Japon mali sermayesine genel bir bakış

Japonya, 1960-80’li yıllardaki yüksek büyüme oranlarıyla, hızla gelişen teknolojisi ve sürekli artan ihracatından sağladığı ticaret fazlalarıyla “Japon mucizesi”ni gerçekleştirmiş ve kapitalist dünyanın örnek diye gösterdiği ülke haline gelmişti. 1970’li yılların başından itibaren, Almanya’yı geçerek, ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olmuştur. Japonya bugün de (yitireceği yönünde tartışmalar olsa da) bu konumunu sürdürmektedir.
Ancak, Japonya 90’lı yılların başlarından itibaren farklı bir sürece girmiştir. 1992–93 yıllarında esas olarak ileri kapitalist ülkelerde baş gösteren aşırı üretim krizi, Japonya’yı da vurmuş, bunun sonucunda 1992 Nikkei Borsası’nda yaşanan büyük çöküş, ülkenin net değerlerinin üçte birinin yok olmasına neden olmuştur. Diğer ileri kapitalist ülkelerde, özellikle ABD’de nispeten hafif geçen kriz kısa sürede atlatılıp yeniden canlanmaya dönüşürken, Japonya’da krizin yerini ekonomik durgunluk almıştır. İşte Japonya’da bugünkü süreci karakterize eden, küçük çaplı, dönemsel düzelme belirtilerine karşın giderek derinleşen ve adeta kronikleşen bu ekonomik durgunluktur.
Hammadde ve enerji ithalatçısı olan ve imalat sanayisi; otomotiv, elektrik ve elektronik aletler ve çeliğe dayanan Japonya’nın 1992’den bu yana büyüme hızı oldukça düşmüştür. 1988’de yüzde 6,3 oranında artış kaydeden GSYİH’nin, 1998’de yüzde 1,6–1,8 oranında küçülmesi beklenmektedir. ABD’nin GSYİH’si 1992–96 yılları arasında toplam yüzde 22 artarken, Japonya’nınki yüzde 6’da kalmış, sanayi üretimi ise 1995’te 1992’ye oranla yüzde 3 gerilemiştir. 1995 verilerine göre Japonya, dünya GSYİH’sinin yüzde 16’sını üretmektedir. Ancak 1993’ten bu yana içinde bulunduğu ekonomik durgunluk nedeniyle daralma göstermektedir.
İşsizlik oranı 1958’den bu yana ki en yüksek seviyeye çıkmıştır. Resmi kaynakların Nisan 98’de yüzde 4,1 olarak açıkladığı işsizlik oranının gerçekte yüzde 6 dolayında olduğu, hatta Japon şirketlerindeki atıl olup ama istihdam edilmeye devam edilen işçi sayısı da dâhil edildiğinde bu oranın yüzde 10’u bulduğu tahmin edilmektedir. 1998’in ilk çeyreğinde ana şirketler açısından istihdamda bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,6 oranında bir daralma yaşanmıştır. 14,5 milyon işçi ile toplam işgücünün yüzde 21,5’ini istihdam eden imalat sanayisinde, hem durgunluk hem de sanayi üretiminin giderek daha fazla ülke dışına kaydırılması nedeniyle, istihdam edilen işgücü azalma eğilimi göstermektedir. Sakura Bank’ın tahminlerine göre, 2005 yılına kadar Japonya’da imalat sanayisinde işini kaybedenlere 1,5 milyondan fazla işçi daha eklenecek ve işsizlik oranı daha da yükselecektir.
1997’nin ikinci çeyreğinde imalat sanayisinde toplam çalışılan saat haftada 168,4 iken, üçüncü çeyreğinde 164,8’e düşmüş, mesai saatlerinde de azalmalar olmuştur. Part-time çalışma giderek yaygınlaşmaktadır. İmalat sanayisinde part-time çalışanların oranı 1991’de yüzde 6’dan, 1996’da yüzde 6,7’ye çıkmıştır. Artık yaşam boyu istihdam garantisi de kalmamıştır. Ayrıca bir süre durağan seyreden gerçek ücretler de artık düşüşe geçmiştir. Ücretler 1995’te 100 birim olarak kabul edilirse, 1997’de nominal ücretler 105 olmuş, ancak gerçek ücretler 77’ye düşmüştür (Country Report-Japon, EIÜ, 1998 First Quarter)
Japonya’da talep ve tüketimde de bir düşüş söz konusudur. Temmuz 98’de gerçekleşen tüketici harcamaları bir önceki yıla güre yüzde 3,4 oranında düşüş göstermiştir.
Talepteki daralmanın doğal bir sonucu olarak belli sektörlerdeki satış ve kârlarda da düşüşler olmuştur. Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın (MİTİ) Ekim 1998’de yayınladığı bir araştırmaya göre, 1998 mali yılının ilk çeyreğinde (Nisan-Haziran) Japon şirketlerinin ülke içi satışlarında bir önceki yılın aynı dönemine oranla yüzde 6,9 oranında bir düşüş yaşanmıştır. Bu şirketlerin yurtdışı şubelerinin, satışlarında genel olarak yüzde 6,3’lük bir artış kaydedilirken (Kuzey Amerika’da yüzde 11,3), Asya krizinden dolayı dört ASEAN ülkesindeki (Endonezya, Tayland, Filipinler ve Malezya) satışlarda ise yüzde 21’lik bir düşüş gerçekleşmiştir. Kasım 1997’de ülke içindeki otomobil satışları bir önceki yıla oranla yüzde 23,5 düşerek 1970 petrol krizinden sonraki en büyük düşüşü oluşturmuştur. Bu sektörde, 97 yılı kârlarında ortalama yüzde 7,4 elektronik alanında üretim yapan tekellerin kârlarında ise yüzde 9 oranında bir düşüş olmuştur (bu sektörde iç üretimde 1995’te yüzde 12’lik bir düşüş, ithalatta ise yüzde 40 oranında bir artış olmuştur, %92’si Asya’dan). Tokyo Borsası’nın Birinci Listesi’nde yer alan finans dışı kurumların kârında yüzde 6’lık bir düşüş görülürken, genel olarak imalat şirketlerinin kârlarındaki düşüş yüzde 8 oranındadır. (The Weekly Post) Fortune dergisinin dünyanın en büyük 500 tekeli listesine girip de 97’de en çok zarar eden 20 şirketten 13’ü Japon şirketleri olmuştur. Bunlar içinde bankalar ilk sıraları almıştır. En büyük yedi Japon bankasının 97’deki toplam zararı 13,6 milyar dolar olmuştur.

MALİ KRİZ
Bugün Japon finans sektörü derin bir mali kriz içindedir. 1997’den bu yana, küçük ve orta çaplı işletmeler yanında, Nissan Hayat Sigortası, Sanyo Securities, Hokkaido Takushoku Bankası, Yamaichi Securities, Tokuya Şehir Bankası gibi büyük finans kuruluşları art arda iflas etmiştir. Eylül 98’de Japon Kiralama Şirketi’nin iflası (JLC, büyük bankalar arasında yer alan Uzun Vadeli Kredi Bankası’nın LTCB bağlı şirketidir) 2,2 trilyon yen borç ile Japon tarihinin en büyük iflası olmuştur. Böylesine büyük iflaslar zinciri, II. Dünya Savaşı sonrası Japonya tarihinde ilk defa yaşanmaktadır. Bunlara yenilerinin de eklenmesi bekleniyor. (Deutsche Bank’a göre, Japonya’da 10–13 arası banka, kıymetli evrak alım-satım şirketi ve sigorta şirketi iflasın eşiğindedir). ABD’li kredi-reyting ajansı Moodys’e göre ise 5 banka gidici durumdadır. Bunlar, Uzun Vadeli Kredi Bankası (LTCB) Japon Kredi Bankası (Nippon Credit Bank), Mitsui Trust (Vakıf Bankası Yasuda Trust, Chuo Trust).
Japon hükümeti, tekelci burjuvaziyi krizin etkisinden korumak ve zararlarını asgariye indirmek için büyük fonlar seferber etmiştir. 92 krizinden bu yana uygulamaya konan 700 milyar dolar tutarındaki yedi konjonktür programına ek olarak Kasım 98 ortalarında 200 milyar dolarlık (24 trilyon yen) sekizinci programını açıkladı. Finans şirketlerinin batık kredilerden kaynaklanan zararlarını karşılayıp onları iflastan kurtarmak (bu çerçevede bir büyük özel banka kamulaştırıldı) ve ekonomiyi içinde bulunduğu durgunluktan kurtarmak için kamu fonlarını seferber etti.
Başta bankalar olmak üzere finans şirketlerinin içinde bulunduğu mali kriz bugün esas olarak, (Güneydoğu Asya’daki kriz ile etkileşim nedeniyle daha da derinleşen) batık krediler sorunu olarak kendisini dışa vurmaktadır. Japon finans şirketleri, ekonomik durgunluk nedeniyle ülke içinde verdikleri borçlar yanında, Güneydoğu Asya ülkelerine verdikleri kredileri de bu ülkelerde yaşanan büyük ekonomik çöküntü nedeniyle geri alamıyorlar. Mart 98 itibariyle, 19 bankanın vermiş olduğu toplam batık kredi miktarı 536 milyar dolardır. Tüm finans kuruluşlar ile birlikte bu rakam 1 trilyon doları bulmaktadır. (The Weekly Post, Temmuz 1998) Bu genel toplamda sadece beş Güneydoğu Asya ülkesinde Japon bankalarının vermiş olduğu batık kredi miktarı 265 milyar dolar civarındadır.
Bütün bu veriler, Japon ekonomisinin bugün içinde bulunduğu zor durumu gözler önüne sermektedir. Ancak Japonya’nın bu durumu, başta ABD ve Avrupa olmak üzere rakipleri açısından hem bir avantaj hem de dezavantaj teşkil etmektedir. Tüm dünya piyasasındaki toplam kredilerin yüzde 20’sini veren ve bu nedenle dünyanın en büyük kreditörü olan Japonya’nın uzun süreli durgunluğu, Asya ile birlikte ondan en çok kredi alan ABD’yi olumsuz etkiliyor. Ekonomik durgunluk nedeniyle Japonya’nın daha fazla ihracata yönelmesi ve yi-ne aynı nedenle ithalatının azalması, ABD’nin Japonya ile olan dış ticaret açığının artmasına neden oluyor. Japonya’nın dış ticaret fazlası Şubat 98’de bir önceki yıla göre yüzde 89 artarak (Şubat ayı ticareti) 1,2 trilyon yen’e (10 milyar dolar) ulaşmış, bunun yarısına yakını ise ABD ile ticaretten kaynaklanmıştır. Daha çok ihracat için Japon tekellerinin koşulları zorlaması (mümkün olduğu kadar ucuza satma) uluslararası rekabeti daha da kızıştırmaktadır. ABD, geniş kapsamlı bir ekonomik canlanma paketi ve iç talebin genişletilmesi için tedbirler alması konusunda Japonya’ya baskı yapmaya devam ediyor. Çünkü Japon ekonomisinin canlanması, Güneydoğu Asya krizini de hafifletecek, böylelikle ABD, hem Japonya’ya hem de bölgeye ihracatını artırma olanağı bulacaktır. Bu nedenle rakipleri, Japon ekonomisinin tam çöküşünü engellemeye çalışıyor. Böyle bir çöküş, tüm dünya ekonomilerinin de derin bir krize sürüklenmesine yol açacaktır.
Rakipler açısından bu durumun avantaj teşkil eden yanı ise, bugüne kadar adeta bir savaş ekonomisi uygulayan ve iç pazarını mümkün olduğunca kapalı tutan Japonya’nın zor durumundan faydalanarak, onun iç ve dış pazarında etkinlik artırma olanaklarının çoğalmasıdır. Batık krediler sorunu ile karşı karşıya olan finans şirketleri, finans alanında başlayan ve 2001’e kadar tamamlanacak olan yeni düzenlemelere ve liberalleşme adımlarına da kendilerini hazırlamak ve yeni alanlarda gelişmek için ABD’li ve Avrupalı büyük finans tekelleri ile ortaklıklar ve ittifaklar kurmayı yoğunlaştırmışlardır. Örneğin Bank of Tokyo-Mitsubishi, Melon Bank Grubu ile Sumitomo Bank ve Ashai Bank, Goldman Sachs ile Fuji Bank ise, Yine Goldman Sachs ve Jardine Fleming ile ittifak kurmuş durumdadır. Vakıf bankaları içinde ise Mitsui Vakıf Bankası Prudential ile Mitsubishi Vakıf Bankası ise American International Group ile ittifaka girmiştir.
Japonya’da yıllardır aşılamayan ekonomik durgunluğun adeta kronik hale gelmesi ve daha ağır kriz öğelerini biriktirmesi, son birkaç yıldır, bir zamanların övünç kaynağı olan “Japon sistemi”nin tartışılır hale gelmesine neden olmuştur. Hükümet, başta finans sektörü olmak üzere ekonomide sıkı devlet müdahalesinin gevşetilmesi ve “liberalleşme” yönünde yeni düzenlemelerin yapılması kararları almıştır. Hükümet, Büyük Patlama (Big-Bang) olarak adlandırılan bu düzenlemelerle finans sektöründe yeniden yapılanmaya gidileceğini, bürokrasinin finans sektörü üzerindeki denetiminin gevşetileceğim, Maliye Bakanlığının finans kuruluşlarını denetleme gücünden arındırılacağını ABD ile ticari kavga konusu olan sigortacılık alanında de-regülasyona gidileceğini, bankalar ile kıymetli evrak alım-satım şirketlerinin faaliyet alanını kısıtlayan duvarların da giderek kaldırılacağını açıkladı (örneğin yeni düzenlemelerin bir parçası olarak, dış yatırımlar üzerinde caydırıcı etkide bulunan Dış Ticaret Denetim Yasası kaldırılarak Japon şirketlerinin dış ülkelerde yatırım yapması kolaylaştırıldı). ABD ve büyük tekeller, hükümete daha hızlı davranması doğrultusunda uyarılarda bulunuyor.
Toyota Motors’un ve İşverenler Federasyonu Keidanren’in başkanı Toyota, büyük tekellerin beklentilerini şöyle dile getiriyor, idari reformlar yapılması, ekonominin bir bütün olarak yeniden düzenlenmesi, A.Ş. vergisinin yüzde 50’den 40’a düşürülmesi, yaşam boyu istihdam ve kıdem sisteminin kalkması. Toyota şöyle devam ediyor: “Japonya’yı daha etkin ve dinamik bir hale getirmeye ve hükümeti küçültmeye çalışıyoruz. Hükümete çok fazla güvenme eğilimi var. Bu eğilim devam ederse Japonya gelecekte varlığını koruyamaz.” Federasyonun think-tank’ı ise, çalışanlara çok fazla önem verilip hissedarların ihmal edilmesinden yakınarak, artık hissedarların kâr payına öncelik verilmesi gerektiğini belirtiyor.
Bugün Japon ekonomisinin içinde bulunduğu durum, “Japon sistemi”nin, değişen belli başlı ihtiyaçları eskisi gibi karşılamayan geleneksel bazı özelliklerinin değişimini zorunlu hale getirmektedir. Bu, hem iç hem de dış gelişmelerin dayattığı bir değişim ihtiyacıdır. Değişen koşullar Japonya’ya; iç pazarı kapalı tutma, sıkı devlet denetimi ve düzenlemesi gibi özellikleri, ekonomide ağırlıklı olarak hissedilen ekonomi dışı ataerkil ve yarı-feodal ilişkileri (işçinin işverene, işverenin işçiye sadakati vb.) yenileme ve değiştirmeyi dayatmaktadır.

