Çatı partisi tartışmalarının ilerlediği günlerdeyiz. Bir çatı ya da blokta birlik hareketi açısından, bir yönüyle bugüne kadarki en olumlu noktada olduğumuz söylenebilir. Hiç bugünkü kadar geniş bir kesim böyle bir birlik için fikir birliği etmemiş, sorunu bugünkü acilliğiyle ele almamıştı. Şimdi aşılmak zorunda olunan bir dizi eksikliğine aldırmadan “hemen kuralım” diyen kesimler çoğalmış durumda. “Çatı Partisi epeydir olgunlaşmış ve hatta gecikmiş bir girişim” diyenler az değil. Bu yaklaşımın bir yönüyle iyi olduğu kesin.
Ancak diğer bir yönüyle “fikir birliği”nin içerik açısından tartışmaya muhtaç olduğu ve buradan birlikçi olmayan ve “çatıda birlik” yaklaşımıyla çelişen belirli pratik tutum ve sorunların türemekte olduğu da ortada. Kuşkusuz her parti, çevre ve kişinin dünya ve Türkiye’ye, azami ve asgari toplumsal siyasal amaç ve hedeflere, bunlara yönelik izlenmesi gereken strateji vb.’ye ilişkin farklı yaklaşımları olabilir, vardır ve bu, birlik açısından sorun değil. Ancak “çatıda birlik” konusuna ilişkin en az birkaç farklı genel yaklaşım var ki, adı ne olacaksa olsun parti formunda bir cephe hareketi olarak örgütlenme hedeflendiği için, bu yaklaşımların birleştirilmesi, başka bir deyişle tekleştirilmesi zorunlu. Bu açıdan gecikmeden herhalde söz edilemez.
NİÇİN İHTİYAÇ?
Öncelikle böyle bir birliğin neden ihtiyaç olduğu doğru yanıtlanmalı.
Hangi ihtiyaçtan hareket edilecek? Çatı birliği ya da bir demokratik blok hareketi yaratma zorunluluğu nereden geliyor ve niçin ihtiyaç? Örneğin halkın haklarına ve taleplerine sahip çıkmak için birleşme ihtiyacından mı yoksa tek tek partilerin ya da daha genel olarak “sol”un ihtiyaçlarından mı hareket edilecek?
Birçok “çatı partisi” savunucusu, çatı partisini halkın değil, ama “sol”un ihtiyaçları üzerinden tartışmaya başlamakta, soruna yaklaşımda bugünü ve geleceğiyle “sol”un durumunu hareket noktası edinmektedir. Birkaç örnek:
“Türkiye’de sol uzunca bir süredir içinden çıkamadığı bir açmaz yaşıyor.(…) Sol, bugüne kadar bu sorunlara müdahale etmekte oldukça yetersiz kaldı.(…) Sol siyaset arenasında varolan politik öznelerin hiçbiri ne nitel ne de nicel olarak gündeme müdahale edebilecek halde (değil). O zaman bir arada durmak gerektiği ortaya çıkıyor.” (KESK Gn. Bşk. Sami Evren)
“…uzun zamandan beri solu, toplumsal mücadelede daha güçlü ve etkin kılmayı başaramamış olmanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Ancak öyle görünüyor ki, bugün solu etkili ve dönüştürücü bir siyasal güç haline getirebilme olanaklarımız her zamankinden daha fazla. Eğer bu olanakları doğru kullanabilirsek, solda gerçek bir yenilenme sürecini işletebilirsek, yüzünü sola dönmüş çeşitli toplumsal dinamikleri, siyasal güç ve potansiyelleri Türkiye’nin bugünkü sorunları etrafında kurulmuş bir ortak mücadele programı çerçevesinde bir araya getirmek ve solu etkili ve güçlü bir siyasal güç olarak ayağa kaldırmak mümkündür.” (Eğitim Sen Gn. Bşk. Zübeyde Kılıç)
“Solda ihtiyacın ne olduğuna aklıselim ve doğru yanıt verebilirsek, geçmişte yaşadıklarımızdan doğru dersler çıkarabilirsek Çatı Partisi tartışmalarının doğru bir rotaya hızla gireceğinden hiç kuşkumuz olmasın.(…) Bugün solun, demokrasi güçlerinin tartışması veya yanıtlaması gerek temel soru 21. yüzyılda Türkiye’nin temel problemlerine yanıt verecek programatik zemin nasıl oluşabilir sorusudur.(…) 12 Eylül sonrası sol yapılar örgütsel yenilenme doğrultusunda ciddi adımlar attılar. (…)Ama bunu politik yenilenmeyle taçlandıramadıkları içinde tıkandılar, eridiler, hiçbir toplumsal etkisi olmayan yapılar haline dönüştüler.” (Hakan Tahmaz)
“Türkiye sosyalist hareketi ise dar grupçuklar halinde neredeyse küçük cemaatler halinde varoluş mücadelesi vermektedir. İdeolojik söylemlerinin enternasyonal nitelikli olması, toplumu dönüştürme ve özgürleştirme ülkülerinin derin bir insanlık birikimine yaslanması anlamlı ve değerli olmakla birlikte varlığı ancak kendi küçük cemaatleri içinde belli bir coşku yaratabilmiştir. Ancak geniş bir toplumsal muhalefetin temsilcisi olmayı başaramamıştır.(…) Kürt siyasi hareketi bir yandan sol değerleri giderek daha çok içselleştirirken, Türkiye sosyalist hareketi de ‘Kürt Sorunu’na daha duyarlı hale gelmiştir.(…) Bu açıdan bakıldığında Çatı Partisi oluşumu tarihi bir görev ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.” (Prof. Cengiz Güleç)
“…‘Çatı partisi’ veya ‘solda birlik’ tartışmaları, Türkiye’de emek, demokrasi ve barış güçleri arasında uzun yıllardır tartışılan bir konu.(…) Türkiye’nin kangrenleşen sorunlarına karşı kimsenin tek başına çözüm üretememesi veya önerilerini hayata geçirememesi bizi bu tartışmayı devam etmeye zorluyor. (…)dileğim yenilenmiş birleşik bir sol hareket. (…)barikatın sol yanındaki güçler olarak bu konuyu tartışmalıyız.” (DİSK Gn. Skr. Tayfun Görgün)
Şüphesiz, çatı partisi ya da blok hareketi dendiğinde, akla, “sol” ve sorunları, onun bu sorunları nasıl aşacağı ya da nasıl olup da bir alternatif haline geleceği gelmemek gerekir. Ya da çatı partisi, herhalde “solun durumu vahim, tek tek sol örgütler kendi başlarına bir şey yapamıyorlar, bari güç olmak için birleşsinler, olmuyorsa yan yana gelsinler” yaklaşımıyla “sol”un derdine deva bir “yeni meşgale” olarak anlaşılamaz. Hele “sol” ve “sosyalist” sözcükleri tartışmalarda birbirinin yerine kullanıldığı için, özellikle, “sol”un durumu, geleceği, zayıflık ve zaafları, bunları aşıp aşamayacağı vb. türü sorunlar, bunların sosyalistlerin sorunları olduğu bilinerek, sosyalistlere ve çözümleri ya da çözümsüzlükleri onların çabasına bırakılmalı, sosyalistler tarafından üstlenilmeli, ama kesinlikle çatı partisine yıkılmamalıdır.
