(Neue Welt’in, 1951 tarihli 24. sayısından Olcay Geridönmez tarafından çevrilmiştir)
Böylece, maddenin temel yasası, onun sürekli hareketi, değişimi ve gelişimidir.
Eski Yunan, dünyayı ya da doğayı kozmos olarak adlandırırdı; bu, onların tasavvurlarına göre kozmosun oluşumundan önce var olan düzensizliğin veya kaosun karşıtı olarak düzen ya da güzellik anlamına geliyor.
Materyalizm ve idealizm arasındaki dünyanın gelişme sürecinin karakterine ilişkin mücadele, felsefe tarihinin bütün akışı boyunca süregelmiştir. İdealist kampın temsilcileri, dünyadaki her şeyin amaçlı olduğunu ve dünyanın dışında var olan “yaratıcılar” tarafından konulmuş hedeflere ulaşma çabasında olduğunu öne sürerler.
İdealistlerin aksine materyalistler, doğa görüngüleri ve süreçlerindeki sürekliliğin, gerçekliğin, tekrarlanabilirliğin ve kesinliğin, maddenin ya da doğanın kendisine özgü nesnel yasalara sahip olmasından hareket ederler.
Olağanüstü miktarda olguyu saptayan burjuva çağın doğabilimi, bunları doğru bir biçimde genelleştirecek durumda değildi.
Ne var ki materyalistler, idealistlerin uydurmalarını çürütmemezlik etmediler. Evrenin bir “yaratıcısına dair yobaz masalı reddettiler; dünyayı ve dünyada olup biten tüm değişimleri maddenin, doğanın kendi özelliklerinden hareketle açıklamayı kendilerine görev edindiler. Fakat gelişimi tanımayan, eski ve yeni arasındaki mücadeleyi kavrayamayan ve maddenin, gelişiminin her yeni aşamasında yeni nitelikler kazanmasını açıklayamayan eski materyalizm, idealizmin sözde bilimsel iddialarını sonuna kadar tutarlılıkla teşhir edebilecek durumda değildi. Onun için yaşam ya da organizmalar gibi doğa görüngüleri, maddenin, atomların ve moleküllerin temel parçacıklarının basit mekanik hareketlerinin karmaşık birleşimlerini ifade ediyordu. Bu karmaşık birleşimlerin oluşumunu ise salt rastlantıya bağlıyordu. Bilimsel olmayan tasavvurlara ısrarla sarılan günümüz metafizikçileri de, yaşam görüngülerinde rastlantının egemen olduğu görüşünü korumaktadırlar. Yaşamın ortaya çıkmasına yol açan ilk albümin molekülünün rastlantısal kökenine, kalıtımın vb. değişiminin rastlantısal karakterine ilişkin görüşler işte bu türdendir. Doğa yasalarını reddederek bilimi, rastlantılardan meydana gelen bir kaos haline getiriyorlardı. İlk olarak diyalektik materyalizm, basitten karmaşığa geçişin ve yeni niteliklerin ortaya çıkışının, herhangi bazı belirsiz rastlantıların bir sonucu olmadığını, tersine maddenin kendisine özgü iç yasalarının zorunlu bir sonucu olduğunu kanıtlayabildi.
Metafizik, toplumsal yaşamın görüngülerinin açıklanmasının önünde de bir engeldi. İdealist felsefenin egemenliği boyunca, toplumsal görüngülerin açıklanması, olgu ve olayların düzensiz bir karmaşası olarak görünüyordu. Bütün açıklamalar, toplumsal görüngüleri, yasa koyucuların bilge ya da tersine akıl dışı uygulamalarına, toplumu aşan ve sözüm ona bilinçsiz kitleleri peşlerinden sürükleyen “eleştirel düşünen” kişiliklerin eylemlerine dayandırılıyordu. Marksizm, bu idealist ve metafizik görüşlere ölümcül darbeyi vurdu. Diyalektik materyalizmin çıkışıyla, ilkelerinin toplumsal yaşama yayılmasıyla, tarihsel materyalizmin temellendirilmesiyle birlikte toplumsal sürecin yasaları açığa çıkarıldı.
Kapitalizmde, üretim anarşisi koşullarında, aşırı üretim, krizler ve işsizlik “yasalara uygun”, yani kapitalizmin doğasının, kapitalistlerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinin bir sonucu olan kaçınılmaz görüngüleridir.
Sosyalizmin ülkesinde, daha yüksek emek biçimlerinin, sosyalist yarışmanın, Stahanov hareketinin ortaya çıkışı, sosyalist düzenin doğasının bir gereğidir. Sosyalizmin doğuşuyla birlikte toplumsal gelişmenin yeni yasaları da doğmaktadır. Halk ekonomisinin tamamının planlı yönetimi, sosyalizmin bir yasasıdır.
Sürekli keskinleşen sınıf mücadelesi kapitalizm için karakteristiktir.
