IMF’ye verilen taahhütlerden bir tanesi olan Sosyal Güvenlik ” Reformunun, gündeme gelmesiyle birlikte milyonlarca emekçinin tepkisiyle karşılaşması, yüz binlercesinin sokaklara çıkması; yasa tasarısının aynen hazırlandığı gibi, kimsenin tepkisine yol açmayacak şekilde bir oldubitti yasası olarak meclisten geçmesinin pek olanaklı olmadığını ortaya koydu.
Gerçi yasanın meclisten geçirilmesi yine deprem sonrası günlerde bir oldubittiyle sağlanmış olsa da, konumuz açısından, yasa tasarısının gündeme geldiği ilk günlerdeki tartışmaları hatırlamakta yarar var. Başta Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan olmak üzere tüm hükümet yetkilileri, bu yasanın bir “devrim” olduğundan, bu yasa çıkmazsa 5 yıl sonra emeklilere maaş verilemeyeceğinden, aslında bu yasanın çok geç kaldığından, bu nedenle tek bir satırından bile taviz verilemeyeceğinden dem vurdular. Ancak dalga dalga yükselen işçi muhalefeti karşısında “bazı konuları karşılıklı oturup konuşabiliriz” demeye başladılar.
İşte tam bu tartışmaların en yoğun olduğu dönemde, emekçilerin ‘Mezarda Emeklilik’ olarak tarif ettiği Sosyal Güvenlik Karşı Reformunun, aslında işçiler lehine bir düzenleme olduğu propagandasına bağlı olarak, yasada yer alan işsizlik sigortası, en çok üzerinde demagoji yapılan konu olarak karşımıza çıktı. Öyle ya, bu yasayla birlikte işsiz kalanlara maaş bağlanacaktı. İşçiler için bunun neresi kötüydü, karşı çıkılacak nesi vardı.
Ama nasıl bir işsizlik sigortası, bu işsizlik sigortasının kimleri kapsayacağı ve yararlanma koşullarının neler olduğu tartışması açılmadan, yalnızca işsizlik sigortasının lafı ediliyordu.
Türkiye’ye tekrar dönmek üzere dünya genelinde işsizlik sigortasına bir göz atacak olursak, bugün dünyada 179 ülkeden 41’inde işsizlik sigortasının uygulandığını görürüz. İlk olarak işsizlik sigortası 1911 yılında İngiltere’de uygulanmaya başlanmıştır.
İşsizliğin kaçınılmaz yol arkadaşı olarak ortaya çıktığı kapitalist sistemlerde, tam istihdamın sağlanması, hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Olmamıştır; çünkü zaten kapitalizmin varlığı işsizliğin kaynağının ta kendisidir. Hiçbir zaman herkes bir işe sahip değildir. Bunun birçok sebebi olmakla beraber, en önemlilerinden bir tanesi, sermayenin ihtiyacı olan ucuz işgücüdür. Mevcut çalışan işçilerin yanı sıra yedekte bekleyen bir işsizler ordusu, hem çalışanlara karşı kapitalistler tarafından bir tehdit unsuru olarak kullanılmakta hem de bir dizi sosyal hakkın ve ücret artışı talebinin önüne bu yedekte bekleyen işsizler ordusu ile set çekilmeye çalışılmaktadır. Hem de mevcut işçilerin işten atıldığı koşullarda, üretimin devamını sağlayacak bir işgücü kaynağı, el altında bulunmaktadır.
Başlıca amacın daha çok sömürü daha çok kâr olduğu kapitalizm koşullarında, sistemin doğası gereği, işsizlik de her geçen gün artmakta, işsizler ordusu giderek büyümektedir. Bir yandan patronlar için büyük bir koz olan bu işsizler ordusu, öte yandan da her geçen gün biraz daha fazla açlık ve yoksullukla boğuşmayı tırmandırmasından dolayı, muhtemel toplumsal öfke ve patlamalara yol açabilecek bir tehlike de arz etmektedir.
Aslında işsizlik sigortası, dünya işçi sınıfının uzun yıllar süren mücadeleleri içersinde, devletin sosyal yönüne ilişkin bir dizi kazanımın ortaya çıkardığı ürünlerden bir tanesidir. Ama bugün gelinen noktada, iğdiş edilmiş haliyle, kapitalistler tarafından, sosyal devletin gereklerinden biri olmaktan çok, zorlayan basıncın tahliye edilmesi işlevini görecek tarzda değerlendirilmektedir. İşsizlik sigortasının uygulandığı ülkelere baktığımızda, işsizlik sigortasına geçişin daha çok ekonomik krizlerin ve işsizliğin arttığı dönemlere denk düşmesi, bu kanıyı güçlendirmektedir.