Neden böyle? Sosyalistlerin sorunları yok mu? Kuşkusuz var. Sosyalistler, şüphesiz, işçi sınıfının örgütlenmesi, sosyalist propaganda ve kapitalizme karşı sınıf mücadelesinin yürütülmesi gibi, yanlarına başkaları da eklenecek özel sorunlara sahipler. Bu sorunları, kapitalizme karşı mücadelenin sorunları olarak üstlenecek ve onları ve çözümlerini temel alan ayrı bir mücadele yürüteceklerdir. Sosyalist bir parti olarak sınıf partisinin örgütlenmesinin ilerletilmesi sorunu da –ve burada tartışılmasına gerek olmayan, varsa zaaf ve zayıflıklarının giderilmesi sorununun ele alınması da– bu kapsamdadır. “Solun birliği” olarak sözü edilen sosyalistlerin birliğinin de aynı kapsamda olduğundan kuşku duyulamaz. Sosyalistler kendi zayıflıklarını şöyle ya da böyle giderebilirler, aralarında birleşirler ya da birleşmezler; ama kesindir ki, kendilerini ve kapitalizm karşıtlığını ilgilendiren bu sorunu, sosyalist olmayan bir platformun bir sorunu varsayamaz ve ona dayatamazlar. Çatı partisi ya da demokratik blok hareketi açısından da önemli olan, sosyalizmin ve sosyalistlerin sorunlarının çözümünü üstlenmek değil, ama halkın mücadelesinin önünü açacak bir mücadele platformu olarak şekillenmektir.
Tersinden de söylemek gerekirse, sosyalistlerin, ancak ve yalnızca işçi sınıfına dayanarak çözebilecekleri kendi özel sorunları olmakla birlikte, günümüz Türkiye’si ve halkının yakıcı başka sorunları da vardır. Kapitalizmi yıkmaya yönelmeden sosyalizmin sorunları tartışılamaz, ancak öte yandan, egemenliği elinde tutan tekeller ve tekelci kapitalizm, yalnızca artı-değere el koymakla ve işçi sınıfına saldırmakla kalmamaktadır. Hedefinde bütün halk vardır. Halkı, tüm yer altı ve yerüstü kaynakları, tüm emek ürünleriyle yağmalamakta ve baskı altında tutmaktadır. Ve neoliberal saldırganlık koşullarında, bu yağma ve baskı, bütün alanlarda hak gasplarıyla derinleşmiş, egemenlerin peşine takılmak üzere bölünüp parçalanarak ve örgütleri dağıtılıp işlevsizleştirilerek siyasetten bütünüyle dışlanmaya çalışılan halk, haklarını savunamaz, savaşçı, şoven, ırkçı ve din istismarcısı zorbalık ve aldatıcılık karşısında nefes alamaz duruma sokulmuştur. Sosyalistler, işçi sınıfının kurtuluşu davasından, sosyalizm için mücadeleden ve gereklerinden kuşkusuz vazgeçmeyeceklerdir. Ancak sosyalisti sosyalist yapanın, tüm sömürülen, yağmalanan ve haksızlığa uğrayıp baskı altında tutulan halk yığınlarını birleştirmek ve mücadelelerini ilerletmek için üzerlerine düşeni yapmak olduğu da kesindir.
Sosyalistler, sosyalizm mücadelesi için işçi sınıfının taleplerinden, demokrasi mücadelesi içinse bütün halkı hedef alan talan, haksızlık ve baskılara karşı halkın taleplerinden hareket etmek durumundadırlar.
Soru şudur: Tekellerin egemenliği altında tüm sosyal ve siyasal hakları çiğnenip gaspedilen, demokrasisizliğe, savaşa, ırkçı ve şoven zorbalığa, laikçi-şariatçı bölünmesine ve dinsel-mezhepsel baskılara, eğitimsizliğe, hastane kapılarında ölüme, işsizliğe, yoksulluğa ve açlığa mahkum edilen farklı sınıf ve tabakalardan, farklı etnik ve dinsel kökenlerden halkın sorunları ve talepleri, dolayısıyla acil ve yakıcı ihtiyaçları nelerdir?
