En basit sorunda dahi iç içe geçmiş birçok etkenin bir araya geldiği ve birbirini etkilediği bir gerçektir. Konu enflasyon olunca da, birçok etkenin iç içe geçtiği, birbirini etkilediği görülür. Elbette ki enflasyonu birçok yönüyle incelemek geniş kapsamlı bir araştırmayı gündeme getirmektedir. Birçok ayrıntının, değişik “burjuva iktisat” okullarının görüşlerinin de dile getirilmesi düşünülebilir.
Ama biz, enflasyona, gerek uygulanan para-maliye politikaları, gerekse enflasyon hesaplama yöntemleri ile hesaplamaya konu olan sepetteki malların nüfusun hangi kesiminin tüketim alışkanlıklarını temsil ettiği meseleleri açısından bakmak istiyoruz. Enflasyonu ortaya çıkaran etkenlere de bu yönüyle değineceğiz.
Enflasyonun önce tek haneli rakamlara düşüp(!), sonra yeniden çift haneli rakamlarda seyrettiği günümüzde, bu rakamların, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin günlük yaşamlarında reel anlamda bir etkisi görülmemektedir. Açıklanan rakamlar doğrultusunda emekçilerin satın alma gücünde değişiklik olmamıştır. Çünkü açlık sınırının çok altında olan ücretler (Türk-İş Mart 2008 için açlık sınırını 696,78 YTL, yoksulluk sınırını ise 2.269 YTL olarak açıkladı) temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, iç talebi kısıtlayıcı bu olan durum, –talep-enflasyon ilişkisinin doğru orantılı olmasından– enflasyonun düşükmüş gibi görünmesine neden olmaktadır! Bu durumda, hükümet tarafından açıklanan enflasyon rakamları gerçekleri ifade etmemektedir. Çünkü, enflasyon hesaplanmasına konu olan sepetteki mallar nüfusun çoğunluğunun (%80’ninin) tüketim alışkanlıklarını temsil etmemektedir.
– ENFLASYONUN EN TEMEL SONUCU HAYAT PAHALILIĞIDIR
Enflasyon, para dolaşımının, meta dolaşımı için zorunlu olduğu miktardan daha fazla kağıt para ile dolup taşması, şişirilmesidir. Enflasyonun en temel sonucu hayat pahalılığıdır. Ortaya çıkan bu hayat pahalılığından en çok sabit gelirliler zarar görür. Gün geçtikçe yoksullaşır, yaşam standartları düşer, enflasyon altında ezilirler. Enflasyon oranının üzerinde gelirlerini artıranlar ise, zarar görmek bir yana daha da zenginleşirler. Bu duruma verilecek en iyi örneklerden birisi ise, enflasyonun dizginlenemez biçimde arttığı dönemlerde temel ihtiyaç mallarına olan talep düşerken, lüks otomobil ithalatında görülen artıştır.
– ENFLASYONUN EN TEMEL NEDENİ SANAYİNİN YAPISAL NİTELİĞİDİR
Ülkemizde enflasyonun en temel nedeni, ekonomik yapının, özellikle sanayileşme biçiminin belirlediği yapısal niteliğidir. Türkiye, “gelişmekte olan”, “orta gelişmişlik düzeyinde” ya da “kapitalizmin çarpık bir şekilde geliştiği” bir ülke olarak tanımlanır. Bu aslında şunu ifade eder; Türkiye emperyalizme bağlı ülkeler kategorisindedir. Sanayinin emperyalizme bağımlı, montaj sanayi olarak temelleri atılmış ve gelişerek günümüze kadar gelmiştir. Bu süreç, ithal edilmekte olan sanayi ürünlerinin bir bölümünün ülke içerisinde üretilmesiyle başlamış ve hız kazanmıştır. Ve şu anda da girdilerinin büyük çoğunluğu ithal mallara dayanan bir ihracata dayalı “yoksullaştırıcı büyüme” yaşanıyor!
Dünya üretim planı çerçevesinde, uluslararası sermaye, kimi malların üretiminde bazı ülkelerin daha “uzmanlaşmasını” sağlarken; diğer ülkeleri de, farklı mal ve hizmet bileşenleri ile tek yönlü olarak gelişmesini esas alan bir üretim gerçekleştirmektedir.
Uluslararası tekeller, IMF (Uluslararası Para Fonu) ve DB (Dünya Bankası) gibi emperyalist örgütler aracılığıyla, Türkiye pazarını ele geçirmek için; dışa bağımlı ekonomimizi çökertip, sistematik bir şekilde saldırı programlarını uyguladılar. “Yapısal uyum programları” adıyla sürdürülen saldırılar sonucu borç sarmalına giren Türkiye, birçok az ya da orta düzeyde gelişmiş ve bağımlı ülke gibi, iç piyasalarını uluslararası tekellere açmak zorunda kaldı. Ardından temel üretime dayalı “üretim deseni” terk edilerek; tekellerin belirlediği koşullara ve ihtiyaçlara göre ihraç mallarının üretimine geçildi. IMF ve DB reçetelerinin uygulanmasıyla, bizim gibi ülkeler, kendi kendini besleyemeyen bir konuma gelerek, ithalatçı oldular.
Mevcut kaynakların, üretim araçlarının ve teknolojinin gelişmişlik düzeyi vb., bir ülkede hangi malların üretilebileceğine dair ipuçları verir. Ama söz konusu olan bizim gibi bağımlı ülkeler ise, mevcut kaynakları ve sahip olduğu teknoloji ile belirli bir zamanda çok sayıda (veya az) mal bileşimini istediği kadar üretemez. Ayrıca, mevcut kaynaklar ve teknoloji ile üretebileceğimiz malların bile ne oranda üretileceği kararını verme özgürlüğüne sahip değiliz. Bu kararı, IMF ve DB, bizimle yaptıkları stand-by anlaşmaları ve verdikleri-verecekleri kredi ve borçlara karşılık getirdikleri ön koşullarla vermektedir. Ya da, IMF ve DB tarafından atanan BDDK gibi “özel kurumlar”, “üst kurullar” ve bürokratlarca ülkemizdeki üretim miktarı, çeşidi ve hangi pazara yönelik olacağı belirlenmektedir.
