1 Mayıs’a giderken işçi hareketi ve sendikal hareketin durumu

Birbirini takip eden yerel, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin beraberinde getirdiği iktidar kavgaları ve bununla ilintili Hükümet’in gırtlağına kadar bulaştığı yolsuzluk ve rüşvet tartışmalarının şekillendirdiği bir siyasi iklimde 1 Mayıs’a gidiliyor.
Birçok bölgede örgütlenmek için adım atan ya da mücadele içinde olan işçilere mikrofon uzatıp, “Türkiye’nin gidişatını nasıl görüyorsunuz?” dediğinizde aldığınız en net cevap: “Türkiye’nin hali hal değil” oluyor.
Ülke tarihinin en büyük sosyal patlaması, Haziran Gezi Direnişi’nin yıldönümü olacak. Son yıllarda birikmiş olan öfkenin açığa çıkardığı Haziran Halk Direnişi egemen güçler tarafından bir iktidar bloku olarak örgütlenen AKP Hükümeti cenahında bir “kılıç yarası” etkisinde bulundu.
Takip eden aylarda iktidar bloku içindeki çatlaklar daha fazla gün yüzüne çıkarken, ortak çıkar temelinde ve egemen sınıfların izniyle şekillenen cemaat-AKP işbirliği 17 Aralık’la tamamen berhava oldu. Yıllardır emek ve demokrasi güçleri tarafından dile getirilen AKP Hükümeti’nin hırsızlık, yoksulluk ve talan hükümeti olduğu gerçeği görmezden gelinemez hale geldi.
Başbakan, bakanlar ve ailelerinin ortalığa saçılan rüşvet ve yolsuzluk görüntüleri zulüm üzerine kurulmuş/kurdurulmuş bir hükümet ve cemaat yapılanması ile yüz yüze oldukları gerçeğini işçi ve emekçilerin gözünde daha görünür kılmıştır.
“Türkiye’nin hali hal değil” değil derken, işçi ve emekçilerin düşüncesinde bu son aylarda yaşanan olaylar etkili olmaktadır. Ekonomik, sosyal hak gasplarının artarak devam ettiği, antidemokratik uygulamaların hız kazandığı bir dönemde işçi ve emekçilerin bilincinde yaşanan bu uyanış/değişim son derece önemlidir. İşçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçiler ve ezilenler uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’a bu gelişmelerin ışığında hazırlanmaktadır.

İŞÇİ HAREKETİ, SENDİKAL HAREKET

AKP önceli koalisyon hükümetlerinin teşhir olmasının da avantajıyla ezilen ve sömürülen yığınların karşısına “3 Y’ye”; “yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara karşı” olma, “sosyal adalet”, “hakça paylaşım”, “onurlu bir dış politika” söylemiyle çıktı.
Bu süslü sözler ile aldığı kitle desteğinin de bir biçimde yeniden dizayn edilmesi gerekliydi; öyle ya hiçbir şey sürgit devam etmezdi. En başta silahlara kumanda edenler olmak üzere hükümetleri devirmeye gücü yetecek olan “kesimler”in enterne edilmesi gerekti. Bu konuya ilişkin dergimizin önceki sayılarında pek çok yazı kaleme alındı, bu nedenle bu durumu not etmekle yetinerek, özellikle konumuz açısından bu çerçevede işçi hareketi ve sendikal harekete ilişkin hükümetin müdahaleleri üzerinde duracağız. Hükümet dini referansları da kullanarak destek aldığı emekçi kitlelerin kendisine karşı gelmesini önlemek amacıyla çeşitli kitle örgütlerini ve sendikaları arka bahçesi yapmak üzere neler yaptı kısaca bakalım.
Sendikaları etkisiz duruma sokmak için, kongrelerine, grevlerine kadar müdahalelerde bulundu, AKP. Son bir yılda Hava İş ile Tek Gıda İş grevleri örneğinde yaşandığı gibi doğrudan müdahale ederek işçi sınıfının en etkili silahlarının başında gelen grevi fiilen işlemez kıldı. “Müdahil” olarak, az çok mücadele eden bu sendikaların yönetimlerini ya değiştirdi ya da iş yapamaz/karar alamaz hale getirdi. Direkt müdahale edemediklerini de sopa göstererek iş yapmasını engellemeye çalıştı. Türkiye Haber-İş Kongresi’ne neden olan yolsuzluk ilişkilerinde de hükümetle işbirliği yapan sendika bürokratları kendilerine karşı olanları tasfiyeye girişti.
Hükümet’in müdahale etmesine gerek olmayan Hak-İş ise, işçi hareketi içinde uğursuz rolünü son 1 yıldır daha fazla oynamaya başlamış görünüyor. Mücadeleci sendikalarda örgütlenmek isteyen işçilerin karşısına patronlarla işbirliği halinde Hak-İş’e bağlı sendikalar çıkarılmaktadır.
İşçiler sendika üyesi oluyor, ancak örgütlü olmalarına izin verilmiyor. AKP’nin tarzı olan kitleleri pasifleştirme durumu, kuşkusuz ki, işçi hareketinin ve sendikal hareketin gelişimini baltalamaktadır. Örneğin yıllardır binlerce Çaykur işçisi sendika bürokrasisi ve hükümetin bu uğursuz rolleri nedeniyle sendikal ve ekonomik olarak bir ilerleme gösteremiyor. İşçilerin birbiriyle didişen sendika(cı)lardan gına getirmesine bir de hükümetin sürgün baskısı eklenince, işçinin “direnci” iyice düşürülmektedir. Yine benzer biçimde Kayseri’de, Tekirdağ’da, Mersin’de ve diğer sanayi kentlerinde bu türden örgütlenmelere karşı Hak- İş devreye girerek, mücadeleyi geriletmektedir.
İşçi haklarının ilerletilmesi kaygısı olmayan bürokratik sendikal anlayışlar sendikal rekabeti sınırsızca kışkırtarak sermaye ve hükümetin değirmenine su taşıyorlar. Türk-İş’e bağlı sendikalar Hak-İş’in ya da DİSK’in üyelerine saldırmaktan geri durmamakta, ya da tersi. İskenderun’da Hak-İş’e bağlı Çelik-İş örgütlülüğüne karşı Türk-İş’e bağlı Türk Metal’in yaptıkları, Amasya’da bir işyerinde örgütlenmeye çalışan DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’in karşısına yine Türk Metal’in çıkması türünden örnekler hiç de az değil son yıllarda.
İşçi hareketi sadece bu tarz gelişmelerle çevrelenmiş değil. 2008 Krizi’nden bugüne işçilerin haklarında reel olarak bir geri gidiş olmuştur. Alım gücü düştü. Asgari ücrete yapılan zamlar çok geçmeden eridi. Ek iş yapan işçi emekçi sayısında çok ciddi artış yaşanıyor. Çocuk işçiliği artmış durumda. Mesailerin artması iş cinayetlerini de artırmış gözükmekte vb.. Sermaye ve hükümetin ekonomi politikaları ve diğer siyasi gelişmeler sınıfı kuşatmış durumda.
Taşeron uygulamalarının artması bir anlamda işçileri kölelik koşulları altında çalışmaya iterken; özel istihdam büroları ile kiralık işçi çalıştırılması fiili olarak başlatılarak sömürü çarkı ağırlaştırılmaktadır. Çıkarılan sendikalar yasası ile sermayenin, patronların bir dediği iki edilmemiştir. İşkolları sayısı düşürülerek, sendikaların üye sayıları SGK verilerine göre tayin edilerek, gerçek anlamda çifte baraj uygulanmış olan bir çok sendika TİS hakkından mahrum kalmıştır. Sendikal örgütlülük için gerekli olan % 10 barajı düşürülmüş, ancak söylendiği gibi, işkollarının ve işçi sayılarının artması nedeniyle birçok sendika baraj altında kalmış, işçiler aylarca sözleşmesiz bekletilmiş, geriye dönük hak kayıpları karşılanmamıştır.
Sendikalar ve işçilerin tepkisi emekçilerin kazanımı olan kıdem tazminatının yok edilme girişimini şimdilik ertelettirilmiştir. Ancak seçimler sonrası bu saldırı yeniden gündeme gelecektir. Zira, hükümetin programında yer almaktadır. Her şeyden önce sermayeye söz verilmiştir ve karşısında bir araya toplanan güç bu saldırının püskürtülmesi için yeterli olmaktan henüz çok uzaktır.
Kamu emekçileri de saldırılardan nasibini almaktadır. Aldıkları maaş zammı denizde damla olmayacak düzeyde kalmıştır. Hükümetle “TİS” pazarlığına yetkili Memur Sen Konfederasyonu hükümet tarafından önüne ne gelirse onu imzalayan kapıkulu sendikacılığı yapmaktadır. Memur Sen’in hükümet ile “parelel” çalıştığından kuşku duyulmamalıdır. Mücadele eden kamu emekçilerine disiplin soruşturmaları, sürgünler, tutuklamalar sürmektedir. Grev hakkı isteyen, hak arayışında bulunup fiilen grev ve direniş yapan kamu emekçilerine alanlardaki saldırılardan bahsetmeye bile gerek yok. Rutine bindirilmiş bu saldırılar sonucu binlerce kamu emekçisi yaralanmış, sakat kalanlar olmuştur.
İşçi ve emekçi çocuklarının küçük yaşlarda çalışma hayatına itilmelerini, kız çocuklarının çalışamaz olmaları ve evde kalmalarına kapı aralayacak olan 4+4+4 kademeli eğitim değişiklikleri de emekçilerin öfkesine neden olmuştur. Buna karşı gelenler soruşturmalarla karşılaşmıştır. Meslek okullarına yaygınlaştırılan bu uygulama sermayenin kalifiye işgücü talebini karşılarken, emekçi çocuklarına üniversite kapıları fiilen kapatılmaktadır.