Sosyalist bir örgütlenme ve mücadelenin ihtiyaç olduğu kesindir; ama aynı zamanda tüm halkın demokratik mücadelesine ve bu mücadelenin önünü açacak bir birlik örgütlenmesine ihtiyaç olduğu da herhalde inkar edilmeyecektir. Ve halkın demokratik mücadelesinin, yalnızca halkın talepleri üzerinde yükselebileceği, öyleyse demokratik bir blok hareketinin de “sol”un ihtiyaçlarından değil, ama ancak halkın ihtiyaç ve taleplerinden hareketle kurulabileceği tartışma dışı olmalıdır.
“Çatı”yı gündeme getiren “ihtiyaç” tartışmasının bir varyantı da, “sol”un ihtiyaçlarının yanına Kürt hareketinin ihtiyaçlarının da eklenmesiyle yine darlık tehlikesiyle yüz yüze kalınabilecek olmasıdır. Örneğin SES Gn. Bşk. Bedriye Yorgun’un, “sol”un ihtiyaçlarından hareketle ileri sürülen görüşlere paralel görüşleri, “Kürt hareketinin ihtiyaçları”nı da katıp genişleterek tartışmaya katılması, bu tehlikeye kapı açabilecek niteliktedir:
“Türkiye’de hiçbir kesimin salt kendi mecrasında ve kendi tanımıyla sınırlı bir yürüyüşte başarılı olma şansı yoktur. İlkeleri ve stratejisi iyi belirlenmiş, geniş demokratik bir birliktelik aynı mecrada ve yüksek bir debide aktığında ancak sinerjik bir durum açığa çıkabilir. Aslında bunun kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak solun ve Kürt hareketinin bilince çıkardığı bir durum olduğunu düşünüyorum. Çatı Partisi bu ihtiyacın yarattığı bir formülasyondur.”
Halkı birleştirmek için yola koyulacak bir birlik hareketi, bir “çatı” ya da blok, çeşitli örgütlerin tek başına başarısız olduğu/olacağı nedeni üzerine kurulamayacağı açık olmalıdır. Evet, özellikle güncel durumda hem Kürt hem de sosyalist hareketin ne Kürt sorununu ne de Türkiye’nin genel sorunlarını çözmeye güç yetirdiği/yetireceği söylenebilir ve her iki gücün de bunun az-çok bilincinde olması bir veri. Bu doğru bir tespit. Ancak “sol”un ihtiyaçlarından hareket etmeye benzer şekilde, bu, kuşkusuz, bu kez “sol”un ve “Kürt hareketinin ihtiyaçları”ndan hareket etmeye ve darlığa götürmemeli. Sorunun, “sol”un ve “Kürt hareketinin ihtiyaçları” ve ikisinin yan yana gelmesiyle gerçekleşecek bir birlik değil, ama –sorunlar ve saldırılar karşısında bunalmış– Türk, Kürt çeşitli sınıf, milliyet ve mezheplerden halkın birlik ihtiyacı olduğu tartışmasız olmalı. Bu şundan önemli ki, halkın ihtiyacı olan birlik, “sol ve Kürt hareketinin ihtiyaçları”, zayıflık ve açmazları üzerinden değil, halkın sorun ve talepleri üzerinden gerçekleşebilir. Bu yaklaşım şu açıdan da büyük önem taşımaktadır ki; “sol ve Kürt hareketinin ihtiyaçları”ndan hareket edildiğinde, iki hareketin sorun, ihtiyaç ve bunlardan türeyecek program ve politika farklılıklarının yol açabileceği uyuma ilişkin problemler, halkın ihtiyaç ve taleplerinden hareket edildiğinde ya tümüyle gündemden düşecek ya da –birinci yaklaşımın kalıntısı olarak gündeme geldiğinde– halkın bağrında çözülecektir.
“SOL BİRLİK” YA DA DEMOKRATİK BLOK HAREKETİ
“Çatı Partisi”, yaygın olarak “solda birlik” özdeşleştirmesiyle sunulmaktadır:
“‘Çatı partisi’ veya ‘solda birlik’ tartışmaları…” (T. Görgün)
“…özgürlük, eşitlik, demokrasi ve barış hedefli sol bir seçeneğin yaratılması acil ve gerekli bir adım olarak önümüzde duruyor.” (Z. Kılıç)
“Çatı partisi ya da solda birlik tartışmaları…” (S. Evren)
“Çatı Partisi tartışmasını ortaya atanların temel kaygısı olan, solda güçlü bir odak oluşturma fikri, arayışı anlamlı ve önemlidir.(…) Bugünün temel ihtiyacı bir işbirliğinden daha çok yeni bir sol partinin inşasıdır. Mevcut partilerin bunun için işbirliği yapmasıdır.”
Üstelik Tahmaz, “Çatı”da birliğin biçimi olarak önerdiği ya da onun yerine geçirdiği “sol birlik”i, daha da ötesinde “yeni bir sol partinin inşası”nı –halk bir yana, bileşeni olarak öngörmesi gereken bir dizi parti ve çevrenin benimseyip benimsemeyeceği ve ek tartışma ve zorluklar çıkarıp çıkarmayacağına aldırmadan– başına bir dizi sıfat ekleyerek tanımlamaktadır da: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kronikleşmiş problemlerinin çözümünün zemini ya da çözümünde motor gücün, özgürlükçü, demokratik, eşitlikçi sol irade veya odak olacağı yaşanan son gelişmelerle ortaya çıkmıştır.” (H. Tahmaz)
Söylenecek şey şudur: Bunca “sol” parti çokluğunda kimse “yeni bir sol parti” kurma işini demokratik bir blok kurma çalışmasının yerine geçirmeye çalışmamalı, birleşme ihtiyacındaki halkın başına sarmamalıdır. İsteyenin bir yeni “sol parti” daha kurabileceği kuşkusuzdur; bu ihtiyacı tespit eden, işe koyulup partisini kurmaya girişebilir. Ama bunu, ne “hazır birlik tartışması varken” kolaycılığıyla sosyalistlere ne de birleşme sorununu gidermeye çalışan halka dayatmamalıdır.