Dolayısıyla böyle bir durumda, hangi kaynaklarla, nasıl bir teknoloji kullanarak, hangi malların üretileceğinin önemi kalmamaktadır. Birçok mal üretilemeyeceği için, ülkemizde, özellikle tarımda mal çeşitliliği –ürün deseni– azalmış olacaktır.
Üretimin çeşitliliği ve nasıl üretildiğinin yanı sıra, bunların, kimin için ya da hangi gelir seviyesindeki tüketiciye yönelik olarak üretilmek istendiği sorusu önemli olan diğer bir noktadır. Hangi malların nasıl ve kimin için üretileceğine dair sorunların çözüm yolu ve yöntemini piyasa ekonomisi olarak göstermektedirler.
Piyasa ekonomisinde çözümü ise; fiyatlar, kâr ve zararlar, teşvik ve ödüller gibi piyasa unsurları belirlemektedir. Hangi malların üretileceği sorunu, şirketlerin en fazla kâr elde edecekleri malları üretmeleriyle; nasıl üreteceklerini sorunuysa, en düşük maliyetle üretimin gerçekleştirileceği (düşük ücretli iş-gücü ve hammadde, vergi muafiyeti, faizsiz ve geri ödemesiz kredi vb.) ortamın oluşturulmasıyla çözülmektedir. Ürünlerin kimin için (hangi pazara yönelik) üretileceği sorunu ise, insanların ücret ve diğer gelirlerini nasıl harcayacaklarına göre çözümlenmektedir.
– SATIN ALMA GÜCÜ OLMAZSA TALEPTEN SÖZ EDİLMEZ
Piyasanın satın alma yönünü ilgilendiren “talep”; genel olarak “alıcıların, belirli bir süre boyunca (gün, hafta, ay) farklı fiyatlarda, bir malın farklı miktarlarını satın alma konusundaki arzularını ve satın alma yeteneklerini gösterir” diye bilinir. Ama, talep, insanların gerçek satın almalarının bir açıklaması değildir. Talepten söz etmek için, bir satın alma gücü ve isteğinin olması gerekir. Bunun için, satın alma gücü olamadıkça, herhangi bir talepten söz edilemez. Haliyle, kişi veya kurumlar alıcı duruma gelmez.
Genel olarak, insanlar, bir malın fiyatı düşükken o maldan daha fazla satın alırlar. Fiyatlar yükseldiğinde ise, az satın alırlar. Gelir dağılımındaki mevcut adaletsizlikle, açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan halkın büyük çoğunluğu, bırakalım sosyal kültürel açıdan ihtiyaçlarının karşılanmasını, en temel ve zorunlu insani ihtiyaçlarını bile giderememektedir. Fiyatların artıp azalmasıyla birlikte emekçiler, bu dalgalanmalara karşı tüketici refleksi dahi verememektedirler.
Gelir dağılımı adaletsizliği, talebin yapısında köklü değişmelere yol açmaktadır. Nitekim milli gelirden en büyük payı alan zengin küçük bir kesimin yat, mücevher, lüks otomobil gibi “normal mallar”a (gelir artıkça talebi artan mallar); en küçük payı alan nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan yoksul işçi ve emekçilerin ise patates gibi “düşük mallar”a (gelir azaldıkça talebi artan mallar ) olan talebi artmaktadır.
Gerek ülkeye kayıt dışı akan döviz, gerekse sıcak para olarak adlandırılan yabancı sermaye girişleri nedeniyle döviz kurları baskılanmakta ve YTL olduğundan daha değerli görünmektedir. Aşırı değerlenmiş YTL’nin ihracat üzerinde yarattığı olumsuz etkiyle birlikte ithalat-ihracat dengesizliğinden doğan döviz açığı büyümektedir. Normal koşullar altında bu dengesizlikten ötürü bir döviz darboğazı yaşanması gerekirken, Merkez Bankası döviz rezervleri tarihinin en yüksek oranlarına ulaşmıştır.
– TÜRKİYE ENFLASYONLA MÜCADELEDE IMF TARAFINDAN DESTEKLENİYOR
Yüksek borç-düşük ücret kıskacı altındaki yığınların sosyal patlama tehlikesini bertaraf etmeye çalışan; Ortadoğu’da “Ilımlı İslam” ülkesi olarak gösterilen; ABD’nin BOP’una dahil olan; IMF politikalarının doğruluğunun kanıtı olarak lanse edilen bir model ülke olarak, Türkiye’nin ekonomik istikrarı, emperyalistlerin bu dönemde çıkarınadır. Bunun için de, Türkiye, enflasyon ile mücadelede emperyalistlerce özellikle desteklenmektedir. Bu destek ise, en sade ifadeyle, “sıcak para” akışıyla sağlanmaktadır. “Sıcak para” akışının devamlılığı için, bir yandan IMF ile işbirliği içinde yürütülen ekonomik program sonucu elde edilen ‘başarılar’ abartılmakta, diğer yandan ise uluslararası kredi kuruluşları ekonomik gerçekliklerle örtüşmeyecek biçimde Türkiye’nin kredi notlarını yüksek göstermektedir. Bütün bu suni pompalamaların sonucu olarak gelinen nokta ise, menkul kıymetler borsasında yabancı hissedarların payının %70 gibi bir rakama ulaşması olmuştur.
Bu nitelikte bir ekonomik yapı, tartışmasız olarak, enflasyonu artırıcı rol oynamaktadır.
