SANAYİ SİTELERİ
Emeğin gaspının, sömürüsünün yoğun olarak yaşandığı alanlardır sanayi siteleri. Emek insanoğlunun yarattığı bir değerdir ve toplumun sınıflara bölünmesinde rolü temel önemdedir. Patronlar, sermaye sahipleri için sürekli işlenen ve üzerinde kâr edilen bir “maden”dir. Sınıflı toplumlarda, hele de sermayedarların egemenliği koşullarında, emeğin gaspının olmaması düşünülemez. Çünkü emek sömürüsünün olmadığı koşullarda kâr da elde edilemez ve sonuç olarak kâr elde etmeyen bir kuruluş, piyasa denilen anafora kapılıp gidecek, boğulacaktır. Sermayedar, hem sürekli kâr elde etmeli, hem de sürekli büyümelidir. Bu, ayakta kalabilmesinin olmazsa olmaz koşuludur. Sanayi sitelerinin atölye sahipleri de böyle düşünürler.
Sanayi siteleri, küçük ve büyük atölyelerden oluşur. Bazı atölyelerde iki, bazılarında otuz işçi çalışır. Atölyeler; doğrama, tesviye, kaplama, tamir etme vb. bir çok eylemin gerçekleştiği, maddelere can verilen bir alandır.
Ostim de büyükçe bir sanayi sitesi. Demir doğramanın çelik seslerine karıştığı, asfalt kimyasallarının kauçuk sanayiyle yan yana çalıştığı bir alan. Dünya coğrafyasının farklı işkollarına bölünmüş fabrikalardan oluştuğunu düşünelim ve bu fabrikaları bin kere küçültelim. Karşımıza Ostim çıkar. Ya da devasa bir fabrika düşünelim. Uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Ve bu fabrikanın farklı işkollarına bölünmüş olduğunu ve bu işçilerin birbirlerinden habersiz yaşadığını düşünelim. Yine karşımıza Ostim çıkar. Ostim işçisi denizin dibindeki kum gibidir. Kıpırtısız. Dipten gelen dalgalar onu kıyıya savurur, sonra bir kısmını geri alır. Ostimli patronlar ise irili ufaklı tekneler gibidir. Fırtınada ilk batanlar en küçük, en savunmasız, en az sağlam olanlar olur. En büyük ve en sağlam olanlar batmazlar. Fırtına sonrası ise onlar için daha rahattır. Teknenin bordasına çarpıp, zarar verecek tekne ne kadar az olursa, o kadar iyidir çünkü.
Ostim’de, 2001 krizinin öncesinde ve sonrasındaki durumu, Ostim’in içine sürekli mal dağıtan bir ambar işçisinden dinlemek gerek: “Krizden sonra işyerleri yarı yarıya kapandı. Bugün Ostim yarı kapasiteyle çalışıyor. İş yapan atölyeler de sipariş üzerine çalışıyor. Stok yapan yok. Eskiden stok yaparlardı. Çok fazla insan işsiz kaldı. Sırf bizim sokakta, öğle araları o kadar çok top oynayan vardı ki, arabalar geçemezdi. Krizden önce atölyelere giremezdin kalabalıktan, malzemeden geçemezdin. Şimdi öyle değil. Atölyeler sus pus olmuş. OSİAD yönetimi yalan söylüyor.* Bir de sanayi İvedik’e kayıyor çünkü merkezi yerlerde atölye kirası çok pahalı.”
Atölye sahipleri, parça başı iş alır. Alınan iş, şu gün teslim edilecektir. Atölyedeki işçiler, o işi zamanında yapmak zorundadırlar. Atölye sahibi durmadan iş arar ve bulur. O iş bulduğu oranda işçilerin sırtına daha fazla yük biner. Teslim edilecek iş sayısı fazlalaşmış, işçi sayısında bir değişme olmamıştır. Ve işler yetiştirilmek zorundadır. Bir de Ostim’de, emeğin gasp edilişi oldu bittiye getirilir. “Hadi şunu da yap aslanım. Fazla mesaiye kal bu pazar. Mutlaka yetişmeli.” Fakat bu çalışılan pazarların sonu gelmez.