Ve üstelik, “son gelişmeler”in Türkiye’nin “kronikleşmiş problemlerinin çözümünün zemini”nin “yeni bir sol parti” olduğunu “ortaya çıkardığı”, geniş halk yığınları açısından bakılarak, kuşkusuz ki ileri sürülemez. Bu, son gelişmeleri değerlendiren Tahmaz ya da bir başka “solcu”, sosyalist için doğru olabilir ancak, ama henüz büyük çoğunluğu burjuva düzen partilerine yedeklenmiş durumdaki halkın doğrusu haline gelmediği kesindir.
Ve yine üstelik, “yeni sol parti”nin eskilerinden farkı ne olacaktır? Programı ve politikaları mı? Bu yönüyle bir “yenilik” olanağı olduğu ileri sürülemez; ortalıkta, “yenilik”e alan bırakmamış çok sayıda “sol” program, partileriyle birlikte vardır. “Yenilik”, kendisini ihtiyaç halinde dayatmış “birlik zemini” olabilir ki, bu zemin, halkın birlik ihtiyacı ve arayışının ürünü olarak doğup genişlemektedir ve “solcu” ihtiyaçlarla daraltılıp bozuşturulmasından uzak durulması zorunludur.
Ufuk Uras’ın tartışmaları kızıştıran yaklaşımı da şöyle:
“…demokrasiden, gerçek ve özgürlükçü bir laiklikten, sosyal politikalardan yana, yüzünü sola dönmüş bütün sosyal demokratları, Alevileri, şiddetle sorunun çözülemeyeceğini gören Kürt muhalefetini, solun bütün renkleriyle bir sol koalisyonda toplamamız lazım. Türkiye’nin tek çözüm yolu bu.” (Milliyet, D. Sevimay, (www.timeturk.com/news_print.php?id=14507)
Açıktır ki, “çatı” ya da demokratik bir blok hareketiyle ilgili olarak, üzerinde tartışılan, sosyalist değil, demokratik bir birliktir ve sosyalistlerin –kapitalizme karşı olmadan tartışılması bile olanaksız– kendi özel iş ve işlevlerini demokratik birliğe yüklemeleri, kendi sorunlarını böyle bir birlik üzerinden çözmeyi tasarlamaları anlamsızdır, olabilir değildir. Üstelik demokratik bir birliğin gerçekleşmesini imkansızlaştırıp bozacaktır.
Sosyalistler ve geri kalan “sol”, sosyalist olmayan sol da kuşkusuz çatı partisi ya da demokratik blok hareketine katılabilirler, katılacaklardır. Ancak bilinir ki, sosyalistlerin ve sosyalizmin sorunları, kapitalizm karşıtı bir platformun sorunlarıdır; kapitalizmi bütünüyle dışlayan bir zeminde ele alınıp tartışılabilir, çözümleri aranabilir ve çözülebilir. Oysa çatı partisi ya da demokratik blok hareketi, kapitalizmi bütünüyle karşısına alan bir platforma değil, ama, üzerinde tartışan her parti, çevre ya da kişinin öngördüğü gibi, demokratik halkçı bir platforma sahip olmalıdır, olacaktır.
Herhalde hiçbir çatı partisi tartışmacısı, halkın sosyalist taleplerle ve yalnızca sınıf mücadelesi eksen alınarak birleştirilmesi ve örgütlenmesi gereğini ileri sürmeyecektir, sürmemektedir. Üstelik bu, örneğin Kürt demokratik hareketi içinde ortak bir ulusal paydada birleşip örgütlenmiş farklı sınıf ve tabakalarla, ülke ölçeğinde tekelci yağma ve baskı altındaki örneğin şehir ve kırın küçük burjuvazisi, esnaflar vb.’nin varlığı ve sosyal ve siyasal hak mücadelesine gösterdikleri eğilim dikkate alındığında, olanaklı da değildir. Ancak halkın bütün bu kesimlerinin demokratik hak mücadelesinde birleşebileceği ve birleşmesi için uygun platformuyla bir alternatife ihtiyaç duyduğu da ortadadır.
Dolayısıyla sosyalistlerin halkın demokratik örgütlenmesinde ayrı ve özel sosyalist görevlerinin olması ayrı bir sorundur, bugünkü koşullarda sosyalist bir platformun halkın birlik ve örgütlenmesinin başlıca aracı olarak ileri sürülmesi ayrı. Birincisi sosyalistlerin varlık nedenidir, ikincisiyse, sömürülen yığınlar bakımından, henüz içinde birleşeceği demokrasi mücadelesinin eğiticiliği ve ilerleticiliğine ihtiyacı olan, farklı sınıf ve tabakalardan oluşmuş halkın gerçekliği ve en geniş kesimlerine birleşmeyi dayatan bugün karşı karşıya olduğu sorun ve taleplerinin –iyimser deyişle– anlaşılamaması anlamındadır.
Ancak Türkiye’de bir sosyal demokrat parti boşluğunu da görüp bu boşluğu doldurmaya talip olarak, “sol”un, üstelik halkın bugünkü arayış ve birlik eğilimlerinin geliştiği ve halkçı nitelikte bir birlik çatısı tartışmalarının ilerlediği ve güncelleştiği koşullarda bu eğilim ve gelişmelerden de yararlanarak (ya da bunları yedekleyerek) “yenilenmesi” ve “yeni bir sol partisi inşası” peşinde olan, Marksizmi eleştiri konusu eden ve sosyalist olmayan kesimlerin de olduğu bir gerçektir. Bir dizi ilerici demokratik taleplerin savunuculuğunu yapan ve Uras’ın da içinde olduğu bu kesimler de kuşkusuz “çatı” ya da blokta birlik hareketine katılabilirler, katılmalarında hiçbir sakınca bulunmamaktadır. Ancak, bu katılım, özel yaklaşım ve çözümlemelerini ve öngördükleri “sol yenilenme”nin problemlerini bu birliğe dayatmalarına neden olmamalı, halkın sorunlarına çözüm arayışı ve bunun için birlik ihtiyaç ve arayışını gündem dışına itmeyi zorlamamalıdır.