– KRONİK ENFLASYONUN DİĞER BİR NEDENİ: KAMU HARCAMALARI
Uzun yıllar boyunca kronik yüksek enflasyon yaşanmasının bir diğer nedeni de, kamunun toplam kaynakların karşılamayacağı boyutlarda harcama yapması; devletin giderlerinin gelirlerini aşmasıdır. Kamu harcamalarının yüksekliği, kuşkusuz zaten çok küçük bir sayıya geriletilmiş kamu işçileri ve memurların ücret ve maaşları dolayısıyla değildir; bu harcama kalemleri en düşük seviyelerde tutulmaktadır. İstihdam yaratmayan türden “yatırımlar”dan olan askeri harcamalar ve ihalelerdeki vurgunculuk/komisyonculuk vb. türü harcamalar, bunların üzerine binen hortumcuların zararlarının devlet tarafından üstlenmiş olması, tümü karşılıksız harcamalar olarak büyük bir yekûn tutmaktadır. Bu durum, kamunun borçlanma gereğini sürekli artırmış ve devlet yüksek faiz oranlarıyla borçlanmış, borçlarını ise –karşılığı olmadığı için– para basarak ödemiştir. Dolayısıyla, üretim artışıyla, yani ekonomik büyümeyle orantılı olmayan oranlarda para basımı gerçekleştirilmiştir. Para basımına yönelen devlet, enflasyonun dizginlenemez hale gelmesine neden olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yıllar boyunca enflasyonun bilinçli bir şekilde yüksek tutulmuş olmasıdır. Kamu kesimi iç borç oranının yüksekliği, böyle bir ekonomi politikasını izlenmesini gerektirmiştir. Çünkü böylece devlet, bugün aldığı borcu, değerini hızla kaybetmiş olarak geri ödemekteydi. Yani devlet bir tür enflasyon vergisi elde etmekteydi.
2002 yılından itibaren uygulanan ekonomi politikalarının birincil amacıysa, mali disiplinin sağlanmasıdır. Bu amaçla, devlet, öncelikli olarak, kamu harcamalarını kısmıştır. Örneğin; tarımdaki sübvansiyonların kaldırılması, küçük üreticilere verilen kredilerin miktarının düşürülmesi, kamu emekçilerine vb. verilen maaşın dondurulması ya da enflasyonun oranının altında arttırılması, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlara ayrılan paylardaki düşüş gibi… Tabii, harcamalarda gidilen kısıntılar kadar, 2002 yılından itibaren artış gösteren özelleştirme gelirlerinin bütçede haneye artı olarak kaydedilmesinin mali disiplinin sağlanmasındaki katkılarını da göz ardı etmemek gerekir!
ENFLASYON HEDEFLEMESİ
1930’lardaki altın standardının kaldırılmasına kadar, enflasyon bir iktisadi sorun olarak dünya gündeminde yer almamıştır. Bu dönemde yoğun olarak karşılaşılan sorun, enflasyon değil, durgunluktur. Keynesyen politikalar bu ortam içerisinde şekillenmeye başlamış ve efektif talebin canlı tutulması önerileri gündeme gelmiştir.
ABD dolarının değerinin altında sabitlenmesi üzerine kurulan Bretton Woods sisteminin 1970’li yıllarda çöküşüyle birlikte, dünya genelinde, uzun süreli yüksek enflasyonun maliyetlerinin ortaya çıkması, enflasyonu öncelikli ekonomik sorun olarak gündeme taşımıştır. Bu gelişme sonrası, fiyat istikrarının sağlanması, para politikasının öncelikli hedefi haline gelmiştir. Enflasyonun ciddi sorun olarak görülmeye başlandığı bu dönemde, politikaların ve araçların değiştirilmesi gereği de ortaya çıkmıştır.
Fiyat istikrarı, bir ülkenin sosyal ve ekonomik istikrarının sağlanmasının önkoşuludur. Fiyat istikrarı, genel bir tanım çerçevesinde; insanların yatırım, tüketim ve tasarrufa yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon oranını ifade eder.
– ENFLASYONLA MÜCADELEDE BAŞARISIZLIĞIN YÜKÜNÜ EMEKÇİLER ÇEKİYOR
1970’lerin ikinci yarısına gelindiğinde, birçok ülke faiz ve kur hedefini bırakmış ve parasal hedefleme stratejilerine yönelmiştir. 1990’lardan sonra, parasal hedefleme ve döviz kuru hedeflemelerinin enflasyonu önlemede başarısız olmasıyla birlikte, Yeni Zelanda, Kanada, İngiltere, Şili, İsrail gibi ülkelerin enflasyon hedeflemesini alternatif bir para politikası olarak kabul ederek uygulamaya başlamalarıyla, tartışmalar, enflasyon hedeflemesi üzerinde yoğunlaşmıştır.
Uluslararası alanda enflasyona karşı yürütülen mücadelenin oluşturduğu modellerden bazıları Türkiye’de de denenmiş, ancak uygulanan modellerin başarısızlığının tüm ekonomi genelinde ağırlığını yoğun bir şekilde hissettirmesi sonrası, toplumun geneli ve özellikle dar gelirli emekçi kesimler, her defasında yeni “acı reçeteler”e katlanmak zorunda kalmıştır.
– EKONOMİDEKİ YENİDEN YAPILANDIRMAYLA ENFLASYON HEDEFLEMESİ DEĞİŞİYOR
Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizlerin neticesinde, kura dayalı program başarısızlıkla sonuçlanmış ve 22 Şubat 2001’de program terk edilerek, kur dalgalanmaya bırakılmıştır. Kur rejiminin terk edilmesi ile birlikte, kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik alt yapıyı oluşturmak amacıyla, “güçlü ekonomiye geçiş programı” uygulanmaya başlamıştır.
2 Ocak 2002’de, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, basın duyurusu ile “gelecek dönem enflasyonuna odaklanan bir para politikası” uygulayacağını ilan etmiştir. Bu basın duyurusunda, “gelecek dönem enflasyonuna” odaklanan bir para politikasının, aynı zamanda, örtük bir enflasyon hedeflemesi anlamına geldiği vurgulanmıştır.