İşsizlik sigortasının uygulandığı tüm ülkelerde, kendi isteği dışında değişik nedenlerle işsiz kalanların, işsiz kaldıkları dönemde uğradıkları gelir kaybının bir kısmının telafisi olarak özetlenebilecek bir uygulama karşımıza çıkmaktadır. Karşılanan gelir kaybının miktarı, kimlerin yararlandığı, yararlanma süresi, ülkelere göre farklılık taşımaktadır. Ortak olan bir başka nokta da, devlet, işçi ve patron paylarından oluşan bir fon tarafından yürütülmekte oluşudur. Ancak bu fonların yönetimi bile, ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Yine ortak olan bir başka yan da; işsizlik sigortasından yararlanmak için, belirli bir süre sigorta sistemine ödeme yapılması, işsiz kalanların, iş bulma bürolarına kayıt olması ve gösterilecek işleri kabul etmeleri gibi koşulların yerine getirilmesinin zorunlu olmasıdır.
İşsizlik ödeneğinden yararlanabilmek için, daha önceki çalışma süreleri, ülkeden ülkeye değişmektedir. Bu süre 3 ay ile 12 ay arasında değişmektedir. Yine, işsizlik sigortasından yararlanma süreleri ile yapılan yardım oranları da, farklılıklar taşımaktadır.
YENİ YASADA NELER SÖYLENİYOR?
Yeniden ülkemize dönecek olursak Sosyal Güvenlik Reformu olarak lanse edilen 4447 sayılı kanunun 64 maddesinin yalnız 10 tanesi, işsizlik sigortası ile ilgilidir. Kanunun maddeleri ile sosyal güvenlik yasalarında bir dizi değişiklik yapılarak, emekçiler aleyhine bir dizi yeni kanun yasalaştırılmıştır. Bunların hemen tamamı, dünyada uzun mücadeleler sonucu elde edilen, devletin sosyal yanına ilişkin yasalardır. Yeniden yapılanma süreci içersinde, devlet kendine yük olarak kabul ettiği, tüm bu sosyal yanlarından kurtulmak istemektedir.
Yasada işsizlik sigortası “Bir işyerinde çalışırken, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına rağmen, herhangi bir kasıt ve kusuru olmaksızın işini kaybeden sigortalılara işsiz kalması nedeniyle uğradıkları gelir kaybını belli süre ve ölçüde karşılayan, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren zorunlu sigorta” olarak tarif edilmektedir.
Yasa maddelerinde, hangi durumların kasıt ve kusur sayılmayacağı, ne oranda gelir bağlanacağı ve bu gelirin ne kadar süre ile devam edeceği belirtilmektedir. Ancak “çalışma sağlık ve yeteneğine sahip olma” şartları ile ne kastedildiği açık değildir. Bu ibare sakatların işsizlik sigortası kapsamı içersinde olamayacağı gibi bir yoruma açık tutulmaktadır.
Yasada işsizlik sigortasının zorunlu olduğu belirtilmektedir. Yani Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesi uyarınca “Bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar” sigortalı sayılıyorsa ve sigorta primleri işveren tarafından Sosyal Sigortalar Kurumu’na yatırılıyorsa, işsizlik sigortası primlerinin de, işveren tarafından kuruma yatırılma zorunluluğu getirilmektedir. Bundan da açıkça anlaşıldığı üzere, işsizlik sigortasından yararlanabilmek için ilk koşul, sigortalı olarak çalışma biçiminde karşımıza çıkmaktadır.
Zorunlu işsizlik Sigortası’nın yürürlülük tarihi, 1 Haziran 2000 olarak belirlenmiştir. Bu tarihten önce sigortalı olarak çalışanlar, yasanın yürürlüğe konduğu tarihten başlayarak işsizlik sigortası primi yatıracaklar; bu tarihten sonra işe girenler ise, işe girdikleri tarihten itibaren işsizlik sigortası primi yatırmaya başlayacaklardır.
Yine yasaya göre, memurlar ve sözleşmeli personel işsizlik sigortasından yararlanamayacaklardır. Ayrıca Sosyal Sigortalar Kanununun 3. maddesinde sigortalı sayılmayanlar da, işsizlik sigortasından yararlanamayacaktır. Yabancı işçiler ise, kendi ülkeleriyle Türkiye arasında işsizlik sigortasına ilişkin karşılıklı bir sözleşme varsa, yararlanabileceklerdir.
