Kadının kurtuluşu, emekçi kadın mücadelesi üzerinde yükselecek

Tarih içinde, işbölümünün gelişip özel mülkiyetin filizlenmesiyle birlikte statüsü değişen kadın, ezilen cins konumuna geçmiştir. Kadın, sınıflı topluma geçişle birlikti eve kapatılarak, bu özel hizmet alanının hizmetçisi haline getirilmiştir. Böylece özel mülkiyet sistemine geçiş, kadının toplumdaki yerini belirlemiş, günümüze kadar da bazı biçimsel değişikliklerle bu statü, korunmuştur.

Kapitalist toplumda kadının ezilmesi, önceki sistemlere göre bazı farklılıklar içerir. Feodal toplumda küçük ev ekonomisinin etkin bir üyesi olarak kadın için iş ve ev birbirinden ayrılmaz iki unsurken, kapitalist toplumda bu işlevler ayrışır. Kadın artık çalışmak için ev dışına çekilmektedir. Meta üretiminde, ucuz bir işgücü olarak istihdam edilir, öte yandan ev işlerinden de sorumluluğu devam eder.

Kadının pazar için üretime çekilmesi, erkeklerle hak eşitliğinin zeminini hazırlar. Ancak bu, kuramsal olarak böyledir. Kapitalizm, kadınla erkek arasındaki eşitsizliği sürekli yeniden üretir. Kapitalizm için belirleyici olan, erkek emek gücüdür. Kadın emeği, ancak iş arzının yoğunlaştığı dönemlerde örneğin savaş gibi erkeklerin üretimden çekildiği olağanüstü dönemlerde yoğun olarak sanayiye çekilir: kriz dönemlerinde ise öncelikle kadınlar işten çıkartılarak evlerine gönderilir.

Diğer yandan kadın emeği, ucuz olması yüzünden erkek emek gücü için bir rekabet konusu olur ve ücretlerin düşürülmesinde bir tehdit unsuru olarak kullanılır. Nitekim Türkiye’de kadın, erkeğe oranla, toplam yüzde 35 oranında daha düşük ücret almaktadır.

DİE araştırmalarına göre, Türkiye’de üretime katılan kadınların oranı yüzde 39’dur. Ve bu kadınların yüzde 70 gibi ağırlıklı bir kesimi tarım kesiminde çalışmakladır; ancak yüzde 5-8’i sigortalıdır. Diğerleri ise, ücretsiz aile işçisi statüsündedir.

Sanayide çalışan kadınlar, tüm işgücüne katılan kadınların yüzde 7,16’sını oluşturur. İşgücüne katılan kadınların yüzde 60’ı da hizmet sektöründedir. Çoğunlukla da bu sektörün alt kademelerinde yer alırlar.

Kadınlar genellikle ev işlerinin uzantısı olan ikincil işlerde istihdam edilir. Gıda, tekstil, hizmet gibi sektörlerde yoğunlaşmışlardır ve genellikle atölye koşullarında sürdürülen bu faaliyet sırasında kadın, günde 13–14 saat çalışmak zorunda kalır. Üstelik genellikle sigorta ve iş güvencesinden yoksun olarak.

Bu ağır çalışma koşullarından sonra eve döndüğünde de kendisini ev işleri bekler. Çamaşır, bulaşık, temizlik, çocuk bakımı gibi kendisini bekleyen işlerin üstesinden gelmek, kadının “ikinci işi”dir. Bunca yoğun çalışmasına karşın, kadının toplumsal statüsü, erkekle kıyaslanmayacak ölçüde düşüktür.

Kadınlar, kapitalist sistemin en çok ezilen çifte sömürü altındaki köleleri olarak, tarih boyunca, tüm toplumsal devrim süreçlerine aktif olarak katıldılar ve kendilerini ezen düzene karşı en önde savaştılar. Hem burjuva hem de sosyalist devrimler sırasında, halk ve emek hareketinin gelişmesinde kadınların eşsiz katkıları oldu.

 

ÜLKEMİZDE KADINININ DEMOKRATİK HAK VE EŞİTLİK MÜCADELESİ

Ülkemizde kadınların ilk hareketlenmesi, 1908 burjuva devrimi sırasında oldu. 0 dönem, ağırlıklı olarak, burjuva aristokrat kökenli kadınlar tarafından çıkarılan dergilerde kadın sorunları işleniyor; eğitim ve meslek edinme hakkı talep ediliyordu. Bu kadınlar, erkeğin kölesi değil arkadaşı olmak islediklerini, eşlerini kendilerinin seçmeleri gerektiğini yazıyorlar ve toplumsal hayatın yeni sınıfın istemleri doğrultusunda değişerek burjuvalaşmasına çaba harcıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu koşullarında bu ilerici bir çabaydı.