GELENEKSEL “JAPON SİSTEMİNİN BAZI KARAKTERİSTİKLERİ
“Japon sistemi”nin sahip olduğu özgünlükleri anlamak için kapitalist gelişme tarihine bakmakta fayda vardır. Japonya’da kapitalizmin gelişmesi, Prusya tarzı bir kapitalist gelişme olmuş, tam anlamıyla bir burjuva devrimi ise gerçekleşmemiştir. 1868’de Meiji Devrimi ile siyasi iktidar, yükselmekte olan ticaret burjuvazisi ile aristokrasinin belli kesimlerinin oluşturduğu bloğun eline geçmiştir. Japonya’nın büyük kapitalist güçlerinin içine sonradan girmesi, devlet sisteminin müdahaleci, baskıcı ve yoğun sömürülü bir modele dayandırılmasını zorunlu kılmıştır. 1880’lerin başında Japonya yabancı sermayeden kendini büyük oranda arındırmış, dış ticaret devlet eliyle yapılmaya başlanmıştır. Başka bir deyişle, kapitalist gelişmedeki geç kalmışlık; dünyada kapitalizmin nispeten gelişmiş olduğu koşullarda diğer kapitalist ülkelerle rekabet edebilmek için, Japon burjuvazisini daha çok devlete ve aristokrasinin belli kesimlerine yaslanmaya itmiş, dolayısıyla Japon burjuvazisi toplumun demokratikleşmesine de baştan karşı olmuştur. Yüksek düzeyde devlet müdahalesi, değişik ölçülerde günümüze kadar devam etmiş ve Japon ekonomisinin karakteristik özelliklerinden biri olmuştur.
Kapitalizm çağına oldukça geç giren Japonya’nın ilk sanayileşme hamlesi, askeri amaçlı ağır sanayiye dayanmıştır. Batı tarzı bir ordu ve donanma kurmak ve ağır sanayi temelini oluşturmak için Japonya, ABD ve Avrupa’dan teknoloji ithal etmiştir. Bu durum, Japonya için bir dezavantaj olmuş ve Japonya kendi işçileri üzerindeki sömürü oranını yükseltme ve diğer Asya ülkelerinin doğal kaynaklarını ve insan gücünü yağmalama yoluyla bu olumsuzluğu avantaja çevirme yöntemini izlemiştir. Ağır sanayi kurulduktan sonra, tekstile dayalı tüketim sanayisini geliştirme stratejisi izlenmiştir. Böylece 19. yüzyıl sonunda Mitsui, Mitsubishi, Sumitomo, Yasuda gibi bugünlere kadar gelecek olan büyük aile holdinglerinin (zaibatsu’lar) temelleri atılmıştır. Birinci emperyalist savaş sırasında imalat sanayisi %50 oranında büyümüşken 1937’de Japonya emperyalist emellerle Çin’e saldırdığında, ağır sanayi tüm sanayi üretiminin üçte ikisini oluşturmuştur.
İkinci emperyalist savaş sırasında Japonya, Batılı devletlerin, özellikle ABD’nin emperyalist çıkarları aleyhine olan yayılmacı politikalarını sürdürüp yenilgiye uğrayınca, 1952’ye kadar ABD’nin işgali altında kalmıştır. Bu işgal döneminde ABD’nin amacı, kapitalizmin eşitsiz ve sıçramak gelişme yasasının bir sonucu olarak hızla güçlenmiş ve etkili bir rakip haline gelmiş olan Japonya’yı zayıflatmak ve oradaki hâkimiyetini artırmak olmuştur. Japonya’nın askeri gücünü artırmasının ve yayılmacı politikalarının önüne geçmek ve bunun ardındaki ekonomik güç olarak zaibatsu’ları yok etmek için ABD Japonya’ya bazı reformlar dayatmış, zaibatsu’ları dağıtma kararı alınmış, Japon hükümetini anti-tekel yasalar çıkarmaya zorlamış, işgalci düşünü şirin göstermek, demokratik görünmek ve zaibatsu’lara dayanan büyük toprak sahiplerinin gücünü kırmak için toprak dağıtımına gitmiştir. Ancak savaş sonrasında dünyada gerçekleşen politik değişiklikler, yani “komünizm tehdidi”nin Avrupa ve Asya’ya yayılması, Pentagon’un Japonya politikasında da değişikliklere yol açmış, yani ABD, zayıf bir Japonya’dan çok, ekonomik Olarak güçlü, dış yatırımlar için güvenli ve özellikle kendisine Uzak Asya’da askeri bir üs ve ortak olabilecek bir Japonya’nın daha çok işine yaradığı kanısına varmıştır. 1952’de Amerikan işgali sona erince, dağıtılan ve eski isimlerini kullanmaları yasaklanan zaibatsu’lar, Japon Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın desteği’ ile yeniden toparlanmaya başlamışlardır. Bu defa holdingleşmeyi engelleyen yasaların etrafından dolanıp, aynı sermaye grubu içinde yer alan şirketlerin birbirinin hisselerini karşılıklı satın alarak örgütlenme yolunu izlemişlerdir (keiretsu). Bu örgütlenme tarzı, şirketlere, düşmanca ele geçirmelere karşı korunma olanağı vermiş, MİTİ ise onları dış rekabetten korumuştur.
Japonya, kapitalist gelişme ve dolayısıyla emperyalist pazar paylaşım sürecine geç girdiği için, ekonominin bir merkezden ve adeta savaş ekonomisi şeklinde örgütlenmesi bir zorunluluk olmuştur. Savaş sonrası ülkenin yeniden inşası ve hızlı ekonomik büyüme döneminde devlet ve özel sermaye birlikte ekonominin öncelikli alanları (imalat sanayisi, ihracat, ulaşım, kamu işletmeleri, finans kuruluşları, uluslararası ticaret şirketlerinin geliştirilmesi) konusunda fikir birliğine varıp, sermayenin stratejik dağılımını sağlayacak araçları geliştirmeye girişmişlerdir. Pek çok açıdan “serbest pazar ve rekabeti” açıktan ve doğrudan sınırlamışlardır. Bu düzenlemeler Maliye Bakanlığı ve Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (MİTİ) kanalıyla yapılmıştır. Devlet-sanayi-finans üçgeninde ekonominin öncelikleri konusunda sağlanan konsensüs, ülke içi tekeller arası çekişme ve rekabetten daha fazla dış pazarlara yoğunlaşmayı sağlamıştır.
Ekonominin, adeta askeri bir tarzda, belirlenen stratejiler doğrultusunda politika izleyen bir merkezden yönlendirilmesi, iç I rekabetin sınırlanmasını, dışarıya karşı birliği, koordineli bir şekilde dış dünya pazarlarına açılmayı sağlamıştır. İç pazar kafalı tutularak yabancı sermayenin girmesi ve Japon sermayesine rakip olması engellenmiştir. Ülke dışından sermaye sağlama konusunda büyük sınırlamalar ve döviz ve yabancı sermaye konusunu düzenleyen yasalar yakın bir tarihe kadar yürürlükte kalmıştır. Diğer ülkelerin tersine, Japonya, savaş sonrası yeniden inşasını ve hızlı ekonomik büyümesini yabancı sermaye veya dış borçlara fazla bağlı kalmaksızın gerçekleştirmiştir. Sahipleri yabancı olan firmalar ABD GSMH’sinin yüzde 17’sini ve Almanya’nınkinin yüzde 24’ünü üretirken, Japonya’da bu oran sadece yüzde 0,2’dir. Bunun da yarısı, tek bir firma, Japon ‘IBM’i tarafından üretilmektedir. (Bu veri 1990’ların başına aittir. Son yıllarda yabancı tekellerin Japonya’daki varlığı artmıştır.)
İşgal döneminde ABD dayatmalarının sancısını çeken Japon sermayesi hem ABD iç pazarında etkinliğini artırmak ve böylece onu içten ele geçirmek, hem de sınırlı hammadde, teknoloji ve sermaye sorununu çözmede döviz geliri, özellikle ABD doları elde etmek için ihracata büyük önem vermiştir. Öyle ki, “ya ihracat, ya ölüm!” dönemin meşhur sloganı haline gelmiştir. Hedef, büyük şirketlerin uluslararası rekabet gücünü yükseltmek olmuştur. Bunun yolu ise, düşük fiyata yüksek kaliteli mallar pazarlamaktan geçtiği için, sermaye maliyetlerinin düşük tutulması önem kazanmış, sanayi ile sıkı bağlan olan ana ticari bankalar yanında devlet de, düşük faiz oranları ile bu stratejik şirketlere kredi musluklarını açmıştır. Bu nedenle, Japonya’da sermaye maliyeti ABD ve Avrupa şirketlerine göre yüzde 2–4 daha düşüktür. Dünya pazarlarında rekabet gücünü artırma ve genişleme açısından bu durum Japon şirketleri için can alıcı bir önem teşkil etmiştir. Sermayeyi geliştirmek için, tüm altyapı harcamalarını devlet kendisi üstlenmiş, Japonya’daki kamu altyapı harcamaları, ABD’dekinin üç katına ulaşmıştır. .
Ayrıca Japonya, ABD ekonomisini içten ele geçirme stratejisinin bir parçası olarak, ABD devlet tahvillerini satın almış ve Güneydoğu Asya ülkelerine de verdiği kredilerle birlikte dünyanın en büyük kreditörü haline gelmiştir. Japonya, ABD ile ticaretten elde ettiği büyük orandaki ticaret fazlası ile elinde biriken dolarları ABD’de tahvil ve hisse senetlerine yatırmıştır. 1985’ten sonra ABD’nin devlet tahvillerini en çok satın alan ülke sıfatı, İngiltere’den Japonya’ya geçmiştir. 1997 itibariyle 5 trilyon doları aşkın ABD devlet tahvillerinin dış ülkelerin elindeki kısmının toplam içindeki payı %34.3 ve Japonya’nın bunun içindeki payı ise yaklaşık yüzde 25 civarındadır.
Doğrudan yatırımlar yoluyla pazar payını genişletme uğruna, Japon tekelleri düşük kârlara katlanmayı göze almıştır. Yani Japon tekelleri için dünya pazar paylarını genişletmek, kâr oranını artırmaktan daha can alıcı bir sorun olmuştur. Gerçekten de, Japon şirketlerinin kâr oranları ABD şirketleri ile karşılaştırıldığında daha düşüktür. ABD’de vergi sonrasında bu oran ortalama yüzde 13,9 iken, Japon firmalarında 8,5’tir. Bankaların toplam aktiflerinden sağladıkları brüt gelir, ABD ve İngiliz bankalarının yarısından daha azdır. (The Banker, Temmuz 87, sf. 69) Aşağıdaki karşılaştırmalı tablo doğrudan dış yatırımlar (DDY) açısından da durumun aynı olduğunu gösterir.
(Bkz. Tablo: 1, s. 51)