Ayrıca yasada işsize iş bulunması, yeni iş bulmada meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme yükümlülüğü yer almaktadır. Ama bütün bu yasada yazanların uygulanıp uygulanmayacağı ya da uygulama olanağının bulunup bulunmaması, kâğıt üzerinde yazılanlardan bambaşka gerçeklerdir. İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun olmayan işlevini göz önüne alırsak, ne söylemek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Ayrıca meslek edindirme ve geliştirme için gerekli olan bütçenin nereden ve nasıl temin edileceği konusunda, yasada herhangi bir şey bulunmamaktadır.
Yasada “işsiz kalanlara mesleklerine uygun ve son yaptıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın iş bulunması konusunda çalışmalar yapılacaktır” denilmektedir. Ama vasıflı bir işte çalışırken, örneğin tornacılık yaparken işsiz kalan bir işçiye, vasıfsız bir işte, örneğin bir temizlik işinde asgari ücretle çalışması pekâlâ dayanabilecektir. Bu dayatılan işin ve ücretin reddi mümkün değildir, çünkü yasaya göre, önerilen işi reddetmek, işsizlik ödeneğinin kesilmesine sebep sayılmaktadır.
Yasaya göre, işsizlik sigortası primlerinin, sigortalının brüt kazancı üzerinden % 2 işçi payı, % 3 işveren payı ve % 2 devlet payı olacak şekilde oluşturulması kabul edilmiştir. Yine yasaya göre, işverenin, işçinin ücretinden yapacağı % 3’lük prim ödemesi nedeniyle, ücretten indirim yapması yasaklanmıştır. İşçinin ücretinden yapılacak % 2’lik ödemeyle ilgili olarak ise, kesinti yapılması yasaklanmamıştır. Bu da, yasanın uygulamaya geçmesi ile birlikte, işçi ücretlerinde % 2’lik bir indirim yapılacağının ilanından başka bir şey değildir.
İŞSİZLİK SİGORTASINDAN YARARLANABİLMENİN KOŞULLARI:
Yasaya göre, işsizlik sigortasından yararlanabilmek için, “iş akdinin sona ermesinden önceki son üç yıl içinde en az 600 gün sigortalı olarak çalışıp, işsizlik sigortası primi ödemiş ve işten ayrılmadan önceki 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış” olmak gerekmektedir.
Buna göre de, 1 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girecek işsizlik sigortasından ilk yararlanma, 3 yıl sonra gerçekleşebilecektir. Ama bu üç yıl içinde, en az 600 gün prim yatırıldıysa! Yani, işsiz, bu üç yılın, yaklaşık iki yılını, sigortalı olarak herhangi bir işyerinde çalışmayı başarmışsa. Bu da demektir ki, yasanın yürürlüğe giriş tarihi 1 Haziran 2000 olmakla beraber, sonrasındaki üç yıl içersinde, 600 gün prim yatırmadan işsiz kalanlar, bu yasadan yararlanamayacaktır. Bu, fiilen yasanın yürürlüğe giriş tarihini, iki yıl kadar daha ertelemektedir.
Hadi bütün bu koşulları gerçekleştirebildiğinizi varsayalım; yani son üç yılın içersinde, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmanıza rağmen, herhangi bir kasıt ve kusurunuz olmaksızın, patron tarafından kapıya konuldunuz. Üstelik son üç yılın iki yılında da, sigortalı bir işyerinde prim ödeyerek çalışmayı başardınız. Bunun da ötesinde, patron tarafından kapıya konulmadan önceki 120 gün içersinde, kesintisiz prim ödeyerek, çalışmayı da gerçekleştirdiniz. Epey engel atlattınız demektir. İş, bu durumda, üç nalla bir ata kalmaktadır!
Yasayı hatırlayacak olursak, işsizlik sigortasından yararlanabilmek için işçinin kendi kastı ve kusurundan dolayı işten çıkarılmamış olması gerekmektedir. Mevcut iş kanununun ünlü 13. maddesine göre ise, patron herhangi bir gerekçe göstermeksizin işçiyi işten atmakta özgürdür. Ancak bu şekilde işten atılan bir işçiye de, işverenin kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemesi gerekmektedir. Hemen istisnasız her patronun, eğer çok zor bir durumda kalmadıysa, kıdem ve ihbar tazminatlarını ödememek için kırk takla attığını hepimiz bilmekteyiz.
