Büyük Ekim Devrimi’nin -25 Ekim yeni takvimle 7 Kasım- üzerinden 85 yıl geçti. Bolşeviklerin önderliğindeki Rusya işçi sınıfı, yoksul köylüleri, emekçi halkın geniş kesimlerini önderliği altında topladı ve eski dünyaya başkaldırarak sömürünün, baskının, savaşların olmadığı yeni bir dünya kurmaya yöneldi. Bu, Paris Komünü gibi günlerle hesap edilen önceki örnekler bir yana bırakıldığında, toplumun sömürüye, cehalete, açlığa mahkûm edilmiş en alt sınıfının; işçi sınıfının, büyük bir atılganlık ve gözüpeklikle sosyalizmin yeni dünyasını, yeni bir uygarlığı inşa etmeye girişmesiydi. İşte bu sınıf, sonuçta on yıllar sonra sermayenin ve sömürünün dünyasınca yenilgiye uğratılsa da, yeni bir uygarlık kurdu, zengin bir miras bıraktı, insanlığa kurtuluşun yolunu canlı kanıtlarıyla ve örnekleriyle gösterdi.
Öyleyse bugün yaşadığımız dünyada, Ekim Devrimi ve onun insanlığın önüne yeni bir kurtuluş yolu koyma girişimi üzerine neler söylenebilir? Kuşkusuz bu soruya gerçekçi ve doğru bir yanıt verebilmek için, pek çok yanıyla Ekim Devriminin dünyasına benzeyen günümüz dünyasına kısa bir göz atmalı, nasıl bir dünyada yaşadığımızı fazla ayrıntıya kaçmadan, kısa ve kalın çizgilerle ortaya koymalıyız.
Konuya güncel ve canlı bir örnekle girmek yararlı olacaktır. Bugün uluslararası politikanın en önde gelen sorununun, ABD’nin Irak’a yapacağı yeni bir askeri saldırı, bu saldırının ne zaman ve nasıl yapılacağı olduğu genel olarak kabul edilecektir. Peki, ama ABD, niçin Irak’a saldırmaya hazırlanıyor? ABD’nin bu saldırıyı, Irak petrolleri üzerinde tekelci bir denetim kurmak, bölgedeki egemenliğini yaymak ve pekiştirmek, dünya egemenliği için rakip büyük devletlerle girdiği paylaşım mücadelesinde, stratejik bir kazanım elde etmek üzere gündeme getirdiği bilinmektedir.
İşte burada diğer sorular peş peşe gelmektedir. ABD petrol kaynaklarına niçin el koymak istemekte, neden diğer büyük devletlerle egemenlik mücadelesine girişmekte, uluslararası diplomasinin karanlık pazarlıkları niçin ve ne üzerine yürütülmektedir? Bütün bu soruların yanıtları, ABD’nin ve diğer büyük devletlerin kötü yönetildiği, devletlerin doğasında saldırganlık bulunduğu, savaşların insanoğlunun kaderi olduğu gibi gerekçelerde bulunabilir mi?
Bu sorulara verilecek her olumlu yanıt, ardından yeni soruları, nedenleri, aksi örnekleri gündeme getirecek, bu olumlu yanıtları delik deşik edecektir. Ama bugün, Ekim günlerinde olduğu gibi, emperyalizm ve tekeller dünyasında yaşadığımız gerçeğini aklımıza getirir, büyük devletlerin aralarındaki ilişkilere yön veren asıl nedenlerin rekabet, güç, egemenlik ve paylaşım olduğunu hatırlarsak, havada uçuşan nedenler, anlamsız soru ve yanıtlar, ortalıktan çekilir. Böylece gerçeklerin üzerini kaplamış olan yoğun sisi dağıtabilir, yaşadığımız dünyayı anlamaya ve onu karakterize eden ilişkilere nüfuz etmeyi başarabiliriz. Ulaşacağımız gerçek, emperyalizmin ve tekellerin dünyasında yaşadığımızdır.
Ancak bütün bunlar madalyonun sadece bir yüzüdür. Madalyonun diğer yüzünde bütün bu kan dökücülüğe, zalimliğe, akbabalığa karşı mücadele edenlerin dünyası, uluslararası işçi sınıfının, emekçilerin, bağımlı halk ve ulusların dünyası bulunmaktadır. Ekim Devrimi işte bu emperyalizm çağının ilk çeyreğinde patladı ve ona devrimler çağı niteliğini de kazandırdı. Bu, insanoğlunun o güne gelinceye kadar geçen tarihine bakıldığında, tarihin kaydettiği en keskin dönemeçti. Önceki devrim ve ayaklanmalardan farklı olarak, sömürücü sınıfları tasfiye etti, iktidarı ilk kez sömürülen bir sınıfın eline verdi. Bütün ülkelerdeki sömürücü sınıflar ve onların gerici yönetimleri artık diken üzerinde oturuyorlardı. Devrim, bu niteliği ile uluslararası bir karakter kazandı. Bu aynı zamanda sınırsız emperyalist pervasızlığın dizginlenmesi, onun saldırganlığının geriletilmesi anlamına geliyordu.