DOĞRUDAN DIŞ YATIRIMLARDA KÂR ORANI (%, 1980–88)
Japonya’nın ABD’deki DDY
Yıllar         İmalat şirketleri     Tüm Şirketler
1980         2,7            14,4
1985         -7,6            8,9
1988         -0,5            3,3

ABD’nin Japonya’daki DDY
Yıllar        İmalat şirketleri     Tüm şirketler
1980        13,5            13,4
1985        21,4            17,5
1988        19,9             21,0

(Kaynak: Journal of Trade and Industry, MITI, 1990) – Tablo: 1

Kaldı ki, buradan doğan “kayıplar”, ülke içindeki toplumsal fonlardan devlet eliyle bir nevi iade edildiğinden, bu durum Japon tekelleri açısından gerçek bir kayba da tekabül etmiyor. Aksine, Japon tekellerinin bu “feragati”, rekabet güçlerini bizzat artıran bir faktördür. Kuşkusuz, bütün kapitalist tekeller gibi Japon tekelleri de kâr oranlarının düşme eğilimi sorunuyla karşı karşıyadırlar. Ancak tekellerinin bu bakımdan sahip oldukları avantajları odur ki, bu sorunu -yukarıda sözü edilen nedenlerle- diğerlerine göre çok daha fazla, emekçi toplumun sırtına yükleyebilmiş olmalarıdır.

TEKELLEŞME VE SERMAYE GRUPLARI
Japonya’daki tekelleşme süreci, diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde olduğu gibi tam olarak serbest rekabetin kendi kuralları çerçevesinde olmamıştır. Devlet, diğer kapitalist ülkelerde olduğundan daha fazla, bir şirketi korumak ve geliştirmek için gerektiğinde ona tekel statüsü vermiştir. Örneğin 1870’lerde Mitsubishi’nin kurucusu Ivasaki ailesine gemicilik tekeli verilerek bu alanda başka rakiplerin çıkması engellenmiş ve Mitsubishi’nin gelişmesi sağlanmıştır. Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması olgusu gereğince ortaya çıkan büyük tekeller, güçsüzlere yaşam hakkı tanımamış, bunların iflasına, bir büyük tarafından yutulmasına ya da birleşmelere neden olmuştur. 1930’larda zaibatsu’lar döneminde olduğu gibi, 1960’larda liberalleşme politikaları uygulandığında da şirket birleşmeleri yoğunlaşmıştır. Örneğin 1965’te Nissan ile Prince, 1968’de Nissho ve Iwai ticaret şirketleri, 1970’te Yawata ve Fuji çelik tekelleri, 1971’de Dai Ichı ve Nihon Kangyo bankaları birleşmiştir. 1990’da Mitsui Bankası, kendisi de eski bir birleşmenin ürünü olan Taiyo Kobe Bankası ile Tokyo Bankası ise Mitsubishi Bankası ile birleşmiştir.
Büyük tekeller, kendi sektörlerinde faaliyet gösteren küçüklerin rekabet şansını ortadan kaldırmakta, şirket iflasları nedeniyle üretim giderek merkezileşmekte ve sermaye belli ellerde yoğunlaşmaktadır. Örneğin, hızlı büyüme yılları olarak bilinen 1980’lerde bile, şirket iflasları yüksek rakamlarda seyretmeye devam etmiştir. 1980’de yaklaşık 18 bin şirket iflas ederken, bu rakam 84’te 21 bini bularak doruğa çıkmıştır. 1990’da 6500’e kadar düşen iflaslar, 91’de birden 12 bine ve 92’de 14 bine fırlamıştır. 97’deki iflaslar ise bu rakamların çok üzerinde gerçekleşmiştir.
Japon mali sermayesinin örgütlenme tarzının en ayırt edici özelliği, sermaye grubu olarak, yasal olmasa da fiilen, açıktan ve meşruluk kazanmış holding tarzı keiretsu’lar şeklinde örgütlenmiş olmasıdır. Bu keiretsu’ların temel politikaları, ana gövdesini oluşturan şirketlerin yöneticilerinin katıldığı “Beyaz Su Kulübü”, “İkinci Perşembe Kulübü”, “Cuma Toplantısı” gibi isimler altında, tüzel bir kişiliğe sahip olmayan yönetim kurullarında belirlenir. Aslında mali sermayenin örgütlenme şekli diğer ülkelerde de pek farklı değildir; ama yasal düzenlemeler nedeniyle diğer ülkelerde holding tarzı bir örgütlenme bu kadar açıktan ve meşruluk kazanmış bir biçimde gerçekleşmemektedir (Holding şirket kurma yasağı kısa bir süre önce kalkmıştır).

BAZI SEKTÖRLERDE EN BÜYÜK 1, 3 VE 5 TEKELİN JAPONYA’DA İÇ PAZAR PAYI (1996, %)
Sektör                En büyük tekel     En büyük 3 tekel     En büyük 5 tekel
Bilgisayar çipi RAM        18,0            40,7            56,3
Bilgisayar (PC)        39,4            73,3            90,8
Çamaşır Makinası        21,0            59,0            88,3
Cep tel. aboneliği        52,5            78,1            95,4
Çimento            22,6            57,3            82,1
Ham çelik            25,5            46,2            62,0
İç hava taşımacılığı        45,1            89,9            98,6
Hidrolik iş araç-greyder    30,1            71,7            96,1
Kamera            40,7            78,9            93,3(*)
Kamyon            29,0            81,3            100,0(**)
Otomobil            38,4            76,2            86,3
Petrol-benzin            16,3            42,9            65,3
Uluslar arası tel. servisi    66,0            100,0(**)

(*) yalnızca 4 tekel – (**) yalnızca 2 tekel
(Kaynak: Nihon Keizei Shimbun ınc. 1996, Japon Economiç Almanac, 1998) – Tablo: 2

