Kadından insana… August Bebel’le

August Bebel, insanlığın, antikçağdan sonra bir kez de 19. yüzyılda yaşadığı kahramanlık çağında doğdu. 19. yüzyıldaki kahramanların niteliği ve kahramanlık kavramının içeriği, antik çağdaki tanrıya tamamlanma ereğini taşıyan fiziksel ve zihinsel bakımdan güçlü olma, insanüstü yetenekler gösterme ilkesinden farklı olarak, gelişmekte ve siyasal iktidar talebinde bulunmakta olan burjuvazinin politik çıkarları doğrultusunda ihtiyaç duyulan, girişim yeteneğine sahip fertlerin özellikleriyle belirleniyordu. Bu bakımdan, bütün Orta Avrupa’yı ve yeni kıtayı kasıp kavuran burjuva devrimler ve ulusal mücadeleler, bireyi öne çıkaran ve ona kahramanlık yapma fırsat veren olanakları sundu. Ferdi teşebbüse yol açan sosyal çalkantılar, insan tekinin olağanüstü yeteneklerini sergilemesi için elverişli bir zemindi. Burjuvazi kendi devriminin bayrağını “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” sloganıyla yükseltmiş, saraylara savaş açarken bütün vatandaşların eşit haklara sahip olduğunu iddia etmişti. O dönem ortaya atılan yurttaşlık kavramının, sınıfsal konumlarına bakmaksızın, hukuki kapsamda, sözde, herkesi eşitlediğine yeminler etmekteydi. Bayrağın altında, burjuva evrensel çıkarları benimsemek kaydıyla herkes, eşit bireyler olarak yer alabilecekti. Bu, insanın bir zamanlar, tanrıya monarşist iktidarlar vasıtasıyla kul olarak bağlandığı feodal sisteme göre bir ilerlemeydi.
Ama kahramanlık yüzyılındaki panoramayı sadece burjuva-insanın birey kimliği ile öne çıkması oluşturmadı. Bütün kıtada iktisadi ve sosyal ilişkileri altüst eden, yeni moral ve estetik değerlerin doğmasına yol açan sanayi devrimi, milyonlarca kadın ve erkeği, emek güçlerini “özgür ve eşit” pazarlık koşullarında satmak üzere fabrikaların kapısına bırakıp attığında, işverenin karşısına tekil kimlikleriyle çıkan -henüz kendisi için sınıf olma karakterinden yoksun- bu işçi yığınına mensup “baldırı çıplak”lar için kahramanlığın içeriği de, birey olmanın anlamı da burjuva değerlerden farklı değerlerle tanımlanmak üzereydi. Proletarya,    kahramanlığını, kendisi için olduğu kadar başka bütün diğer katmanlar için de, sınıfları ve her türden sömürüyü ortadan kaldırarak, nihai kurtuluşu sağlayacak komünizme giden yolu açma becerisini göstermek biçiminde tanımlayacaktı. Bu yetenek, örgütlü olunarak kazanılabilirdi; tek tek insanların, girişimleriyle değil. Denebilir ki, burjuvazi tarafından bireyin ve yurttaş kimliğinin yükseltildiği bu yüzyıl, örgütlü sınıfsal kimliğin insanın burjuva tanımlanmasını yok etmek üzere, işçi sınıfı tarafından geliştirildiği bir dönem oldu.