“Karşıt sınıfların tasfiye edildiği Sovyet toplumumuzda”, diyor A, A. Jidanov, “eski ile yeni arasındaki mücadele, bunun sonucunda da kapitalizmde olduğu gibi karşıt sınıfların mücadeleleri ve felaketler biçiminde değil, tersine gelişmemizin gerçek itici gücü, partinin elindeki devasa araç olan eleştiri ve özeleştiri biçiminde, düşükten yükseğe gelişme biçiminde gerçekleşmektedir. Bu, hareketin mutlak olarak yeni bir biçimi, gelişmenin yeni bir tipi, yeni bir diyalektik yasadır. “(1)
Doğanın ve toplumun nesnel yasalarının benimsenmesiyle, dış dünyanın benimsenmesi arasında kopmaz bir bağ vardır.
Öznel idealistlerin öğretilerine göre, gözlenebilen yasalar, yalnızca insanların illüzyonlarıdır; yalnızca, yasaları ve yasalılığı bizzat yaratan, sonra da doğaya ve topluma uyarlayan insan zihninin ya da bilincinin bir sonucudur.
Kant’a göre yasalar, insan aklının apriori, yani deneyimden bağımsız kategorileridirler. Onun idealist görüşüne göre, insan doğanın nesnel yasalarını bulmaz, tersine bu yasaları doğaya dikte eder.
Lenin’in teşhir ettiği öznel-idealist ya da (adını Alman filozofu Mach’tan alan) Mach’çı felsefe de, doğanın nesnel yasalılığını reddeder ve, ya Kant’a ya da onun önceli Hume’a yaklaşır. Hume, yasaldık düşüncesini yalnızca, tekrar eden görüngülerin gözlenmesiyle oluşan alışkanlığın bir sonucu olarak tanımlamıştır. Hume, görüngüler adı altında yalnızca insanın duyularının toplamını anladığı için onun felsefesi öznel idealizmin felsefesidir. Nesnel yasalılığın ve doğadaki gelişimin zorunluluğun reddinin, materyalizm görüşünün karşıtı, felsefi terminolojiyle maskelenmiş darkafalı düşünce biçiminden başka bir şey olmadı kolayca anlaşılır.
“Doğanın nesnel yasalılığının ve bu yasalılığın insan kafasındaki yaklaşık olarak doğru bir yansıması materyalizmdir” der Lenin.(2)
Bu, doğanın nesnel yasalılığın benimsenmesiyle, dış dünyanın gerçekliğinin benimsenmesi arasında kopmaz bir bağın bulunduğu anlamına gelir.
Doğa ve toplum arasındaki yasalı bağların bir biçimi nedenselliktir. Yani, değişik hareketler arasındaki, birinin ötekini yarattığı, bir bağdır bu.
Büyük, gözleme müsait cisimlerin hareketi söz konusu olduğu durumlarda, bu nedensellik ilişkisini doğrudan saptıyoruz.
Yük dolu bir arabanın hareketinin nedeni, atın kas gücüdür; bir trenin hareketinin nedeni, lokomotif kazanının ateşlenmesiyle ısı enerjisinin mekanik enerjiye, buharın germe kuvvetine dönüşmesi ve bu enerjinin lokomotifin dönen tekerleklerinin mekanik enerjisine nakledilmesidir.
Karmaşık görüngülerde, hareketin nedenini kolayca saptamak mümkün olmaz ve önce derinlemesine araştırmaların yapılmasını gerektirir.
İnsan organizmasının çalışma yeteneğinin ve genel olarak yaşamının nedeni, besin maddelerinin alınışıdır. Bunların kimyasal enerjisi, fizyolojik süreçlerin enerjisine, özelde de insan organizmasının kaslarının enerjisine dönüştürülür.
İdealist felsefe bakış açısıyla açıklanamayan toplumsal görüngüler arasındaki nedensellik ilişkisi, Marx ve Engels’in tarihsel materyalizm bakış açısıyla tam ve ayrıntılı bir açıklamaya kavuşmuştur.
Ne doğada, ne de toplumda nedeni olmayan bir görüngü vardır, olması da mümkün değildir. Bu tür görüngülerin varlığını kabul etmek mucizeleri ve dini mistiği benimsemek anlamına gelir.
Bu nedenle Miçurin biyolojisi, idealist Weisman ve Morgan biyolojisine karşı mücadelede şu tezi vurgulamış ve savunmuştur: Bilim, rastlantıların düşmanıdır.
Nedensellik sorununda yanlış, mekanist, metafizik bir konum alanlardan eski materyalizm ve ardılları olmuştur; yani, kaba materyalistler ve mekanistler.
Onlar, tüm nedensellik ilişkilerini mekanik nedenlere, doğa cisimleri veya atomların son, sözüm ona bölünemez temel parçacıkları arasındaki karşılıklı etkileşimine dayandırıyorlardı.
Çevremizin bilgisini edinirken, görüngülerin dışının bilgisinden bunların içyapılarının derinliklerinin bilgisine geçtiğimizde, gerçekte, görüngülerin yasalarını ortaya çıkarma olanağını elde ederiz. Yasalılık gibi yasa da, nesnel evrenin görüngüleri arasındaki zorunlu, nesnel, bilinçten bağımsız ilişkilerini ifadelendirir.
Yasa, bir görüngüdeki esasın açığa çıkarılmasıdır, nesnel yasalılığın suretidir.