Kimsenin sosyalist içerikli bir “çatı” birliği önermediği biliniyor. Öyleyse neden “çatı” tartışması, “solun birliği”, “solda birlik”, “yeni bir sol parti inşası” tartışması olarak yürütülüyor? Sadece buradan bile, itiraz yöneltilmeyen demokratik platformda tasarlanan “sol”un sosyalist olmayan bir “sol”, kendisini demokrasinin savunulmasıyla sınırlayan bir “sol” olduğu anlaşılacaktır! Ama kimin böyle bir “sol”u halka ve sosyalistlere dayatmaya hakkı olabilir? Üstelik “yeni” olduğu ileri sürülen, ama kullanıla kullanıla eskimiş, kapitalist düzeni hedef almayan, “demokratik” sıfatlı düzen-içi “sol”u, halka, gerçek bir demokrasi mücadelesinin önünü kesmek üzere, bütün sorunlarından kurtuluş reçetesi olarak sunmaya nasıl cesaret edilebilir?
Burada, S. Evren’in “KESK, Türkiye’de solda birliğin önündeki kültürel engellerin aşılabilmesinin iyi bir örneğidir.” saptamasına değinmek gerekiyor. Gerçekten öyle mi ve KESK türünden bir “solda birlik” mi önerilmektedir?
Bu saptama, nereden bakılırsa bakılsın içinden çıkılır gibi değildir ve tek bir doğruyu bile ifade etmemekte; ama “sol” ve “solun ihtiyaçları” ile halk ve halkın ihtiyaçlarını, aynı şekilde, “sol” ile halkın (kamu emekçileri halkın bir parçasını oluşturuyor) birlik ve örgütlenme zeminlerini birbirine karıştırmaktadır.
Her şeyden önce KESK bir “sol birlik” platformu değildir, olmamak gerekir. “Solcu” ya da sağcı olabileceği gibi, herhangi bir politik eğilime sahip olmayabilecek kamu emekçilerinin sendikal örgütüdür. Bir sendika konfederasyonu olan KESK üyesi olmak için solculuk şartı olamaz ve dolayısıyla KESK bir “sol örgüt” varsayılamaz. Ancak genişçe bir kesim tarafından böyle varsayıldığı, bir dizi “sol” parti ve çevrenin koalisyonu olarak anlaşıldığı için başına gelmedik kalmamış ve çok sayıda üye kaybetmiştir. Nedeni bellidir: “Sol”un ihtiyaçlarıyla halkın bir parçası olan, çeşitli düşünsel ve politik eğilimlerden kamu emekçilerinin ihtiyaçları çakışmamaktadır. (Aslında, değineceğiz, doğru ele alınsa, sosyalistler, görevlerinin, kendileri ve ihtiyaçlarını kamu emekçilerine ve genel olarak halka dayatmak değil, ama kamu emekçileri ve halkın en geniş mücadele birliğinin sağlanması için üstlerine düşeni yapmak olduğu yaklaşımıyla hareket etseler, bu çakışma gerçekleşecektir. Çünkü sosyalistler, sömürü ve zorbalıktan kurtuluşun başka bir yolu olmadığını bildikleri için, 1) işçi sınıfının ve 2) işçi sınıfının da içinde olduğu halkın en geniş katmanlarının örgütlü birliği ve mücadelesinin ilerletilmesinden ve kurtuluşlarından başka özel bir çıkara ve bu özel çıkarın yön vereceği bir ihtiyaca sahip değillerdir. Dolayısıyla işçi ve emekçilerin birliği ve mücadelesinin ihtiyaçlarıyla “sosyalistlerin ihtiyaçları” arasında bir uyumsuzluk olamaz.)
Kısacası KESK “sol bir örgüt” olmadığı ve olmaması gerektiği gibi, “solda birlik”in platformu olarak kavranamaz. Bu nedenle “KESK solda birliğin iyi bir örneği” değildir, bu yönüyle son derece kötü bir örnektir ve zaten KESK’in sorunu tam da budur!
Öte yandan sendika olması bir yana bırakılsa bile, KESK, “çatı” ve birlik tartışması bakımından kesinlikle bir örnek sayılamaz. Bugünkü somut durumu bakımından gruplar arası koalisyon türü bir örgüttür, örgüt içi demokratizmi sınırlıdır, bürokratizme en azından yatkındır, üstelik düzeni değiştirme amacı da yoktur. Kendisine yüklenen “solculuk”un sınırı, mevcut düzendir; her şey bir yana, iktidar değişikliğini hedef alan bir örgüt değildir.
“SOLDA BİRLİK”İN AÇILIMI OLARAK “SOL KOALİSYON”
“Türkiye’nin tek çözüm yolu” olarak sunulan “solun bütün renkleri”ni içinde toplayacak “bir sol koalisyon”, Türkiye’nin olmasa bile, Ufuk Uras’ın çözümü. Önceden “Gökkuşağı”, “Zeytin Dalı” vb. adlarla savunulmuş “solda birlik” önerisinin, içerik bakımından eski ama zaman bakımından yeni bir derlemesi.