Bebel’in doğumundan sekiz yıl sonra, yani 1848 yılında, Fransa’da Almanya’da, Avusturya’da ve Avrupa’nın birçok yerinde artık devrim, iki sınıfın; burjuvazi ve proletaryanın politik ve örgütsel olarak ayrışmasına yol açmıştı. Silezya’da ayaklanan işçiler, tıpkı Fransa’daki kardeşlerinin yaptığı gibi, burjuva bayrağının altındaki yerlerini terk ettiklerini ilan ediyorlardı. Sınıf mücadelesi keskinleşmiş, iki sınıf kıran kırana bir mücadeleye başlamıştı. Savaş ideolojik düzlemde de, burjuvazinin, proletaryanın ve ara sınıfların sözcüleri arasında aynı şiddetle sürüyor, işçi sınıfının dünya görüşünün sistemli ifade edilmesi anlamına gelen, diğer yandan da bir mücadele kılavuzu olma misyonunu yüklenen teori olgunlaşıyordu. Komünist Manifesto; şekilsiz ve çaresiz bir yığın olmaktan çıkarak kendisi için sınıf olmaya başlayan; bağımsız, politik örgütler kurma ihtiyacını çok derinden hisseden proletaryanın ilk örgütsel programı olarak o günlerde yazılmıştı.
Aynı süreç kadın hareketi cephesinde de yaşandı. Feodal iktidara karşı burjuvazinin bayrağı altında, özgürlük ve eşitlik talebiyle dövüşen kadınlar, bu sınıfın kadınlar için gözetmediği temel hukuki eşitlik ilkelerinin yerine getirilmesini istemekteydiler. Çok uzun zamanlar boyunca insan olarak bile tanımlanmamışlardı ve şimdi bu hukuki prosedür içinde yer alarak haklarının verilmesini bekliyorlardı. Onların yürekli çıkışları, feodal ayrıcalıkları sarsan öğelerden biri oldu ve iktidara yürüyen genç burjuvazinin kurduğu sistemin eksik unsurlarının tamamlanmasına katkıda bulundu, İngiliz, Fransız ve Alman burjuva kadın hareketi, sayısız kadını tarih sahnesinde ön plana çıkardı ve onların “eşitlik istiyoruz” çığlıklarıyla milyonlarca kadın harekete geçti. Yüzyılın kahramanlar kortejinde onların da fotoğrafları taşındı. Ama işçi sınıfının asıl devrimci güç ve tarihi yapan esas faktör olarak ortaya çıktığı andan itibaren, kadınları harekete geçiren sloganların işaret ettiği hedef değiştiğinde, bu kadınların tarihsel misyonu bitti. Bundan sonra, kadın sorunu yeniden tanımlanmak ve kadın hareketi yeni bir politikaya göre yeniden örgütlenmek zorundaydı. Çünkü proletarya, 1871 Paris Komünü sırasında, henüz proletarya diktatörlüğü kavramı telaffuz edilmese de, egemen sınıf olarak örgütlenme deneyi yaşamış; bu deney, işçi sınıfının politik ufkunu bir ütopya olmaktan çıkararak ulaşılabilir bir gerçeklik düzeyine yükseltmişti.

* * *
Alman İşçi sınıfının devrimci çıkışları ve Alman kadınlarının sınıf mücadelesindeki rolleri göz önüne alındığında sosyalist teoriye katkı babında kadınlar hakkında yazılmış ilk eserin bu ülkeden çıkmış olmasının bir rastlantı olmadığı anlaşılacaktır. 1848 yılında devrimin merkezinin Almanya’ya doğru kaydığını kaydeden Marx ve Engels yanılmamışlar; sanayileşmede diğer ülkelerden daha öne geçen Almanya’da, proletarya da örgütsel ve ideolojik olarak gelişmeye başlamıştı. Yüzyılın sonlarına doğru Alman Sosyal Demokrat Partisi kurulduğunda, çoktan beri, çeşitli derneklerde ve birliklerde örgütlenerek az çok bilinçlenmiş bir işçi kitlesinden oluşan bir zemini hazır bulmuştu. Bu partinin iki önde gelen militanı kadındı; biri Rosa Luxemburg diğeri Clara Zetkin’di.