Bugün Japon ekonomisine hükmeden altı büyük sermaye grubu vardır. Bunlar kısaca “Altı Büyük”ler olarak anılır ve her biri otomotivden elektroniğe, ağır sanayiden ticaret-pazarlama şirketlerine ve bankalara, sigorta şirketlerine kadar ekonominin her alanında kendi tekellerine sahiptir. (Bkz. Tablo: 2) Örgütlenmeleri bir gezegenler sistemi gibidir. Her birinin merkezinde yer alan bankalar esas çekim merkezi ve yörüngedeki şirketlerin esas finansman kaynağı durumundadır. Her bir sistemi oluşturan şirketler, karşılıklı hisse, ticari ilişkiler vb. bağlarla birbirine bağlanmıştır. Bu örgütlenme tarzına Japonya’da “keiretsu” sistemi denmektedir.
Keiretsu, “ortak çıkarları olan şirketlerin karşılıklı birbirinin hisselerini alarak bir sermaye grubu etrafında örgütlenmeleri” şeklinde tanımlanır. Holdingleşmenin yakın zamana kadar yasak olduğu Japonya’da sermaye grupları kendilerine bağlı olan şirketleri bu yolla organize etmişlerdir. Keiretsu’lar içindeki şirketlerin birbirinin hisselerini karşılıklı ellerinde bulundurması onlara, düşmanca birleşme ve ele geçirmelere karşı korunma ve birbirlerinin olanaklarından yararlanma imkânı vermektedir.
Keiretsu’lar yatay ve dikey keiretsu’lar olmak üzere ikiye ayrılır. Yatay keiretsu güçlü bir banka ile ortak bağları olan, hisseler ve ticari ilişkilerle birbirine bağlı, farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerden oluşmuş çok büyük bir şirketler grubudur. Dikey keiretsu ise üretim ve dağıtım keiretsu’ları olarak ikiye ayrılır. Üretim alanında belli bir sektörde faaliyet gösteren büyük bir ana şirket ve onun altındaki yüzlerce, hatta binlerce bağlı şirketin oluşturduğu birlik üretim keiretsu’dur. Yatay keiretsu (fiiliyatta holding) içindeki bu üretim keiretsu’larının mallarının satış ve dağıtımını yapan ve binlerce, hatta on binlerce satış dükkânı ve mağazasını kendisine bağlamış ticari yapı ise dağıtım keiretsu’su adını alır. Özet olarak ifade edecek olursak, yatay keiretsu’lar aslında mali sermaye gruplarına, dikey keiretsu’lar ise üretim alanındaki sanayi tekellerine ve ticaret-pazarlama şirketlerine tekabül eder.
Yatay keiretsu’lar, yasal olmasa da fiilen holding tarzı örgütlenmelerdir. Bu yapının merkezinde büyük bir ticari banka vardır. Bu banka keiretsu’ya bağlı tekellerin temel finans kaynağıdır. Sanayinin birçok sektöründe üretimde bulunan tekeller yanında, sigortacılık, vakıf bankacılığı gibi finans kuruluşları ve kendisine bağlı üretim keiretsu’larının mallarının satış ve dağıtımını yapan dağıtım keiretsu’ları da bu holding tarzı örgütlenmenin içinde yer alırlar. Keiretsu’ların etrafında aslında yüzlerce şirket vardır; ama bunların ancak küçük bir kısmı açıktan keiretsu üyeliğini göstermekte ve ancak en büyükleri keiretsu’nun yönetim kurullarında söz hakkına sahip olmaktadır. Altı büyük yatay keiretsu’nun yönetim kurullarındaki şirket sayısı toplamı 189’dur. Her ne kadar şirketlerin büyük bir kısmı “bağımsız” imajlarını korumaya çalışsa da, bunların her biri bu Altı Büyük keiretsu’nun merkezinde bankalardan biri ile ilişki halinde ve hisselerinin bir bölümü bu bankaların ve aynı keiretsu içinde yer alan diğer şirketlerin elindedir.
Bugün Japon ekonomisine hükmeden altı büyük sermaye grubu (yatay keiretsu) şunlardır. Mitsui, Mitsubishi, Sumitomo, Fuyo, Sanwa ve DKB. Bunlardan Mitsui, Mitsubishi ve Sumitomo’nun kökeni, Japonya’da devlet destekli kapitalist gelişmenin başladığı 1870’li yıllarda kurulmuş kapitalist işletmelere ve daha sonra dönüştükleri aynı isimli zaibatsu holdinglerine tekabül eder. Fuyo, Sanwa ve DKB (Dai-Ichi Kangyo Bank) grupları ise, daha sonra kurulan ve rekabete dayanamayan zaibatsu’ların ya da onlara bağlı şirketlerin birleşmesiyle ortaya çıkmış ve gelişmiş olan sermaye gruplarıdır. Bu keiretsu’ların resmi kuruluş tarihlerini 1950’li ve 60’lı yıllardan sonra göstermeleri, eski zaibatsu’lar ve onlara hükmeden hemen hemen aynı isimli ailelerle olan bağlarını gizlemek içindir.
Aşağıdaki tablolar, birçoğu Fortune dergisinin dünyanın en büyük 500 şirketi listesine de girmiş olan tekelleriyle Japon ekonomisine hükmeden bu Altı Büyük hakkında daha iyi fikir verecektir.

Mitsui grubunun başlıca üyeleri:
Mitsui&Co.  /  Mitsui Fudosan  /  Sakura Bank  /  Mitsui Toatsu Chemical  /  Japon Steel Works  /  Toyota Motor  /  Toshiba  /  Mitsui Engineering&Shipbuilding  /Mitsukoshi  /  Mitsui Petrochemical İndrustries  /  Mitsui Paper Mills  /  Toray İndustries  /  Hokaido Colliary&Steamship  /  Onoda Cament  /  Mitsui Construction  /  Mitsui Mining  /  Nippon Flour Mills  /  Iskiwajima-Harima Heavy Industries  /  Mitsui OSK Lines  /  Oji Paper  /  Mitsui Warehouse  /  Mitsui Marine&Fire İnsurance  /  Mitsui Trust&Banking  /  Mitsui Mutual Life lnsurance  /  Denki Kagaku Kogyo  /  Sanki Engineering   /  Sony
Mitsui Grubu
Mitsui Grubu’nun arkasında, Japonya’nın I868 öncesi varlıklı ailelerinden Mitsui ailesi vardır. Tekstil ticareti ve tefecilikle uğraşan aile I876’da Mitsui Bankası’nı kurmuş ve yıllarca Japon bankacılığına hükmetmiştir 1930’larda Mitsui dünyanın en büyük holdinglerinden biri haline gelmiştir. Gruba açıktan ve doğrudan bağlı şirket sayısı 171, yönetim kurulunda temsil edilen şirket sayısı ise 26’dır.

Mitsubishi grubunun başlıca üyeleri
Mitsubishi Bank, Mitsubishi Corp., Mitsubishi Heavy İnds., Mitsubishi Motors, Mitsubishi Research İnstutie, Mitsubishi Rayon, Honda Motor, Mitsubishi Kakoki, Asahi Glass, Mitsubishi Electric, Nikon, Mitsubishi Motor, Nippon Yusen, Mitsubishi Warehouse&Transp., Tokio Marine&Fire İnsurance, Mitsubishi Trust&Banking, Melji Mutual Life İnsurance, Mitsubishi Steel Mfg., Mitsubishi Materials, Mitsubishi Cable İnds., Mitsubishi Aluminum, Mitsubishi Sindoh, Mitsubishi Gas Chemical, Mitsubishi Plastic İnds., Mitsubishi Kasel, Mitsubishi Petrochemical, Mitsubishi Paper Mills, Mitsubishi Oil, Kirin Brawery, Mitsubishi Const., Mitsubishi Estate.
Mitsubishi Grubu
Mitsubishi’nin kurucusu ise lwasaki ailesidir. Iwasaki’ler banka kurmak istediğinde bir yasakla karşılaşınca (muhtemelen Mitsui Bankası’nı korumak için), 1870’de bir banka, gemicilik ve madendik şirketleri satın alıp kısa sürede büyürler. Devlet Iwasaki ailesine gemicilik tekeli verir. Aile ise (devlete “borcunu” ödemek için) 1877’de Japonya’nın güneyinde çıkan bir isyanı bastırmak için gemileriyle asker taşır. II. Dünya Savaşı sırasında hükümet ile yakın işbirliği içinde olur. Gruba açıktan ve doğrudan bağlı şirket sayısı 217, yönetim kurulunda temsil edilen şirket sayısı ise 29’dur.

Sumitomo grubunun başlıca üyeleri
Sumitomo Bank, Sumitomo Metal Mining, Sumitomo Chemical, Sumitomo Cement, Sumitomo Heavy İndustries, Sumitomo Light Metal İndustries, Sumitomo Electric İndustries, NEC, Sumitomo Marine&Fire İnsurance, Sumitomo Trust&Banking, Sumitomo Life İnsurance, Mazda Motor, Sumitomo Bakalite, Sumitomo Corp., Sumitomo Reality Development, Sumitomo Forestry, Sumitomo Coal Mining, Suitomo Metal İndustries, Sumitomo Construction, Sumitomo Warehouse, Nippon Sheet Glass
Sumitomo Grubu
Sumitomo Grubu’nun arkasında Japonya’nın soylu ailelerinden biri olan Sumitomo ailesi vardır. Yasuda ailesi ise Yasuda holdingini kurmuş, ancak işgal döneminde dağılınca, eski şirketleri Fuyo Grubu’nun çatısı altında toplanmıştır. Gruba açıktan ve doğrudan bağlı şirket sayısı 164, yönetim kurulunda temsil edilen şirket sayısı ise 20’dir.

Fuyo grubunun başlıca üyeleri
Fuji Bank, Kubota, Tonen, Kureha Chemical İnd., Nippon Oil&Fats, NSK, Showa Denko, Sanyo Kokusaku Pulp, Hitachi, Nihon Cement, Keihin Electric Express Railway, NKK, Toho Rayon, Tobu Railway, Nishinbo Indrustries, Yassuda Mutual Life Insurance, Yassuda Trusts&Banking, Yassuda Fire&Marine Insurance, Canon, Nicherel, Yokogava Electric, Sapporo Brewerles, Oki Electric, Nissan Motor, Lisshin Flour Milling, Marubeni, Taisel, Showa Line, Tokyo Tatemono,
Fuyo Grubu
Fuyo Grubu: Eski Yasuda Grubu üzerinde şekillenmiş ve zaibatsu’ların dağıtılmasından sonra açıkta kalan başka büyük şirketler de (çelik üreticisi NKK gibi) gruba girmiştir. Gruba açıktan ve doğrudan bağlı şirket sayısı 223, yönetim kurulunda temsil edilen şirket sayısı ise 29’dur

Sanwa grubunun başlıca üyeleri
Sanwa Bank, Nippon Hayat, Daihatsu Motor, Sekisui House, Nisshin Steel, Unitika, Suntory, Ube lndrustries, Daihatsu Motor, Kansal Paint, Hankyu, Kobe Steel, Osaka Cement, Hitachi, Hoya, Navdx Life. Zenitaka, Ohbayashi, Kyocera, Itohan Foods, Cosmo Oil, Hitachi Cable, Toyo Tire&Rubber, Nissho İwai, Fujisawa Pharmaceutical, Nichimen, Toyo Construction, NTN Corp, Takashimya, Sharp, Sekisui Chemical, Nictu Electric İnd., Orix, Iwatani linternational, Hitachi Chemical, Hitachi Zosen, Shin Meiwa, İwatsu Electric, Tokuyama Soda, Tanabe Seiyaku, Nippon Express, Toyo Trust& Banking, Nakayama Steel Works, Teljin, Hitachi Metals,
Sanwa Grubu
Merkezinde yer alan Sanwa bankası, rakiplere karşı güç kazanmak için üç bankanın birleşmesi ile 1933’te kurulmuştur. Grubun üyesi Nippon hayat sigortası ve “aile dostu” Nomura Securities (bunlar kendi alanlannda Japonya’nın en büyükleridir) sayesinde finans kaynakları açısından oldukça güçlüdür. Gruba açıktan ve doğrudan bağlı şirket sayısı 247, yönetim kurulunda temsil edilen şirket sayısı ise 49’dur.

