesi” arasında doğrudan bağ kuruluyor. Bu şekilde, eğitim sisteminin piyasa ile ilişkilendirilmesi ve özellikle mesleki eğitim ile sermayeye ucuz işgücü sağlanmak isteniyor. Bu bağlamda patronlar mesleki okullar açabilecekler, meslek okulu açan patronlara kamu kaynaklarından öğrenci başına para ödenecek ve devlet mesleki eğitimden kademeli olarak çekilecek.

* 4+4+4 sisteminde ilk 4 yıldan sonra gelen 4 yıl (10-14 yaş dilimi), “yönlendirme ve ortaöğretime hazırlık” olarak planlanmaktadır. Öğrencilerin ergenlik ve ilk gençlik başında henüz her alanda gelişimini sürdürdüğü, ilgi ve yeteneklerinin belirgin ve tutarlı hale gelmediği bir dönemde meslek seçimine zorlanmaları, bilimsel ilkelere uygun olmadığı gibi, gerçekçi de değildir. Dünyanın belirli bir gelişme düzeyindeki kapitalist ülkelerinde mesleğe yöneltme, gencin ilgi ve yeteneklerinin belirgin ve tutarlı hale geldiği, “kariyer” kararları için gerekli olgunluğa tam anlamıyla olmasa da kısmen ulaştığı dönem olan, 17 -18 yaş döneminde yapılagelmektedir.

* 4+4+4 kesintili eğitim düzenlemesi ile bir taraftan uzun vadede seçme sınavlarının kaldırılacağı iddia edilirken, diğer taraftan bu düzenlemenin, çocukların daha erken yaşta dershane ile tanışmasına neden olacağı ortada. Yıllardır eğitimin bütün kademelerini “sınav odaklı” hale getirenler, dershaneye gitme yaşını 8’e indirerek çocuklara en büyük kötülüğü yapıyorlar.

* Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay’ın zorunlu din derslerinin kaldırılması kararlarına karşın bu konuda her hangi bir düzenleme yapmayanlar, zorunlu din derslerinin yanına bir de seçmeli din derslerini ekleyerek “dindar gençlik” projelerini güçlendirmek istiyorlar. Aslında, suskun, hak, hukuk, adalet, eşitlik, eleştiri kavramlarını bilmeyen, itaatkar, “büyükleri”ne, yani kendilerini sömüren ve yönetenlere sorun olmayan/çıkarmayan kuşaklar yetiştirmek istiyorlar. AKP’nin dayandığı zengin İslamcılar çok dert etmese de, inanan geniş yoksul kesimleri afyonlamak üzere bu düzenleme hayata geçirilerek, politik rant elde edilmek amaçlanmaktadır. Bütün okulların ikinci kademesine seçmeli Arapça, Fıkıh ve Kur’an dersleri konularak, eğitimde fiilen imam hatip modelinin oluşturulması hedeflenmekte; bununla, teknik eğitimden geçirilerek sermayeye sunulacak vasıflı işgücünün aynı zamanda dincileştirilerek, patronu karşısında suskun, itaatkar ve hak aramaz nitelikte olmasının sağlanması istenmektedir. Başbakan’ın 2023 projesinin yaygın kitle tabanı hazırlanmaktadır.

Okulların ikinci kademesinde Kürtçenin de seçmeli ders olacağı söylenmesine karşın, düzenleme metnine bu ifade konmamıştır. Kürtçe konuşmak için yıllardır hapiste yatmayı göze alan, anadilleriyle eğitim yapmak için dilekçe verdiği gerekçesiyle üniversitelerinden atılan, hapis yatan, Kürt siyasetçileriyle gençlerinin üzerine karabasan gibi çullanıp savaşta ısrar edenlerin, milyonlarca insanın konuştuğu Kürtçeyi –zengin bir kültürü, yazarları, edebiyatçıları, sinemacıları, özerk bölgesel hükümeti bulunan Kürt halkının dilini– “kültür dili” saymayanların,  bu düzenleme ile “Kürtçe seçmeli” olacak demeleri, demagojiden başka bir şey olmasa gerektir. TRT Şeş’le kendilerinin ve “devletlularının” bekası için 24 saat yayın yaptıranlar, Kürtçe konuşan 15-16 milyon yurttaşın dilini örgün eğitime almayarak “inkarda” ısrar edenler, yaptıkları ucube düzenlemeye destek bulmak amacıyla yalan-dolana baş vurarak, “Kürtçe eğitim” olanağı sağlanmakta olduğunu ileri sürüp tepkileri yumuşatarak rant elde etmek istiyorlar.