Metafiziğin aksine diyalektik materyalizm yasaları, mutlak olarak değişmez şeyler arasındaki kalıcı ve değişmez ilişkiler olarak değil; tersine, şeylerin kendisindeki değişikliklere göre, maddenin kendi gelişim sürecinde gerçekleşen bir aşamadan farklı, daha yüksek bir aşamaya geçişe göre değişen tarihsel bağıntılar olarak görür.
Metafizikçiler tarafından ebedi oldukları ilan edilen bütün doğa yasaları, gerçekte tarihsel yasalardır. Gezegenimiz için geçerli olan fiziksel ve kimyasal yasalar, bir basıncın ya da bir ısının hâkim olduğu gökcisimlerinin yüzeyinde veya içinde, dünyadakinden ciddi farklar gösteren önemli değişikliklere uğramaktadırlar.
Toplumsal yasaların tarihsel karakteri kendini daha da plastik olarak gösterir. Çünkü toplumsal ilişkilerdeki değişiklikler ve toplumun bir toplumsal-ekonomik sistemden başka birine geçişi, doğadaki jeolojik ya da biyolojik değişikliklerle karşılaştırılamayacak kadar hızlı gerçekleşmektedir.
Bu nedenle toplum bilimi tarihsel materyalizm, verili bir toplumsal-ekonomik sistem için geçerli olan yasaların araştırılmasını talep eder ve soyut toplum kavramıyla hareket eden burjuva sosyolojisinin metafiziğini reddeder.
Günümüz burjuva idealist felsefe, değişik “okul” ve “minyatür okulları” şahsında, doğanın ve toplumun nesnel gelişme yasalarının varlığını kesin olarak reddeder.
Diyalektik materyalizm, etkilerini emekçi kitlelerin çıkarı doğrultusunda yönlendirme hedefiyle doğanın ve toplumun yasalarını anlama olanağını yalnızca tanımakla kalmaz pratikte de kanıtlar.
Toplumsal gelişme yasalarının bilgisi, büyük Sovyet ülkesinin ve bütün dünyanın emekçilerini, kapitalizm düzeninin, baskı ve sömürü düzeninin, tarihsel gelişimin tüm seyrinin ışığında yok olmaya mahkûm olduğunun ve bu düzenin yerine sınıfsız, komünist toplum düzeninin geçeceğinin sarsılmaz güveniyle silahlandırır.
Doğanın, toplumun ve düşüncenin gelişiminin temel yasaları, Stalin’in klasik felsefeyi incelediği “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm Üzerine” adlı çalışmasında formüle edilmiştir. Bunlar, doğanın ve toplumun bütün görüngülerinin -hareket, değişim ve gelişim- genel ilişkisi ve karşılıklı koşullanmışlığıdır; yavaş niceliksel gelişmelerden temel, niteliksel değişimlere geçiş ve her gelişimin itici gücü olan karşıtların mücadelesidir.
Bütün dünyanın maddi birliği; kimyasal elementlerin birbirlerine dönüşme yeteneği; ısı, ışık ve elektromanyetik enerjinin sonsuz alışverişi; tüm evreni kucaklayan ve yeryüzüyle gökyüzüne ait tüm cisimleri, yalnızca bizim yıldızlar kümesini -saman yolunu- değil, aynı zamanda da ölçülemez uzaklıktaki yıldız kümelerini birbirlerine bağlayan çekim; inorganik dünyadaki bütün nesne ve olayların karşılıklı ilişkisini ve karşılıklı koşullanmışlığını peşinen içermektedir.
Gezegenimizin inorganik cismi, organik dünyanın üzerinde geliştiği temeli oluşturmaktadır. Yüzeyi, nehirler, denizler, okyanuslar ve atmosferin en alt katmanları sonsuz çeşitlilikteki canlı organizmalara ev sahipliği eder. Organik ile inorganik dünya arasında kopmaz bir bağ vardır. Bir metafizikçi bile, bitkilerin inorganik dünyaya bağımlı olduğu gerçeğini reddedemezler. Çünkü bitkiler, havadan ve topraktan aldığı mineral maddelerle beslenirler ve bunları, güneş ışığının etkisiyle yeşil yapraklarında organik maddelere dönüştürürler. Ancak metafizikçi, organizma ve yaşam koşullarının bitliğini reddeder.
Rus toprak bilimcilerinin, özellikle de Sovyet toprak araştırmasının son derece parlak bir temsilcisi V.R. Vilyams’ın detaylarına kadar ulaştığı toprağın oluşum süreci, organik dünya ile inorganik dünya arasındaki karşılıklı ilişki için çarpıcı bir örnektir. Vilyams, toprağın, canlı ve adlandırılageldiği gibi “canlı olmayan” arasında ilginç, aktif bir karşılıklı etkileşim süreci sergilediğini öğretir. Toprağa ilişkin bu yeni öğreti Miçurin’in agrobiyolojisine temel olmuştur.
Organik ve inorganik dünya arasındaki daha derinlemesine ilişki sorunu gündeme geldiği yerde metafizik ve idealizm, bilimi çıkmaza sokmuştur. Örneğin, jeoloji ve paleontolojinin kanıtladığı gibi günümüzden milyonlarca yıl önce yeryüzünde ortaya çıkan organik dünyanın oluşumu sorununda.