MÜCADELE DÜZEYİ
İşçi ve emekçilerin bu saldırılar karşısında tümüyle sesesiz kaldığı ve sustuğu söylenemez. Kimi lokal düzeyde de kalsa, mücadeleye atılan işçi bölüklerinin önemli bir bölümü genç işçi kuşağıdır. Bu sevindirici ve umut vericidir. Deneyimsizlik ve yenilgi ile sonuçlanan bazı mücadeleler olsa da, işçi sınıfı içerisinde tüm baskılara karşı mücadele mayalanmaktadır. Her yerde belki de birçok işletmede mücadeleye şu ya da bu biçimde girmemiş işçi kalmamıştır. Kimi bireysel tepkilerdir, kimi kendiliğinden iş durdurmalardır, kimi yerde sendikalaşmayı seçerek ya da işgal eylemleri yaparak.. Ama mücadele iki adım ileri bir adım geri olsa da sürmektedir.
Gelişmelere karşı ileri işçi kuşağının başını çektiği ve sınıf partisinin desteği ile son 3-4 yıldır yapılan işçi kurultayları, konferanslar vb. etkinlikler ile sendikaların mücadeleci temelde yeniden inşası tartışılmaktadır. Mücadeleci sendikacıların da bu fikir etrafında kolayca birleşebildiği görülmüştür. Bu da işçi ve emekçiler içinde mücadele potansiyelini açığa çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda yeni ve yerellerden başlayacak emekçi birliklerinin oluşması için zemin hazırlamıştır.
Bu mücadele ve örgütlenme isteği desteklenirken, hiç kuşkusuz mücadele etme arzusunda olan sendikacılara da yeni görevler yüklemektedir. Var olan sendikaların da mücadeleci bir temelde yenilenmeleri için bu potansiyel değerlendirilmeli ve işçilerin sendika yönetimlerine gelmeleri teşvik edilmeli, bürokratik anlayış tasfiye edilmeye çalışılmalıdır. İşçi gibi yaşamayan, aldığı maaş milletvekili maaşından bile yüksek olan, bir eli balda bir eli yağda bir patron gibi saltanat süren bu bürokratik ağa takımı sendikalardan defedilmelidir.
Bunlar, elbette işçi sınıfı ve emekçilerin sermaye ve hükümetinin yolsuzluk, hırsızlık vb. türden uygulamalarına karşı da bir mücadeleye genişletilerek, işçilerin iktidar mücadelesine ilerlemelerini sağlayacak bir perspektifle ele alınmalıdır. Yoksa ülkenin kapısına dayandığı şimdiden hissedilen ve belirtileri toplu işten çıkarmalar, ücretsiz izin uygulamaları, maaş ve mesai alacaklarının gasp edilmesi olarak kendini gösteren olası bir kriz anında; patronların “hepimiz aynı gemideyiz batmayalım” teraneleri artacaktır. Şimdiden “krizin yükünü emekçiler değil, tüm kötülüklerin anası olan sermaye ve hükümeti ödemelidir” şiarından başlayarak, işçi sınıfının mücadelesinin kapitalizme karşı bir mücadeleye genişlemesi için çalışılmalıdır.

DEMOKRASİ MÜCADELESİ VE İŞÇİ SINIFI
İşçi sınıfı ve emekçilerin ileri kesimlerinin ekonomik sosyal hakları için giriştikleri sendikal mücadele, siyasal alana genişlemelidir. Ülkemiz koşulları dikkate alındığında, ön cephesi siyasal demokrasi hak ve özgürlükler için mücadele etmeyen işçi sınıfı ekonomik, sosyal haklarda kazanımlar elde etse bile bunların kalıcı olması zor görünmektedir. Hiç kuşku yok ki, iktisadi mücadele içinde işçiler deneyim biriktirdikçe sistemi daha iyi tanımaya başlar, fakat bu durum işçiyi sınıf bilinçli bir işçi yapmaya yetmez. Bunun için mücadelenin (politik alana) sınıflar mücadelesi alanına kadar genişlemesi gerekir.
Ülkemiz özelinde söylersek, yolsuzluk, hırsızlık ve katliamlar, polis şiddeti, Kürtlere, Alevilere ve diğer ezilen toplumsal kesimlere uygulanan siyasi baskı ve ayrımcı tutumlara karşı elbette sınıfın partisi ve ileri işçi kuşağı beklemeyecek, “önce ekonomi” vb. diyerek tartışmaları iktisadi alana hapsetmeyecek; aksine siyasal talepler uğruna mücadelede işçi sınıfının eğitilmesi/politik olarak örgütlenmesi için elinden geleni yapacaktır.
Örneğin sendikaların demokratik bir işleyişe sahip olmamasının, sendika içi demokrasi yoksunluğunun vb. ülkede maruz kalınan siyasal baskılardan bağımsız olmadığı işçilere iyi anlatılmalıdır.
Kürt işçi ve emekçileriyle Kürt demokratik hareketinin maruz kaldığı baskıyı bir sınıf olarak göğüsleyemezse; işçi sınıfının kendi mücadelesinde kalıcı bir kazanım elde etmesi kolay olmayacak ya da geçici olacaktır. Ülkemiz yakın tarihi bunun binlerce örneği ile doludur. Tam hak eşitliğini esas alan demokratik içerikli Kürtlerin Türklerin sahip olduğu haklarda sahip olması talebiyle birleşmeden Türk, Kürt her milliyetten Türkiye işçi sınıfının ortak düşman olan ve kendi burjuva sınıf çıkarlarını gözeten sermayeye karşı birleşmesi kolay olmayacaktır.
Kürt ve Türk demokrasi güçlerinin Newroz’daki coşkusu 1 Mayıs alanlarına taşınacaksa, taleplerde böylesi ileri tutumlar takınmak belirleyici olacaktır.
En son yaşanan Gezi Direnişi dönemi kafasına isabet eden gaz fişeği sonucu hayatını kaybeden Berkin Elvan için ve yaşanması muhtemel benzerleri için de gerekeni yapmalıdır işçi sınıfı ve emekçiler. İnsan hakları ve demokrasi isteyerek hakları için ön saflarda mücadele edenlerle birleşebilen bir işçi sınıfı kuşkusuz ki demokrasi mücadelesinin de önderliğini ele alacak ve tüm sömürü ilişkilerinin tasfiye edilmesinden ibaret olan tarihsel rolünü oynayacaktır. 1 Mayıs sürecinde yürütülecek çalışmalar bu bakımlardan son derece önemlidir.