Ancak kadınlar, daha sonra, kendilerini harekete geçiren burjuva demokratik devrim sürecinden dışlandılar. Onlara hiçbir hak eşitliği tanınmadı. Sonradan, hayal kırıklığına uğradıklarını açıkladılar.

Ancak etkinlikleri, durulmadı, kurtuluş savaşı sırasında yeniden parladı. Emperyalistlere ve işbirlikçi gericilere karşı mücadelede öne çıkan ve kitleleri etkileyen kadınlar, mitinglerde konuşmuşlar, yazılar yazmışlar ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde örgütler kurarak silahlı mücadeleye katılmışlardır. Bunların arasında İzmitli Fatma Seller Hanım, Gördesli Makbule hanım öne çıkar. Bunlar, kadınların fedakârlıklarını, yapabileceklerinin ve yeteneklerinin sınırsızlığını kanıtlayan örnek kadınlardır.

Bugün kadın haklarından her söz edilişinde, her bayram ve özel günde, okul kitaplarında Cumhuriyet’in kadınlara çok şeyler kazandırdığı iddia edilir. Dünyanın hiçbir ülkesinde seçme seçilme hakkı yokken, Türkiye’de bu hakkın tanınmış olmasıyla övünülür. Oysa kadınlar bu hakkı kazanmak için yoğun mücadeleler vermiştir. Ama bu mücadele gizlenir ve seçme-seçilme hakkı, Cumhuriyet’in bir lütfu olarak takdim edilir. Ama 1927 yılında kurulan ve tüzüğüne “seçme ve seçilme hakkı” talebini koyan Türk Kadınlar Birliği baskılara maruz kalmıştır. Derneğin tüzüğü İstanbul Valiliği tarafından “Kadınların asli görevi çocuk doğurmak ve yetiştirmek olduğundan, onların ne siyasi haklara sahip olmaları, ne de kamu görevi yapmalarının uygun olmadığı” öne sürülerek, reddedilir. Bunun üzerine dernek başkanı: “Devrimleri doğuran, çabalar ve savaşımdır. Savaşmayı sürdüreceğiz.” diyerek mücadeleye devam edeceklerini vurgular ve mücadeleye devam edilir. Baskıların sürmesi üzerine dernek başkanı; “Kadınlar; kendi kurtuluşları için kendileri savaşmalıdır” diyerek tüm kadınların davayı sahiplenmelerinin gerekliliğini vurgulamıştır. Bundan sonra çalışmalar artık daha da hızlanarak ve gelişerek sürmüştür. Mücadeleler sonucunda 1930 yılında yerel seçimlerde, 1934 yılında da genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı kazanıldı. Ama dernek daha sonra yozlaştı ve kapandı.

“89 Bahar eylemleri”ne gelinceye kadar, hak alma mücadelesine kitlesel olarak katılan kadınlardan pek söz edilemez. “89 Bahar Eylemleri”yle gelişen ve yükselen işçi ve emekçi eylemleri toplumun birçok kesimini mücadelenin dinamiklerine dönüştürdü. Bu eylemlilikler, kadınların yoğun olarak çalıştığı iş kollarında kadınların öncülüğünde gelişti. Bu süreç, mücadelenin yeni kadın öncülerinin ortaya çıkmasını ve sendikaların katılımını sağladı.

Ve bu katılım Enver Hoca’nın, “kadın sorunu yalnızca bir duygu sorunu değildir, dolayısıyla duygusal ve romantik bir biçimde ele alınamaz” sözlerini kanıtlar bir biçim aldı. Artık kadınlar toplumun uysal köleleri değil; başkaldıran, mücadele içinde örgütlenen emekçilerin gündemini belirleyen bunun için dövüşen güçlerdi. Yoğun emek sömürüsünün özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışma vs. gibi yöntemlerle hızlandırılmaya çalışıldığı süreçte ve en küçük demokratik ve ekonomik talep için mücadele edenlerin devletin şiddetiyle karşılaştığı koşullarda, emekçi kadınlar hızla örgütlenmeye ve emek saflarındaki ön sıraları doldurmaya başladılar.

Özgül talepleri olarak da eşit işe eşit ücret, sendika ve sigorta, kreş ve insanca bir yasam hakkı istiyorlardı. Talepleri etrafında hızla örgütleniyor, erkek işçilerle birlikte mitinglere, gösterilere katılıyor, grev çadırı kuruyorlardı. Talepleri için mücadele ederken üzerlerindeki gerici örf ve adetlerin baskısını da kırıyorlar, toplumsal hayatın her kademesi kendilerine kapatılmasına karşın, direniş ve grevlerde gerçek kişiliklerini kazanıyorlardı. Böylece hızlı adımlarla yürüyorlardı.