Yaşamın ortaya çıkışı sorusuna yanıt vermek için idealizm, ya mistik “yaşam gücü” kavramına başvurur ya da canlı maddenin ebedi olduğunu ve mikroskobik boyutlardaki küçük tohumlar halinde gezegenimize ulaştığını söyler.
Bilim çoktan, aslında dünyada yaşamın oluşumuna bir yanıt vermekten kaçınmayı ifade eden bu tür hipotezlerin desteksizliğini kanıtlamıştır. Yaşamın ebediliği ya da yaşam taşıyıcısının -albüminin- ebediliği hipotezi, canlı albüminin özellikleriyle kesin olarak çelişmektedir. Canlı albümin, en hareketli organik kimyasal bileşkelerden biridir ve tam da bu özelliği, onun çevreyle sahip olduğu ve kesintisiz özümsemede ifadesini bulan çok çeşitlilikteki ilişkilerini koşullar.
İdealizm ve metafizik materyalizm için çözümsüz kalmış yaşamın oluşumu sorunu, diyalektik materyalizm tarafından çözülmektedir. Engels’in yarattığı temel üzerinde, Akademi üyesi A. İ. Oparin’in teorisinin de aralarında olduğu, yaşamın oluşumuna dair doğabilimsel teoriler geliştirilmiştir.
Oparin’in teorisine göre, inorganik maddelerin karşılıklı ilişkisi ve karşılıklı koşullanması, hep daha karmaşık kimyasal bileşimlerin oluşmasına yol açmaktadır. Karbon, nitrojen, hidrojen ve oksijenden oluşan basit inorganik bileşimlerden, organik bileşimler meydana gelmektedir. Bu, inorganik maddenin gelişiminde niteliksel bir sıçramaydı. Organik maddeler yeni özellikler geliştiriyordu. Bunların en önemlisi, görece az sayıdaki kimyasal elementlerin bileşimlerini çoğaltarak olağanüstü yüksek çeşitlilikte organik bileşimler meydana getirmesiydi. En basit organik maddelerin gelişimi, en karmaşık organik bileşimin, albüminin oluşumuna vardığı zaman, maddenin gelişiminde yeni niteliksel bir sıçrama gerçekleşti. İlk oluşan albüminin niteliksel özelliği, kesintisiz olarak ayrışmakta olan maddesini, gereksindiği maddeleri, etrafındaki ortamdan alarak veya asimile ederek kesintisiz olarak tedarik etme yeteneğinden oluşuyordu. Albümin molekülünün kesintisiz ayrışma ve kesintisiz yeniden yapılanma yeteneği ise, karmaşık Mir görüngüler kompleksinin oluşmasının en önemli koşuluydu. Bu görüngüler toplamı ise yaşam fenomenini oluşturmaktadır. Yaşam, diyor Engels, albüminin varolma biçimidir, çevreyle beslenme ve dışarı atma yoluyla kurulan kesintisiz özümleme, maddenin kendi kendine hareketinin yeni bir biçimidir.
Bütün yaşam süreçleri en basit biçimiyle -beslenme, büyüme, çoğalma, uyarılganlık-, sadece albümin topakçıklarından -protoplazma- oluşan ve biçimlerindeki değişkenliğe karşın şimdiden karmaşık bir bünyeye sahip olan en basit yapıların mikroskobik analizinin bulunmasıyla gözleme açık hale geldi.
Sovyet biyologların elde ettikleri bulgular, özellikle de Sovyet kadın biyolog O. B. Lepeşinskaya’nın hücrelerden oluşmayan canlı bir maddenin varlığını kanıtlaması, yaşam sürecinin ve canlı maddenin gelişim yasalarının anlaşılmasında devasa bir önem taşımaktadır. Burjuva âlimi Virhov’un bir hücrenin yalnızca bir hücreden oluşabileceğine dair dogmatik, metafizik tezinin aksine, hayvansal ve bitkisel hücrelerin, hücreler yolu dışında da ve de hücrelerden oluşmayan canlı maddeden ortaya çıkabilecekleri kanıtlandı. Böylece, hayatın oluşumu sorununun çözümüne doğru; cansız organik maddelerden, yani cansız albüminden, hayvansal albüminin daha yüksek biçimlerine gerçekleşen sıçramanın anlaşılmasına doğru büyük bir adım atılmış oldu.
Canlı organizmaların gelişimini koşullayan ve bitki ve hayvan türlerinin o inanılmaz çeşitliliğini yaratan temel yasa, organizmanın ve onun yaşam koşullarının birliğidir. Buradan çıkan sonuç, organizmaların içinde bulundukları ortama uyum sağlamaları sonucu özümleme süreci sırasında organizmaların kendilerinde, bu uyum sağlamanın neden olduğu, değişimlerin gerçekleşmesidir. Ayrıca buradan, organizmanın tarihsel gelişimi sırasındaki yaşam koşullarına asimilasyonu tarafından belirlenen kalıtıma ilişkin bilimsel görüş çıkmaktadır. Bu özellikler -kalıtım ve onun değişkenliği-, karşılıklı etkileşimi, bu birbirlerine karşıt eğilimlerin mücadelesi; organizmaların gelişiminin, yeni biçimlerin oluşumunun, sürekli daha üst aşamalara geçişlerinin esas nedenidir. Bunlar, daha gelişmiş hayvanların ortaya çıkmasının kaynağıdır.