DIŞ POLİTİKA, İŞBİRLİKÇİLER VE İŞÇİ SINIFI
İşçilerin ve emekçilerin politikaya müdahalesinin temel kriterlerinden biri de dış politikaya müdahale ve ülkemiz işbirlikçi egemenlerinin emperyalist ülkelerle girdiği ilişkinin zayıflatılması ya da dağıtılması mücadelesidir.
Ortadoğu’daki gelişmelere “sıfır sorun” demagojisi ile yaklaşan hükümetin bu amaçla ABD’nin politikalarına en ileriden bağlandığı sır değil. Bölgedeki bu yönelişi onu sıfır komşu noktasına getirmiştir. Bölgede cirit atan şeriatçı terörist oluşumlar özellikle Suriye konusunda hükümetin “nitelikli yalnızlığı”nın da nişanesi olmuşlardır.
Suriye’de “kardeşi” Beşar ile şimdilerde küskün olan Başbakan ve Hükümet yetkilileri bu gidişle yeniden Esad’lı bir Suriye’yi kabullenmeye doğru ilerlemektedir.
İşçi ve emekçilere yönelik demagoji yaparken “ulusal çıkarlar” ve “vatana ihanet”i diline dolayan ve milliyetçi söylemlerle yalana sarılan hükümetin; bölgede emperyalist büyük devletlerin ve ülke içindeki işbirlikçilerinin çıkarına çalıştığı iyi anlatılmalıdır. Bölgede egemen sınıflara hizmet eden siyaset erbabı, demokrasi, barış, “çözüm süreci” vb. söylemlere sarılarak, politikada başarı kazanmaya çalışıyor. Ancak ülke içindeki baskı ve şiddeti artırmakta ve cepleriyle banka hesaplarının şişirilmesinin ötesinde hiçbir sorunu çözmemektedirler. Örneğin HDP’ye yönelen organize saldırılarda ağızlarını açmamışlardır, ama ikiyüzlüce demokrasi laflarını etmeye de devam etmektedirler. Tek sorunları “paralel yapı”dır onlar için. Ama kendileri bölgede ve ülkede ABD’nin taşeronu bir paralel yönetim gibidirler.
Emperyalistlerin ülke kaynaklarını ve emek gücünü sömürmek için bölgesel planlarına alet olunması en çok da işçi ve emekçileri olumsuzluğa sürüklemektedir. Bu açıdan emperyalistlerle ilişkilerin bitirilmesi, yapılmış tüm anlaşmaların iptal edilmesi, NATO vb. birliklerden çıkılarak “dünyada ve bölgede barış” ilkesi ile komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi için işçi ve emekçilere düşen rol artmıştır.
Bu 1 Mayıs, özüne uygun olarak, işçi sınıfına enternasyonalist görevlerinin de hatırlatıldığı ve bu amaçla da birleştirildiği bir gün olmalıdır.

1 MAYIS ÖZÜNE UYGUN ÖRGÜTLENMELİ VE KUTLANMALIDIR
Birlik mücadele ve dayanışma günü olarak 1 Mayıs’ın tüm ülke emekçilerinin dünya emekçileriyle birliğine hizmet etmesi bakımından kutlanması önemlidir.
Sınıf partisinin ve bir süredir ileri işçi kuşaklarının da mücadeleyi ilerletmek ve sendikaların mücadeleci tarzda yenilenmesi için başlattıkları işçi kurultayları kendilerinden bekleneni yapmalıdır. Emek ve demokrasi taleplerini savunarak ve bu taleplerin işyerlerinde, fabrikalarda ve hizmet alanları ile emekçi semtlerinde yaygınlaştırılmasını sağlayarak, 1 Mayıs kutlamaları organize edilmelidir.
Birleşik bir mücadelenin olmazsa olmazı olarak Türk, Kürt her milliyetten emekçinin ekonomik ve siyasi taleplerinin kararlıca savunulması ve ihanet şebekesi gibi çalışan sendika bürokratlarının defedilerek sendikaların mücadeleci temelde yenilenmeleri için her zamankinden fazla enerji gerekiyor. İşyerlerinde fabrikalarda mücadele komiteleri kurarak insiyatifle öne çıkmaları bu dönemin ve sonrasının belirleyicisi olacaktır.
Birçok kentte oluşmuş bulunan işçi kurultay komiteleri; bu dönem mücadeleden yana tüm örgütlü örgütsüz işyerleriyle irtibata geçmeli, kamu emekçileri sendikalarının o yereldeki işyeri temsilcileri vb. ile buluşarak, mücadele merkezleri, birlikleri yaratmak için çalışmalıdır.
1 Mayıs, sadece alan gösterisi yapılacak bir gün değildir. Mücadele ve birlik kadar dayanışma duygularının da öne çıkarılması gereken bir gündür. Örneğin direnişte olan, mücadele içinde olan tüm işçi emekçi kesimleriyle 1 Mayıs o noktadan başlayarak alanlara taşınmaya çalışılmalıdır.
Yayınlanacak bildirgeler vb. bu kapsamda ve kapsayıcılıkta olmalı, mücadele ruhunu diri tutulmalıdır.
Sendikalar da gerçekten işçi ve emekçilerin sendikaları olacaksa, aşağılarda, işyeri ve fabrikalarda yürütülecek ve yukarıda değinilen tüm talepler işlenerek sendikalar harekete geçirilmelidir. İşçi inisiyatifinin yansıdığı ve tüm emek demokrasi güçleri ve siyasi talepleriyle toplamda bir şölene dönüştürülmelidir, 1 Mayıs günü.
Genç ve kadın işçilerin bu 1 Mayıs’ın anlamı dolayısıyla eylemlere, etkinliklere katılımı hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Kadın işçi ve emekçilerin uğradıkları baskı ve şiddet boyutlanarak arttığı bir dönemde, kadının ezilen bir cins olarak yaşadığı sorunlar temel taleplerden biri olmalıdır.
Tüm ekonomik ve politik gelişmelere karşı, işçi sınıfı, bu 1 Mayıs’ta, alanlara “hırsızlığa, talana ve katliamlara karşı” özgürlük ve demokrasi talepleriyle çıkmalı, bağımsız bir sınıf hareketi olarak örgütlenmesinin temellerini genişletmelidir.

İşyeri-fabrika çalışması: ‘bazı gözlem ve görevler’

“Abi önceleri direnişin başı ve ortalık toz duman içinde olduğu için sizleri çok tartışmıyorduk ve yakın hissedememiştik. Ama şimdi birçok kesimin, partinin, sendikanın direnişin uzamasıyla birlikte yanımıza gelişi zayıfladı, bitti. Hatta örgütlenmek için seçilen sendikanın bile ilgi ve alakası yok denecek kadar az. Ama sizin, Partinin desteği gerçekten diğerlerinden farklı. Direnişin başından beri sabah bizimle direnişe başlıyorsunuz. Destek ziyaretleri örgütlüyorsunuz. Bildiri çıkarıyorsunuz. Bizleri birleştirmek, kamuoyu yaratmak için çok uğraşıyorsunuz. Gazeteye her gün haber yapıp fabrikalara dağıtıyorsunuz.
Önceden olmasa da bir süre sonra bunların derdi ne, amaçları ne, niye bu kadar işçilerle ilgileniyorlar diye tartışmaya başladık. Gel zaman git zaman dost düşman iyice görünmeye başlayınca sizleri daha iyi tanıdık. Açık söyleyeyim ben ve arkadaşlarımın neredeyse yüzde 80’inden fazlası sağ partileri, özellikle AKP’yi destekledik. Ama artık ampul söndü. Gerçeği gördük.”
“Artık bir şeyler yapmalıyız. Sendikacıların tutumu, patronun baskılarına karşı iyi kötü bir hareketlenme de oldu. Geçen gazetede çıkan mektup içeriye, işçilere dağıtılınca acayip iyi oldu. Artık benim de yazdığım bir gazetem var. Ben VAKİT Gazetesine aboneydim. Artık EVRENSEL’e abone olacağım. Hem benim mücadele yürüttüğüm firmanın boy boy reklamını da veriyor eski gazetem. Ama mücadelemizden hiç bahsetmiyor.”