Esnek veya örtük enflasyon hedeflemesi ise, Merkez Bankası’nın enflasyon hedefinin yanında diğer değişkenlerle de ilgilenmesidir. Örneğin, döviz kurları, faiz oranları, üretim ve istihdam gibi…
Merkez Bankası, 20 Aralık 2004 tarihinde yayınladığı “2005 Yılı Para ve Kur Politikaları” raporuyla, 2002’den bu yana uyguladığı örtük enflasyon hedeflemesi stratejisinin gittikçe artan bir şekilde açık enflasyon hedeflemesine yakınsadığını belirterek, 2006’nın başından itibaren, açık enflasyon hedeflemesine geçileceğini duyurmuş ve uygulamaya geçirmiştir.
Katı enflasyon hedeflemesi de denen, açık enflasyon hedeflemesi; Merkez Bankası’nın, sadece hedeflenen enflasyon oranına ulaşmaya ya da enflasyonu hedeflenen seviyeye yaklaştırmaya çalışmasıdır. Bunun dışında herhangi bir değişkeni dikkate almadığı veya enflasyon dışında hiçbir değişkende istikrar sağlamaya çalışmadığı enflasyon hedeflemesidir.
2006 yılı başından beri, Türkiye’de, yeni bir enflasyonla mücadele modeli olan “Enflasyon Hedeflemesi” uygulanmaya başlamıştır.
– ENFLASYON PARA POLİTİKASININ ESAS VE TEK AMACI HALİNE GELİR
Enflasyon hedeflemesi stratejisi; Merkez Bankası’nın, nihai hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi amacına yönelik olarak, para politikasının, makul bir dönem için belirlenen sayısal bir enflasyon hedefi ya da hedef aralığına dayandırılması ve bunun kamuoyuna açıklanması şeklinde tanımlanabilen para politikası uygulamasıdır.
Para politikası yoluyla enflasyonun kontrol edilmesi ile ilgili bu yeni yaklaşım, enflasyon hedeflemesi olarak bilinmektedir. Enflasyon hedeflemesi, üretim ve işsizlikten ziyade, enflasyonu, para politikasının esas ve tek amacı haline getirmiştir.
Enflasyon hedeflemesi[1] stratejisinde, para politikası uygulamaları sonucu varılmak istenen fiyat istikrarına, belirli bir dönem içinde ve belirli bir enflasyon hedefi veya hedef aralığı koyulmak suretiyle ulaşılmaya çalışılmaktadır. Başka bir deyişle, enflasyon hedeflemesinde, çapa görevini enflasyonun kendisi yapmakta ve söz konusu hedef veya hedef aralığına ulaşılması için gerekli koşullar, para politikası araçları kullanılmak suretiyle oluşturulmaktadır.
– ENFLASYON HEDEFİ VEYA HEDEF ARALIĞI İŞÇİ ÜCRETLERİNİ DÜŞÜK TUTMAYI HEDEFLER
Bu stratejide fiyat istikrarının sağlanabilmesi için hedeflenen amaç enflasyonun kendisi olduğundan dolayı, ara hedeflerin kullanılmasına da gerek kalmamaktadır. Enflasyon hedeflemesi stratejisinin diğer bir özelliği ise, geçmiş ya da cari dönem enflasyon rakamlarının değil, gelecek dönem enflasyon tahminlerinin hedeflemede kullanılıyor olmasıdır. Gelecek dönem enflasyon tahminleri Merkez Bankalarınca yapılmakta ve yapılan tahminler sonucu belirlenen enflasyon hedefi veya hedef aralığı, ekonomik politika uygulamalarında temel alınmaktadır. İşçi ve emekçileri etkileyen en önemli yanı ise, toplu iş sözleşmelerinde işçi ücretlerinin hangi sınırı aşmayacağının belirlenmesidir.
– ENFLASYON HEDEFLEMESİ UYGULAMASI
Enflasyon hedeflemesi stratejisi iki şekilde uygulanabilir. Ya belirli bir fiyat seviyesi hedeflenebilir ya da belirli bir enflasyon oranı hedeflenebilir. Fiyat seviyesi hedeflemesinde, para politikasının temel amacının fiyat seviyesi hedefi olduğu kabul edilmekte ve hedef, sabit bir fiyat olarak belirlenmektedir.
Enflasyon oranı hedeflemesi ise, uzun dönemde fiyat seviyesindeki eğilimi ifade eden enflasyon oranı hedefinden sapmalara sistematik olarak tepki vermeye dayalı bir politikadır.
Her iki hedefle amaçlanan, fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Fakat aralarında, hem anlam hem de neticeleri açısından farklılıklar bulunmaktadır. Enflasyon oranı hedeflenmesi tercih edildiğinde, hedeften sapmaların olması durumunda, “gerekli önlemler” alındıktan sonra mevcut politikaların uygulanmasına devam edilir. Yani Merkez Bankası, hedeflenen enflasyon oranını gerçekleştiremezse, bir sonraki dönemde bunu “telafi” etmeye çalışmayacaktır. Dönem içindeki revizyonlarla hedefi tutturmaya yönelecektir.
Hedefin fiyat seviyesi olarak belirlenmesi durumunda ise, gerçekleşen enflasyon hedeflenen fiyat seviyesini aşarsa, fiyat seviyesi hedefinin korunması için gelecek dönemde hedeflenecek fiyat seviyesinin, bir önceki hedef düzeyine indirilmesi gerekecektir. Yani hedefin sapması durumunda, izleyen dönemde ortaya çıkan “sapmanın telafi edilmesi” gerekecektir!
Sonuçta, Merkez Bankası hangi enflasyon hedeflemesini uygularsa uygulasın, her halükarda, emekçiler olumsuz olarak payını alacaktır. Şöyle ki; hedeflemeyi tutturmak/hedeften sapmamak için, emekçilerden “fedakârlıklar” istenmektedir. Eğer ki hedefleme tutmamış ise, ortaya çıkan “sapmanın telafisi” için yine emekçilere acı reçeteler dayatılmaktadır.