Bu kadınlar, bir zamanlar, düzenlenen Birinci Alman Kadınlar Konferansı’nda “…tamamen yeni toplumun esası olması gereken çalışma, kadının da şerefi ve görevidir. Kadının da çalışma hakkını elde etmesini ve kadınların çalışmasının önünde bulunan engellerin ortadan kaldırılmasını gerekli buluyoruz” diyen ve ” bu bakımdan kadın eğitim dernekleri ve basın aracılığıyla kadınlara tercihen tavsiye edilecek üretken ortaklıkların kurulması faaliyetleri yanında kızlar için endüstri sergilerinin açılmasına, kız yurtları kurulmasına, ama nihayet amaca ulaşmak için yüksek bilimsel eğitimin uygun olacağına inanıyoruz” (Norgard Kohlhagen, Dünyayı Değiştiren Kadınlar, Cep y. s, 90) biçiminde öneriler sunan, kadının eğitimle geliştirilmesi yöneliminde olan Louise Otto-Peters’in durduğu burjuva demokrat ve eşitlikçi noktadan daha ilerideydiler ve sosyalist devrimi hazırlayan partinin ön sıralarında çarpışmaktaydılar. Bebel’in yoldaşlarının birçoğu, sadece bu iki kadın değil, ama bu iki kadın gibi kendilerini engelleyen toplumsal koşulları kişisel ve örgütlü çabalarıyla kırıp öne fırlamış kadınlardı. Kahramanlık çağı, gücünü örgütünden ya da partisinden alan bazı proleter kadınları sosyalizmin ustaları mertebesine yükseltmişti.
Kapitalizm “kadın sorunu” diye bir sorunu da gündeme getirerek gelişmiş ama proletarya partilerinin ortaya çıktığı ve kadın erkek bütün ezilenlerin egemen sınıfa karşı birlikte mücadele vermelerinin tarihsel bir zorunluluk haline geldiği koşullarda, bu sorunun yeni bir sınıfsal perspektifle tanımlanması şart olmuştu. Bebel’in, ölümsüz yapıtı “Kadın ve Sosyalizm”le yaptığı bu oldu; emekçi kadın hareketinin ilk teorik adımını o attı.

İŞÇİ VE EMEKÇİ KADINLARIN İLK UZUN MENZİLLİ SİLAHI “KADIN VE SOSYALİZM”
Yaklaşık 500 sayfayı bulan, Bebel’in bu yapıtı 1879’da yayınlandı. 1910 yılına gelindiğinde kitabın elli baskısı yapılmış ve hemen her sosyalistin ve kadın ve erkek emekçinin başucu kitabı haline gelmişti. Kitabına,
Manifesto’nun, “Avrupa’da bir hayalet kol geziyor; komünizm hayaleti” biçimindeki girişini andıran “Herkes üzerinde durduğu toprağın sallandığını hissediyor” sözleriyle başlayan Bebel, “çözümleri üzerine lehte ve aleyhte tartışılan, gittikçe daha fazla çevreyi uğraştıran bir sürü sorun ortaya çıktı” dedikten sonra bu sorunlardan birinin de kadın sorunu olduğunu vurgular. Ama kitapta kadın sorununa yönelik özel vurgu, sadece, sözcüğün yazımında seçilen italik siyah harflerle yapılmayacaktır.
Bu sorunu tanımanın önemini şöyle açıklar Bebel: “Kadın sorununun eskiden ve şu anda nasıl olduğu ve gelecekte nasıl olacağı sorusu en azından Avrupa’da, toplumun yarıdan fazlasını ilgilendiriyor, çünkü kadın cinsi nüfusun yarısını oluşturuyor.”