DKB grubunun başlıca üyeleri
Dai-Ichi Kangyo Bank, Itochu, Shimizu, Lion, Asahi Chemical Ind., Nippon Columbia, Honshu Paper, Fujitsu, Furukawa Co., Shibusawa Warehouse, Kyowa Hakko, Furukawa Electric, Yaskawa Electric, Isekil, Japon Metals&Chemicals, Asahi Denkya Kogyo, Asahi Hospital, Kawasaki Kisen, Ofi Paper, Sankyo, Ebara, Chichibu Cement, Kawasaki Steel, Taisel Fire&Marine Insurance, Asahi Mutual Life Insurance, Nilgata Engineering, Fukoku Mutual Life Insurance, Nissan Fire&Marine Insurance, Kankaku Securities, Orient Corp., Kanematsu, Nissho Iwai, Yokohama Rubber, Denki Kagaku Kogyo, Fuji Electric, Showa Shell Sekiyu, Nippon Express, Ishikawajima Harima Heawy Ind., Nippon Zeon, Hitachi, Kawasho, Kawasaki Heawy Inds., Selbu Dept Stores, Shiseldo, Kobe steel, Isuzu Motor, Denki Kagaku Kogyo, Tokyo Demo.
DKB (Dai-lchi Kangyo Bank) Grubu
Merkezinde yer alan ve Dai-lchi ile Nippon Kangyo bankalarının birleşmesi ile ortaya çıkan DKB’nin kökeni 1800’lerin sonuna dayanmasına rağmen, grubu oluşturan şirketlerin bir araya gelmesi açsından en yeni gruptur. Gruba bağlı şirketler arasındaki ilişki diğerlerine oranla daha gevşektir. Gruba açıktan ve doğrudan bağlı şirket sayısı 190, yönetim kurulunda temsil edilen şirket sayısı ise 48’dir.

Bu sermaye gruplarına bağlı olan ve onlar tarafından denetlenen şirket sayısı, dolaylı yoldan bağlı olanlarla birlikte esasında on binleri bulmaktadır. Tekellerle yan sanayi kuruluşları arasındaki tüm ilişkiler ve fiyatlar, devletin de katılımıyla belirlenmiş durumdadır. Japonya’da toplam kayıtlı şirket sayısının iki milyon civarında olduğunu, bunların büyük çoğunluğunun da oyunu büyüklerin koyduğu kurallara göre oynamak zorunda olan, yoksa yok olmaya mahkûm küçük şirketler olduğunu düşünürsek, bunların hâkimiyeti daha iyi anlaşılır. 1998 yılı itibariyle dünyanın en büyük 500 tekeli listesinde, çoğu doğrudan bu sermaye gruplarına bağlı 111 Japon tekeli yer almıştır.
Tablolardan da anlaşılacağı gibi Japon mali sermayesi, merkezinde holding şirket işlevi gören ve etrafındaki şirketler için ana finans kaynağı durumunda olan bir banka etrafında örgütlenme sistemine sahiptir. Bankanın etrafındaki tüm şirketler, karşılıklı hisselerle hem bankaya, hem de birbirine bağlıdır ve bu durum onları düşmanca yutmalardan korur. Bu örgütlenme biçimi Almanya, Fransa gibi diğer ülkelerde de görülmekle birlikte, Japonya’da çok açık bir tarzda gerçekleşmektedir. Japonya’da Adil Ticaret Komisyonu’nun 1994’te yayınladığı bir araştırmaya göre Mitsui, Mitsubishi ve Sumitomo gruplarında yer alan şirketlerin yüzde 76’sında karşılıklı hisse satın alma söz konusudur ve şirketlerin hisselerinin ortalama yüzde 28’i karşılıklı satın alınmıştır.
ABD’de hisselerin büyük çoğunluğu, hisselerinin getireceği kâr payı ile ilgilenen kurumsal yatırımcılara aittir. Japonya’da ise ağırlıkta olan, “ilişkiye dayalı yatırımcılık”tır. Yani yatırımın, bir işletme ile olan iş ilişkisiyle kol kola girdiği ilişkiye dayalı bir hissedarlıktır (bu, ana şirket ile bağlı şirketleri, bir banka ile kredi verdiği şirketler, bir şirket ile ana müşterisi ya da aynı işkolundaki şirketler arasındaki bir ilişki olabilir). Örneğin, temel finansman kaynağı olan banka, müşterisi olan şirketle sadece bir kredi ilişkisine değil, iş ilişkisine de sahiptir, o işletmenin risklerini de paylaşır; bu nedenle kendisini müşterisine daha çok adar. Verdiği kredinin faizlerini ya da hisselerinin aktüel kâr payını temel almaktan çok, şirketin büyümesi ve genişlemesine yönelik uzun vadeli yatırım yapar. Bu nedenle onlara düşük faizli krediler verir.
Japon ve ABD’deki tekellerle en büyük beş hisse sahibinin konumuna ilişkin şu karşılaştırmalı tablo durumu daha iyi açıklar.

Japonya (%)    ABD (%)
Kurumsal yatırımcı        15        44
İlişkiye dayalı yatırımcı    75        24
Finans kurumu        47        12
Diğer Şirketler            11        9
Ana ya da grup şirketi        11        3
Kurucu Aile            4        10
Bireyler            3        19
Diğer                4        4
Toplam            100        100
(Kaynak: MİTİ, Japon Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı, 1989)

Bu sermaye grupları incelendiğinde sanayinin ve finans sektörünün her alanında faaliyet gösteren bir işletmeye sahip oldukları görülür. Aslında bu durum diğer ileri kapitalist ülkelerin mali sermaye grupları açısından da aynı olduğu için esas ayırt edici yan bu değildir. Japonya’nın özgün yanı ise, her bir sektörde aktif ve kendi başına büyük bir güç olan bu kadar çok tekelin birleşmeler ve yutmalar olmaksızın bugüne kadar ayakta kalmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bunun esas nedeni, tekellerin iç rekabetten çok, dışa karşı birleşmiş bir halde dışarıdaki pazar paylarını genişletmeye yönelmiş olmalarıdır. Ancak, değişen koşullar, bu durumun daha ne kadar devam edebileceği konusunda kuşkular yaratmıştır.
Görünen o ki, giderek darlaşan dünya pazarlarının, muazzam boyutlardaki Japon ihracatını giderek daha zor hazmeder hale gelmesi, Japon emperyalizminin “iç rekabeti düzenleme” politikasını yepyeni sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. İç rekabet daha da keskinleşecektir. Japon tekelleri birbirini düne göre çok daha acımasızca tasfiye edecek ya da yutacaktır. Açıktır ki, bu kaçınılmaz gelişme, “yabancı ortaklar” için yeni imkânları doğurmaktadır. Dolayısıyla, iç pazar da eskisi gibi kapalı tutulamayacaktır.
Değişen koşulların dayattığı gelişmelerle ilgili örnekleri, Japon ekonomisinin temel taşlarını oluşturan otomotiv ve elektronik sanayisinin ve finans sektöründeki kurumların genel durumuna ve bu alanlardaki en büyük tekellere değinirken vermekte fayda var.

OTOMOTİV SANAYİİ
Ekonomik durgunluk ve belirsizlik nedeniyle Japonya’daki otomobil satışları 1970’ten bu yana ki en düşük seviyeye inmiş durumdadır. Kasım ‘97 satışlarında bir önceki yıla göre yüzde 23,5 oranında bir düşüş gerçekleşmiştir. Ancak yen’in dolar karşısında değer kaybetmesi, ihracatın artmasına neden olmuştur. 1997’nin ilk altı ayında otomobil ihracatı genel olarak yüzde 29, Avrupa’ya ise yüzde 43 oranında artış göstermiştir. En büyük artışı yüzde 47,9 ile Honda Motor gerçekleştirmiştir. Bu sektörde ‘97 yılı kârlarında, ortalama yüzde 7,4 oranında bir düşüş yaşanmıştır. (Mitsubishi 830, Nissan 114, Mazda Motor 55 milyon dolar). Fuyo Grubu’na bağlı olan Nissan, ‘98 mali yılında da 82 milyon dolar zarar edeceğini açıklamıştır. Satışları yüzde 13,4, kârı ise %36 oranında düşmüştür. Japon hükümeti, içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmak amacıyla Nissan’a 820 milyon dolarlık kredi teklifinde bulunmuştur. (Financial Times, 11-12/11/1998)
1990’ların krizi, bu sektörde de en büyükler ile daha küçükler arasındaki açığı giderek artırmıştır. Bugünkü zor koşullarda Japonya’daki 11 motor imalatçısı şirketin hepsinin ayakta kalıp kalmayacağını zaman gösterecektir. Henüz şirketler arasındaki bilinen bir birleşme söz konusu olmamakla birlikte, Daimler Benz’in Chrysler ile birleşmesi, Japon otomotiv sanayisinin bu yeni birleşmelerle baş edip edemeyeceği sorusunu doğurmuştur. Ancak, Japonya’nın ikinci büyük otomotiv tekeli olan Nissan’ın bağlı şirketi Nissan Dizel’i Daimler Benz’e satması, başka tekeller arası birleşme ya da ittifak kurma söylentilerini ortaya çıkarmıştır. Örneğin, Japon gazetesi Weekly Post’a göre, Toyota’nın bu birleşmeler karşısında yerini koruyabilmesi için Avrupa’da (muhtemelen Volkswagen ile) bir ittifak oluşturması sürpriz olmayacaktır. Ayrıca Honda’nın Amerikan otomotiv tekeli Ford ya da General Motors ile Mitsubishi’nin de yine Ford ile ittifak kurabileceğine dair söylentiler vardır. (The Weekly Post, 16-22 Kasım 1998) Otomotiv tekellerinin, yabancı yatırımcıların elinde olan hisse senetleri oranı Toyota’da yüzde 8,8, Nis-san’da yüzde 10,5, Mitsubishi’de ise yüzde 7,3’tür. Ford, Mazda’daki hisselerini %25’ten 33,4’e çıkararak, GM ise Isuzu’da %37,4, Suzuki’de de %10 hisse ile en büyük tek hisse sahipleri haline gelmiştir. Görüldüğü gibi, Japon otomotiv piyasasında ABD etkinliği büyük oranda artmıştır.

JAPON OTOMOTİV TEKELLERİNİN ÜLKE İÇİ PAZAR PAYI(1995)
Toplam satılan otomobil sayısı: 6.867.000 (% 100)
Toyota         30 (38.1998)
Nissan         16,3 (22.1998)
Mitsubishi         16,3
Honda             9
Suzuki         9
Daihatsu         6
Mazda         5,3
Fuji             5
Isuzu             2,1
Nissan         0,5
İthal arabalar         4,1
(Kaynak: Japon Otomobil İthalatçıları ve Satıcıları Birliği)

DÜNYA OTOMOBİL ÜRETİMİNDE ÜLKELERİN PAYI (1995)
Toplam dünya üretimi: 50.342.000 (%100)
ABD         23,8
Japonya    20
Almanya    9,3
Fransa        6,3
İngiltere    3,5
İtalya        3,3
Diğerleri    33
(Kaynak: Japon Ulusal Oto İmalatçıları Birliği)

Toyota Motor, Japonya’nın en büyük, dünyanın ise General Motors ve Ford’dan sonraki üçüncü büyük otomotiv tekelidir. Mitsui Grubu’na bağlı olmakla birlikte, telekom, bilgisayar, sigorta, konut, uçak yapımı gibi alanlarda da faaliyetleri olan Toyota Grubu’nun da merkezinde yer alır. ‘97 yılı cirosu, ‘96’dakinden yüzde 12,5 oranında düşüş göstererek 95 milyar dolar, kârı ise önceki yıla göre yüzde 8 artışla, 3,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. ‘97’de en çok kâr elde eden Japon tekeli, Toyota Motor olmuştur. Japon borsa merkezi Nikkei endeksi 1989’daki doruğundan yüzde 60 düşüş gösterirken Toyota’nın hisseleri yüzde 47 artmıştır. Toyota, satış ve kâr açısından sadece otomotiv sektöründe değil tüm imalat sektöründe de Japonya’nın en büyük tekeli ve 159 bin işçiyle sektöründeki en büyük işveren durumundadır. Toyota’nın Güneydoğu Asya’daki pazar payı yüzde 21’dir.
Toyota Grubu, temel finans kaynağını Sakura (Mitsui) ve Tokai Bankası’ndan almaktadır. Grubun sahibi Toyota ailesinin kişisel hisselerini dışta tutarsak, en büyük hisse sahipleri, Toyota Otomatik Dokuma Tezgâhları (965,0), Tokai Bank (4,8), Sakura Bank (4,8), Sanwa Bank (4,8) Nippon Hayat Sigortası, Mitsui Deniz ve Yangın Sigortası, Daiwa Bank ve Mitsui Hayat Sigortası’dır. Toyota Grubu’nu bir piramit olarak düşünürsek, piramidin tepesindeki en büyük 10 şirketin tümü Tokyo Borsası’nda yer almaktadır. Piramidin orta kısmında ise yaklaşık 250 bağlı şirketin yer aldığını akılda tutarsak, en alt katmanda da binlerce daha küçük şirketin bulunduğu anlaşılır.
Toyota sadece imalat sanayisinde yer almakla kalmaz; üç Telekom şirketinde önemli hisseleri olduğu gibi, Toshiba ve IBM ortaklığı ile bilgisayar teknolojisine de önemli yatırımları, bir sigorta şirketinde yüzde 36 hissesi, konut, uçak yapımı gibi alanlarda da faaliyetleri vardır. Hatta Tokai Bankası’nın Toyota’yı kontrol etmesinden çok Toyota’nın bir parçası olduğunu söylemek bile abartı olmayacaktır.