Yukarıda, işçilerle yapılan sohbetlerde bazılarının söylediklerinden alıntılar yapıldı. İlki Çorum’da direnişte olan kiremit işçilerinden birine, diğeri ise Kayseri’de 3.500 kişinin çalıştığı bir fabrikanın işçilerinden birine ait. Yazımızın ana eksinini de sözlerini alıntıladığımız işçilerin bulundukları il ve fabrikalardaki çalışmalarla ilgili bazı gözlem ve çıkarılacak görevler oluşturacak. Şöyle ki: Genelde yaşanmış bir direniş, grev vb. ile ilgili sendikal bürokrasinin tutumu ve sınıf partisinin bakış açışı-müdahalesinin boyutu hakkında yazılıp çiziliyor. Ama bu kez, alıntılardan da anlaşılacağı gibi, işçilerin direniş, iş bırakma gibi eylemler öncesi ve sonrasındaki durumları, sezileri ve duygularından yola çıkarak, sınıfın devrimci partisinin çalışmalarına ışık tutmayı amaçlayan bazı genellemeler yapmak amaçlanıyor.

BÖLGE İLLERİ VE İŞÇİLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Hepimiz biliyoruz. Yukarıda işçilerinin düşüncelerinden alıntılar yaptığımız Orta Anadolu ile Orta Karadeniz Bölge sınırları içerisinde olan bu illerde sanayiin ve mücadelenin durumu, 5-6 büyük sanayi kentini dışta tutarsak, bölgelerinde ve çevrelerindeki illere oranla gelişmiş durumdadır.
Özellikle iki şehrin durumu ve bu şehirlerde ilişkili olunan işletmelerdeki çalışmalarla ilgili gözlemlerimiz üzerinde durmaya çalışacağız.
Öncelikle sıcak olması bakımından Çorum ve Çorum’daki kiremit işçilerinin (toprak sanayi) direnişi üzerinde durulmalıdır . Çorum, hepimizin bildiği gibi, Karadeniz Bölgesi’ne dahil edilmiş bir il olmasına rağmen, tipik bir İç-Orta Anadolu şehri görünümündedir. Gelenek-göreneklerinden, konuşma ağzına, yemeklerinden iklimine kadar, birçok özelliği ile, bu söylenebilir. Nüfusunun neredeyse yarısı doğrudan çiftçilikle geçinirken, geriye kalanları da, daha çok inşaat, gıda, metal, tekstil ve tabii ki büyük oranda da toprak sanayiinde çalışmaktadır. Ama buralarda çalışan işçilerin de bir şekliyle toprakla bağı olduğu söylenebilir. 160 binlik nüfusuyla, kendisini çevreleyen illere göre sanayisinin –özellikle toprak sanayisinin (kiremit ve tuğla)– gelişkin olduğu, ve birçok kentin de, Samsun’u dışta tutarsak, ekmek kapısının bu ilden açıldığını söylemek sanırız abartı olmaz. (Çankırı, Yozgat, Amasya, Tokat, Kastamonu ve Sinop.)
Yakın tarihi, genellikle ve öyle olmasını isteyen egemen çevreler tarafından 1980 Çorum katliamı ile anılan şehir, bu yönüyle, Alevi-Sünni kamplaşmasının da yaşandığı bir yer. Mahallelerinin bile, “aşağı” ve “yukarı” adıyla, bu temel olmayan bölünme üzerinden ayrıldığı Çorum’da, bununla birlikte, işçiler ve emekçiler cephesinden de yazılmış, yaşanmış ciddi mücadeleler de olmuştur. Deniz Gezmiş’in İstanbul’da karşıladığı 1967 yılındaki Belediye işçilerinin çıplak ayakla yürüyüş eylemi, 1969 yılındaki Alpagut beldesindeki maden ocağında yaşanan fabrika işgali, 1970’lerde yine toprak sanayiinde sendika hakkı için yapılan direniş ve aynı yıl yapılan ünlü Haşhaş mitingi, ve bunlarla birlikte, sayamayacağımız birçok eylem ile, tarihi, aynı zamanda, mücadelelerle dolu bir şehirdir, Çorum.
Ancak sürekliliğini sağlamış bir mücadele geleneği yerine, kesik kesik süren ve sonraki kuşaklara da tam olarak aktarılamayan bir geçmiş. Sanayileşememiş olması ile bu nedenler birleşince, halk arasında ve özellikle genç kuşaklar içinde körüklenen gerici ön yargılar da kolaylıkla kırılamıyor. Özellikle CHP gericiliği tarafından kullanılan Aleviler, “yukarı mahalle”ye sıkıştırılmış ve siyasal olarak emekçilerin mücadelesine gittikçe uzaklaşan/uzaklaştırılan bir çizgiye çekilmişlerdir. Öyle ki; Çorum tarihine düşülecek en önemli notlardan biri olan kiremit işçilerinin direnişine bile, “onların çoğu gerici-sağcı-Sünni” diyerek burun kıvırabilmektedirler. Sınıfın devrimci partisinin dağıttığı direnişe destek bildirilerinin; bunları zaten kendilerinin de bildiğinin ileri sürüldüğü, “dağıtacaksanız aşağıdakilere dağıtın, çünkü onların bilinçlenmeye ihtiyacı var” denilerek alınmadığı örnekler yaşanmıştır.
Evet, şehrin daha teknik ve detaya girmeden söylenebilecek özellikleri, son örnekle de anlatmaya çalıştığımız gibi, bunlardır.
Gelelim, girişteki alıntı ile aslında son örneğin çeliştiği ve birçoğumuzun belki de dönem dönem gözlediği, bildiği olaylara.
Burjuvazinin, bir sınıf olarak, işçi ve emekçiler üzerindeki etkisini arttırmasının en güçlü silahı, bilinir ki, onları bölerek yönetmektir. Ülkemizde de bu etkili silah hemen her dönem kullanılıyor. Değişen koşullara göre, bu bölünmenin adı, Alevi-Sünni, sağ-sol, Türk-Kürt vb. olabiliyor. Ve son yıllarda, bu yapay bölünmeler, özellikle, örgütlendiğinde sermayenin iktidarını sarsabilecek işçi ve emekçiler arasında yaratılıyor. Bu bölünmelerin de ortadan kaldırılmasına neden olacak işyeri-fabrika örgütlenmesinde yaşananlar, gözlenenler aslında derslerle dolu. Son yılların en önemli işçi direnişlerinden olan Çorum kiremit işçilerinin hareketi, bu nedenle sınıf partisinin çalışmalarına ve çalışmanın içeriğine ilişkin tartışmalara ışık tutar nitelikte.
Normalde sokakta gördüğünüzde ya da bire bir sohbet ettiğinizde “bu ne biçim adam, bu mu işçi” diyerek, eski dönem Rus romanlarındaki işçilere benzetemediğiniz, yaklaşık 5 bininin çalıştığı kiremit fabrikalarında, adam olmaz denilen bu işçilerin, böyle düşünenleri nasıl adam ettiklerinin bir örneğini gördük, görüyoruz. Sermayenin zehirleyici propagandası altında, neredeyse hepsi devrimcilere düşman edilmiş, ve sanki, hepsi gerici-sağcı-faşist partilerin üyeleri yapılarak, tek vücut gibi olan, bu “adama benzemez” (!) işçiler, haliyle, gerekli ilgiyi de görmeyi hak etmiyorlar!
Ortaçağ koşullarında, sendikasız, büyük oranda sigortasız çalıştırılan “çağdaş köleler” neden ayağa kalkıp örgütlenmiyorlar? Bunların sırtına bir de sen binmelisin, yükle yükü, vur sırtına, yürüsün kara cahiller!
Evet, kendini bilmez “solcular”ın yaklaşımıyla böyle tanımlanabilen kiremit işçileri, nasıl olur da, yollara düşüp direniş örgütlerler? Gel de, “her şeyi bilen” bir “solcu” olarak, işin içinden çık.
İşçi ne düşünür, ne yer, ne içer, nasıl küfür eder, hanımı ve çocuklarıyla ilişkileri nasıldır, eve ekmek gitmeyince ne düşünür, kahveye mi takılır, iki göz evinde tuvaletiyle iç içe mi oturur vb. vb.. Aklı evvel “solcu”lara bunları sormak lazım. Ama gerek olmadığı konusunda, sanırız, herkes hem fikirdir. Aslında, devrimci partinin militanları açısından mesele böyle tartışılmasa da, pratik çalışmada takınılan tutum buna karşılık gelmektedir. “Aşağı” yerine “yukarı” mahalleye sıkışmış bir çalışma ve bunun doğurduğu çalışma tarzı…
Örgüt çalışmasındaki eksiklikleri de görmemize vesile olan kiremit işçilerinin direnişi; sadece sendikalaşma, sigortalı olma mücadelesi ile ilgili derslerle dolu değil. Bunların büyük çoğunluğu günlük basında zaten işlendi. Ama bunları da kapsayarak söyleyecek olursak, esas olarak, yukarda da değindiğimiz, işçiden, onun yaşamından, direnişinden, direniş boyunca ortaya çıkardığı kültürden, birikimden de öğrendiğimiz şeylerle dolu .