“Eskiden nasıl olduğu” sorusunun yanıtının sosyalistler için özel bir politik önemi vardır. Çünkü geçmişte olan bitenin bugün yaşananlara benzemediğinin kanıtlanması, dünyanın ezelden ebede hep aynı biçimde gideceğini iddia eden burjuva önyargının kırılması anlamına gelir. Kadının konumu eğer, geçmişten bugüne birçok kez değişmişse, bu, toplumsal ilişkilerin gelecekte de bugünkü gibi olmayacağını gösterir. Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni’ni Bebel’in kitabından beş yıl sonra yayınlayan Engels’in de en önemli kaygılarından biridir bu. Bu yüzden, insan toplumlarının, çocukluk dönemlerine dair antropolojik araştırmaların sonuçları hem Bebel hem Engels için, en önemli referanstır. Bundan dolayı, kitabının başlangıcında, Bebel, antropolojik verilerin politik bakımdan yorumlanmasına oldukça uzun yer verir ve “köleden önceki köledir kadın” diye yazar. “Analık hukuku”ndan babalık hukukuna geçişle birlikte değişen kadının konumunu ve statü yitimini mitoloji ve antikçağ edebiyatındaki ipuçlarını sabırla takip ederek analiz eder. Kadının, erkek cinsi karşısındaki köleleştirilmesi ve kendi içinde de hem sınıfsal hem de başka bazı kategorilere ayrışması sınıfların ortaya çıkmasıyla başlamıştır; bu aynı zamanda ailenin ve fuhuşun da ortaya çıktığı dönemdir. Sonradan Engels’in de kanıtlayacağı gibi, Bebel, gensin dağılışıyla birlikte, devletin doğduğunu vurgular. Böylece, bir sınıfın bir diğer sınıfı zorla tahakküm altında tutmasının olanağı olarak devlet, kadının köleleştirilmesinden yarar uman bir aygıt durumundadır; bundan sonra, din, ahlak, estetik vs. gibi ideolojik dolayımlar vasıtasıyla kadının aşağılanması devam eder. “Sevgi dini” olarak doğan Hıristiyanlıkta da sevgi boş bir sözden ibarettir. Şöyle yazar Bebel; “Hıristiyanlığa göre kadın, yeryüzüne günahı getiren erkeği mahveden, pis, baştan çıkarıcıdır. Tertullian şöyle seslenir, ‘kadın, sen, paçavralar ve yas içinde dolaşmalısın, insan soyunu mahvettiğini unutturmak için gözlerin yaşlarla dolu olmalı, bakışların pişmanlığını göstermelidir’…  Origines şu açıklamayı yapıyor, ‘evlilik uğursuz ve pis bir şeydir, şehvani zevkin aracıdır’… Hepsi aynı doğrultuda öğreten en etkin kilise öğretmenlerinden, daha yüzlerce alıntı yapılabilir. Ve bunlar sürdürdükleri öğretileri ve vaazları ile, bir doğa buyruğu ve yerine getirilmesi yaşam amacının en önemli görevlerinden olan cinsler arası ilişki ve cinsellik üzerine o doğal olmayan görüşleri yaydılar. Bu öğretiler bugünün toplumunu hala ağır biçimde sakatlıyor ve toplum ancak çok yavaş iyileşebiliyor” (Bebel, Kadın ve Sosyalizm, İnter yay, 1991. s. 90)
Uzun ortaçağ boyunca aşağılanan ve bir irin gibi kendisinden tiksinilen kadın cinsinin konumu kapitalizmle birlikte biraz farklılaşır. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini savunan burjuvazi ve onun “dinde reform”cu ideolojik öncüleri, “evlilik ve boşanma hukukçulara emanet edilsin ve dünyevi yönetime bırakılsın, çünkü evlilik bütünüyle dünyevi ve dışsal bir şeydir” diye konuşurlar. Çok geçmeden kadın, feodal küçük aile üretiminin dağılmasıyla birlikte evinden dışarı çıkacak ve fabrikada, emek-gücünü satmaya başlayacakta.
Kapitalizm koşullarında, Almanya’daki sosyoekonomik ilişkileri birçok ara başlık altında incelerken Bebel, bütün bu süreçlerin kadının günlük hayatında, duygusal ve ruhsal süreçlerinde nasıl etkiler bıraktığını ayrıntılı olarak anlatır. İffetli kadınların cinsel duygularının olamayacağını söyleyen, geleneksel düşünceye karşı, Bebel’in kadının cinsel güdülerinden söz etmesi, o koşullarda oldukça önemlidir.