İşsizlik sigortasından yararlanabilmek için, patronun, işçinin kusur ve kabahati olmadan işten atıldığına dair bir belge düzenleyerek kuruma göndermesi gerekmektedir. Bu belge olmadan, işçinin başvurusu kabul görmemektedir. Patronun böyle bir belgeyi düzenleyerek imzalaması ise, peşinen ihbar ve kıdem tazminatı ödemeyi kabullenmesi demektir. Hiçbir patronun, böyle bir belgeyi, kıdem ve ihbar tazminatını ödemeyi göze alarak, vermeye yanaşmayacağını düşünürsek, patronun işçiye, “işsizlik sigortasından yararlanabilmen için gerekli evrakları vereceğim, ancak önce kıdem ve ihbar tazminatından vazgeçtiğine dair şu kâğıdı imzala” diye şantaj yapacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.
Bu yazıyı almayı başaran işçi, 30 gün içinde kuruma başvurduğu takdirde ve de başvurusunda işsiz kaldığını, ama çalışmaya hazır olduğunu söyledikten sonra, işsizlik ödeneğini, işten çıkarıldığı tarihi takip eden ayın sonunda almaya hak kazanabilecektir.
Peki, ödenecek işsizlik sigortasının süresi ve miktarı ne olacaktır?
Son üç yıl içersinde 600 gün prim ödemesi yapmış işçiye, 180 gün işsizlik ödeneği verilecek; 900 gün prim ödemiş ise, 240 gün ödeme yapılacaktır. 1080 gün prim ödeyene ise, 300 gün ödeme yapılacaktır. Bu süreler içersinde, işçi yeni bir işe girerse, ödeme kesilecek; işçi yeniden işten atılırsa, önceden kalan gün kadar ödeme yapılacak, tamamlanınca da ödeme bitirilecektir. Yeniden işsizlik sigortasından yararlanmaya hak kazanabilmek için, tekrar başa dönülmekte, yeni bir 600 gün prim ödeme koşulu ve yeni bir son 120 gün kesintisiz prim ödeme koşulu getirilmektedir. Yani önceki işsizlik döneminden kalan gün ve prim alacağınız varsa, bu, dikkate alınmamaktadır.
Ödenecek miktara gelince de, bu, son 4 aydaki günlük net ortalama kazanan % 50’si olacaktır. Ama bu tutar, hiçbir zaman o tarihteki asgari ücretin netini geçemeyecektir,
Bundan da anlaşılmaktadır ki, işsizlik sigortasının, işçinin mevcut yaşam koşullarını bir müddet de olsa sağlamak, geçim standardını bir süre daha devam ettirmek gibi bir amacı bulunmamaktadır. Örneğin, kalifiye bir işte, asgari ücretten daha yukarılarda bir ücretle çalışan bir işçi, kendi kusur ve kabahati olmaksızın, yani tamamen patronun keyfine göre kapı önüne konulduğu takdirde; primlerini, aylarca, yıllarca yatırdığı işsizlik sigortasından faydalanarak, yeni ve benzer ücrette bir iş buluncaya kadar, hayatını eski biçimde idame ettiremeyecektir. Çünkü her şeyden önce, en fazla, asgari ücretle geçinmek zorunda kalacaktır. Bu da, mevcut yaşam standardının çok daha gerilere çekilmesi anlamına gelmektedir. Yok, eğer bu durumdaki işsiz, alıştığı yaşam standardını yakalamak için ek iş vs. yapmaya kalkarsa, işsizlik ödeneği hakkını tamamen kaybedecektir.
İşsizlik sigortası, İş ve İşçi Bulma Kurumu ile direk bağlantılı bir hale getirilmiştir. İşsizlik sigortasından yararlanan işçinin, “mesleğine uygun ve son çalıştığı işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanları sınırları içinde bir işi haklı bir nedene dayanmaksızın reddetmesi halinde”, işsizlik ödeneğine son verilecektir. Bu maddede yer alan ifadeler, son derece yuvarlak ve muğlâk ifadelerdir. “Mesleğine uygun”, “son çalıştığı işin ücret ve koşullarına yakın” ifadeleri, anlamları yoruma açık ifadelerdir. Ayrıca, mücavir alan içersinde önerilen bir işin, onlarca kilometre uzakta olabilme ihtimali yüksektir.
Meslek edindirmeye yönelik olarak verilecek kurslara katılmayan veya devam etmeyenlerin de, işsizlik ödenekleri kesilecektir. Asgari ücretle eski yaşam standardını yakalamaya çalışan bir işçinin, bir de yol masrafı ödeyerek, aksatmadan, bu kurslara devamı, bir zorunluluk sayılmıştır. Kursu bitirenlere, iş garantisi olup olmadığı da, belli değildir.