İŞÇİLER ÖĞRETİYOR
24 kiremit fabrikasından 5 bine yakın işçinin sendika, sigorta, 7,5 saatlik işgünü için başlattıkları direnişin kendiliğinden karakteri, işçinin birçok olumsuz olayı yaşamasına neden oldu. Sınıfın partisinin de Çorum’un belkemiği olan bu sektördeki örgütsüzlüğü, olayların gelişimine müdahalesinin yetersizliğiyle de birleşince, büyük bir direnişin eksikliklerle sürmesi kaçınılmaz oldu. (Burada hiç eksik olamaz denmek istenmiyor. Ama eksiklikler olsa bile, müdahale şansınız varsa, onları düzeltmeye de şansınız olurdu. Eksiklik, tam da burada aslında.) İşin bu yanı ayrı bir yazının konusu.
İşçilerin haklarını almak için giriştikleri eylemler o kadar hızlı gelişiyor ki, sonrasında sohbet ettiğimiz işçiler bile anlayamıyorlar. 10-15 gün içinde önce bir miting, ardından işten atılan işçi arkadaşlarına sahip çıkmak için iş bırakıp 3 bin kişilik bir kitle ile yollara çıkma.. Ardından patronların binlercesini fabrikalara almayıp işten atmaları ve direnişin başlaması…
İşçilerdeki birikmiş öfkenin somut göstergesi de olan direniş sürecine gelene kadar, aslında, işçilerin arasında “erimeyi başarmış”, fabrika çalışmalarında adım atılmış olunabilseydi eğer, bu direnişin sağlam temeller üzerinde yükselmesi belki sağlanabilirdi. Ancak, yazının içinde de değinildiği gibi; “yukarı mahalleye” sıkışan bir çalışma ve o çevrenin yarattığı bilinç ve çalışma tarzıyla, çoğu “aşağı mahallenin adamı” olan işçilerin örgütlediği bir eylemden de geç haberin olur. Genelde sosyal-demokrat müzmin solcularla uğraşma, seçimlerde onlarla didişmeler vb., kendi içine kapanan  bir örgütü de doğal olarak koşulluyor. Ama işçinin direnişini örgütleyen işçi önderleri, geçmiş siyasi kimliklerinin onlara kazandırdığı meşru olma duygusuyla da, 5 bin kişinin önüne düşüp yürüyebiliyorlar. “Sol” çevrelerde oluşan ise, sınıf partisinin örgütüne de bulaşmış kaba bir seçkincilik.
İşçilerin, kendi içlerinde zaten büyük oranda aştıkları Alevi-Sünni bölünmesi, mücadeleye girmeleriyle birlikte tümden silinebiliyor. Çünkü ortak düşmanları olan patronlar; Alevisi Sünnisi, CHP’lisi, MHP’lisi, AKP’lisi işçi karşısında birleşerek, ortak açıklamalar yapıyor ve işçiye saldırıyor.
İşçilerin politik ön yargılarının kırıldığı bu direniş boyunca yaşama bakışları, düşünceleri o kadar hızlı değişiyor ki, bunlardan bizlere, ancak öğrenmek düşüyor. Bazı dönemlerde ve çoğu kez “bunlar gerici” vb. yargılarla nitelendirilen üretim sürecindeki bilinçsiz işçi, direnişte, kendiliğinden gelişen bilinciyle dahi, o eski yargıları değiştiriyor. O kadar ki; sınıfın partisinin hiç girmediği ve Çorum katliamını gerçekleştirenlerin birçoğunun çıktığı düşünülen Sünni köylerinde kalan kiremit işçileri, direnişte, “dost güç” olarak sınıf partisini görmeleri sebebiyle, çalışanlarını köylere davet edip, 30-40’ar işçiyle toplantılar örgütleyebildiler. Evlerine davet edip, parti bildirilerini köyde dağıttılar. Hatta köy imamına anons yaptırtıp, toplantılara kattılar (Bu köylerde, son seçimde bütün oylar, AKP ve MHP arasında paylaşılmış) .
Direnişin başlangıcındaki heyecanın, seçilen sendikanın bürokratik adımları, patronların ayak oyunları, işe önderlik eden bazılarının işçinin deyimiyle “yamulmaları” gibi nedenlerle azalması; işçinin, kendi yanında olan güçlerle –büyük oranda parti ve gazeteyle– daha da yakınlaşmasına neden oldu. Ayak oyunlarına karşı neler yapacakları, hukuki sürecin nasıl işletileceği, seslerinin duyurulması gibi konularda partiyle teması güçlenen işçiler, partinin içinde de yer almak istediklerini söylemeye başladılar.
İşçilerin, özellikle partinin kadın kollarının, üyelerinin, öğretmenlerinin –fabrika ziyaretleriyle, bildiriler dağıtımı, imza kampanyaları, işçilerle ortak eylemler örgütlenmesiyle– desteğini görmesi; işçilerin, çekincelerini atarak partiye yakınlaşmalarını da sağlamıştır. Evlerine davet edenler, gazeteye yazı yazanlar, birlikte bildiri dağıtanlar vb. ortaya çıkmış, bu yönde birçok örnek yaşanmıştır.
Direniş öncesi işçinin yaşamına girilememiş, onunla yaşamın paylaşılamamış olması, bu süreçte aşılmaya başlanmıştır. İşin ucundan tutan “pasif” üyeleri dahil, pratik çalışmanın içine giren partililer, iş yaptıkça birçok şey öğrendiklerini söylüyorlar. Örneğin direniş haberinin olduğu bir gün, yaklaşık 200 gazetenin “aşağı mahalle”de 1 saat içinde satılması, önceden “yukarı mahalle”de 4-5 saat süren satışlarla karşılaştırıldığında bile, partililerin kafasındaki bazı önyargıların kırılmasına hizmet etmiştir.
İşçi evlerine yapılan ziyaretler de öğretici olmuştur. Evine gidilen bir işçinin mücadele azminin yanında yaşadığı yoksulluğu da daha yakından görmek, ve o işçinin kendi köyünde AKP temsilcisi olması, ama bundan böyle kendi sınıf partisi için çalışacağını ve üye bulacağını söylemesini duymak, parti üyelerinin coşkusunu ve kuşkusuz “aşağı-yukarı” sorunuyla birlikte sınıfın birliği ve birleşik mücadelesinin örülmesi zorunluluğuna yaklaşımlarındaki kararlılığı bir kat daha arttırmıştır.
Tek örnek değil, ama, yüzlerce işçinin aynı durumda olduğunu görmek bile, sınıf içindeki çalışmanın, yeni bir ülke kurmanın aciliyetinin kavranmasına yetiyor da, artıyor.
İşçilerin çoğu cebinde bıçak ve benzeri aletlerle geziyor. Patronlara ve adamlarına karşı öç alma duygusu hakim. Birleşik bir direniş yaşanıyor olmasına rağmen, direnişin yavaş yavaş tavsaması ve açlığın artması, işçilere böyle şeyler de düşündürtüyor. Buradan çıkarılacak sonuç ve kavranması gereken halka, elbette ki, bu tür sorunları çözecek bir sınıf çalışmasıdır. İşçilerin kendi iç örgütlülükleri ve komiteler, temsilciler seçmiş olmaları, herkesin öğrenmesi gereken şeyler. İşçiler bu sayede doğru yolu bulmak için daha hızlı ilerlediklerinin farkına da varıyorlar. Örneğin, son zamanlarda, inisiyatifin büyük oranda Çimse-İş’e bırakılmış olması, kamuoyu yaratmada yaşadıkları zaaflar, girişimlerinin zayıf kalması; işçilerin, “demek ki işi kendimiz örgütlemeliymişiz” sonucuna varmalarına neden oluyor.
İşçilerin yaşamından öğrenmek ve onların dilinden konuşabilmek; direniş boyunca, bunlar, bir kez daha kendisini dayattı. İşçilere “dışarıdan”, “üstten”, “güvenilir” gibi gözükse de, arkanızdan güvenmediklerini gösteren şeyler söylemelerine neden olacak tarzda seslenmemeyi tekrar öğreten bir direniş oldu, kiremit işçilerinin direnişi.
Gazetede günlük çıkacak haberlerin içeriğinden, vurulacak noktanın seçimine kadar gösterilen özen, doğal olarak işçilerin güvenini de kazandı. Günlük gazeteye yapılacak haberlerin sabahları işçilerle paylaşılması, yazı başlığının işçiler tarafından belirlenmesi (örneğin, “İşçiler Patronlara Kiremit Yükletti” başlıklı haber) gibi etkenler, işçi gazetesinin, direnişe sahip çıkan tel ulusal basın olduğu fikrini hakim kılmıştır. Ve gazete, bu yönüyle diğerlerinden ayrı bir yerde değerlendirilmiştir.
Tersi birkaç gelişme de yaşandı ki; bunlar, yukarda söylenenlerin fazla lafa gerek olmadan ispatı gibiydi. İşçi basınının manşetlerine yansıyan haberlerin ardından, haber yapma ihtiyacı hisseden liberal ve küçük burjuva sol gazete ve dergilerin yayınlarına tepki geldi. Ankara’dan telefonla haber kaynaklarını arayarak haber yapan Birgün Gazetesi, özellikle sendikal camiadan haberin doğru olmadığı noktasında ciddi tepkiler aldı. İşçilerle Çorum dışından gelerek röportaj yapmaya çalışan bir küçük burjuva sol dergi, subjektif değerlendirmeler içeren “Toprak Kavga Kokuyor” başlıklı haberi doğru yanlar taşısa da, tarz ve sesleniş olarak üstten üslubu nedeniyle, dergiyi verdikleri işçilerin tepkisini çekti. Bunu, her sabah yaptığımız sohbet ve gazete dağıtımları sırasında, işçilerden öğreniyoruz.