Birkaç cümle ile toparlarsak, Ekim Devrimi, uluslararası işçi sınıfına sömürüden kurtulmanın, ücretli köleliğe son vermenin, savaşlardan kurtulmanın yolunu gösterdi. Ezilen halklar ve uluslar yanlarında kararlı ve vefalı bir dost buldular. İnsanoğlu kendi geleceğini bilinçle kurmanın olanaklı olduğunu ilk defa gördü ve anladı. Bu dünya ilkinden bambaşka, ona başkaldıran bir dünyaydı, bu dünya proletarya devrimleri dünyasıydı. Tek bir çağda ve dönemde sürekli karşı karşıya gelen ve gelecek olan iki ayrı dünya!
Sovyet proletaryası ve emekçi halkları, devrimler ve halkların kurtuluşu dünyasının bayrağını, sosyalizmin kuruluşu dönemi boyunca taşıdılar, bu kısa döneme her alanda dev bir inşa ve emperyalist barbarlığın faşist saldırısını yenilgiye uğratma gibi, tüm insanlığı ilgilendiren görkemli bir zafer sığdırdılar. Bugünkü dünyanın durumuna gerçekçi bir bakış, Ekim Devrimi’nin taşıdığı tarihsel önemi, insanlık için taşıdığı anlamı net bir biçimde gözler önüne getirmektedir.
DEVRİMİN VE SOSYALİZMİN KAZANIMLARI TÜM İNSANLIĞA AİTTİR, UNUTTURULAMAZ VE YOK EDİLEMEZ
Kruşçevcilerin 1956 parti kongresine sundukları gizli raporla, sosyalizme ve Sovyet işçi sınıfının tüm kazanımlarına karşı başlattıkları savaşın üzerinden 46, Gorbaçov’un, Kruşçev’in başladığı işin resmi olarak sonlandığını ’89’da bildirmesinin üzerinden 13 yıl geçti. Sosyalizm ve onun ardından egemen olan modern revizyonizmin varlığı ile şekillenen dünyanın güç ilişkileri, tepeden tırnağa değişti.
Bugün yine kapitalist emperyalist barbarlık dünyada hüküm sürüyor, yine ülkeleri işgal ediyor, bombalıyor, yağmalıyor. İstisnasız tüm ülkelerde uluslararası işçi sınıfının elde ettiği tüm ekonomik ve sosyal kazanımlar bir bir gasp ediliyor. Üstelik bütün bunlar artık kapitalizmin değiştiği, emperyalizmin tarih olduğu, işçi sınıfının ve sömürü ilişkilerinin temelden değiştiği, insanlığın önünde yeni bir yol açıldığı propagandaları eşliğinde yapılıyor.
Ama ne oluyor? Eski, köhnemiş dünyanın darbeleri ve saldırıları altında yeni ekim devrimlerini yaratacak bir ordu yaratılıyor, bu ordunun eğitim yapması sağlanıyor, saflarına yeni birlikler yazılıyor, işçi sınıfı tüm ülkelerde kendi öncüsünü yaratmaya zorlanıyor. İşte bu ordunun erleri aynı zamanda kendi sınıfının tarihsel kazanımlarına, onun yarattığı uygarlığın, insanlığın ortak hazinesine kattığı birikime sahip çıkıyor ve şunları hatırlıyor: Sovyet proletaryası çok değil, 1917’den, emperyalist faşist saldırganlığın gelip kapıya dayandığı 1941’e kadar geçen zaman aralığında, o zamanki dünyanın en gelişmiş ülkelerinin 200 yılda sağladığı ilerlemeyi sığdırdı. Onlarca yeni kent, binlerce fabrika ve işletme, eski dünyada hayal edilemeyecek sayıda araştırma laboratuarı, dev bilimsel ilerleme, uzaya ilk insanı gönderebilecek altyapının hazır edilmesi, 2. savaşın yıkıntıları üzerinde yeni baştan inşa ve ilerleme. Sanatta, kültürde eski dünyanın asla erişemeyeceği gelişmeler. Bütün bunlar insanlık tarihi göz önüne alındığında kısa denilebilecek bir zaman diliminde gerçekleşti.
Bütün bu başarılar sadece Sovyet proletaryasının başarıları olarak kalmadı. Batı ülkelerinde hem bu ülkelerin işçilerinin mücadelesi, hem sosyalizmin yaşayan örneğinin baskısıyla, planlama, sosyal devlet, demokratik ilerlemeler, faşizmin Sovyet halklarının kanı ve canıyla yenilgiye uğratılmasının ardından demokrasinin yeniden -burjuva liberallerinin ısrarla gözlerini kaçırdıkları bir gerçek- kurulması gibi gelişmeler yaşandı. Bunlardan bazıları sosyalizme karşı barikat kurma niyetiyle uygulansa da, Batı proletaryası üzerindeki sömürü koşullarının hafifletilmesine, sosyal kazanımların elde edilmesine yolu açtı. Özelleştirme ve sosyal hakların gaspına yönelik son saldırılar da, işte bu yanıyla, sermayenin azami kâr ve sömürü koşullarını sağlama amacının yanı sıra, işçi sınıfına karşı politik olarak tarihsel bir rövanş alma peşinde koşması gibi bir anlam da taşıyor.
Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi, dünyanın ezilen ve baskı altında tutulan halkları ve ulusları içinde kurtuluşun yolunu açtı. Başta Türkiye olmak üzere, tüm doğu ulusları, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren ülkeler, Sovyet ülkesinin desteğini ve içten yardımını yanlarında buldular. Kemalist Türkiye, bu yardımların anısını Taksim’deki anıta Sovyet generallerini de yerleştirerek yaşattı. Bugün sosyalizmin ulus sorununu çözmediğini ileri sürenler, Sovyetlerin dağılmasının neden bu kadar kansız ve kolay olduğunu, yeni devletlerin kuruluş sürecinin nasıl hemen hemen sancısız gerçekleştiğini açıklayamazlar. Emperyalist kışkırtma ile Kafkaslar’da meydana gelen çatışmalar da bu gerçeği karartamaz. Sosyalizm ulusların özgür birliğini yaratmış, sonrasında da uluslar bu özgürlüklerini sancısız ve çatışmasız biçimde ayrılarak kullanmışlardır.
SOSYALİZM VE BİLİM
Sosyalizm, en önemli kazanımlarından birini bilim alanında elde etmiştir. Proletaryanın iktidarı ele geçirerek sosyalizmi inşa etmeye koyulması, bilimsel araştırma ve gelişmelerin önünün özgürce açılması olmadan gerçekleşemezdi. Bu süreç, aynı zamanda, bilim alanından idealizm ve metafiziğin kovulması, bilimin ve bilimsel buluşların materyalist diyalektik yöntemle, bütünlüklü bir felsefi düşünceyle yorumlanarak önünün açılması anlamına geliyordu. Bilim, emperyalizmin dünyasında olduğu gibi, dünyaya egemen olmak ve imha araçlarını geliştirmek için değil, ülke ekonomisinin ilerlemesi, insan uygarlığının gelişmesi için kullanıldı.
Eğer bugün uzaya insansız araçlar gönderiliyor, genetik üzerine araştırmalar yapılıyor, pek çok hastalığın tedavisinde, fizikte ve nükleer fizikte ilerlemeler sağlanıyor vb. ise, insanlık bütün bunlar için sosyalizme çok şey borçludur. Bununla sadece Sovyet ülkesindeki bilimsel gelişme ve araştırmalar kastedilmemektedir. Ekim Devrimi’nin zaferinden sonra Batılı pek çok bilim adamının, araştırmalarına ve araştırma yöntemlerine yaklaşımı, elde ettikleri bulguları yorumlayışları diyalektik materyalist yöntemle olmuş, onlar sosyalizmden güç ve cesaret almışlardır. Ekim Devrimi sonrasında, özellikle sosyalist inşanın başarılarının etkisi ile Batı’da, özellikle Fransa ve İngiltere’de yadsınamayacak ölçüde bir bilim adamları kuşağı yetişmiştir.*
Bugün yukarıda sayılan ve sayılmayan alanlarda bilimsel gelişmeler patent altına alınıyor, onlara kapitalizmin dünyasının egemenliği dayatılıyor, sonuçlar ticari metalar olarak pazarlanıyorlar. Fizikteki araştırmalar “maddenin yokluğunu keşfetmek” üzere finanse ediliyor, geçmişe yolculuk şarlatanlığı ile kafalar karıştırılmak isteniyor, idealizmin, dinsel düşüncenin insanlığı esir almasının koşulları yaratılmak isteniyor. Bilimsel araştırmalar pazara egemen olmak, imha silahları geliştirmek için “derinleştiriliyor”, teknolojik ilerlemeler bilimin gelişmesi olarak sunuluyor.
Bitirirken kısaca vurgulamak gerekir ki; sosyalizm bilimi doğaya egemen olmak için geliştirmekteydi. Tekellerin egemen olduğu emperyalizmin dünyasında bilim, tekellerin aşırı kâr elde etmesinin, insanların doğaüstü güçlere tapınmasının, emperyalist güçlerin dünyaya egemen olma mücadelesinin bir aracına indirgenmiş durumdadır. İnsanlığın kurtuluşu gibi, biliminde kurtuluşu yeni bir proletarya devrimi ile olanaklı olacaktır.
* Evrensel Kültür Dergisi yayınladığı Bilim Eki’nde özellikle bu bilim adamlarının -ki bunların en önde gelen iki ismi Paul Langevin ve Henri Vallon’dur- ülkemizde pek bilinmeyen makalelerini yayınlıyor. Böylece Türkiye’deki aydın kuşağın varlığını pek bilmediği metinler okuyucuya sunuluyor, önemli bir eksik tamamlanıyor. Ayrıca bu metinler, yayınlanma tarihleri eski olmakla birlikte, o günden bu yana bilim alanında, orada ele alınan ve tartışılan sorunlar üzerine yeni pek fazla bir şey konmamış olması dolayısıyla da, büyük bir ilgiyi ve önemi hak ediyor.