ELEKTRONİK SANAYİİ
ABD elektronik sanayisinin rekabet gücünün artması ve Doğu Asya’da, özellikle Güney Kore’de elektronik üretimin yaygınlaşması, Japon elektronik sanayisi üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştur. Rekabetin keskinleşmesi ve pazar sorununun büyümesine tekabül eden bu durum, bu alandaki tekelleri belli alanlarda yoğunlaşmaya da zorlamıştır: Örneğin NEC ve Fujitsu enformasyon teknolojisinde, Sony tüketici elektroniğinde uzmanlaşmışken; Toshiba da çok çeşitlilikten, enformasyon teknolojisi alanında uzmanlaşmaya doğru gitmektedir. Enerji santrallerinden teybe kadar her şey üreten geleneksel devler ise en güçlü liderler karşısında ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Örneğin 1997’de Mitsubishi Electric 1960’tan beri ilk kez zarar ettiğini açıklamıştır. Sony, ‘97’yi en çok kârla kapatırken, genel olarak bu sektördeki kârlarda yüzde 9 oranında düşüş olmuştur. Toshiba, 23 yıldan beri ilk defa zarar etmiş, 1998 mali yılı ilk yarısındaki zararını 195 milyon dolar olarak açıklamıştır. (FT. 20/11/98) Ana şirketinde toplam 66 bin işçisi olan Toshiba, 1999’da, 6.500 işçisini işten çıkaracağını açıklamıştır. (FT, 9/11/98)
En büyük elektronik tekellerinden biri olan Matsushita Grubu, en büyük ana şirketi olan Matsushita Elektrik Endüstrisi (MEI) ile tanınır. MEI sadece Japonya’nın değil dünyanın da en büyük tüketici elektronik eşya imalatçısıdır. 64 milyar dolar olan yıllık cirosu bağlı şirketlerle çok daha büyük boyutlara ulaşmaktadır. Çok çeşitli alanlarda ve dünyanın değişik ülkelerinde üretim yapmakta ve Doğu Asya’daki en büyük üretim ve satış ağlarına sahip olmanın avantajlarından yararlanmaktadır. Panasonic, ürünlerinden en çok tanınmış olanlarından biridir. MEI’nin en büyük hissedarları Sumitomo Bank (%4,6), Sumitomo Hayat Sigortası (3,9), Nippon Hayat Sigortası (3,8), Sumitomo Tröstü (2,8), Ashai Bank (2,4), Sumitomo Yangın ve Deniz Sigortası, Mitsubishi Tröstü’dür. MEI’nin mallarının dağıtım ve satışını yapan, kendisine bağlı 25 bin satış mağazası vardır. MEI bir aile şirketidir ve doğrudan aile tarafından, 100 yıl önceki kurucusunun damadı Masaharu Matsushita tarafından yönetilmektedir.
Hitachi Grubu, 1997’de 68,5 milyar dolarlık cirosu ve 29 şirketine bağlı olan 742 alt şirketinde çalışan 330 bin işçisi ile Japonya’nın en büyük elektronik tekellerinden biridir. Fuyo, Sanwa ve DKB sermaye grupları ile hisse ve ticaret bağları vardır. 10 bin satış mağazasına sahiptir. Hitachi, yedi tane olan makine-mühendislik şirketini üçe düşüreceğini ve 1999’da 900 işçisini işten çıkaracağını açıklamıştır. (FT, 9/11/98)

1997 cirolarına göre elektronik sanayisin en büyükleri şunlardır:
1997 cirosu     kârı         işçi sayısı
(milyar$)    (milyon $)    (bin)
Hitachi                68,5        28        330
Matsushita Elect. Ind        64,3        763        275
Sony                55,0        1,809        173
Toshiba            44,5        60        186
NEC                40,0        336        152
(Kaynak: Global 500, Fortuna, Ağustos ‘98)

Japon sanayisinin önemli bir kolu da çelik sanayisidir. Bu sektörde iç piyasadaki durgunluğa rağmen, Asya, Kuzey ve Güney – Amerika’daki yüksek talep nedeniyle 1997’de 1991’den bu yana ki en büyük kâr elde edilmiştir. Japonya’da toplam 100 milyon ton dolayında çelik üretilmekte ve bunun 20 milyon tonu ihraç edilmektedir. 1990’lı yıllarda bu sektörde çalışan 190 bin işçiden 30 bini işten çıkarılmıştır. En büyük çelik üreticisi Nippon Steel, ikinci büyük NKK gibi Fuyo Grubu’na bağlıdır. Nippon Steel, Kore’nin rekabetine (Kore’deki Posco dünyanın en büyük çelik üreticisi olan Nippon Steel’in yerine oynamaktadır) ülkedeki ekonomik durgunluk da eklenince, durumun kötüye gideceğini belirterek, hükümetten tüketimi teşvik tedbirleri almasını istemiştir. Nippon Steel’in 1997 yılı cirosu 25 milyar dolar, kârı ise 48 milyon dolar olmuştur. Ülkenin üçüncü büyük çelik üreticisi Kobe Steel ise Sanwa Grubu’na bağlı olup 97’de 40 milyon dolar zarar etmiştir.

FİNANS SEKTÖRÜ
İçinde bulunduğumuz dönemde finans sektöründe yapılması düşünülen yeni düzenlemelerle biraz gevşetilecek olmakla birlikte, Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası’nın finans kuruluşları üzerinde sıkı bir denetimi söz konusu olmuştur. Sektör, katı bir biçimde düzenlenmiş ve yakın tarihe kadar faaliyet alanları sınırlı tutulmuştur. Finans kuruluşlarının sayısı sınırlı tutulmuş ve buralarda toparlanan sermaye, çok düşük faizlerle sanayiye kredi olarak aktarılmıştır. Aşağıdaki karşılaştırmalı tablo finans sektörünün Japonya’da ne kadar düzenlenmiş olduğunun ipuçlarını vermektedir.
Japon finans sektöründe hâkimiyet, Altı Büyük sermaye grubunun merkezinde yer alan ve şehir bankaları olarak adlandırılan (ama ülkenin her tarafında şubeleri olan) ticari bankalardadır. Maliye Bakanlığı’nın 1997 verilerine göre tüm bankaların toplam varlıkları 8,5 trilyon dolar, bunun içinde şehir bankalarının payı ise yüzde 42 ile 3,5 trilyon dolardır.
Sigortacılık sektöründe ise en büyük paya sahip olan hayat sigortası şirketlerinin 1997’deki toplam varlıkları 1,3 trilyon dolar tutarındadır; bunun içinde, en büyük altı şirketin payı ise 1 trilyon dolardır. 1997 mali yılında, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa toplam hayat sigortası değerlerinde düşüş beklenmektedir. Birçok Japon hayat sigortası şirketi, bankalarla rekabeti kızıştıracağından dolayı, finans sektöründe başlamış olan yeni düzenlemelerden hoşnut değildir. (Japan Economic Almanac 98, s. 36-38)

JAPONYA VE ABD’DEKİ FİNANS KURULUŞLARININ SAYISI
Japonya (1991)        ABD (1992)
Bankalar                153             11.449
Hayat sigortası şirketleri         27             1.944
Diğer sigorta şirketleri         25             3.914
Kıym. evrak tic. şirk. (securities)     210             7.805
Yatırım danışmanlığı şirk.         615             18.000
(Kaynak: Nihon Ginko 1992 Economic Statistics Annual 1991; FD1C Statistics on Banking, 1994)

BANKALAR
Japonya’da bankalar, ticari bankalar (129 bölge bankası +10 şehir bankası), vakıf bankaları (32), uzun vadeli kredi bankaları (3) kategorilerine ayrılır. Esas hâkimiyet şehir bankalarındadır. Bunlar Japonya’nın ve dünyanın en etkin bankalarından olup finans sektöründeki tüm kârların üçte ikisini elde etmektedirler.