Uras’ın sosyalistlerden sosyal demokratlara, liberallere kadar “sol”u birleştirmeye ilişkin eski yaklaşım ve önerileri biliniyor. Şimdi Uras, “çatı partisi” tartışmaları ortasında aynı içerikli önerisini yinelemiş bulunuyor. Önerisi, önceki ara başlıkta üzerinde durulan zemine oturuyor. Uras, “sol”u, sosyalist değil, ama burjuva karakteri tartışmasız olan demokratik zeminde birleştirmeyi öngörüyor. Kapitalizmi karşısına almadan, mevcut düzen sınırları içinde bir “sol”, Uras’ın birleştirmeyi tasarladığı “sol”. Bu amaçla yaz başlarında Türkiye’nin çeşitli yerlerinde “AKP’ye karşı sol seçenek” toplantıları düzenledi. Tartışılan “çatı” mı oluşturmayı amaçladığı “seçenek”, yoksa “birlik” tartışmaları zemininde parsa toplamak mı, yoruma açık olduğu ileri sürülebilir, ama bu “seçenek” için Uras’ın kendi başına kolları sıvadığı gerçek.
Peki önerisi, halkın ihtiyaçlarından mı hareket ediyor? Uras öyle iddia ediyor ve “Anadolu’da AKP’ye karşı ciddi bir siyasi adres arayışı var. Biz de bu arayışın ortak aklını oluşturmaya çalışıyoruz.”, “Gittiğimiz her yerde oradaki toplumu şekillendiren değişik renklerdeki kanaat önderleriyle buluşuyoruz.(…) Ve hepsiyle hemen hemen temel meselelerde mutabakata varıyoruz.” (http://www.timeturk.com) diyor.
“Kanaat önderleri”ni halkın yerine koyması bir yana, Uras’ın peşinde olduğu “yeni sol”un düzen-içiliğini kanıtlamak üzere “AKP’ye karşı siyasi adres arayışı”nı esas alması ve “seçenek”ini “AKP’ye karşı” oluşturmaya girişmesi, halkın ihtiyacını mı ifade ediyor? Bu bir yarım-ihtiyaç değil mi ya da en azından Uras dolaştığı yerlerde kanaat önderleriyle mutabakat sağlamışsa, fazlaca AKP’nin etkinlik alanlarının dışında dolaşmış olmasın? Halk örneğin çetecilik ve darbecilikle temayüz eden “ulusalcı” denen zorbalarla sorunlu değil mi? Yoksa onlardan hoşnut mu?
Uras’ın seçeneği, her şeyden önce halka yönelik talan ve saldırı düzeninin yalnızca bir politik fraksiyonunu hedef almakla sakatlıdır. Onunla çatışma halindeki ikinci –“ulusalcı”– fraksiyonun karşısına almadığı ana politik temsilcisineyse göz kırpmaktadır. D. Sevimay “sağladığı mutabakat”la ilgili olarak, “Buna CHP ve DSP de dahil mi?” diye sormakta ve Uras da yanıt vermektedir: “En azından seçmenleri dahil. Eğer genel merkezleri de ön seçimi kabul ediyorlarsa, ki büyük parti oldukları için zaten kabul etmeleri gerekir, o zaman elbette partiler de dahil.” (Agy) Sosyal demokrasiyle “sol birlik” oluşturma tutumunu yeni açıklıyor da değil Uras. Bu, eski “Gökkuşağı” “açılımı”.
Uras’ın halka karşı, emeğe, barışa, demokrasiye karşı politikalarıyla ünlenmiş örneğin CHP’ye birlik için koyduğu tek kayıt “ön seçimi kabul ediyorlarsa”dır! Yanıtına, “seçmenleri dahil” ile başlaması ise, yumuşatmadan başka şey olmasa gerek.
Uras’ın başka ülkelerden verdiği örnekler de önerisini açıklayıcıdır. “…esnek koalisyon tipinde bir yan yana diziliş olabilir. Tıpkı Latin Amerika’da, Avrupa’da olduğu gibi…” (Agy) Uras tek değildir ve bu örnekler “çatı partisi ya da solda birlik” diye başlayıp birlik tartışmasına katılan başkaları tarafından da verilmektedir. Bir örnek:
“Örneğin Portekiz’deki ‘Birleşik Sol’ (Bloco de Esquerda) Çatı Partisi tanımlamasına uyuyor. Kendi siyasi ve örgütsel varlığını sürdüren çeşitli gruplar Birleşik Sol olarak seçime giriyorlar, kampanyalar yapıyorlar ve ortak araçları kullanıyorlar. Bloco birlik içinde çeşitliliği sağlıyor(…)Bir diğer örnek Almanya’dan, Die Linke. (Sol Parti) Sendikalarla daha yakın bir deneyim. PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) yenilenme tartışmaları yaptığı dönemde, SPD’den ayrılan sol, sosyal demokratlar ve çok sayıda sendikacının katılımı ile Sol Parti’yi kurdu. Yeni parti, sol sosyal demokratları, sosyalistleri, göçmenleri ve işçi sınıfının örgütlü kesimlerini bünyesinde buluşturdu.(…) Yunanistan’da Sol İttifak (Synaspismos)…” (T. Görgün)
L. Amerika ve Avrupa’da verilen tüm örnekler “sol” adına sosyal demokrat parti ve güçlerle kurulan seçim koalisyonlarına ilişkindir.