4+4+4 Kesintili Eğitim düzenlemesinin içinden henüz “cin” çıkarılmadı. Aslında düzenleme çok daha büyük yıkımlara gebe. Bizlerse, bu “cin”in şişesinden çıkartılmasını engellemeye mecburuz. Çünkü hedeflenen en az 2-3 kuşağın bu düzenlemenin ideolojik ve politik hedefleri doğrultusunda biçimlendirilmesidir.

Oysa emekçi halkın, gençlerin, eğitimcilerin de talepleri var. Bu taleplerin toplumsal bilince dönüştürülüp maddi bir güç olması, halkın çıkarı gereğidir. Ebette bunun için bu taleplerin doğru kavranması, anlatılması ve en başta eğitim sendikaları ve geniş gençlik yığınları olmak üzere birleşebilecek bütün güçlerin birleştirilerek, yasa Meclis’ten geçse bile bu düzenlemeyi uygulatmamayı ve geri aldırmayı hedefleyen bir mücadele hattına girilmesi zorunludur.

Eğitimle ilgili halkın talepleri nelerdir, eğitim emekçileri, gençler, emekçi halk ne istiyor?

* Eğitim temel bir insan hakkıdır. Eğitim hakkından her yurttaşın eşit, parasız ve kendi anadilinde yararlanmasının sağlanmasını, “okulların ticarethane, öğretmenlerin tahsildar” olma konumuna son verilmelidir.

* Eğitim politikaları iktidarın siyasal hedefleri ve piyasa gereksinmelerine göre değil, bilimsel veriler, toplumsal ihtiyaçlar gözetilerek sunulmalı ve planlanmalıdır.

* Eğitimde müşteri bilinci değil, yurttaşlık bilinci geliştirilmeli, “gemisini kurtaran kaptan”, “devlet kapısı deniz yemeyen domuz”, “önce kendini, sonra başkalarını kurtar” bireyciliği ve çıkarcı yaklaşımı terk edilmelidir.

* Eğitim hizmetlerinin sunumunda proje temelli, piyasacı stratejik planlama değil, eğitimin bütün bileşenlerinin katıldığı demokratik bir planlama yapılmalıdır.

* Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Farklılıklara karşı ön yargıları kışkırtan uygulamalara son verilmelidir.

* İHL modeli bir okul, laik demokratik bir toplumda kabul edilemez. Bütün dünyada olduğu gibi, bizde de bu tür okullar özel olmalı; mezunları, kamu alanında görev verilmeden sadece din ile ilgili hizmetlerde çalışmalı, dini eğitim örgün eğitimden tümüyle çıkarılmalıdır. Din işleriyle eğitim ve devlet işleri birbirinden net ve kesin olarak ayrılmalıdır.

* Eğitim, demokratik laik, bilimsel, ana dilinde kamusal ve nitelikli olarak yapılmalıdır.

Parasız nitelikli bilimsel eğitim için 4+4+4 kesintili eğitime karşı mücadeleye!

 

 


* AKP, görünüşte 12 Eylül’ü suçlar ve 12 Eylül Anayasasını “bireye değil devlete öncelik vermesi” ve “devlet karşısında bireyi gözetmemesi” nedeniyle sözde demokratik bir gerekçeye dayanmaya çalışarak değiştireceğini açıklarken, kazanılmış parasız, kesintisiz ve zorunlu ilköğretim hakkını gasp etmek üzere gündeme getirdiği yeni kesintili eğitim düzenlemesiyle 12 Eylül Anayasasına bile rahmet okutmaktadır. Sadece buradan bile, Anayasa değişikliği istemekte olan AKP, bu isteğinin ardında yatan gerici amaçlarını ele vermektedir: AKP, uluslararası ve yerli tekellerin çıkarları doğrultusunda daha da gericileştirilmiş neoliberal bir anayasa istemektedir.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