Ayrıca, işsizlik ödeneğini kaybetmemek için, gözünüz postacıda olmak zorundadır. Çünkü Kurumun size yaptığı yazışmalardan herhangi birine cevap vermemek de, ödeneği kaybetmek için yeterli bir neden olmaktadır.
Yasa yürürlüğe girdikten sonra, ilk ödemenin yapılması için, en iyi ihtimalle, üç yıllık bir zaman geçmesi gerekmektedir. Yani üç yıl boyunca kesilecek primler, sürenin dolması beklenmek üzere, bir fonda toplanacaktır. Bu primlerin akıbetinin, nemaların akıbetine uğrama ihtimalinin yüksek olduğunu söylemek, fazla karamsarlık olmasa gerektir.
Yasada yer alan bir cümleye değinmeden geçersek, haksızlık etmiş oluruz. Buna göre, özelleştirme sonucu işsiz kalanların da, tabii ki, diğer koşulları yerine getirebiliyorsa, yasadan yararlanabileceklerine özel olarak dikkat çekilmiştir. Hani, özelleştirme işsizliktir diyenlere, demedik laf bırakmıyorlardı! Kendileri, özelleştirmenin işsizlik demek olduğunu, bu yasayla, resmen tescil etmiş oluyorlar.
İşçinin kıdem tazminatına hak kazanmadığı İş Kanunun 17. maddesi, bu yasanın kapsamına da alınmamıştır. Yani patron ve ailesine küfrederseniz, işyerinde bir başkasıyla kavga ederseniz, yapmanız gereken görevleri hatırlatıldığı halde yapmamışsanız, İzinsiz mazeretsiz 2 gün art arda işe gelmemişseniz vb. ya da bu gibi gerekçeler öne sürülüp işten atılmışsanız, işsizlik sigortasından yararlanmanız mümkün olmayacaktır. Her işçi bilir ki, 17. maddeden işten atılmak, istisnai bir durum oluşturmaz. Bu nedenle, çok sayıda işçi açısından, işsizlik sigortası hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Ayrıca, iş akdinin; grev, lokavt veya kanundan doğan herhangi bir nedenle askıya alındığı durumlarda da, işsizlik ödeneği verilmeyecektir. Patronun lokavt ilan etmesinde, işçinin kasıt ve kusuru nasıl oluyor, onu da anlamak mümkün değildir.
Bütün bu sistemin çalışması, yasaya göre, işçi temsilcisi, işveren temsilcisi ve devlet tarafından oluşturulacak bir kurul tarafından yürütülecek. Fonun denetimi bu kurulun elinde olacak. Benzer bir oluşum tarafından yönetilen SSK’nın durumu ortadadır. SSK’nın primlerinin, aynı sistemle oluşturulan kurul aracılığıyla, ona buna peşkeş çekilerek, SSK’nın batma noktasına getirildiği bilinmektedir. Primlerin fonda toplanması ve buradan harcanması, işverenin primleri yatırmakla mükellef olması, devletin hem vaat ettiği primi ödemesi hem de ödemeyen işverenin takipçisi olması zorunlulukları, yasaya bağlanmış haliyle, SSK örneğinde tamı tamına mevcut O halde, tasfiyesine girişilen SSK’da yapılamayan, benzer şekilde kurumsallaştırılan işsizlik sigortası ve yasasıyla nasıl yapılacak? İşveren primlerini ödemeye nasıl zorlanacak, bu yasaya göre devletin ödemediği primlerini ödeyecek olmasının garantisi ne olacak, ödenmemesi durumunda yaptırımı nedir, fonda biriken primlerin tekellere peşkeş çekilmesi ya da devlet borçlarının kapatılmasında kullanılması nasıl önlenecek -yasada bu soruların yanıtları yoktur ve yukarıdan beri söylenenlerin yanında, bu, yasayı koca bir aldatmaca yapmaktadır.
Bütün bu dikkat çekilen noktaların yanı sıra, Türkiye’de sigortasız çalışma oranının yüksekliği düşünülürse, yasadan yararlanabilecek çok az kişi kalmaktadır.
İşsizliğe işçiler sebep olmamaktadır. Kim buna sebep oluyorsa, sonuçlarına da o katlanmak zorundadır. Bu nedenle, herhangi bir kayda ve şarta tabii olmaksızın işsizlik yardımı uygulamasına geçilmeli ve bunun finansmanı da, devlet ve işverenler tarafından karşılanmalıdır. Yoksa bu yasayla birlikte propaganda malzemesi yapılan “işsiz kalanların derdine derman oluyoruz” lafları; işçilerin kazanılmış haklarının gasp edilişini örten namussuzca bir demagojiden öteye gitmemektedir.
Kasım 1999