Burada “seçime yönelik birlik mi, uzun erimli birlik mi” tartışmasına geliyoruz. “Çatı” tartışmasına katılan hemen herkes uzun erimli birlik derken, Uras “seçimlik birlik” peşinde ve örnek veriyor:
“Bugün yüzde 30 civarında kararsız var. O kararsızları örgütlemek mümkün, yeter ki karşılarına istedikleri gibi ortak adaylar çıkarılsın. Ortak aday gösterildiğinde neler yapılabildiğini benim seçilmem sırasında gördük. İstanbul Birinci Bölge’den 82 bin oy aldım. O oyların 3’te biri Kürtlerden, 3’te biri soldan, 3’te biri de Alevilerden geldi. Yani tam Türkiye İşçi Partisi’nin 1960’lardaki hali gibi… Şimdi biz bunu daha da esnek bir koalisyona dönüştürebilir ve Türkiye’yi AKP’den demokratik yollarla kurtarabiliriz.” (Agy)
Tam bir seçimcilikle sınırlı mantık. Halkın sorun ve talepleri, bunların çözümü için birliği ve mücadelesi bir yana, seçilmek ve koltuk sahibi olmak bir yana! Halk katmanları açısından tek önemli şeyin, “karşılarına istedikleri gibi ortak adaylar çıkarılması” olduğunu düşünüyor Uras! Tasarladığı “sol birlik” bunun için. Halkın kendi taleplerini savunmak üzere bir araya gelip mücadele etmesi için uygun araçlar geliştirilerek vb. çaba harcanması gerekmiyor Uras’a göre; tersine halk, yalnızca karşısına doğru adaylar çıkarılması gereken edilgen bir topluluk durumunda. Konuşulup sohbet edilerek, en çok da kanaat önderleriyle “mutabakat” sağlamaya önem verilerek oyu istenecek bir kategori olarak görüyor bu önerisiyle Uras halkı; kendi örgütünü kurması ve kendi talepleriyle kendi mücadelesini yürütmesi için “onlar arasında biri” olunacak, aktif, mücadeleci bir özneye dönüşmesine katkıda bulunulacak bir kategori değil!
Bunun bir sosyal demokrat içerikli “sol yenilenme” önerisi olduğu ortada. Ancak, “çatı partisi” ya da demokratik blok hareketi açısından, bunun bir düzen-içi “sol” önerme olmasından daha önemlisi, “solda birlik” ya da “sol koalisyon” öneri ve girişimleriyle sosyal demokratlaşma eğilimindeki “sol”un hastalıklarının halkın birliği yönündeki ciddi çabaya bulaştırılması ve çatı ya da blok birliğinin baştan bozuşturulmasıdır. “Sol Koalisyon”culuktan gelmekte olan tehlikeler arasında, halkın birlik eğiliminin ve mücadelesinin önünü açmak yerine, AKP karşıtlığıyla sınırlanma dolayısıyla “ulusalcı” statükoculuğa ve mevcut baskı düzenine yedeklenme ve parlamentoculuğa sürüklenme en önemlilerindendir.
Öte yandan, en az sosyal demokratlaşma eğilimindeki “sol”un düzene yedekleyiciliğiyle halkın mücadelesinin kötürümleştirip önünü kesmesi kadar tehlikeli olan ve kaçınılması gereken bir başka şeyin koalisyonculuk ve koalisyon peşine düşmek olduğu belirtilmelidir. Koalisyonculuk, en az iki grubun varlığını öngörür ki, halkın birliği ve birlik örgütlenmesi başka, grupların ya da aynı anlama gelmek üzere fraksiyonların birliği ve örgütü başka şeydir.
Fraksiyonculuk ya da grupçuluk Türkiye soluna geçmişinden yadigar en kötü ve tehlikeli eğilimlerden biri ve belki başlıcasıdır. Türkiye’de “sol” ve “solun ihtiyaçları” ileri sürülerek yerleşik hal alan fraksiyonculuk, “üst”tencidir, “yukarıdan”cıdır, işçilerden ve halktan kopukluğu ve işçilerle halkın yerine kendi çıkar ve ihtiyaçlarıyla fraksiyonun geçirilmesini ifade eder. Fraksiyoncu için kangrenleşmiş sorunları ve talepleriyle halkın, birliği ve mücadelesinin önemi yoktur; varsa yoksa fraksiyonun çıkarları ve esenliğini gözetir; halk yerine “sol”, halkın birliği yerine “solun birliği” der, kendisini, gözlem ve önerilerini kopuk olduğu, ancak dışarıdan ve genellikle masa başından gözlemekle yetindiği halka tepeden dayatmaya uğraşır. Fraksiyoncu, halkı, sorun, çıkar ve taleplerini görmez, bunları esas almaz; halkın adına kendisi saptamalarda bulunur, kararlar verir, program ve projeler üretir ve politikalar geliştirip uygulamaya yeltenir. Ve tüm saptama, karar, program, proje, politika ve uygulamalarına damgasını vuran, halktan kopukluğu ve kendisini halkın yerine koymasıdır; kaçınılmaz olarak, baştan beri üzerinde durulan halk ve ihtiyaçları yerine kendisinin (söz konusu olan “sol” fraksiyonculuk olduğuna göre, “sol”un) sorun ve ihtiyaçlarından yola çıkmasıdır. En ileri biçimiyle “sol koalisyon” önerisinde dile gelen fraksiyonculuk hastalığının halkın demokratik birlik örgütlenmesine kesinlikle bulaştırılmaması için bütün dikkatin gösterilmesi gerektir.
Uras’ın seçimlik “sol koalisyon” önerisinin olumsuzlukları bunlardan ibaret değil.
Önerisinin önemli bir olumsuz yanı, şimdiye kadar söylenenlerin bir ürünü olarak şekilleniyor: Kendisinin (ne olabilir!) ve öngördüğü “sol”un ihtiyacına göre, Uras, “seçmece karpuz” tezgahının başında durmuş iki eliyle şaplatır gibi, koalisyon ortağı tanımlayıp seçiyor! Halkın sorunları, ihtiyaç ve çıkarları etrafında ve talepleri için mücadelede hangi siyasal eğilimden olursa olsun, kim birleşiyorsa onlarla birleşilmeli demiyor; siyasal-düşünsel eğilim belirlemeleri yapıp birleşebileceği güçleri tanımlıyor. Bu, kuşkusuz kendi eğilim, yakınlık/uzaklıklarına ve cesaret ve cesaretsizliklerine göre yapılmış tanımlama oluyor.