* * *
Buraya kadar yazılanlar, verilen örneklerle işçinin yaşamı, hissettikleri, direnişte öğrendikleri ve öğrettikleriyle ilgiliydi. Elbette yazılması gereken daha birçok şey olabilir. Ancak yazının amacı olarak da belirlenen, bunların aktarılmasından ibaretti. Şimdi bir örnek üzerinde daha durmak istiyoruz.

* * *
Kayseri’de koltuk-kanepe ve mobilya fabrikasındaki çalışma ile Öz İplik-İş’in örgütlü olduğu fabrikalardaki çalışmalardan gözlemler:
Kayseri de, Çorum’un taşıdığı özelliklerin bir kısmını taşımaktadır. Kurulduğu coğrafya, sahip olduğu tarih ve gelenekleriyle Kayseri tam bir Orta Anadolu şehridir.
Kendisini çevreleyen Adana hariç, Sivas, Maraş, Yozgat, Nevşehir ve Niğde’nin aksine, hem nüfus hem de sanayi olarak çok gelişmiş bir ildir. 1 milyonu aşan nüfusu, Organize Sanayi Bölgesi’nde 500’e yakın fabrikada istihdam edilen 40 bin civarı işçisiyle, Orta Anadolu’nun, bu yönüyle de en önemli ve gelişkin kentidir. Son yıllarda TÜSİAD karşısında bir güç olarak kendini toparlayan ve güçlenen MÜSİAD’ın en önemli kalelerinden olan Kayseri’de, sermayedarlar, Belediye yönetimleri dahil, yoğun bir şekilde ülkeyi yönetenler üzerinde etkili olmuşlardır. Bunu yaratmak için yerel ayaklarını da oluşturarak uğraşan gericilik, özellikle “İslami sermaye”; işçi ve emekçiler arasında çeşitli araçlarla örgütlenmiş, ve kenti, kendi kaleleri haline getirmeye çalışmışlardır. (MHP’nin Erciyes Zafer Kurultayları, AKP-SP’nin büyük fabrika sahiplerinin destekleriyle belediyelerden başlayan güçlenme süreci).
Özel sektörün –özellikle koltuk, kanepe, tekstil, mobilya– yanında kamunun da ağırlığı hissedilmektedir. Askeri işkoluna ait fabrikalar, karayolları, köy hizmetleri, şeker fabrikası vb. gibi işletmelerde binlerce işçi çalışmaktadır. İşçi ve emekçilerin şehir merkezlerinde toprakla olan bağı git gide zayıflamaktadır. Ticaretin, küçük esnafın gelişmiş olduğu söylenebilir.
Bunlarla birlikte, emek yoğun bir kent olan Kayseri’de mücadele geleneğinin ve düzeyinin zayıflığı, belki de sömürünün örtüsü olacak biçimde “sağ-sol” ayrımının ciddi şekilde kullanılıyor olmasıyla ilişkilidir. Ayrıca, birçok ilde olduğu gibi, sermayenin kendisini yerel yönetimlerde tahkim etmesi de önemlidir.
Gericiliğin ve sermayenin iktidarının perçinlendiği alanlardan olan ve buna karşın işçi ve emekçilerin mücadelesinin önem taşıdığı Kayseri; sınıf partisinin işyeri-fabrika çalışması bakımından önemsediği kentlerdendir. İstenilen düzeyin gerisinde olmasına rağmen, yapılan çalışmalar zengin örneklerle doludur.
Bugüne kadar, sınıfın örgütlenmesi çalışmalarında dar kalıpları kırmak gerektiği sürekli söylendi. Özellikle emek-sermaye bölünmesi temelinde fabrika çalışmalarının devrimci tarzda yenilenmesi gerektiği üzerinde hep durulur. Bu noktadan hareketle, Kayseri’deki işyeri çalışmalarından gözlemler aktarılmasının önemi olduğunu düşünüyoruz. Ki “sağ-sol” ayrımının en fazla yaşandığı illerin başında gelmektedir.
Yüzlerce fabrikanın olduğu Kayseri OSB ve serbest bölgede sermayenin önemli fabrikaları yer almaktadır. Yataş, Soley Havlu, HES Kimya, HES Fiber Kablo, Bellona, İstikbal, İpek Mobilya vs. “İslami sermaye”nin hakimiyetinde olan bu fabrikalarda işçi sınıfının uzun vadede örgütlü gücünün gelişmemesi ve zayıflatılması için, örgütlenmiş olan sendikaların özellikle Hak-İş’e bağlı olması tercih edilmektedir. (Öz Ağaç-İş, Öz İplik-İş, Çelik-İş gibi.)
Ancak artı-değer sömürüsünün devam ettiği koşullarda, sermaye istediği gibi at koşturamamakta, her şey tıkırında gitmemektedir. Örneğin; uzun yıllar bürokrat sendikacılar elinde “sendika var mı yok mu?” sorusunu sorar hale getirilen Öz İplik-İş’in örgütlüğü olduğu işyerlerindeki yaklaşık 9 bin işçi; ilk kez, geçen yıl Mayıs-Haziran aylarında, bürokratları kovmak için harekete geçtiler. O güne kadar parti çalışması olmayan bu önemli, büyük fabrikalarla “tesadüfen”  de olsa kurulan ilişkiler, öncelikle Öz İplik-İş Şube Kongresi’nin haber yapılması üzerinden şekillendi. Şube yönetimine karşı alternatif liste çıkaran işçiler, var olan yönetimin işçi lehine bir şey yapmadığını, ses çıkaranları da zor ve baskıyla sindirdiklerini söyleyerek yola çıkmışlardı. Kendi ifadeleriyle; şube başkanı ve yöneticileriyle “aynı tezgahtan”, “ülkü ocakları”ndan, “ülküm işçi dernekleri”nden yetiştiklerini söyleyen, ama işçi haklarını savunmayanların karşısında olacaklarını ifade eden muhalifler, işçi gazetesinden yardım istediler. El ilanları vb. türden materyaller çıkaran Yataş, Soley, İstikbal gibi fabrikalardan muhalif işçiler, doğal olarak baskı görmeye de başladılar. Oluşturmaya çalıştıkları delege listelerindeki kişilere kadar müdahaleler, işten attırma tehditleri gelmeye başlamıştı. Muhaliflerin başkan ve yönetici adaylarına “Bu iş kelle götürür” tehditleri savrulurken, yapılan işçi toplantıları ve pikniklere ispiyoncu göndermeye kadar çeşitli yollar denendi. Yetmedi, işçilerin birçoğuna, yetiştikleri “ülkü ocakları”ndan tehditler gelmeye, hatta arabalarla önleri kesilip tehditler, silah göstermeler bile yaşanmaya başlandı. Gazetede çıkan haber ve mektuplardan dolayı muhalifler, “kızıl komünistlerle işbirliği yapıyorsunuz” propagandasıyla, oy istenen işçiler gözünde zayıflatılmaya çalışıldı. Bu arada işçiler, “Ülkücülük demek buymuş, eğer doğruları yazanlar susturulmaya çalışılıyorsa, bizler de bundan sonra en kızıl komünistleriz” diyerek çalışmalarını sürdürüyor, hatta bazıları ülkücülüğün simgesi olarak gördükleri bıyıklarını dahi kesiyordu.