Darvinciliğin ortaya çıkışından ve Darvinciliğin, Miçurin ve Lissenko tarafından yaratıcı bir biçimde daha da geliştirilmesinden sonra, biyolojide, gizemli “erekçiliğe” ya da idealizmin herhangi başka bir masalına yer kalmamıştır.
Darvincilik, diyalektik materyalizmin doğabilimsel temeli haline geldi.
Ancak bu durum, gerici burjuva ideologların Darvinciliğe karşı şiddetli bir mücadele açmalarına da neden oldu. Darvincilik karşıtlarına karşı mücadeleye, Rus materyalist biyologları, özellikle de üstün bir düşünür olan K. A. Timiryasev büyük hizmet vermişlerdir.
Darvincilik karşıtlığının özel bir biçimi, aldatıcı “Yeni Darvincilik” bayrağı altında sahneye çıkan Weisman-Mendel-Morgan’ın idealist okuludur.
Darvinciliğin başarılarını reddetme durumunda olmayan bu okul, sözde ölümsüz ve asla yeniden oluşmayan, sözüm ona söz konusu organizmanın içinde bulunduğu maddi ortamın etkisinden bağımsız olan “kalıtım kütlesi”ne ilişkin baştan aşağı idealist, mistik öğretisini ortaya atarak Darvinciliği tahrif etti.
Bu idealist ve mistik öğreti, asıl olarak doğadaki gelişimi reddediyor ve mistik “kalıtım Kütlesi””ndeki değişiklikleri rastlantılara bağladığı gibi anlaşılmaya müsait olmadığını da öne sürüyordu.
Bu bilim dışı, verimsiz ve pratik için zararlı aldatmaca öğreti, diyalektik materyalizmin doğru bakış açısına sahip Sovyet biyologları tarafından çürütüldü. Bunların başında, üstün Rus biyologu, doğa yenilikçisi ve dönüştürücüsü İ. V. Miçurin’in öğrencisi T. D. Lissenko bulunuyordu.
Biyolojide Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve bizzat Stalin önderliğinde kazanılan Miçurin çizgisinin, Weisman-Morgancılığın idealist metafiziği karşısındaki zaferi, diyalektik materyalizmin zaferidir.
Maddi dünyanın gelişimindeki yeni bir niteliksel sıçrama, hayvanlar âleminin geliştire-geldiği daha gelişkin insansı maymunlardan, ilk kez iş aletleri kullanan ve yapan insanın ortaya çıkışıyla gerçekleşti.
İnsanın ve insan toplumunun ortaya çıkışıyla birlikte, maddi malların üretimi, onun varlığının maddi temeli haline gelmiştir. İnsan toplumunun gelişiminin açıklanmasına temel olan yeni bir yasa oluşmaktadır.
Toplumsal gelişmenin yasaları, Marx ve Engels’in toplum öğretisi olan, Lenin ve Stalin tarafından geliştirilen ve zenginleştirilen tarihsel materyalizmde saptanır.
***
Doğa bilimi 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında, eski mekanik doğa anlayışını çürüten ve doğabilimsel dünya görüşünde bir devrimin yolunu döşeyen bir dizi yeni bulguların sebep olduğu sıradışı bir fırtınalı gelişme dönemine girer.
Dünyanın bilimsel anlaşılmasında kaydedilen ilerleme, atomun bölünemezliğine, kütlenin değişmezliğine vb. ilişkin eskimiş kavramların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kıldı. Başka bir deyişle, bu ilerleme, materyalizmin eski biçiminin terk edilmesini ve mekanik materyalizm yerine diyalektik materyalizmin geçmesini talep ediyordu. Engels, materyalizmin, her çağ açıcı bulguyla birlikte kaçınılmaz olarak biçim değiştirmek zorunda olduğunu öğretti.
Bu biçim değişikliği, doğabiliminin doğa gelişimcisi materyalistlerini, kimyasal elementlerin değişmezliği, atomun bölünemezliği ve parçalanamazlığı ve kütlenin devamlılığına ilişkin eski mekanik görüşlere sırtlarını dönmesini sağlaması gerekiyordu.
Ancak, bu insanların bilimsel çalışmalarını sürdürdükleri sosyo-politik ortamın tamamı, “onları, Marx ve Engels’ten uzaklaştırıp yavan, resmi felsefenin kucağına atmaktadır: “(3)
Doğa bilimcilerinin, mekanik ve metafizik materyalizmden diyalektik materyalizme giden yolu bulmada gösterdikleri yeteneksizlik, aynı zamanda onların idealist yalpalamalarının da kaynağıdır.
Doğa bilimcilerinin bir kısmı, fiziğin eski temel ilkelerinin çürütülmesinin, sözüm ona bu ilkelerin öznel karakterini tanıtladığı argümanını öne sürdüler. Fizik kavramlarının, doğadan çıkarılmadığı, bilinçten bağımsız olarak var olan maddi şeylerin ve onların nesnel ilişkilerinin birer sureti olmadıkları sonucuna vardılar.