Bu dönemde; deri işkolunda çalışan kadınlar; düşük ücret, sigorta ve sendika hakkı için grev ve direnişlerde öne çıkmaya başladı. Tekstil işkolunda özellikle Sümerbank işçilerinin tesettüre zorlanması, her kadının yalnızca bir çocuğunu kreşe verebilmesi ve bu baskılara sendikanın sessiz kalması, ayrıca özel tekstil fabrikalarında hamileliğin işten atılma nedeni olması, çocukların tam gün dayak ve küfürle çalıştırılmaları isyanın nedenlerinden bazılarıydı.

Yine bu dönemde ilaç fabrikalarıyla metal işkolunda çalışan kadınlar da mücadelede yerlerini aldılar. Tekel işçisi kadınların dişe diş mücadelesi kadın sendikacıların doğmasına ve mücadeleye katılmasına yol açtı. Zonguldaklı kadınların ve Kürt kadınlarının engel tanımaz direnişlerinin boyutları, hak alma mücadelesine katılan kadınların kararlılıklarının, üzerlerindeki her türlü gerici, tutucu ve emperyalizmin yozlaştırıcı baskılarına karşı direngenliklerinin göstergesi oldu.

Bu eylemlilik sürecinin yarattığı dalga, emekçi kadınların bağımsız örgütlerini yaratmak için bir çıkış noktası da oldu. Kadınların talepleri üzerinde yükselen örgütlenme çalışması, bağımsız kadın örgütünün temellerini oluşturdu.

 

ÖRGÜTLENMENİN DAYANAKLARI

Kapitalizm, tüm insanları bireyci, bencil, rekabetçi ve birbirine düşman olmaya zorluyor. Emekçileri tek tek birbirinden yalıtarak örgütsüz bireyler haline getirmeye çalışıyor. Günlük ihtiyacımızın bir kısmını, bunlardan yalnızca yeme içme ihtiyacını karşılayabilmek için bile, “Gemisini kurtaran kaptan” olma seçeneği önümüze tek seçenek olarak sunuluyor. İnsanca yaşama haklarımızın her gün bir kısmı “gemi kurtarma”, telaşına feda edilmekte. Yeni yaşam tarzında “her yol mubahtır, geminizi tek başınıza istediğiniz gibi kurtarabilirsiniz” düşüncesi sinsice yaşamımızın her alanına sokularak bizi kuşatıyor.

Diyarbakır ve İstanbul’da zaman zaman “yardım severlerin” yiyecek dağıtımı sırasında yaşananlar açlığın geldiği sınırın göstergesidir. Bu manzara, aynı zamanda, toplumun bir kesiminin “yardım edenler” çoğunluğunun da “yardımlarla yaşayanlar” olarak şekillendiğinin işaretidir. İnsanca yaşama hakkı, barınma, yeme, içme, eğlenme, dinlenme talebinin karşılanması yerine, devlet bu sorunu “yardımseverler”in inayetine terk etmiştir.

Herkesin toplumun bir üyesi olarak sahip olması gereken iş hakkı, sağlık kurumlarından parasız yararlanma hakkı, parasız eğilim hakkı hak olmaktan çıkarılarak, para ile satın alınan, parası olanın satın alabildiği bir meta haline dönüştürüldü. Devletin sinsi politikalarla yaşamımıza soktuğu “parayla satın alınırsa bu hizmetler daha mükemmel karşılanır” düşüncesi yüzünden, bu ihtiyaçları parasızlık yüzünden karşılayamayan kadınlar fuhuşa itildi.

Kadın bedeninin alınıp satılan, üzerinden para kazanılan bir meta haline gelmesi yoğunlaştı.

Kadınların bir kısmı bedenini açıktan satarak kazanç elde ederken, bir kısmı da geleceksiz ve güvencesiz yaşamını bir erkeğin koruyuculuğuyla değişmek zorunda kaldı. Kadının, evlilik yoluyla kendini bir seferde satışının karşılığında doğrudan para alınmaz. Ancak günlük ihtiyacı ve geçimi karşılanır. Ama her an kapıya konma tehdidiyle yüz yüzedir. Sermaye siyasetine malzeme edilerek kullanılan Fadime olayında yaşananlar gibi. Nikâhlı veya nikâhsız olarak yaşamını sürdüren ev kadını güvencesizdir. Kadın, bir işi ve ücreti olmadığı için ve sigorta gibi güvencelerden yoksun olduğu için bir erkeğe bağımlı olarak yaşamak zorundadır.

Yaşam koşullarının ağırlığı, kadınları her gün daha çok içine kapanmaya, bireysel çözümler aramaya yöneltmektedir.