– HEDEFLEME BAŞARISININ DİĞER KOŞULLARI
Para politikasının güvenilirliğini kaybetmesi, enflasyon beklentilerini yukarıya kaydırır, enflasyonu kontrol altında tutma maliyetlerini yükseltir ve bu yüzden para politikası için yüksek bir güvenilirlik seviyesi çok önemlidir.
Merkez Bankası, belirsizlikleri azaltmak amacı ile enflasyon hedeflerini ve politikalarını ileriye dönük olarak belirlemektedir. Belirsizliğin istikrarı bozucu en önemli unsur olması nedeniyle, ileriye yönelik bekleyişleri belirli hale getirmek, Merkez Bankası’nın temel stratejilerinden birini oluşturmaktadır.
Enflasyon hedeflemesi politikasını uygulayan ülkeler, enflasyon hedeflerinin gerçekleştirilmesi ve fiyat istikrarının sağlanması için belli bir zaman sürecini hedeflemişlerdir. Bu yaklaşım, sadece para politikasının yavaş ilerlemesi anlamında değil, aynı zamanda, enflasyonist beklentiler ve ekonomik davranışların ayarlanmasına yönelik olarak uzun vadeli sözleşmelerin ve düzenlemelerin yapılması için de bir zaman diliminin öngörülmesi gerekli görülmektedir.
bir bant uygulaması ise, Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürme konusunda niyeti ve gücü hakkında kamuoyunun kafasında şüpheler uyandırarak, politikanın kredibilitesini azaltabilir.
Bant hedeflemesinde, belirlenen aralık ister geniş ister dar olsun, ekonomik birimlerin bandın alt veya üst sınırına odaklanması, enflasyonun gerçekleşmesinde önemli bir etken olabilir. Buna aralık eğilimi adı verilmektedir.
Hedef enflasyonun ilan edildiği dönem başlangıcı ile hedefin gerçekleştirilmesinin beklendiği dönem arasındaki süreyi ifade eden “zaman aralığı”nın uzun ya da kısa olarak belirlenmesi, farklı sonuçlara neden olabilir. Ama en önemlisi, gerçekleşen enflasyondur. Hedeflenen enflasyon, nüfusun çoğunluğunu teşkil eden emekçilerin enflasyon beklentileri ile örtüşmediği için, inanırlığını yitirmiş durumdadır. Bu durumda da, Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesinin emekçiler açısından bir anlamı kalmamıştır. Çünkü emekçilerin tükettikleri mal ve hizmetlerdeki artış ile Merkez Bankası tarafından açıklanan enflasyon hedefi arasında uçurum vardır.
ENFLASYON HESAPLANMASINDA MANİPÜLASYON
Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) hesaplanması ile amaçlanan, hane halklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman içindeki değişimini ölçmektedir. Bu amaca yönelik olarak, “Hanehalkı Bütçe Anketi”, kurumsal nüfus anketi ve turizm anketinden yola çıkarak, hanehalklarının, yabancı ziyaretçilerin ve kurumsal nüfusun yurtiçinde yaptığı tüm nihai parasal tüketim harcamalarını belirlemektedir.
Endekste harcamaları temel alınan nüfus, gelir gruplarına veya coğrafi bölgelere göre herhangi bir ayırım yapılmadan, Türkiye içinde yaşayan toplam nüfus olarak belirlenmiştir.
2003 temel yıllı TÜFE’de, tüm il merkezlerinden ve 72 ilçeden fiyat alınmaktadır. Endekste yer alan fiyatlar, satın alış fiyatlarını kapsamaktadır ve vergiler dahil peşin ödemeler olarak belirlenerek, taksitli satışlar üzerinden fiyatlandırmalar veya anlaşmalı fiyatlar dikkate alınmamaktadır. Taze sebze ve meyveler, petrol ürünleri haftada bir kez ve diğer ürünler ayda iki kez; kiralar ayda bir kez derlenmektedir.
Enflasyon hesabı yapılırken, bir “mal sepeti”nden faydalanılır. Bu “sepet”te, ana tüketim maddeleri ve hizmet unsurlar yer almaktadır. “Sepet”te yer alan ve toplum tarafından yoğun olarak tüketilen tüketim maddelerinin ya da hizmet bedellerinin aylık ya da yıllık artış oranları, oluşturulan fiyat artış endeksi ortalamaları ile aylık ya da yıllık enflasyon oranlarını ortaya koyar. Temel olarak tanımı bu şekilde yapılan ve enflasyon hesaplamasında kullanılan “mal sepeti”nin kapsamındaki mal ve hizmetlerin, bugün hali hazırda toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimlerin harcama alışkanlıklarını yansıtıp yansıtmadığı dikkate alınması gereken önemli bir noktadır.
– ENFLASYON SEPETİ REVİZE EDİLİYOR
TUİK, enflasyon hesaplamalarında kullandığı “mal sepeti”nde yaptığı son değişikliklerle, bir kısım malı “sepet”ten çıkarmış, yanı sıra da yeni mallar ekleyerek sepeti revize etmiştir. Örneğin; cep telefonu, simkart, bilgisayar, kasko, paket turlar, araç lpg, kontakt lens, patates cipsi, kuru temizleme ücreti, yaş maya, ketçap, çevre temizlik vergisi, aspiratör, vileda, antifriz, cam suyu, fotokopi kağıdı, mouse, bilgisayar bakım ve tamiri, bilgisayar ve dil kurs ücreti, bira ve simit, gofret, kargo, cep telefonu ekipmanları, internet ücreti, at yarışı, sayısal loto, şans topu, epilasyon, kombi, kreş ücreti, banka havalesi ücreti, kâğıt havlu, ekonomik ampül, PVC, çöp vergisi, metro ücreti, CD, ıslak mendil, el kremi, alkalin ince kalem pil, mercan balığı, dizel otomobil gibi maddeler yeni sepette yer alıyor.