Bütün bu argümanları incelerken Lenin, felsefi açıdan “modern fiziğin krizinin özünün”, bilincimizin dışında var olan nesnel gerçekliğin reddinde, “yani idealizm ve bilinmezciliğin, materyalizmin yerini almasında yattığı” sonucuna vardı. ‘Madde kayboldu’: Bu krizin yarattığı temel ve..tipik güçlük işte böyle ifade edilebilir.”(4)
Lenin, bu krizin sınıfsal kökeninin ayrıntılı bir açıklamasını veriyordu ve aynı zamanda teorik fizikteki krizin çözümünün anahtarı olan felsefi madde kavramının dahiyane tanımını yapıyordu. Bu tanım, felsefi madde kavramını ortadan kaldırarak materyalizmin “hakkından gelmek” ve doğa bilimlerini idealizme çekmek niyetinde olan “fizikçi idealistleri” bir hamlede teşhir etmeyi olanaklı kıldı.
Lenin, madde kavramının “eskimiş” olduğunu söyleyen Machçıların iddialarını, çocuksu bir geveleme olarak tanımlamıştır, Lenin, iki bin yıldır felsefede materyalizm ve idealizm arasındaki mücadele nasıl eskimediyse bu kavramın da eskiyemeyeceğini söylemiştir.
Fizikçilerin maddenin yapısı hakkındaki düşünceleri konusunda durum farklıdır. Düşünceleri, bilimin ileriye attığı her gün, her adımla birlikte değişmektedir.
Fizikçiler, “Madde kayboluyor” diyorsa, bu, Lenin’in de dediği gibi ”maddenin, bu sınırının kaybolması ve bilgimizin daha derinlere nüfuz etmesi demektir; maddenin (içine nüfuz edilememe, süredurum, kütle gibi) bize daha önce mutlak değişmez, en ilk gibi görünen özellikleri kayboluyor ve şimdi artık bu özellikler göreli, maddenin ancak belli durumlarına özgü bir şey olarak kabul ediliyor demektir. Çünkü maddenin biricik ‘özelliği’, ki felsefi materyalizm onun tanınmasına bağlıdır, nesnel bir gerçeklik olması, zihnimizin dışında var olması özelliğidir.”(5)
Diyalektik materyalizm, bilimin konusunun sonsuz olduğunu, doğanın tükenmez olduğunu, büyükte de küçükte de, bütün parçalarında doğanın başlangıçsız ve sonsuz olduğunu öğretir.
Ancak ve ancak diyalektik materyalizm bakış açısından hareketle, fizikçileri, diyalektiğin maddenin sonsuz bir hareket, değişim ve gelişim sürecinde bulunduğu tezine doğrudan yaklaştıran yeni bulguları doğru anlamak ve açıklamak mümkündür.
“Yeni fizik”, diyor Lenin, “asıl olarak, fizikçiler diyalektiği bilmedikleri için idealizme sapmıştır.”(6)
Marx ve Engels’in bakış açısıyla, diyor Lenin, yalnızca tek bir şey değişmezdir: Maddenin gelişimi canlı yaratıkların ve insanın oluşumuna yol açtığında, dış dünyanın nesnel varlığı ve gelişimi ve onun insan bilincindeki yansıması. “Şeylerin ‘özü’ ya da ‘töz’ de göreli şeylerdir”, diye açıklar Lenin diyalektik materyalizm öğretisini, “ve bunlar, ancak insanın nesneler hakkındaki bilgisinin derinliğinin ölçüsünü ifade ederler; ve dün, bu bilginin derinliği atomun ötesine gidemezken ve bugün de elektron ve eterin ötesine gidemezken, diyalektik materyalizm, insanın gelişen bilimi ile kazandığı doğa bilgisi içerisindeki bütün bu kilometre taşlarının geçici, göreli, yaklaşık niteliği üzerinde direnmektedir. Elektron, atom kadar bitmez tükenmezdir, doğa sonsuzdur, ama sonsuz olarak vardır ve işte zihnin ve insan algısının dışında doğanın varlığının bu tek kategorik, bu tek koşulsuz tanınmasıdır ki, diyalektik materyalizmi göreci bilinemezcilikten ve idealizmden ayırt eder.”(7)
Lenin’in diyalektik ve metafizik materyalizmi, bu son derece derin ve açık biçimde karşı karşıya koyusu, yeni fiziğin temsilcilerinin materyalizm ile idealizm arasında yalpalamalarının kaynağına güçlü bir ışık tutmaktadır.
Fizikteki yeni bulgular, Lenin’in diyalektik materyalizmin doğa bilimlerindeki kaçınılmaz zaferine ilişkin dâhiyane öngörüsünün parlak bir doğrulanmasıdır.
Yeni fizik, atomların, negatif yüklü elektronun, gezegenlerin güneş etrafındaki hareketine benzer bir şeklide pozitif bir çekirdek etrafında hareket ettiği, elementer elektrik yüklerinden ve nötr parçacıklardan oluşan karmaşık bir sistem olduğunu saptamıştır.
Modem fizik ayrıca, proton ve nötronlardan oluşan atom çekirdeklerinin ve onların etrafında dönen elektronların, maddenin kesinlikle değişmez parçacıklar olmadıklarını, tersine bu parçacıkların, birbirlerine dönüşme yeteneğine sahip olduklarını kanıtlamıştır. Yeni fizik, atomları ve parçacıkları, kendi değişkenlikleri ve gelişimleri açısından, ortaya çıkışlarına ve birbirlerine dönüşme yetenekleri açısından araştırmaya başlamıştır.