Sanayi sitelerinin atar damarları genç işçilerden oluşur. Çırak olarak başladıkları mesleğe kalfa, usta olarak devam ederler. Hayalleri ise, bir atölye açmak ve kendine çalışmaktır. Dedesinden, babasından miras kalan ya da bir şekilde para bulup atölye açan işçiler de pek dikiş tutturamazlar. Piyasa koşullarında tutunabilmek hiç de kolay değildir. Hele de krizin kapının eşiğinde beklediği ve her an patlak verebileceği kapitalist ekonomi koşullarında. Genç işçiler bedenlerini makinelere teslim ederler. Sanayi sitelerinde durmadan iş kazası olur. Parmağını, elini makineye kaptırmamış işçi yok gibidir. Küçük kazaların tedavisi yapılır, işçi çalışmaya devam eder. Büyük kazaların tedavisi yapılır, işçiye tazminatı verilerek ya da hiç verilmeden kapı gösterilir. Tek eli kopmuş bir işçi, işverenin istediği verimde çalışamaz. Zaten patron işçiyi daha önce uyarmıştır! Atölyenin içindeki levhalarda, “dikkat” ile başlayan cümleler işçiyi uyarmıştır. İşçi uyarıları dikkate alır, ama ayakta uyuduğu koşullarda, dikkatinin dağıldığını itiraf eder, suçludur!
GENÇ İŞÇİLERİN YAŞAM KAVGASI
Orta büyüklükte bir atölyede, odalar, tezgahlar, makineler ve işçiler vardır. Ve bir de hepsinin sahibi patron. İşçi yağdır, kirdir, pistir. Yıldız tornavida olur, çekiç olur, kerpeten olur. Atölyedeki her şey odur ve hesabı ondan sorulur. Patronun odasını, masasına, kalemliğine kadar temizler. Çöpçüdür, patronun yediğinin artığını o çöpe döker. Gençtir çoğu. Bazısı sekiz dokuz yaşlarında, bazısı on üç on dört yaşlarında başlar yaşam kavgasına. Ama hayata atölyesinden bakmaz. Asıl hayat, asıl yaşam dışarıdadır. Gezmek, eğlenmek ister. Bu yaşam, onun yaşamı değildir. O da, gece kulüplerine gitmek ister, o olmaz belki, ama ustası onu yılda bir gazinoya götürür. İçki içer. El ele tutuşmuş gençler görür, güzel kızlar görür. O da ister. Ama olmaz. Ne zamanı vardır, ne yeri, ne parası. Varoşlarda, gecekondularda oturur. Evi harap durumdadır. Ne yemek vardır, ne de çay yapacak bir tüp. “Dışarıda” yemek yer. Sorsan niye böyle, üşeniyorum der.
Genç işçilerin bir kısmı çıraklık eğitim merkezlerinde, bir kısmı da atölyelerde meslek öğrenir. Ortak noktaları; hepsi dar gelirli ailelerin çocuklarıdır, bu yüzden çalışmak zorundadırlar (Ostim Mesleki Eğitim Merkezi’nde okuyan 300 genç gibi. Bu merkezde eğitim gören genç işçiler işçidir, öğrenci değil, yani derse girmek yerine bir atölyede çalışmak zorundadırlar. Bu okula sadece kayıt yaptırırlar, bu sayede sigortaları yapılıyor ve onlar bir atölyede çalışmaya devam ediyorlar). Mesleği, okulda değil sanayi sitesinde öğrenirler. Bazılarının okuma yazması yoktur, bazıları ilkokul, bazıları da ilköğretim mezunudur. Bu durum, onları okumaya aç yapar aslında. Açlıklarını gidermenin yollarını da fazla aramazlar. Birçoğu yazılarla dolu gazeteyi almak istemez. Paydosunda okuyacağı şey onu eğlendirmelidir; dedikodu haberleri, renkli fotoğraflar, düşündürmeyen içi boş muhabbetler… Zaten yaşamı alabildiğine sıkıcı ve yorucudur. İşçilerin, emekçilerin sorunlarını, taleplerini yazan bir gazete fazlaca ilgisini çekmez. Zaten sorunlar, talepler gazetede yazsa ne olur, yazmasa ne olur? Ne değişecek ki?