Toplamda 454 mal bulunan “sepet”e yeni eklenen maddelere bakıldığında, birçoğunun geniş emekçi kesimlerinin talebini, harcama alışkanlıklarını yansıtmaktan çok uzak olduğu rahatlıkla görülebilmektedir. Dolayısıyla, TUİK, toplumun büyük bir kısmı tarafından talep edilmeyen mal ve hizmetler üzerinden enflasyon hesabı yapmaktadır. Bu durumda, hanehalklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman içindeki değişimini ölçme amacına dönük olarak hesapladığı iddia edilen enflasyon rakamları gerçekçi olmamakta, olduğundan düşük çıkmaktadır.
– ÜCRETLİLERİN ENFLASYONU YAKLAŞIK %23,1
Buradan yola çıkarak, ortalama bir emekçi ailenin tüketebileceği mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artış oranlarına bir göz atarsak, hükümetin açıkladığı ve halkın yaşadığı enflasyon arasındaki bariz farkı niceliksel olarak da göz önüne sermiş oluruz.
Şöyleki:
SIRA |
MADDE ADLARI |
2007 Mart (YTL) |
2008 Mart (YTL) |
% DEĞİŞİM |
1 |
Limon |
1,18 |
3,0544 |
158,8 |
2 |
Ayva |
1,93 |
3,3364 |
72,9 |
3 |
Mercimek |
1,88 |
2,9449 |
56,6 |
4 |
Kabak |
1,37 |
2,1097 |
54,0 |
5 |
Ayçiçek Yağı |
3,27 |
4,9367 |
51,0 |
6 |
Bulgur |
1,44 |
2,1457 |
49,0 |
7 |
Lahana Beyaz Lahana |
0,68 |
0,9615 |
41,4 |
8 |
Pırasa |
0,91 |
1,2719 |
39,8 |
9 |
Diğer bakliyat (Kuru Barbunya) |
3,71 |
5,1805 |
39,6 |
10 |
Makarna |
1,39 |
1,8848 |
35,6 |
11 |
Şehriye |
1,39 |
1,8817 |
35,4 |
12 |
Marul |
0,90 |
1,2104 |
34,5 |
13 |
Ispanak |
0,96 |
1,2856 |
33,9 |
14 |
Turp Kırmızı |
0,86 |
1,1388 |
32,4 |
15 |
Havuç |
0,96 |
1,2561 |
30,8 |
16 |
Kuru Fasulye |
3,26 |
4,1819 |
28,3 |
17 |
Portakal |
1,29 |
1,6284 |
26,2 |
18 |
Ekmek |
1,49 |
1,8265 |
22,6 |
19 |
Patlıcan |
2,11 |
2,5772 |
22,1 |
20 |
Maydanoz |
0,38 |
0,463 |
21,8 |
21 |
Su |
0,21 |
0,2546 |
21,2 |
22 |
Peynir (Beyaz Peynir) |
8,94 |
10,8235 |
21,1 |
23 |
Tavuk Eti |
3,78 |
4,5359 |
20,0 |
24 |
Mandalina |
2,00 |
2,3938 |
19,7 |
25 |
Yoğurt |
2,48 |
2,9321 |
18,2 |
26 |
Salça |
3,25 |
3,7656 |
15,9 |
27 |
Yeşil Soğan |
1,98 |
2,2817 |
15,2 |
28 |
Pirinç |
3,09 |
3,553 |
15,0 |
29 |
Karnabahar |
1,18 |
1,352 |
14,6 |
30 |
Baharat |
11,03 |
12,6341 |
14,5 |
31 |
Toz Şeker |
2,03 |
2,2729 |
12,0 |
32 |
Salatalık |
1,75 |
1,953 |
11,6 |
33 |
Kesme Şeker |
2,34 |
2,5972 |
11,0 |
34 |
Süt |
1,69 |
1,873 |
10,8 |
35 |
Tuz |
0,70 |
0,7738 |
10,5 |
36 |
Nohut |
2,94 |
3,2456 |
10,4 |
37 |
Biber Dolmalık |
3,46 |
3,7963 |
9,7 |
38 |
Margarin |
3,39 |
3,7151 |
9,6 |
39 |
Biber Çarliston |
3,09 |
3,3238 |
7,6 |
40 |
Zeytin |
7,89 |
8,3979 |
6,4 |
41 |
Biber sivri |
3,47 |
3,6867 |
6,2 |
42 |
Çay |
9,50 |
10,0872 |
6,2 |
43 |
Sakatat |
8,28 |
8,7208 |
5,3 |
44 |
Armut |
3,11 |
3,229 |
3,8 |
45 |
Yumurta |
0,19 |
0,1928 |
1,5 |
46 |
Kuru Soğan |
0,77 |
0,7036 |
-8,6 |
47 |
Patates |
0,84 |
0,7622 |
-9,3 |
48 |
Sarımsak |
8,57 |
7,5519 |
-11,9 |
49 |
Domates |
1,80 |
1,3689 |
-24,0 |
NOT: Yaptığımız her türlü başvurulara rağmen, TUİK, “alt gruplara ve maddelere ilişkin ağırlıklar yasalara göre” vermediğinden dolayı, ekonomin geneli için geçerli bir enflasyon hesaplaması yapmak sağlıklı olmayacağından, madde bazlı fiyat artışları hesaplamak zorunda kaldık.
Hükümetin 2007 yılı için açıkladığı enflasyon rakamı, 8,7. Bir önceki yılın Mart ayına (2007 Mart) göre, TÜFE endeksi 9,15 olarak açıklandı. Tabloya göre ise, ücretlilerin enflasyonu yaklaşık %23,1dir. Diğer bir deyişle, ücretliler ve köylüler, talep etmedikleri mal ve hizmetler üzerinden yapılan bu hesaplama ile, 2007 yılına göre %14,4 ; 2008 Mart ayına göre ise %13,95 oranında gelir kaybına uğramışlardır. Çünkü gelirleri veya toplu sözleşme zamları bu enflasyon oranlarına göre belirlenmiştir.