Bu 10 şehir bankasından altısı (Tokyo-Mitsubishi Bankası, Dai-Ichi Kangyo (DKB), Sakura, Sumitomo, Fuji, ve Sanwa Bank), Japon ekonomisine hükmeden “Altı Büyük” sermaye grubunun da merkezinde yer alır. Bu sermaye gruplarının ayrıca vakıf bankaları vardır ve uzun vadeli kredi veren bankalarda da hisseleri vardır.
Bu altı büyük şehir bankası sadece borç ve kredi veren finans kurumları değildir. Aynı zamanda gruptaki şirketlerin durumu hakkında enformasyon toplar ve bunlar arasında koordinasyonu sağlar. Gruptaki büyük şirketlerde hisse sahibidir ve gerektiğinde bunlara idari yardım sağlar. Eğer grubun şirketlerinden biri ciddi bir sorun yaşıyorsa, ona hem finansal yardımda bulunur hem de bankanın kendi idari kurulundan seçilmiş bir grubu yeni yönetim olarak atar.
Tokyo Borsası’nın Birinci Listesinde yer alan 873 finansal olmayan şirketin tümünü kapsayan bir araştırmaya göre, Tokyo-Mit-subishi, Mitsui, Sumitomo ve Fuji Bankalarının her biri bu 873 şirketin 100’ünün ana bankası durumundadır. Bir başka deyişle, Japonya’daki en büyük şirketlerin yarısı bu dört bankadan birini kullanmaktadır. Diğer iki büyük keiretsu bankasından Sanwa 70, Dai-Ichi Kangyo Bank (DKB) ise 50 şirketin ana bankasıdır. Yani bu Altı Büyük banka, Japonya’daki en büyük şirketlerin üçte ikisine hükmetmektedir.
Bu bankaların sahibi kimlerdir sorusunun cevabına gelince: Elimizde en büyük kişi ya da aile hisselerine ilişkin veri yok. Ancak vereceğimiz birkaç örnekte de görüleceği gibi, her bir bankanın arkasında esas olarak, bağlı olduğu sermaye grubunun içindeki diğer şirketler hisse sahibi olarak durmaktadır. Başka sermaye gruplarına ait şirketlerin de hisseleri olmakla birlikte, bunlar belirleyici değildir. Belli başlı bankaların en büyük hissedarları ve hisse oranları şöyledir.
Bank of Tokyo-Mitsubishi: Meiji Hayat (5,7), Nippon Hayat S. (3,9), Dai-Ichi Hayat S. (3,8). Tokio Yangın/Deniz S. (2,6). Mitsubishi Vakıf Bankası (2,4) Mitsubishi Ağır Sanayi (2,0), yabancı (7,6) Toplam hisse sayısı: 4,675,000; toplam hissedar sayısı: 58 bin (Yıllık Rapor 1998)
Sumitomo Bank: Sumitomo Hayat Sigortası (5,4), Nippon Hayat Sigortası (4,5), Mastushita Elektrik Sanayi (3,3), Sumitomo Vakıf Bankası (2,8), Sanyo Elektrik (2,0), Sumitomo Deniz/Yangın Sigortası (1,8), Sumitomo Corp, (1,7), Dai-Ichi Hayat Sigortası (1,5), Nippon Çelik (1,4) yabancı (6,5). (Yıllık Rapor 1997)
Dai-Ichi Kangyo Bank: Asahi Hayat Sigortası (4,6), Nippon Hayat Sigortası (3,7), Dai-Ichi Hayat Sigortası (2,9), Long Term Credit Bank of Japan (2,8), Nippon Kredi Bankası (1,5), Mitsui Vakıf Bankası (1,4), Meiji Hayat Sigortası (1,3) yabancı (4,6), Toplam hissedar sayısı: 65,500 (Yıllık Rapor 1997)
Sanwa Bank: Nippon Hayat Sigortası (4,3), Meiji Hayat Sigortası (3,2), Daido Hayat Sigortası (3,0), Dai-Ichi Hayat Sigortası (2,3), Toyota Motor (2,3), Tokyo Vakıf Bankası (1,7), Sumitomo Vakıf Bankası (1,5) yabancı (5,3). (Yıllık Rapor 1998)
Bu arada belirtelim ki, yabancı hissedarlar arasında ABD’li yatırım bankaları genellikle başı çekmektedir. 1996 yılı itibarıyla genel olarak Japonya’da yabancı bankalar içinde en çok etkinliğe sahip olanlar Amerika City Bank, J.P. Morgan ve İngiliz Hong Kong &Shanghai Bank olmuştur.
Diğer büyük emperyalist ülke bankaları ile karşılaştırıldığında Japon bankalarının kâr oranlarının daha düşük ama borç/kredi verme oranının daha yüksek olduğu görülür. Şubat ‘97 itibariyle Japon bankalarının verdiği borç miktarı 500 trilyon yen iken (4 trilyon dolar), ABD bankalarının aynı döneme kadar verdiği borç miktarı 340 trilyon yen olmuştur (2,8 trilyon dolar) Japon bankalarındaki toplam mevduat tutarının GSYİH’ya oranı yüzde 92,5 iken, ABD’de bu oran yüzde 34’tür. (Survey “Japanese Finance”, The Economist, 28/6/97)
Artan rekabet, bankacılık sektöründe birleşmelere neden olmuştur. Örneğin Nisan 90’da Mitsui Bankası, kendisi de eski bir birleşmenin ürünü olan Taiyo Kobe Bankası ile birleşerek 92’de Sakura Bankası adını almıştır. Tokyo Bankası ile Mitsubishi Bankası birleşerek Tokyo-Mitsubishi Bankası adıyla Nisan 96’da faaliyete geçtiğinde 54 trilyon yen (509 milyar dolar) aktifleri ile dünyanın en büyük bankası olmuştur. Bugün içinde bulundukları batık krediler sorunu göz önüne alındığında, benzer birleşmelerin gelecekte daha çok yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır. Daha şimdiden Japon Sanayi Bankası (IBJ) Dai-Ichi Hayat Sigortası ile, Fuji Bank ise Dai-Ichi Kangyo Bank ile ittifaklarını açıklamıştır. (The Weekly Post, 16-22/11/98)

1997 YILI TOPLAM AKTİFLERİ İTİBARİYLE EN BÜYÜK JAPON BANKALARI (milyar Dolar)
Banka                 Topİam Aktifleri     Cirosu         Kârı
Bank of Tokyo-Mitsubishi    691            35        -4,3
Sumitomo Bank        483            21        -2,0
Dai-Ichi Kangyo Bank        432            20        -0,6
Sanwa Bank            427            23        -1,5
Fuji Bank            413            23        -2,8
Sakura Bank            399            21        -0,7
Industrial Bank of Japan    369            27        -1,7
(Kaynak: Fortune, Temmuz 1990/’Ağustos 1998)

Tabloda görüldüğü gibi, Japonya’nın en büyük yedi bankasının toplam aktifleri/varlıkları, 4 trilyon dolar civarındaki Japon GSMH’sının yüzde 80’ine eşittir. Ancak bu bankaların tümü de ‘97 yılını büyük zararlarla kapatmışlardır. Sadece bu yedi bankanın toplam zararı 13,6 milyar dolardır. Bu zararlar çoğunlukla batık kredileriden kaynaklanmıştır. Büyük bankalar, kendi gruplarındaki sanayi şirketlerinden kaynak istemektedir. Örneğin, Mitsui Grubu’na ait olan Sakura Bank, içinde bulunduğu zor durumdan çıkabilmek için, diğer Mitsui Grubu üyesi şirketlerin satın alması için 2,5 milyar dolar tutarında yeni hisse çıkararak sermaye artırımına gitmiş ve 17 bin çalışanından 3 binini işten çıkaracağını ve yurtdışındaki 90 şubesinin 30’unu kapatacağını açıklamıştır. (FT, 31/10-11/98) Fuji Bank da Fuyo Grubu’ndan 1,4 milyar dolar sermaye artırımı için yardım istemiştir.
Japon hükümetinin mali krizi aşma amacıyla yapmayı planladığı reformlarla birlikte, bugün bankacılık sektöründe kapalı olan diğer finansal alanlara açılım sağlanması ve bugün koruma altında olan bu alanların daha fazla rekabetle karşı karşıya gelmesi bekleniyor. Bu yeni düzenlemelerin bankaların depozitlerinden para çekilmesine ve böylece bankaların batık kredi sorunlarının derinleşmesine yol açacağı tahmin ediliyor. Economist dergisinin Haziran 97 Japonya ekinde belirtildiğine göre, yeni sermaye gerektiren bu zor durumdan çıkmak için Japon bankalarının bazıları kendilerini yabancı bankalara satmaya çalışıyor ve en büyük beş bankadan üçü J.P. Morgan’a böyle bir teklifte bulunmuştur. 1997 yılı içinde Japon bankaları ile yabancı finans tekelleri arasında şu ittifaklar gerçekleşmiştir. Nippon Kredi Bankası ile Bankers Trust New York, Sumitomo Vakıf Bankası ile Citibank; Uzun Vadeli Kredi Bankası (LTCB) ile Swiss Bank; Bank of Tokyo-Mitsubishi ile Melon Bank Grubu; Sumitomo Bank ve Asahi Bank ile Goldman Sachs, Fuji Bank ile Goldman Sachs ve Jardine Fleming; Mitsui Vakıf Bankası ile Prudential ve American International Group.
Bankacılık sisteminin küçülmesinin, genelde iç pazarda faaliyet gösteren ve rekabet gücü fazla olmayan şirketleri (özellikle inşaat ve emlak alanında) iflasa sürükleyeceği tahmin edilmektedir. Bu sektörlerdeki pek çok şirket bugüne kadar ucuz borç ve kredi ile ayakta duruyordu. Depozitleri azalan bankalar ise ya bütünüyle bu şirketlere kredi vermekten vazgeçecek ya da daha fazla faiz karşılığında verecektir. Küçük çaplı işletmeler ise bunun yükünü kaldıracak durumda değildir. Japon tahvil reyting kuruluşu Akio Mikuni’nin tahminlerine göre, önümüzdeki üç yıl içinde Japonya’daki 3000 şirketin yüzde 10’u iflas edecek ya da birleşme yoluna gidecektir. Teikoku Databank’ın verilerine göre ise 1997’nin ilk üç ayı içinde iflas rakamları en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Bu verilerin yılsonunda yaşanan iflaslar zincirini kapsamadığı düşünülürse sorunun ne kadar büyük boyutlu olduğu daha kolay görülecektir. Ayrıca şirketler, Nippon Çelik’in bilgisayar piyasasına, Toyota Motor’un konut piyasasına girmesi gibi eskiden olduğu kadar kolaylıkla rekabet güçlerinin fazla olmadığı alanlara giremeyeceklerdir.

SİGORTA ŞİRKETLERİ
Hayat sigortası alanında faaliyet gösteren en büyük sigorta şirketleri Nippon, Dai-Ichi, Sumitomo, Meiji, Mitsui ve Yasuda hayat sigortası şirketleridir. Genel sigorta (yangın ve denizcilik) şirketlerinin en büyükleri ise Tokio, Yasuda, Mitsui, Sumitomo, Nippon, Nichido, Dai-Ichi, Chiyoda ve Fuji’dir.
Japonya Hayat Sigortası Enstitüsü’nün verilerine göre, hayat sigortası sektöründeki şirketlerin toplam aktifleri 1989 mali yılında yaklaşık 1 trilyon dolar, 1995’te ise 1,56 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Genel sigortacılık alanında ise 1989’da 200 milyar dolar olan toplam aktifler, 1995’te 250 milyar dolara yükselmiştir.
1997 mali yılı verilerine göre dünyanın en büyük 500 tekeli arasına girmeyi başaran 17 hayat sigortası şirketinden 12’si Japon şirketidir. Toplam varlıkları ve ciroları itibariyle en büyük hayat sigortası şirketleri şunlardır.
(milyar dolar)
Şirket         Toplam varlıkları     Cirosu         Karı
Nippon        316,5            71,4        2,1
Dai-Ichi    215,0            47,4        1,5
Sumitomo    177,8            42,3        1,0
Meiji        127,8            31,0        1,0
Asahi        91,3            21,7        0,6
Mitsui        81,8            19,4        0,5
(Kaynak: Fortune, Ağustos 1998)

Deniz/Yangın sigortası alanında ise Tokio 17,7 milyar dolarlık cirosu ile birinci, Yasuda ise 11,6 ile ikinci sırada yer almaktadır.
Bu sektörü düzenleyen yeni yasalar 1 Nisan ‘98’den itibaren yürürlüğe girmiş, böylece bu alanda 56 yıl aradan sonra ilk değişiklikler yapılmıştır. Bugüne kadar ancak kendi sektörlerinde faaliyet gösteren hayat sigortası şirketlerine, birbirinin alanına girme izni verilmiş böylece rekabet de kızışmıştır.
Bu rekabetten güçlü çıkabilmek için, bankacılık alanında görülen yabancı finans tekelleri ile işbirliğine gitme olgusu sigortacılık sektöründe de kendisini göstermeye başlamıştır. Japonya’nın en büyük hayat sigortası şirketi olan Nippon Life, ABD’li Putnam Investments ve Alman Deutsche Bank ile ikinci büyük Dai-Ichi, ABD’li US Capital Group ile; Meiji Hayat Sigortası, Alman Dresdner Bank ile, Yasuda Sigortacılık ise Jardine Fleming ile ittifak oluşturmuştur.