Eline geçen çok az parayla evin yiyecek ihtiyacını karşılamak isteyen, çocuklarını doyurmak isteyen kadın; daha ucuz ekmek alabilmek için ekmek kuyruklarında zaman geçirmektedir. Ucuz sebze ve meyve alabilmek için gününün büyük bir bölümünü çarşı pazarda geçirmektedir. Satın aldığı malzemeyi yemek haline getirebilmek için de günün uzun bir bölümünü mutfakta geçirir. Kadınların uğraşları bununla da bitmez: öncelikle evdeki eski giyeceklerin onarılarak giyilebilir hale getirilmesi ya da pazardan daha ucuz giyecek almak da zaman harcanması gereken uğraşlardandır. Tabii tüm bu işleri yapabilmek için alışveriş ve işle ev arasındaki yolda ulaşım sorunu nedeniyle uzun saatlerini otobüs kuyruklarında, yollarda geçirir. Bu arada, önüne yığılı çamaşır bulaşık, temizlik çocuk bakımı gibi işlerin de üstesinden gelebilmek için sarf ettiği çaba, kadını toplumsal yaşamdan daha çok uzaklaştırmıştır. Çalıştığı kurumda mesai saatini tamamlayarak, bir an önce bu işleri yapmak için eve koşan kadın, sosyal ve politik yaşama katılmak için zaman bulamaz.

Oysa Türkiye’nin de altına imza attığı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25’inci maddesinde şöyle yazılıdır:

“Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenci için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes issizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetiminin dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.”

Baskıların daha katmerlisi Kürt kadını üzerinde sürdürülmektedir. Kürt kadını, diğer hakları bir yana yaşama hakkı bile elinden alınarak derin bir hiçliğe sürüklenmiştir. Büyük bir hapishanede sürdürmektedir yaşamını. Kocaları, oğulları ve babası zorla koruculaştırılmakta, çocukları açlık, ölüm ve salgın hastalıkların pençesine düşmektedir. Eğitim hakkı ortadan kaldırılmış, göçe zorlanmış, dilini kullanma hakkı ortadan kaldırılmıştır. İşkence görenlerin ve kayıpların sayısı artık tam olarak saptanamıyor.

Öte yandan, çalışma yaşamından dışlanan kadın, evde iş üretmeye yönlendiriliyor. Evde çalışma koşulları ise son derece ağırdır.

Kadın, sendikası olmadığı için ücret pazarlığı yapamaz. Sigortası olmadığı için sağlık hizmetlerinden ve emeklilik hakkından yararlanamaz. Evde iş üretme, sömürünün en yoğun olduğu alanlardan biridir. Kadınlar sigortasız, sendikasız güvencesiz çalışmaktadır. Kadın, fabrikada ve evde erkekle aynı haklara sahip olmalıdır.

 

TALEPLERİMİZ

Ev emekçisi kadınlara sosyal güvenceleri de kapsayan sigorta hakkı, evde iş üreten kadın için sendika, sigorta, iş güvencesi hakkı, tüm çalışan ve çalışmayan kadınların yararlanacağı işyeri ve semtlerde kreş hakkı, eğitim ve sağlık hizmetlerinden parasız yararlanma hakkı, her semte sağlık evi hakkı, kadının 1,5 yıl üretimden koparılmak yerine, çocuk bakımının toplumsallaştırılması, çok ve ucuz kreş. Doğum öncesi altı ay, doğum sonrası 1 yıl ücretli izin hakkı, eşit işe eşit ücret hakkı. Ana dilde eğitim ve dilini her alanda kullanma hakkı, ev işlerinin toplumsallaştırılmasına geçiş.

Daha çoğaltabileceğimiz bu talepler etrafında her semt, her sokak ve her işletmede birçok örgütlülük yaratılabilir.

Kadınların kurtuluşu, kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüden kurtuluşuna bağlıdır ve kadın hareketi, bu kurtuluş mücadelesine bağlanarak ilerleyebilir. Öyleyse, kadın hareketinin talepleri de emeğin taleplerine bağlanmak durumundadır ve zaten pratik durum da böyledir. İş ve ekmek talepleri, bugün erkeklerden de çok, kadınların talebi durumundadır. Özgürlük talebi, hepsinden de çok, böyledir. Kadın, kendi özel taleplerini savunmaktan ve mücadelesini vermekten biran bile geri kalmadan, emeğin hem genel hem de somut ve acil taleplerini birlikte savunup mücadelesini emekçi erkeklerle birlikte vererek, kendi kurtuluş yolunun taşlarını döşeyebilir. Öyleyse zamlara karşı, öyleyse işten atmalara karşı, öyleyse demokratik devlet için erkeklerle birlikte mücadele.

Kadınların kurtuluşu; kendilerine dayatılan olumsuz yaşam koşullarına, ekonomik, siyasi, örf ve adetlerin baskısına karşı örgütlenmekten ve sınıf mücadelesine katılmaktan geçer. Başta fabrikalar olmak üzere tüm işletmeler, hizmet alanları, mahalle ve sokak, emekçilerin yaşadığı her alan ekmek, iş, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin alanıdır.

 

Mart 1997

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