Aslında bilime, kültüre, sanata açtır ve karşılaştığında çok doğru refleksler gösterir. Zanaatkardır o da. Santim ayarlı cetvel kullanır. Bir aşçının yaptığı yemeğin kıvamını tutturabilmek için kullandığı yöntemler ile birlikte, yemeğin kendine has tadını tutturabilmesinin koşulu dikkatli, özenli bir çalışmanın ürünü olmasıysa; bir ressamın ton ayarı yapması, fırça darbelerini bilinçli bir şekilde vurması, ortaya çıkan şeyin resim olduğunu kanıtlar; bu birbirine geçişmiş ilişkiler yumağı emektir. Genç bir işçi de kalın, işlenmemiş, paslı demir yığınlarını tornadan, tesviyeden geçirir, yeniden yaratır. Ağır metalleri deler, büker, sac haline getirir. Uzunca kütükleri parçalar, keser, mobilya, koltuk, masa vs. yapar.
Yine de bilimle, sanatla pek karşı karşıya gelmez. Televizyon ve gazetelerde,
sanatçıların toplumun en ahlaksız, en çürümüş kesimini oluşturması, işçinin gözünde farklı yanılsamalara yol açar. Bilim ve teknoloji haberleri ilgisini çekmez. Teknoloji pahalıdır, yeni üretilen arabalar, ilaçlar ona uzaktır. “Mars’ta su bulundu” haberi onu sevindirmez. Çünkü temiz içme suyu bulamaz. Dinlediği müzik, televizyonda, düğünlerde çalan arabesk, pop veya onların karışımıdır. Duygularını, düşüncelerini şarkılarda bulur, dertli, bıkmış delikanlı. Bir kızı sevmiş ama yüz bulamamış.Genç işçiler, klasik müzik, caz dinlemezler. Plak çalarları da yoktur. O okumuş, kültürlü ve zeki doğmamış ki!
Genç işçilerin içindeki çalışmamız
İşçilerin yaşam ve çalışma koşulları zordur. Bir insanın sinirleri çelik olmalı, vücudu hantal olmamalıdır ki işçi olsun. Yalnızca bu da değil. Sermaye, patronlar sürekli saldırır. Her yönden, her şekilde saldırır. İşçiyi zihinsel ve bedensel olarak yenik düşürebilmek için elinden geleni yapar. Genç, saf işçiler patron için bir nimettir. Hak aramasını bilmeyen, sınıf bilincinden yoksun işçiler, patron için bir nimettir. Dayanıklı, çabuk yorulmayan genç işçiler patron için bir nimettir. Patron, genç işçileri bu yüzden fazla fazla sömürür. Onları birbirine düşürür. Bir atölyedeki iki genç işçiden biri sigortalıdır ve daha iyi ücret alır, diğeri sigortasızdır, daha düşük ücret alır. İkisi de geçinemez, ama birlik de olmazlar. Sigortalı olan işinden olmaktan çekinir, diğeri ise patrona duyduğu öfkeyi işçi arkadaşına duyar. Kavga ederler.
İşçiler, alabildiğine dağınık, düzensiz bir yaşama mahkum edilmişlerdir sanayi sitelerinde. Bu mapusluğu tek bir şey kırabilir; örgütlenmek. İşçiler kenetlenmek zorundadır. Patronun tüm baskılarına direnmek zorundadır. Ya direnecek, zincirlerini kıracaktır ya da ezilmeye bir ömür boyu devam edecektir. İşte bu yüzden, işçi sınıfının devrimci partisinin genç militanları, bu koşulları bilerek hareket eder, hareket etmek zorundadır. İşçi basınını her gün bu alanlara taşımak zorundadır. Emekçiler gündemi, ülke ve dünya çapında olan gelişmeleri buradan takip eder. Gazete sınıf bilinçli bir işçinin gözünden dünyaya bakar, yorumlar. Günlük işçi basınının takibi, düzenli bir şekilde okunması, bunun için hayati önemdedir. Sermayenin ulusal ve uluslararası saldırılarını günlük olarak takip eden bir işçi, onun yarın atacağı adımı da az çok tahmin eder ve buna göre mevzilenir, buna göre barikatını sağlamlaştırır.