İçerdiği mal ve hizmetlerin kimlerin talebini yansıtıp yansıtmadığının irdelenmesinin yanı sıra, “mal sepetleri”nin ve ağırlıklarının güncellenme yöntemi de, enflasyon hesaplamalarının bir diğer sıkıntılı yanını oluşturmaktadır. “Mal sepetleri”nin ve ağırlıklarının güncellenmesi, her yıl Aralık ayı itibari ile yapılmakta, yeni maddeler endekse dahil edilmekte ya da önemini kaybeden maddeler endeksten çıkarılmakta ve yeni ağırlıklar endeks hesabında kullanılmakta ve zincirleme Laspeyres formülü[2] ile seri devam ettirilmektedir. Dolayısıyla, zincirleme yönteminin kullanılması ile, enflasyon oranlarının bir önceki yılla mukayese edilmesi olanağı ortadan kalkmaktadır. Çünkü hesaplamalara konu olan “mal sepeti”nin içindeki ürünler ve ağırlıkları her yıl değiştirilmektedir.
– MADDE AĞIRLIKLARINDA GÜNCELLEMELER ENFLASYONU DÜŞÜK GÖSTERME AMAÇLIDIR
Hatta enflasyon rakamları hükümetin belirlediği hedeften saptığı zaman, güncellemeler, Aralık ayına bile bırakılmamaktadır! Örneğin 2007’nin ilk üç ayında petrol ve ana tüketim malları fiyatları neredeyse üç kat artış göstermişken, enflasyon oranı çok düşük çıkmıştır. Sebebi ise hiç de karmaşık değil: TUİK tarafından 18 Ocak 2007’de açıklanan 2007 TÜFE “sepeti”nde ve madde ağırlıklarında güncelleme yapılmıştır. Buna göre, TUİK, TÜFE içerisinde yer alan ana harcama grupları için daha önce tespit edilmiş olan ağırlıkları değiştirmiş, enflasyon hesaplaması için kullandığı “mal sepeti”nde ufak tefek(!) değişiklikler yapmıştır. Örneğin, fiyatlarında önemli artışlar olan alkollü içecekler ve tütün grubunun endeks içerisindeki ağırlığı 5.62’den 5.06’ya, haberleşme grubunun ağırlığı 4.55’den 4.41’e düşürülürken, gıda ve alkolsüz içecekler grubunda bulunan tüketim mallarının ağırlığı 27.68’den 28.47’ye çıkartılmıştır. Ayrıca, fiyatı çok yükselen 8 ürün o ay için sepetten çıkarılmış, bunların yerine fiyatları en çok düşen beş kalem sepete dahil edilerek, enflasyon oranı hesap edilmiştir. Bu durumda da, enflasyon oranı beklenenin oldukça altında gerçekleşmiştir.
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) |
||
12 Ana Harcama Grubu İçin Ağırlıklar |
||
Ana Harcama Grupları |
2006 |
2007 |
Gıda ve alkolsüz içecekler |
27,68 |
28,47 |
Alkollü içecekler ve tütün |
5,62 |
5,06 |
Giyim ve ayakkabı |
8,28 |
7,86 |
Konut |
16,29 |
16,62 |
Ev eşyası |
6,89 |
7,22 |
Sağlık |
2,54 |
2,66 |
Ulaştırma |
10,48 |
11,60 |
Haberleşme |
4,55 |
4,41 |
Eğlence ve kültür |
3,63 |
3,16 |
Eğitim |
2,41 |
2,15 |
Lokanta ve oteller |
6,74 |
6,40 |
Çeşitli mal ve hizmetler |
4,89 |
4,39 |
TOPLAM |
100 |
100 |
Tüketici Fiyatları Endeksine Giren ve Çıkan Ürünler İçin Bazı Örnekler (2007) |
|
Giren |
Çıkan |
Bilgisayar (diz üstü) |
Tek Kapılı |
Televizyon (LCD Ekran) |
Buzdolabı |
Özel Havayolları Bilet Ücreti |
Klasik Fotoğraf Makinası |
Köprü Geçiş Ücreti (OGS ve KGS) |
Elbise Dikiş Ücreti |
OKS Hazırlık Dershane Ücreti |
Açık Tütün |
VCD Film Kiralama Ücreti |
Oto Cam Suyu |
Kombi Tamiri |
|
Uyku Seti |
|
Damacana Su |
|
Erkek Kot Mont |
|
|
|
|
|
SONUÇ
Emekçiler, daha insanca yaşamak, temel ihtiyaçlarını karşılamak için ücret artışını ne zaman gündeme getirirseler, işverenler, “enflasyon yükselir bunun zararını da toplum öder” deyip, karşı saldırıya geçerler. Yani işçi ve emekçilerin, enflasyon karşısında eriyen reel gelirlerini en azından sabitlemek amacıyla, nominal gelirlerinin artırılmasının talep etmelerinin enflasyonu besler nitelikte olduğunu söylemektedirler. Ancak 1980 yılından bu yana, 24 Ocak ve 5 Nisan kararları, işçi ücretlerinin Türkiye’de enflasyonun nedeni olamadığını; ama işçilerin bir türlü önlenemeyen enflasyonun başlıca kurbanı olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Reel ücretler, 1938 yılındaki reel ücretleri aratır duruma gelmiştir. Yapılan araştırmalara göre, 1980 yılının da öncesindeki reel işçi ücreti düzeyinde olduğumuz anlaşılmaktadır. 24 Ocak Kararları sonrası baz alınırsa, gerçek ücretler kamu sektöründeki endeksi 1980’de 82.9 iken, 1994’te 82.6’ya; özel sektörde, 1980’de 77.5 iken, 1994’te 76.4’te düşmüştür. Dolayısıyla 1980 sonrası gerileyen ücretler, sendikal hakların en kısıtlı olduğu 1950’li yılları bile aratır olmuştur.
TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamları; Merkez Bankası’nın para politikalarında, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu kararlarında, tüm bankalar arası işlemler, borsa işlemleri, memur, işçi ve emekli maaş artışları, ev ve işyeri kiraları artışı vb. pek çok konuda doğrudan etkindir. Ama görünen o ki, TUİK rakamlarla oynayarak, ülkenin ne kadar istikrarlı(!) bir durumda olduğunu yabancı sermayedarlara gösterip, düşük kur-sıcak para politikalarının devamı için çabalamayı daha uygun buluyor.
Olur mu ve yapılar mı, ayrı sorundur ve bu tür hesap oyunlarına ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Ancak, TUİK, hem topluma karşı sorumluluğu, hem de itibarını korumak açısından, enflasyon hesaplamalarında şeffaf olmalı, sistemli bir şekilde enflasyon oranı üzerinde oynama yapmamalıdır. Belirlediği “mal sepeti”, gerçek anlamda halkın harcama alışkanlıklarını yansıtan mal ve hizmetlerden oluşmalıdır.
Çünkü toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde, memurlara yapılan zam oranlarında göz önünde bulundurulan rakam, maalesef emekçilerin hayatlarına yansıyan gerçek enflasyon oranı değil, TUİK’in belirlediği oran olmaktadır. Dolayısıyla, açıklanan enflasyonu ile gerçekte yaşanan enflasyon arasındaki farkın maliyeti emekçilere yüklenmektedir. Emekçi halkın hem alım gücü düşmekte, hem de üzerlerinden bir kazanç transferi yapılmaktadır. Ürettikleri mal ve hizmetlere zam yapanlar gelirlerini arttırırken, enflasyon oranı altında zam alan emekçilerin kazançlarına el koymaktadırlar.
Endekste harcamaları temel alınan nüfusta, gelir gruplarına veya coğrafi bölgelere göre herhangi bir ayırım yapılmamasının sonucu olarak, hesaplanan tüketici fiyatları endeksleri, tüm tüketicileri, yani Sabancılar, Koçlar vb. ile işçileri aynı gruptan tüketiciler olarak kabul etmektedir. Aslında ücretli olarak çalışan işçi ve emekçiler ile sermaye sahipleri arasında fiyat artışlarının yansıması farklı olduğu gibi, sonuçları da farklıdır. Dolayısıyla yol gösterici ve gerçekçi bir enflasyon hesaplaması için, tüketiciler, gelir gruplarına göre sınıflandırılmalı ve her gelir grubu için enflasyon ayrı ayrı hesaplanmalıdır.
[1] – NOKTA YA DA BANT HEDEFLEMESİ
Enflasyon hedeflemesi stratejisinde, karar verilmesi gereken konulardan birisi, hedefin, nokta hedef mi yoksa belli bir aralık mı olacağıdır. Bant ya da nokta hedeflemesinin temel amacı, Merkez Bankası’nın belirli bir enflasyon hedefi ilan ederek, ekonomik birimlerin enflasyon beklentileri için bir çapa oluşturmaktır.
Bant hedeflemesinin temel avantajı, tek bir oran üzerinden ilan edilen enflasyon hedefinin gerçekleştirilebilme olanağının her zaman mümkün olmaması ve hedeflenen oranda ortaya çıkacak bir sapmanın güven kaybına neden olmasıdır. Yani enflasyon hedefi olarak nokta hedef tercihinin yapılması, para otoritelerinin hareket alanını kısıtlayarak, hedefe yönelik izlenecek politikalarda önemli sayılabilecek revizyonlara neden olabilir. Bu, sisteme olan güvenin sarsılması anlamına gelir.
Bant aralığı hedefinin gerçekleştirilememe olasılığı, nokta hedeflemesine göre daha düşük olduğundan, bant hedefinin tutturulamaması durumunda yaşanacak güven kaybı, nokta hedeflemesine göre daha fazla olacaktır. Bant aralığı hedeflemesi, Merkez Bankası’na, kısa vadeli şoklara cevap verebilmek için daha fazla esneklik sağlar. Bant aralığı genişledikçe, para politikasının esnekliği artacaktır. Ancak bant genişliğinin aşırılaşması, Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürme konusunda samimiyeti ve gücü hakkında kamuoyunda şüpheler oluşmasına neden olur.
Dar bir hedef bandının uygulanması, kamuoyunun Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürmede daha istekli olduğunu düşünmesine, yani Merkez Bankası’nın kredibilitesinin artmasına neden olmaktadır. Fakat dar bir bant aralığının sürekli ıskalanması çok olasıdır. Bu nedenle, hedeflenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon arasındaki sürekli sapmalar, Merkez Bankası’nın kararlılığı hakkında şüpheler yaratabilir. Ayrıca dar bir bant hedefi, para politikası araçlarında da istikrarsızlığa yol açabilir. Geniş bir bant uygulaması ise, Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürme konusunda niyeti ve gücü hakkında kamuoyunun kafasında şüpheler uyandırarak, politikanın kredibilitesini azaltabilir.
Bant hedeflemesinde, belirlenen aralık ister geniş ister dar olsun, ekonomik birimlerin bandın alt veya üst sınırına odaklanması, enflasyonun gerçekleşmesinde önemli bir etken olabilir. Buna aralık eğilimi adı verilmektedir.
[2] Bu fiyat indeksinde, sadece temel (baz) yıla ait miktarlar standart miktar “sepeti”ne konulur, yani temel yılına ait miktarlar “sepeti” önce cari yıl fiyatlarıyla değerlendirilir ve aynı temel yılı miktarları “sepeti”, sonra, temel yılı fiyatları ile değerlendirilir. Bu iki değer oranı Laspeyres Fiyat Indeksi’ni oluşturur.