KIYMETLİ EVRAK ALIM-SATIM ŞİRKETLERİ (Securities)
Nomura Securities, Japonya’nın 21 milyar dolarlık kıymetli evrak sektöründe alanındaki en büyük şirkettir. 28 ülkedeki şubeleri ile dünyanın en büyükleri arasındadır. Elindeki kıymetli evrakların değeri 13,4 milyar dolar ile ABD yatırım bankası Merrill Lynch’in bir buçuk katıdır. 1997 mali yılındaki cirosu 7,5 milyar dolar olmuştur. 320 milyon dolarlık kârı ise, 1989’da kendisine Japonya’nın en çok kâr yapan şirketi unvanını kazandıran 3,7 milyar doların epey altındadır. Ülke dışındaki işlemleri 1997 kârının yüzde 80’ini oluşturmuştur. Birçok finans şirketi yabancı şirket akınına karşı işbirliği yaparken, Nomura da Japon Sanayi Bankası (IBJ) ile ittifak kurmuştur.
Aynı alanda faaliyet gösteren Nikko Securities, Tokyo-Mitsbushi Bank ve IBJ ile ortaklığa giderken, ayakta kalma mücadelesi veren Daiwa Securities ise Sumitomo Grubu ile işbirliği kurmaya çalışmaktadır. Nikko zayıf duruma düşeceğini anlayınca Amerikan Traveler’s ile de ittifak kurmuştur. (Traveler’s geçen yıl Solomon Brothers’ı almış ve bu yıl Citi-Corp ile birleşmişti. Citi-Corp Grubu, 1 trilyon dolarlık toplam aktifleri ile dünyanın en büyük finans grubudur.)
Merrill Lynch ise geçen yılsonunda batan Yamaichi Securities’i satın alarak Merrill Lynch Japan Securities’i kurmuştur. Sanwa Bank ile ittifak kurmak için perde arkasında görüşmelerini sürdürmektedir. Bu örnekler Amerikan finans şirketlerinin Japonya’daki paylarının giderek arttığını göstermektedir.

EMEKLİLİK FONLARI
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından işletilen Nenpuku, denetimindeki 24 trilyon yen ile dünyanın en büyük emeklilik fonu sıfatını taşımaktadır. Aslında bu emeklilik fonu özel değildir. Ancak fiiliyatta bu durum değişmektedir. Örneğin (Nenpuku, parasını işletmesi için, çoğu yabancı olan 20 özel “yatırım danışma firması”na (bunlar esasında yatırım bankalarıdır) vermiştir. Nenpuku özellikle ‘90’lı yılların basından itibaren, emeklilik fonlarında biriken aidatları kapitalist tekel ve şirketlerin hizmetine sunmaktadır. Emeklilik aidatları böylece sermayeye dönüşmektedir. Devlet, böylelikle, Nenpuku aracılığıyla, işçi ve emekçilerin aidatlarını doğrudan Japon mali sermayesinin hizmetine sunmaktadır. Mali sermayeye sunulan bu hizmetin de bedelini sonuçta işçi ve emekçiler ödemektedir. (Nenpuku 1995 mali yılı sonunda 1 trilyon yen zarar etmiştir!)
Finans sektöründeki son düzenlemelerle birlikte, büyük bir potansiyele sahip olan bu alanda özel yatırımcıların artması beklenmektedir.

SONUÇ
Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi, Japonya’da bugüne kadar ekonominin adeta askeri bir genelkurmay tavrıyla tek merkezden idaresi söz konusudur. Belirlenen ekonomik gelişme stratejisi, dış piyasalarda güçlenme ve genişleme üzerine kurulu olduğu için, Japon tekellerinin kendi aralarındaki rekabet ve çekişmelere yoğunlaşmaktan çok, dış pazara karşı yekvücut olup atakta bulunmaya yöneltmiştir. Kısacası, Japonya’da bir tür devlet kapitalizminin var olageldiği söylenebilir.
Japon mali sermayesini diğer emperyalist ülkelerdeki emsallerinden ayırt eden, kuşkusuz nitelik ve hedefleri değildir (gerçi bu bakımdan Japon tekellerinin örneğin ‘Japonya’nın hizmetinde’ olduklarına dair milliyetçi propagandası diğer emperyalist ülkelerde olduğundan daha güçlü ve etkindir!). Fark, daha çok, mali sermayenin egemenliğinin hüküm sürdüğü tüm ülkelerde karşılaştığımız ekonomik ilişki ve örgütlenme araçlarına, “milli motifler ve feodal gelenekler”le (bir yerde kapitalizmin Japonya’daki özgün tarihsel gelişiminden devralınan ve bugüne kadar belirli şekillerde muhafaza edile-gelen “motif ve geleneklerde) dokunarak getirilen biçimlerdir. Bu bakımdan, Japonya’daki emperyalist kapitalizminin, emsallerinde bu şekilde karşılaşmadığımız özgünlükleri vardır denilebilir. Örneğin emek-sermaye ilişkisinin yanı sıra ve üstünde çok yönlü “sadakat ilişkisi”nin muhafaza edilmesi ve bunun sürekli yeniden üretilmesi onun ayırt edici özgünlüklerinden biridir. Bu tür ilişkilerin bir diğer örneğini, menecerler tabakasının şirket sahipleri ya da hissedarlarıyla olan ilişkileri sunmaktadır. Menecerler, başta aile bağları olmak üzere çeşitli -doğrudan ekonomik olmayan- yollardan şirketlere bağlanmıştır (‘80’li yılların ulaşım bakanlarından Shintaro İshihara buna “psikolojik bağlılık” diyor). En az şirket değiştiren menecerlerin ya da “şirketlerine en çok bağlı” menecerlerin Japonya’da olması bu açıdan şaşırtıcı değildir.
Kısacası, Japon burjuvazisi, söz konusu feodal ilişkileri ve gerici gelenekleri korumuş, faşizm döneminde de görüldüğü gibi gerektiğinde devlet zoruyla bunları ayakta tutmaya çalışmıştır. Doğrudan kapitalist ilişkilere tekabül etmeyen ve aslında kapitalizm öncesi toplumdan -kuşkusuz kapitalist sömürüyü rafineleştirmek ve geliştirmek amacıyla- devralınan bu ilişkiler, kalıntılar, süreç içinde aşınmakla birlikte, Japon mali sermayesinin elinde bugüne kadar büyük kaldıraçlar olarak işlev görmüşlerdir. Sadece işveren-işçi ilişkilerinde değil, denilebilir ki, kapitalist ekonominin bütününde bu kaldıraçlar kullanılmıştır. Aksi tekdirde; sermayenin uluslararasılaşmasının nispeten ileri olduğu günümüz koşullarında, dünyanın en büyük ihracatçılarından olan bir ülkenin iç pazarını bu denli kapalı tutmayı başarması açıklanamazdı.
Ancak bu durum, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ile rekabet nedeniyle aralarındaki çelişkilerin arka planda kaldığı “soğuk savaş” döneminin aksine, başta ABD olmak üzere rakipleri artık kızdırmakta ve değişim yönünde baskılarını artırmalarına neden olmaktadır. Çünkü Japonya örneğin yalnızca ABD iç pazarını istila etmekle kalmamakta ABD’nin Japon iç pazarına girmesine sınırlar koymakta, girmesine izin verse bile kendi tekellerini çeşitli yollardan koruduğu için ABD’nin rekabet gücünü azaltmaktadır. ABD ve Avrupa tekelleri artık, Japon tekelleri ile doğrudan devlet koruması olmaksızın rekabet etmek istemektedir. Emperyalist ülkeler arası çelişkilerin yoğunlaştığı ve ön plana çıktığı bugün, Japonya’nın kendi tekelci burjuvazisine önemli avantajlar sağlayan bu tür özgünlükleri, çatışma öğesi haline gelmiştir.
Japonya uzun yıllardır süren durgunluğun da getirdiği mecalsizlikle kısmi tavizler vermiştir. Belli noktalarda korumacı uygulamalarını kaldırmış ya da kaldırmaya hazırlanmaktadır. Yabancı sermaye girişini sınırlayan yasalarını da kısmen gevşetmiş durumdadır. Bütün bu yeni düzenlemeler, Japon ekonomisini şekillendiren 1868 Meiji devrimi ve II. Dünya Savaşı sonrası ABD işgali dönemindeki düzenlemelerin ardından gelen en köklü üçüncü değişim dönemi olarak görülmektedir.
Öte yandan, ulusal ve uluslararası koşullarda yaşanan değişikliklerin zorunlu kıldığı “yeniden yapılanma” ve “reformları” belli sektörlerde Japon tekelleri de gündeme getirmektedirler. Nitekim başka nedenler bir yana, tek başına Japon ekonomisinde 1992’den beri süren uzun duraklama (hatta gerileme) dönemi nedeniyle, onların da, düşük kâr bir yana, zarar etmeye (ki bugünkü durum birçok sektörde böyledir) fazla tahammülleri kalmamıştır. Sermaye gruplarının etkinlik alanında bir yeniden örgütlenme ihtiyacı kendisini dayatmaktadır. Bu nedenle önümüzdeki dönemin, bir yandan Japon tekelleri arası yeni bir merkezileşme ve yoğunlaşmanın yaşanacağı, diğer yandan başta ABD ve Batı Avrupa sermayesi olmak üzere yabancı sermayenin gücünü nispeten daha da artacağı bir dönem olacağını söylemek yanlış olmayacaktır (Japon emperyalizmi bunu gücü oranında engellemeye çalışacaktır ya da en azından bu yabancı etkinliğin, kendisinin hâlihazırdaki sorunlarının zorunlu kıldığı müsamahanın ötesinde bir etkinliğe dönüşmesini bütün gücüyle önlemeye gayret edecektir).
Bu zorunlu yeniden yapılanma sürecinin Japon işçi sınıfı ve emekçileri açısından doğuracağı sonuçlar ise ortadadır. Bir yandan artan füzyon ve iflaslar nedeniyle, diğer yandan maliyeti giderek büyüyen ‘atıl işçileri’ istihdam etme koşullarının giderek ağırlaşması sonucunda hızla büyüyen işsizlik; ücretlerin ve refah seviyesinin düşmesi; dış tehditler ve kriz bahanesiyle yeni ağır koşulların dayatılması; “ABD ve Batı, bizi yeniden sömürgeleştirmek istiyor” söylemleriyle siyasi gericiliğin ve militarizmin (bu eğilimin güncel politik belirtisi, son Çin-Japon zirvesinde de görüldüğü gibi, güçlenmekte olan Çin’e karşı gösterilen tahammülsüzlüktür) güçlenmesi.
Açıktır ki, Japon burjuvazisinin kendisini yeniden mevzilendirme ve örgütleme doğrultusundaki atmakta olduğu ve atmayı planladığı bütün adımlar (genel toplumsal sonuçları bir yana), özellikle emek-sermaye çelişkisini daha da kesinleştirecektir. Bu nedenle, önümüzdeki dönemin Japon işçi ve emekçilerinin mücadelesinin yükseleceği bir dönem olacağını belirtmek, bir kehanet olmayacaktır.

Aralık 1998

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