Aile üzerine ortaya atılan burjuva nitelikli şatafatlı sözlere karşın işte, aile de çözülmektedir. Kadınlardaki intihar sıklığı, boşanmaların yoğunlaşması gibi göstergelerden yola çıkarak kurumun “yıkımı”nı kanıtlayan Bebel, kiliseden alınarak kendisine bırakılan evlilik işlerini düzenlerken devletin, zorba ve ikiyüzlü davrandığına dikkat çeker. “…mutsuz kurban olan kadının bizzat tahmin ettiği gibi, böyle bir evlilik çok mutsuz olduğunda taraflardan biri ayrılmaya karar verdiğinde, bağı kuranın aşk ve ahlaki güdüler mi yoksa çıplak, kirli egoizm mi olduğunu önceden sormamış devlet ve kilise, en büyük zorlukları çıkarır”
Bebel’in metni, ajitasyon yükü yüksek bir metin olmasına karşın titizlikle ve özenle incelenmiş istatistiki veriler ve bunların yorumlanmasında gösterilen politik uz-görü göz önüne alındığında tezlerden ve kanıtlardan oluşan bir bilimsel eserle de karşı karşıya olunduğu görülür. Gerçekten de Bebel, Almanya’da yapılmış kadınlarla ilgili ne kadar istatistik çalışma varsa gözden geçirmiş, ne kadar yayın varsa hepsini taramıştır. Onun kanıtlarla yazmaya gösterdiği özel özen, kendisini bütün ayrıntılarda hissettirir. Kadının beyninin küçük olduğu için erkeklerden daha geri bir düşünsel düzeyde olduğunu iddia eden dar kafalılara karşı, bıkmadan usanmadan ölçüm sonuçlarını gösterir; hayır, kadının beyni kendi gövdesine oranla küçük değildir. Ama kadının, entelektüel geriliğinin nedeni, bu cins içinden dehaların çıkmamasının nedeni, mevcut toplumsal düzen, sınıflı toplumdur. Kitapta, cinsel sömürünün ve asamın bütün nedenleri kanıtlarıyla birlikte ortaya konularak kapitalizme bağlanır.
Kapitalizm, gerçekten, kadını pis ve hastalık üreten koşullarda çok uzun saatler boyu çalışmaya zorlayarak onu insanlıktan çıkarmıştır. Diğer yandan da onu evdeki berbat, geriletici ve köreltici işlere mahkûm etmiş; analığı kutsarken milyonlarca proleter çocuğunu sokakta, tehlikeler altında yetişmeye mecbur etmiştir. Burjuva hukukunun kadınlarla ilgili maddeleri de bu köle statüsünü pekiştirmek üzere yazılmıştır. Ama bu, bir kader değildir.
Bebel, kadınların, bu aşağılık durumdan kurtulmak için mücadele etmelerini salık verir. Kadınlar genel olarak politikaya ilgisiz davranmaktadırlar ama bu, ilgilenmeyecekleri anlamına gelmez. Şöyle yazar: “Bugüne kadar kadınların siyasal harekete çok zayıf ilgi gösterdikleri itirazıyla bir şey kanıtlanmış olmuyor. Kadınlar şimdiye dek politikayla ilgilenmediyse bu, ilgilenmek zorunda olmadıklarını kanıtlamaz. Kadınların oy hakkına karşı öne sürülen nedenlerin aynısı, altmışlı yılların ilk yarısında erkeklerin genel oy hakkına karşı öne sürülmüştü. Bu eserin yazarı da-1963’te buna karşı olanlardandı. Dört yıl Reichstag’a bu hak sayesinde seçildi. On binlerce kişinin başına aynı şey geldi: Fikirlerini değiştirdiler” (Agy, s.306)
Sosyalistler, Bebel’in tutumunun da gösterdiği gibi, kadınların kurtuluşunun ön koşullarının sosyalizmde gerçekleşeceğinden hareketle geniş emekçi kadın kitlelerini devrim mücadelesine çağırırken, onların güncel taleplerine de göz yummazlar. Kadınlara oy hakkı tanınması için verilen kavganın en tutarlı savunucularıdırlar. Çünkü düzen içi talepler asıl büyük kavganın, sosyalizm için verilen mücadelenin bir parçası kılındığında,
reform istemleri sosyalizm için bir kaldıraç alarak görüldüğünde burjuvazinin sistemini güçlendirme işlevini görme özelliğini yitirerek proletaryanın silahı haline gelirler. Ama bu kavga, en küçük güncel talepleri devrim sorununa bağlama yeteneğine sahip tek güç olan komünist örgütle verilmelidir. Bu yüzden Kadın ve Sosyalizm’in birçok yerinde, kadınlara, Sosyal Demokrat Parti’de örgütlenme önerisinde bulunulur.