Bütün bu yeni bulguların en önemlilerinden biri, kütle ve enerjinin eşdeğerliliğinin saptanmasıydı. Yani, madde ve enerji arasındaki kopmaz bağın saptanmasıydı. Bu diyalektik materyalizmin yeni bir doğrulanmasıydı; hem dünyanın maddi birliği açısından hem de maddi hareket biçimlerinin sonsuz çeşitliliği açısından.
Modern tekniğin atom çekirdeklerini bölerek kaydettiği gelişme, atom çekirdeklerinde saklı bulunan ve yanmanın kimyasal reaksiyonuyla elde ettiğimiz enerjinin milyon katına ulaşan devasa enerji kaynaklarından yararlanma olanağını sağlıyor.
Bugün fiili olarak bu enerjiye sahip olmamız, atomun iç dünyasının bilgisine ulaşılmasının mümkün olmadığını öne süren tüm Machçı uydurmaların pratik çürütülmesidir.
Tüm ilerici, emekçi insanlığın bugünkü görevi, bu enerjiyi yıkım amaçlı kullanma olanağını yağmacı Amerikan emperyalizminin elinden almak ve atom enerjisinin barışçı amaçlar, bütün emekçilerin refah düzeyinin yükseltilmesi doğrultusunda kullanmaya yöneltmektir.
Günümüz teorik fizikte, materyalizm ile idealizm arasında, tıpkı kırk yıl önce, Lenin’in “fizikçi idealizmin” bilimsel dayanıksızlığını teşhir ettiği sırada olduğu gibi uzlaşmaz bir mücadele sürmektedir.
Yeni bulguların açıklanmasında karşılaşılan her güçlüğü, teorik düşüncenin aşılmaz bir engeli haline getirmeye çalışan o dönemdeki Machçılık gibi, bugün de Machçılar tipindeki fizikçiler atomun iç dünyası alanındaki yeni bulguları, hem de bu bulguların gerçekliğinin mantığına rağmen, mikro-kozmosu anlaşılmaz olarak göstermenin bir gerekçesi yapmaya çalışmaktadırlar.
Machçılık, zamanında, atomların gerçekliği sorununda tam bir fiyasko yaşamıştı.
Modern Machçılık, bu nedenle kendilerini uyarlamak ve bilimin atomun dışının deneysel araştırılmasından atomun içinin, atom çekirdeğinin araştırılmasına geçişiyle birlikte karşı karşıya geldiği yeni sorunlara sarılmak zorunda kalmaktadır. Örneğin, atom çekirdeğinin çapının, dolaysız gözlemleyemediğimiz atomun -santimetrenin yüz milyonda biri olarak ifade edilmekte olan- çapının on binde birine denk düşmesi gibi.
Bertran veya Russel gibi en kemikleşmiş Machçı obskürantlar, elektron ve protonun “fiziksel dünyanın bir maddesi olmadıklarını, yalnızca ‘duyumlardan’ birleştirilmiş ‘karmaşık mantıksal konstrüksiyonlar'” olduklarını öne sürmektedirler.
Fizik deneyine dayanmak durumunda olan başka Machçılar, fiziğe gizliden idealizm taşımak için daha kurnazca yöntemlere başvurmaktadırlar. Maddenin özelliklerine ve mikro-kozmosun yasalarına dair eski fizik tasavvurlarını gözden geçirmek gerektiği bahanesiyle, Eddington, Heisenberg, Jordan, Bohr, Dirac gibi modern Machçılar, en basit süreçlerde etkili olmadığı gerekçesiyle nedensellik ilkesini bir kenara atmayı öneriyorlar.
Nedensellik yasasının terki ve onun yerine istatistiki yasalarının (Heisenberg’in elektronun “irade özgürlüğü” teziyle ilişkili olarak) konması, yalnızca bu insanların düşüncelerinin metafizik sınırlılığına ve Machçıların, mikro-kozmosun görüngülerine uygulanırken nedensellik yasasının aldığı biçim değişikliğinin, gerçek süreçler arasında bu ilişki türünün kaybolduğu anlamına gelmediğini anlamaya niyetli olmadıklarına işaret eder. İstatistiki yasalar, dinamik (nedensel) yasalardan kesinkes ayrılmamıştır ve bilimin görevi tam da, bu iki somut yasa biçiminin özelliklerini ortaya çıkarmaktır ki bunlardan ilki ağırlıkla mikro-kozmosun görüngüleri için karakteristiktir, ikincisi ise ağırlıkla makro-kozmosun süreçleri için karakteristiktir.
Dinamik ve istatistik yasaların gerçekliğini ve ilişkisini reddetmek, makro-kozmos ile mikro-kozmosun gerçekliğini ve ilişkisini reddetmek demektir ki bu da açıkça bir saçmalık olur.