Partimizin genç militanlarının, genç işçileri örgütlemede çektiği sıkıntılar çoktur. Birçok genç işçi gazeteyi beğenmez ve okumaz, bazıları beğenir, arada sırada alır. Genç işçinin gazeteyi günlük takip etmeyişinin ona göre birçok sebebi vardır. Parası yoktur, hiç durmadan çalışıyordur vb.. Aslında sebep tektir. Gazeteyi bilmiyor, tanımıyordur, kendisi ve kendi yaşam ve çalışma koşullarıyla, bu koşulların dönüştürülmesiyle bağlantısından habersizdir ve içeriğine ilişkin önyargıları vardır. İşte o önyargıları kırmak, partili militanlara düşer. Gazeteyi tanıtmak, anlatmak, duyurmak… ve bütün bunları doğru bir dille yapmak zorundadır. İşçiler, gazetenin kendileri için önemini fark edince onu sahiplenir. Genç bir işçi, gazeteyi ekmek gibi, su gibi algıladığını söylüyorsa; yani kendi kurtuluşunu, sınıfın kurtuluşu davasında görüyorsa, bu davayı örgütleyecek en önemli araçlardan birinin gazete olduğunu biliyordur. Ama bu, hemen gerçekleşen bir durum değildir. Genç işçilere bu gazeteyi anlatırken ısrarcı olmak gerekir. Uzun yazılarla dolu gazete onlara sıkıcı gelebilir. Gazetedeki işçi haberlerini takip edip, onları konuşarak veya kupür keserek okutmak gereklidir. Sıkılmadan, sınıfın diğer kesimlerinden mutlaka haberdar etmek gereklidir.
Öte yandan çalışmamızın bir başka unsuru olan partili genç aydınların, sınıfın gençliğini anlamakta çektiği sıkıntıları da bilmek gerek. Genç bir işçi ile genç bir aydının farklı sınıflara mensup olmaları, araya en başından bir mesafe koyuyor. Kültür farkları, dil farkları (aksan), memleket farkları bu mesafeyi olabildiğince genişletiyor. Bu mesafeyi kısaltmak ve yok etmek ise kolay değil. Genç aydınların sınıfın gençliğiyle birleşme istek ve azim, en başta bilinçle içselleştirdikleri birleşici perspektif, tepeden bakmama, “ben bilirimciliği” değil öğretirken öğrenmeyi de benimseyen bir tutum sahibi olmaları tayin edici. Ancak yine de, kararlı, sabırlı bir çalışmanın sonucunda bu mesafenin yok olacağını bilerek, uzun erimli bir çalışma olduğunu gözetmek gerek.
Genç işçilerin sorunlarını paylaşmak, onların hayatına girmeden mümkün değildir. Genç işçinin dertleri, sıkıntıları, genç aydının dertleri, sıkıntıları olmalıdır. Yaşam ortak, dert ortak olmadan mücadele ortak olmaz. Gerekli olan yaşam ve mücadele ortaklığının sağlanmasıdır. Bunun gerçekleştirilmesi sürecinde, genç aydın, kendi bilincine, bilinç altına sinmiş, hatta belki bazı önyargılar oluşturmuş, bir dizi tutumunda yansıyan kapitalizmin etki ve tortularından da kurtulacaktır. Genç aydınlar işçi gençlerin geri yönlerini görüp, “bundan adam olmaz” diyemezler. Hele de ondan öğreneceği, düzinelerce kitap okusa da öğrenemeyeceği şeyler varken. Genç işçilerin yaşamı, etrafında durmadan döndüğü bir disiplin çemberidir. Her sabah erken kalkmak zorundadır. “Bugün işe gitmesem” diye düşünemez. Yaşamını sürdürebilmek için her gün sabah erkenden kalkar, akşam geç saatlerde yatar. Her gün ekmeğini kazanmak zorundadır. Ekmek kavgası neredeyse o oradadır. Eğer ekmeği bugün Irak’ta ise, o, oraya gider. Sanayi sitesinde aldığının iki katını Irak’a asker olarak gidince alacaksa, gitmeyi düşünecektir. Çünkü yaşamı günlük, düzenli bir işkenceden ibarettir. Ha burada olmuş, ha orada. Ülkenin bağımsızlığı elden gitmiş, işgalcinin uşağı olmuşuz, kime ne? Genç işçiler –geniş anlamda– dünyaya atölyelerinden, onu, sınıfa karşı sınıf perspektifiyle, atölyelerinden hareketle ve başka atölye ve fabrikaların işçileriyle birleşerek değiştirmek üzere bakmazlar. Dünya ve Türkiye işçi sınıfının, hatta atölyesinin işçilerinin bir parçası olarak görmez kendini. Uzayda, boşlukta bir nesnedir o. Dünyayı görebildiği ölçüde gözler. Olana bitene karışmaz. O bir şey yapamaz. Ya da ne yapabilir ki? Çalışmaktan, sömürülmekten, ezilmekten başka bir şansı var mıdır? Bundan, kendiliğinden bilince, sendikal bilince ulaşamayacağı, sınıf kardeşleriyle hiçbir türden birlik kuramayacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Söylenmek istenen, bu açıdan da ciddi zorlukların bulunduğudur.