Bu öneri boş ve içeriği tanımlanmamış bir öneri değildir. Yazar sayfalar boyunca kadının konumunun tarih boyunca değişimini nasıl aynı ayrıntı düşkünlüğüyle kanıtlamaya çalıştıysa ve kapitalizmi tahlil etmek için nasıl emek harcadıysa aynı yoğun dikkati, geleceğin toplumundaki kadını anlatmak için gösterir.
Bebel’in tasvirleri, belki, işçi sınıfının bugün ulaştığı politik gelişkinlik düzeyine, bilim ve teknolojinin sağladığı olanaklara, kısacası üretici güçlerin bugünkü konumuna bakıldığında naif ve biraz ütopik bulunabilir; ama henüz sosyalizmin bir yeryüzü gerçekliği haline gelmediği yıllarda yazılmış bu eserde görünen, o günkü koşullara göre, iyi niyet dozu aza indirgenmeye çalışılmış bilimsel tutum son derece önemlidir. Ve ona tarihsel bir belge olmaktan daha fazla rol yükleyen de budur. Bebel, çoğu kere burjuva iktisatçıların söylediklerini de tekrarlamış olur. Liberal burjuvaların gözlemlerine ve işçi sınıfı kadınlarının perişan halleri karşısında yürekleri sızlayan reformistlerin gözlemlerine de sıcak bakar. Örneğin bir burjuva şunları söylemiştir: “İşverenlerin mümkün olan her yerde kadın işçilerin kullanımını tercih etmelerinin nedeni, kadın işçilerin düşük ücretleridir. Kadın işçilerin daha büyük sayıda kullanıldığı sanayi dallarında ücretlerin en düşük olması bunun için yeterli kanıttır… Bu nedenle sanayi dallarında kadın işçilerin büyük boyutlarda çalıştırılma olanağı, işçi ailelerinde kadınları gerçekten işe başlatma zorunda kalmaları etkisi yaratır.” (Agy, s.249)
Bebel bu gözlemden yararlanır; ama bir komünisti bir burjuva bilim adamından ayıran, kaçınılmaz olarak kendini kabul ettirmeye zorlayan gerçek karşısında onu olduğu gibi benimsemek ve tasvir etmek değil bundan politik sonuçlar çıkarmaktır. Bebel, bunu yapar, işçi ve emekçi kadınlar mademki en çok sömürülen en çok acı çeken kesimler arasında yer alırlar, devrimden en çok çıkarı olanlar onlardır, öyleyse komünistlerin partisinde örgütlenmelidirler. Sosyal demokrat kadınlara düşen de bunun için yapılacak ajitasyonu güçlendirmektir.