Parlak Rus Fizikçisi P. N. Lebedeyev, deneysel olarak saptadığı ışık basıncı görüngüsü, fizikçileri, ışık dalgaları akımının kütleye sahip olduğu sonucuna vardırmıştır. O günden beri, ışık ile maddenin karşı karşıya konulmasına bir son verilmiş bulunuyor. Fizikçi için ışık, hareket eden maddenin biçimlerinden biridir. Rölativite kuramına dayanan enerjinin ve kütlenin eşdeğerliliği ilkesi, Machçıların enerjiyle maddeyi karşı karşıya koymalarının tüm dayanıksızlığını açığa çıkarmıştır.
Bütün bunlar, diyalektik materyalizmin, maddi hareket biçimlerinin tükenmez olduğu ve belirli koşullar altında birinin ötekine dönüşebileceği tezinin doğrulunun yeni bir ispatıdır.
Modern fizikte egemen olan rölativite kuramı, diyalektik materyalizmin, hareket halindeki maddeye ve uzay ile zamanın onun varlığının nesnel biçimi olduğuna dair öğretisinin parlak bir doğrulanmasıydı.
Rölativite kuramı, uzay ve zamanı maddeden bağımsız gerçeklikler olarak gören eski metafizik tasavvurlara karşıt olarak, uzay ve zaman özelliklerinin maddenin durumuna, hareketine ve dağılımına bağlı olduğunu saptamıştır.
Kuantum kuramı, maddenin yapısındaki kesintisizlik ve kesikliliğin diyalektik birliği tezini doğrular.
Geçmişte fizikçiler, doğa gelişimcisi materyalistler idi, günümüz fiziği ise onları, giderek daha etkili bir biçimde materyalist diyalektiğe yaklaşmaya zorluyor.
Kapitalist ülkelerde, burjuva önyargılarla mücadele edebilecek durumda olan yalnızca tek tük bilim adamları bulunmaktadır. Onların en ön safında büyük barış savaşçısı F. Joliot-Curie yer almaktadır ve P. Langevin de aralarında bulunuyordu.
Sovyet ülkesinde, kapitalizmin zincirlerinden kurtulmuş ve diyalektik materyalizm düşüncelerinin ışığında fizik, her alanda başarıdan başarıya koşuyor.
İvanenko, Gaporn, Petrşak vb. Sovyet bilim adamlarının, atom fiziği ve kozmik ışınların yapısı ve özellikleri alanındaki buluşları, mikro-kozmosun yasalarının anlaşılmasında son derece önemli katkılardır.
Muzaffer sosyalizmin ülkesinde bilimin ve kültürün gelişmesi karşısında, burjuva kültürün sürekli ilerleyen çürümesi, Sovyet ideolojisinin burjuva ideolojisine üstünlüğünün anlamlı bir ifadesidir.
Burjuva ideologları, idealist filozoflar ve sözde bilimsel doğa araştırmacıları, istedikleri kadar tantana koparsınlar, Sovyet ülkesinde bilimin gelişmesinin, milyonlar oluşturan emekçi kitlelerin sempatisine ve fiili katılımına dayandığı, Sovyetler Birliği’nde doğanın dönüştürülmesine ilişkin kusursuz planların hayata geçtiği gerçeğini yeryüzünden silemezler.
Stalin’in “Marksizm ve Dilbiliminin Sorunları”(8) incelemesinde verdiği Marksizm’in özet tanımında Marksist-Leninist teorinin tarihsel önemi, yeni bir derinlik ve güçle ifade bulmuştur.
Marksizm, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin, yok olmaya mahkûm kapitalist dünyanın dağılan ideolojisine karşı, kapitalizmin insan bilincindeki kalıntılarına karşı ve büyük, güçlü sosyalist vatanının gelişmesi için, demokrasinin, sosyalizmin zaferi, komünizmin zaferi için mücadelesindeki çürütülemez silahıdır.
Dipnotlar:
(1) A.A. Jdanov. “Kritische Bemerkungen zu dem Buch G.F. Alexandrows ‘Geschichte der westeuropaischen Philosophie’” (G.F.Aleksandrov’un ‘Batı Avrupa Felsefesi Tarihi’ Kitabına İlişkin Eleştirel Notlar”), Dietz Verlag, Berlin 1950, sf. 33
(2) V. İ. Lenin, “Materyalizm ve Ampriokritisizm”, Dietz Verlag, Berlin 1949, sf. 144
(3) V. İ. Lenin, “Materialismus und Empiriokritizismus” (Materyalizrn ve Ampiryokritisizm), Dietz verlag, Berlin 1949, sf. 254.
(4) V. İ. Lenin, “Materialismus und Empiriokritizismus” (Materyalizrn ve Ampiryokritisizm), Dietz verlag, Berlin 1949, sf. 248.
(5) V. İ. Lenin, “Materialismus und Empiriokritizismus” (Materyalizrn ve Ampiryokritisizm), Dietz verlag, Berlin 1949, sf. 250/251.
(6) V. İ. Lenin, “Materialismus und Empiriokritizismus” (Materyalizrn ve Ampiryokritisizm), Dietz verlag, Berlin 1949, sf. 252.
(7) V. İ. Lenin, “Materialismus und Empiriokritizismus” (Materyalizrn ve Ampiryokritisizm), Dietz verlag, Berlin 1949, sf. 252/253
(8) İ.V. Stalin. “Marksizm ve Dil”, Evrensel Basım Yayın, 1992