Bunlarla birlikte, adaylık süreci, listelerin oluşturulması ve başvurusundaki bürokratik süreç ve engeller, seçim günü oy kullanmadaki problemler vb. gibi yaşanan birçok sorun, işçilerin, mevcut sistemi de sorgulamasına neden olmuştur. Bu süreçte kendileriyle ilgili haber ve mektupları yayınlayan bir gazetenin olduğunu gören işçilerin birçoğunun partiyle tanışması da görece kolay oldu. Bu işçilerin çoğu sağcı ve gerici partilerden etkilenmişlerdi. Ancak politik olarak bu durumdaki, sendikal mücadele deneyimi dahi olmayan, çoğu mücadele öncesinde ya sendikanın ya da gerici partilerin referansıyla işe alınmış  onlarca işçi; girdikleri bir-iki aylık pratik mücadele üzerinden geçmişlerini sorgulamaya başlamışlardır. Tanışılan onlarca işçinin çoğunun bu süreçte kendi sınıf partileriyle de buluşması ve kendileri gibi olan birçok partiliyle tanışıp, toplantılar yapması, örgüte karşı bir sempatisinin oluşmasına neden olmuştur.
Kurulan dolambaçsız, açıktan ilişki sonucu, işçilerin çoğu geçmiş önyargılarının geçersiz olduğunu anlamıştır. Sayıları az da olsa, işçi gazetesine günlük abone olan, onu takip eden ve diğer fabrikalardaki yaşananları mektup olarak yazan işçiler, farklı yüzleri de partiye getirmekten geri durmadılar. Düzenlenen birçok toplantıya katıldılar, katılıyorlar.
İşçilerin yaşamına katılma, onların mücadelesine ortak olup yol gösterme, sınıfın devrimci partisinin teorik saptamalarını doğrularcasına, işçilerin kendilerine ve partiye olan güvenini arttırıyor. Tanışılan onlarca işçi, kuşkusuz hemen partiye kazanılamıyor. Ancak kurulan güçlü bağ, işçinin geçmişten kalma gerici önyargı ve düşüncelerinin kırılmasının ön adımı oluyor. Öyle ki, işçiler, mücadele içerisinde, sınıf partisinin, kendileri gibi insanlardan oluşan, “sağ-sol” ayrımı üzerinden yürümek yerine, işçi ve emekçilerin sermayeye karşı örgütlenmesini savunan bir parti olduğunu görmüş, ve parti üyelerinin birçoğunun oruç tutmadığını bilmelerine rağmen, Ramazan ayında rahatça partiye gelmiş, namazlarını kıldıklarında bile sorun yaşamamış ve bu duyguyla partiyi farklı bir yere koymuşlardır. İşçiler düzenledikleri toplu iftar yemeğine parti yöneticilerini de davet etmişlerdir.
Yakın dönemde, yaklaşık 3 bin 500 işçinin çalıştığı bir işletmede işçilerin sendikacılara duydukları öfke üzerine yürütülen çalışmada da benzer örnekler yaşanmıştır. İşçilerin güvenini kazanacak bir çalışma gerçekten sonuç vermektedir. Normal koşullarda ya da “sol” bir bakışla, işçilerinin hemen hepsinin dinci-gericiliğin referansıyla işe alındığı, hatta birçok tarikatın da faaliyet yürüttüğü bir fabrikadan “bir şey çıkmayacağı” düşünülebilir. En çok karşılaşılan haliyle, “anlatıyoruz, anlatıyoruz, bir şey olmuyor. Bu işçilerden, Kayseri’nin işçisinden adam olmaz. Hepsi gerici.” vb. türden söylemlerle işyeri örgütlenmesinden geri durulabilen, ama burjuvazinin kalbine kan taşıyan bu devasa işyerleri, gerçekten örgütlenemez mi?
Esasen bu soru bile sınıfın devrimci partisinin literatüründen uzak tutulmalı. Üretimin devam ettiği, artı-değer sömürüsünün üzerinin İslam ve milliyetçilik kullanılarak örtüldüğü bu işçi cehennemlerinde çalışma yürütülemez mi ? Ya da bu tür işletmelerin işçileri harekete geçemez mi? Ötesinde, partiye kazanılamazlar mı?
Düzenli ve sistemli bir politik çalışma yürütülmez, işçilerin dar ekonomik talepleri bile görmezden gelinip işçi davasından yan çizilirse, bu soruların cevabı, tabii ki, “hayır” olur. Ama somut talep sorunlar üzeriden yüründüğünde, işçi, gerçekten ne Kayseri’nin ne de başka bir yerin özgünlüğünü dinler! “Gericiliği”ni bile unutur!
Sözü edilen işletmedeki işçilerin yüzde 80’i otuz yaşın altında. Ve ortalama aylık ücret 400 milyonu geçmiyor. Vardiyalar değişmekte ve işçiler, yoğun mesailerle birlikte 12-13 saat çalıştırılmaktadır. Ve bu işçilerin büyük çoğunluğu, yukarda değinildiği gibi, sağcı, milliyetçi/dinci ideolojik kuşatma altındadır.
Son dönemde işçilerin verilmeyen mesai ücretleri, iptal edilen iaşe, ayakkabı, yakacak gibi yardımlar ve 10-11 aylık geçmişi olan sendikanın bu sorunlara ilişkin geri tutumunun (hatta tutumsuzluğunun, çünkü sendikanın şubesi açılmadı ve yönetimi de ortada yok) sonucu olarak, işçilerin tepkilerinin biriktiği gözleniyordu. Bunun üzerine, bir araya gelinen bir grup işçiyle, işyerine yönelik örgütlenme çalışmasına karar verildi. Bölümler arasında örgütlenme ve yaşanan sorunlara karşı iş bırakma çalışması ortak yürütülüyordu.
İşe başlanan, toplantı yapılan işçiler, fabrikada ve bölümlerinde öncü işçilerdi. Evet, bu öncü işçiler, çember sakallı, şalvarlı ve tarikatçı işçilerdi. Ancak, evlerinde toplantı yapılan bu işçiler, gözlerinizi kapatıp konuşsanız, devrimci ve sosyalist sanılabilecek işçilerdi. Gerçekten de, takınılan tutum, patronlara ve sendikacılara karşı düşünceleri, fabrika koşullarında, bir partili işçiden farklı değildi. Hatta diğer işçilerle girdikleri ilişkilerde takındıkları açık tutumun, birçok “solcu”, hatta partili işçiden ileri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Örneğin gazeteyi kullanmaları, çıkan bir mektup sonrası işyerine 5-10 gazetenin sokulmasını organize etmeleri, her toplantıya genç ve bölümlerinde ileri çıkan işçileri ayırt etmeden çağırmaları vb., kuşkusuz ileri tutumlardı.
Bunlar yaşanırken, tarikat kökenli işçiler, fabrikalardaki örgütlenme çalışmalarında, önceden kendi tarikatlarındaki işçileri koruyup kollarken, sınıf çelişkileri üzerinden şekillenen son mücadele pratiği ile, ispiyonculuk yapan tarikatçı arkadaşını defterden silebilecek bir pozisyona geldiler. Hatta ona karşı önlem almak için, diğer sınıf kardeşlerini de uyarmayı ihmal etmeden.
Ve diğer işçiler… MHP kökenli birçok işçinin yapılan toplantılarda kaydettikleri ilerleme görülüyordu. İş bırakma eyleminde işin en önünde olmaları, bunun ispatıydı.      Yazının girişinde alıntılamıştık. Bir sohbetimizde, patronların, işçileri bölmek ve uyutmak için dini kullandığını, buna karşı gazeteye yazı yazmak istediğini söyleyen işçilerden biri, aynı zamanda, gazeteye abone olmak istediğini söylerken; kendisinin Vakit ve Yeni Şafak gazetelerini aldığını, ama Evrensel’in bunlardan farklı bir çizgisi olduğunu söylüyor. Aldığı gazetelerde mücadele ettiği sermaye grubunun ilanlarını bulan işçi, kendi gazetesi olarak gördüklerini sorgulamaya ve işçi haberleri ve dünyasını yansıtan Evrensel’i de sahiplenmeye başlıyor.