* * *
Kuşkusuz, Bebel’in kitabı işçi ve emekçi kadınların en büyük öğretmenlerinden biri olan Engels’in kitabıyla birlikte okunmalıdır. Çünkü bu iki kitap, üretimin toplumsallaşmaya başladığı ama mülkiyetin özel karakterini koruduğu kapitalizmin özel bir döneminde, sanayi devrimi sırasında, evden çıkarak üretime katıldığı halde evdeki yükümlülüklerini de sürdürmek zorunda kalan kadının, tam da bu iki işlev arasındaki çelişkiden doğan özel bir “sorun”la kendisini gündeme getirdiği bir dönemde yazıldılar. Ve bu sorunu devrimci anlamda yeniden tanımladılar. (Bebel’in kimi yanılgıları bu sorunun tanımlanmasında kitabın taşıdığı önemi azaltmaz. Hemen örnekleyelim. Bebel, proleterlerin bugünkü koşullarda ‘kural’ olarak aşk evliliği yaptığını yazar. Ama bu görüş, işçi sınıfının politik eylem dışındayken sermayenin bir parçası olduğu ve işçi tekinin, olağan koşullarda, kadın sorunu ve evlilik gibi konularda da bir burjuva gibi düşünmeye yatkın olduğu gerçeğiyle, egemen ideolojinin egemen sınıfın ideolojisi olduğu; dolayısıyla işçi sınıfının potansiyel olarak taşıdığı özellikleri ancak sınıfsal eylem içinde dinamikleştirebileceği, aşk evliliğinin ancak sosyalizmde mümkün olabileceği tahlilini az çok göz ardı eder. İdeoloji, ekonomik determinizme kayılarak, önemsenmemiş gibidir. Ama Bebel bu örnekte görüldüğü gibi, bazı tezlerinin son tahlilde yol açacağı sonuçları kestirmemiş olmasına karşın yanlışlarını sistemleştirmez. Clara Zetkin, Bebel’in eserinin toplumsal ve tarihsel önemini teslim ederek, Bebel’i kendi koşulları içinde değerlendirmek gerektiğini yazar. Ve kitap… böyle okunmalıdır)
Burjuva kadın hareketi bu sorunu, gerçeklerle değil görünümlerle uğraşarak, hukuki düzenlemeler ve bazı sosyal “haklar”la çözebileceğini ve erkek egemenliğinin önüne geçebileceğini sanmıştı. Ama tam da eşyanın doğası gereği taşıdığı ufuk darlığı nedeniyle tarih sahnesinden çekilmek zorunda kaldı. Şimdi orada burada, ortaya çıkarak haminnelerini taklit eden burjuva kadınlar, geniş kadın yığınlarının önünde oluşturdukları barikatı inatla, ama kof bir inatla savunuyorlar. Tarihin rotasını tersine çevirmeye çalışan bu hareketin karşısında sosyalist kadınların elinde yine yüzyıl önce kazanılmış bir silah var; “Kadın ve Sosyalizm.”
Ama “Kadın ve Sosyalizm”in güncel önemi, onun, emekçi kadın hareketi tarafından burjuva kadın hareketi karşısında hâlâ etkili bir polemik silahı olarak kullanılabilme özelliğinden gelmiyor. “Kadın ve Sosyalizm” aynı zamanda “insanlığın kendisinde yitirildiği” (Marx, bunu “insanlığın kendisinde yitirildiği proletarya” olarak yazar, Kutsal Aile’de) kadın cinsinin, komünist anlamda insanlığını geri kazanma sürecinde bir kılavuz olma mahiyetini taşıyor. Bebel, bu kılavuzu titizlikle ve özenle hazırladı ve proletaryanın amaçlarına sundu. Eski sınıfsız, devletsiz “altın çağı” yeniden ama daha gelişkin ve yetkin olarak kurmak isteyen proletarya için de bu kitap yürekli bir yol arkadaşı oldu; o günden bugüne.
Ve o günden bugüne işçi ve emekçi kadınlar; kendilerini hiçbir zaman insan yerine koymayan sınıflı toplumları yıkmak için yürüyorlar. Bütün kahramanlıkları bu olacaktır onların.
Proletaryanın kadın cinsi, cinsel ve sınıfsal köleliği sona erdirme yeteneğinin ve kurtuluşun kendi kollarında olduğunu ilk kez Bebel’den öğrendi: Proletaryanın erkek cinsi de “kadınsız devrim olmaz”ı.

Nisan-Mayıs 1995

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