Bugün genç işçilerin ufkunu açmak, onlara kurtuluş yolunu göstermek, insanlığın eşsiz birikiminden, bilimden, sanattan yararlanmalarını sağlamak, sosyalist genç aydınların görevidir. Eğitim hakkı elinden alınmış ya da bilimsel bir eğitimin ne olduğuna dair hiçbir fikri olmayan genç işçilere, tam tersini göstermek gereklidir. Onu kuşatmış yoz kültüre karşı her cepheden savaş açmalıdır genç aydın. Yaşam ve çalışma koşullarını paylaşmalı, beraber okumalı, eğitim çalışmaları yapmalı, tiyatroya, sinemaya gitmelidirler. Genç işçi, başka bir yaşamın olduğuna ve bu yaşamı bir sınıf olarak kazanmanın mümkün olduğuna inanmalıdır. Ve ancak böyle bir yönelimle beslenerek ilerletilebilecek –sisteme karşı mücadeleye bağlanabilecek– hakları için mücadele sürecinde, dostlarını-düşmanlarını tanıyarak, buna inanabilecektir. Bu olduğu oranda, genç işçiler, bir toplumsal sınıf olarak hareket edeceklerdir. Devrimci bir sınıf olarak kendi egemenliğini, halkın egemenliğini kuracaktır.
Çıkarcılığın, dolandırıcılığın, bireyciliğin egemen olduğu günümüzde, bunun tam tersinin, paylaşmanın, kardeşliğin bir gün egemen olacağını bilmek, bir tarihsel sürecin sonucu olarak gerçekleşeceğini görmek, genç işçileri mücadelenin en ön safına çekecektir. Sınıfın en atak, en diri, en gözü kara omurgasını oluşturacaktır, genç işçiler. Mücadelenin besin kaynağı olacaktır genç işçiler.
Öteden beri kesintilerle süren ve sürekliliği sağlanamayan çalışmaların ardından, Ostim’de Haziran ayında başlayan çalışmamız beşinci ayını doldurmak üzere. Çalışmamızın hedefi, Ostim’de bir işçi gençlik birimi kurmaktı. Bu hedefe ulaşabildiğimizi söyleyemeyiz, ama, bugün çalışmanın geldiği pozisyonu, beş ayı kısaca anlatmak gerekirse:
· Çalışmamız başladığında günlük gazete abonemiz yoktu. Şimdi günlük 20 gazete abonemiz var. Bu sayı Salı günleri 30’a çıkıyor.
· Birinci sokaktan 58. sokağa kadar girmediğimiz atölye kalmadı. Bazı atölyelere, sokaklara bir defadan fazla gittik ve bugün EVRENSEL, emekçilerin gazetesi ve EMEP, işçilerin emekçilerin partisi olarak biliniyor.
· Emeğin Partisi’nin kent merkezinde düzenlediği tiyatro etkinliğine 8 işçi katıldı.
· İki işçiyle beraber gazetemizi ziyaret ettik.
· Bir genç işçi Emek Gençliği saflarında mücadeleye katıldı.
Yazın Ankara’da Ostim’de başlayan işçi gençlik çalışmamız, okulların açılmasıyla son bulan bir çalışma değil. Bugün Ostim’de, bir arkadaş günlük çalışmayı sürdürüyor. Sınıf partisinin 3. kongresinde aldığı kararları da gözeterek, yani sanayi sitelerinde yürütülen çalışmanın sürekliliğini sağlayarak devam ediyoruz. Söylemek gerekirse, çalışmamızın birçok da eksik yanı var: beş aylık çalışmamızın sonunda Evrensel gazetesine bir haber ve bir mektup gönderdik. Genç işçilerle yaşamı paylaşma, beraber işler yapma noktasında adımlarımız oldu. Bu yolla kurduğumuz ilişkileri ilerletmek ve geliştirmek için gayretlerimiz devam ediyor, ancak biliyoruz ki işçi sınıfının genç kuşağını devrim ve sosyalizm davasına kazanmak, daha fazla emek ve daha fazla sabır ister ve vazgeçilmezdir.