SONUÇ
Bunlara benzer birçok örnek yaşanıyor. Buralardan, bu gözlemlerden çıkan temel bazı sonuçlar ve görevler olduğunu da görmek gerekiyor.
Sınıfın devrimci partisinin, işçi ve emekçileri örgütlemekten başka yolu yok. Bu yüzden partiyi çepeçevre kuşatan gerici önyargıların, “sol” hayal ve sınıf-dışı yaklaşımların, liberal-bürokratik tutumların vb. işyeri-fabrika örgütlenmesini biran bile olsun geriletmesine izin vermemek zorunludur. Ya da işyeri-fabrika çalışması ne kadar güçlü, ısrarlı ve inatçı sürdürülürse, bu olumsuz etkilenmeler o kadar kırılabilir.
Bu noktadan hareketle, parti çalışmasının fabrikalar temeline oturtulması zorunlu. İşçi sınıfının bir araya getirilmesi ve bağımsız bir sınıf olarak kapitalizme, sömürüye karşı mücadeleye çekilebilmesi için fabrikalarda örgütlenmekten başka yol yok. Bu bakımdan, işçilerin ruh halleri, yönelişleri, yasal sınırları aşamamaları vb. gibi nedenlerden dolayı mücadele yöntemlerini geliştirmek ve her şeyden önce içerden örgütlenmeye hız vermek gerekiyor.
İşçinin genel olarak etkilendiği gericilik ve onun sendikal-politik temsilcilerinin olumsuz etkileri, mücadelenin en büyük engellerinin başında geliyor. Ama verilen örneklerden de anlaşılmıştır: Sınıf uğradığı saldırıların etkisiyle patlamaya da varan biçimlerde mücadele ve örgütlenme eğilimi içerisinde. Bu patlamalar, eylemler ve direnişler, işçideki değişimin görülmesi bakımından laboratuvar özelliği taşıyor. Evet, bu hareketler, sonuçta dar, kendiliğinden bir karaktere sahip. Ancak doğru tarzda müdahale ya da yol gösterme sonucu işçideki geri yanları değiştirme şansı yakalanabiliyor. Bu da olmazsa, işçi kendi eliyle, örgütlü gücünü –fark etmeden– sendikal bürokrasi ya da patronların (çoğu zaman ikisi birden oluyor) kucağına terk ediyor.
Çorum kiremit işçilerinin yaptığı gibi; komiteni kur, direnişe geç, sendikalaşma yolunu seç. Ama inisiyatifi elden bırak ve bürokrat sendikacılara teslim et. (Bursa BFTC işyerindeki örnek hâlâ akıllarda.) Bunun aşılması zorunluluğu ortada: Hiçbir koşulda işçilerin işyeri örgütlülüğünün temel önemini akıldan çıkarmama, inisiyatifi elde tutma ve kendi gücüne dayanan mücadeleci yolundan ayrılmama.
Burada sınıfın sendikalaşması önemli bir adım. Küçümsenmemeli. Ancak bu hareketlenmelerin mücadeleci bir hata oturması gerekiyor. Yoksa sınıfın sınıfa karşı mücadelesi, sendikal bürokrasi ve patronlar eliyle kolayca yenilgiye uğratılabiliyor. Çünkü işçi sınıfımız, en azından büyük çoğunluğu, yasalar ve bürokratik engeller içerisinde yolunu bulamıyor ve mücadelesini sendikacıların inisiyatifine bırakabiliyor.
Ancak kendiliğinden de olsa birleşen, mücadeleye atılan işçilerden öğrenecek çok şey var. Öğrenilenler ve çıkarılan derslerle tekrar işçi kitlelerine dönmek ve işyeri, fabrika çalışmalarının güçlendirilmesi, garantiye alınmasına çalışmak. Sorun herhalde burada.

Dipnotlar:

1. Yazımız yazılırken direniş sürüyordu.
2. Direnişin başka yönlerinin de kaleme alınması gerekir elbette. Ancak bu yazıda farklı bir yön üzerinde durduk.
3. Burada kastedilen birimler esasına dayandırılmayan ve belirli bir alevi demokrat çevreye sıkışıp genelleşen çalışmanın sonucu olarak, ortaya çıkan moral bozukluğu, kendi üyeleriyle sınırlı, işini üyelerine dergi dağıtma ve aidat alma işine indirgeyen vb. çalışma tarzıdır.
4. Yazının bütününde de değinileceği gibi, aslında, bu spesifik örnekler, bütünüyle işçinin değişip dönüştüğü izlenimi yaratmamalı. Çünkü, işçinin henüz ideolojik olarak kazanıldığı söylenemez, ama eşiği geçtiği ve merdivenleri tırmanmaya başladığı söylenebilir ki, partinin rolü burada gizli.
5. İşçilerin geri unsurlarının da bazen bu tutumları oluyor. Ki daha çok amaçları bireysel kurtuluş için tutabildikleri tek dala daha sağlam sarılmak. Ama bunlar partiyle buluşanların çok azını temsil ediyorlar.
6. Öncesinde neden parti çalışmasının olmadığı bu yazının kapsamı dışındadır. Ama örneklerle anlatmaya çalışacaklarımız geçmiş eksikliklerin aşılmasına da yol gösterici özellikler taşımaktadır.
7. Bunu bilimsel istatistiklerden değil ama ilişki içinde olunan işçilerin aktarımlarından biliyoruz.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