“…demokrasiden, gerçek ve özgürlükçü bir laiklikten, sosyal politikalardan yana, yüzünü sola dönmüş bütün sosyal demokratları, Alevileri, şiddetle sorunun çözülemeyeceğini gören Kürt muhalefetini, solun bütün renkleriyle bir sol koalisyonda toplama”nın sözünü ediyor Uras. Bir tek Alevilere şerh koymuyor ve onları “sol koalisyon”a toplumsal kategori olarak davet ediyor. Gerçi onların da, tüm “koalisyon ortağı” olarak öngörülenleri tanımlamak üzere sayılmış “demokrasiden, gerçek ve özgürlükçü bir laiklikten, sosyal politikalardan yana, yüzünü sola dönmüş” sıfatlarını hak etmeleri gerektiği anlaşılıyor. Ama diğer tüm çağrılı “ortaklar” sadece düşünsel ve politik eğilimlerdir. Ne demekse, “yüzünü sola dönmüş sosyal demokratlar”! “Sol”. Ve Kürtler değil, belirli bir sıfatla tanımlanmış Kürt muhalefeti. Uras’ın Kürt hareketiyle yan yana gelip koalisyon kurmak için şartı var: Hareketin “şiddetle sorunun çözülemeyeceğini gören” “kanadı” kapsama alanına giriyor!
Öte yandan, halkın birliğinin “söyle bakalım, şöyle mi böyle mi” ayrımcılığıyla gerçekleşemeyeceği; söz konusu olan Kürt sorunuysa, ulusal baskı ve eşitsizliklere ve buradan oluşmuş tüm haksızlıklara karşı hak ve eşitlik arayışı içindeki Kürtler ve zorbalığa karşı, hak eşitliğinden yana olan ve barış isteyen Türklerin ön koşulsuz ve düşüncelerine göre tanımlanmamış birliğinin esas alınması zorunludur. Ama Uras “sol” adına, Kürt halkı ve uğradığı haksızlıkların üzerinden atlayarak Kürt muhalefetine geliyor ve ona da tek yanlı silah bırakma şartı koşuyor. Anlaşılır gibi değil!
Başka? Uras’ın, “sol koalisyon” ya da “solun yeniden yapılandırılması”na aynı –halkın çıkar ve talepleri yerine– mevcut düzen savunuculuğu kapsamında biçtiği görevse, belki de en önemlisi. “Sol” iddiası adına utanç verici olduğu kadar, iddiasında bulunulan “solculuk”un tamamen düzen solculuğu, halkın sorun ve taleplerinden hareket edilmediğinde sonuçta varılacak yerin halkı baskılayan düzen savunuculuğu olduğunu belirten bir görev bu:
“Türkiye’nin yeniden yapılanmasıyla solun yeniden yapılanması ilk defa bu denli örtüştü. Bu bir fırsat. Aynı şekilde Türkiye’nin demokratik dönüşümüyle Avrupa’nın geleceğini de senkronize etmek lazım. Bu ikisinin de örtüşen bir yanı var. Yani Türkiye’nin bu yol ayrımından siyasetin alanını genişleterek, krizin rejim krizine dönüşmesini ve Türkiye’nin felce uğramasını önleyerek, demokrasiyle çıkmak mümkün. Bunu da yaparsa bir tek sol yapabilir.” (Agy)
“Türkiye’nin demokratik dönüşümüyle Avrupa’nın geleceğini senkronize” etme tartışmasına girmiyoruz. “Sol” iddiasıyla krize ve krizin Türkiye’yi felce uğratmasına çözüm aramanın arayışçı “sol”un tam bir düzen solu yapacağı, öyleyse halkın sorunlarına yanıt verebilecek, dolayısıyla halk için etrafında birleşilebilecek bir alternatif olmadığını kanıtlayacağı söylenmelidir. Kriz halkın değil, tekellerin krizidir, rejim krizi de bu temelde oluşabilir, felce uğrayacak olan tekellerin egemenliğindeki mevcut yağma ve zorbalık düzenidir, ki bu durum, eğer uygun biçimde –en başta demokratik halkçı bir alternatif oluşturularak– değerlendirilirse, halk için bir fırsattır. Sosyalistin hiç yapmayacağı şey düzenin, egemenlerin krizine çözüm aramaktır!
Doğrusunu, krize çözüm arama durumundaki Uras değil, ama örneğin, “Siyaset halkın ve toplumun sorunlarına, ihtiyaçlarına göre değil de devletin ve sistemin ihtiyaçlarına göre yapıldığı”nda, onu “statükonun sözcülüğünü yap”mak olarak tanımlayan ve onun tersine, “halkın temel sorunlarına çözüm üretecek bir siyaset” ihtiyacını vurgulayarak, “Çatı Partisi(nin) bu nedenle alternatif demokratik siyaset işlevi görece”ği belirten Ahmet Türk önermektedir.
*
Tüm bunlardan, “sol” adına, neden “sol”la halkın ihtiyaçlarının farklılaştırılıp karşı karşıya konduğu anlaşılmış olmadır. Aslında, gerçek bir sol yaklaşıma sahip olanlar için, halkın kendi ihtiyaçlarının peşine düşerek bir alternatif arayışına girmesi ve buna yanıt olarak bir birlik olasılığının gündeme gelmesi yalnızca sevindirici olabilir. Böyle bir birlik olasılığı güncel olmasaydı bile, gerçek bir sol yaklaşıma sahip olanların, sosyalistlerin, böyle bir birliğin koşullarının geliştirilmesi için çalışarak halkın birleştirilmesini amaç edinmeleri gerekeceği kuşkusuzdu. Çünkü kendisinin işçi sınıfı ve halkın ihtiyaçlarından başka ihtiyacı olmayan gerçek sol, yaklaşan kriz ve halk içindeki hareketlenme ve arayışların arttığı koşullarda, devrimin hazırlığını ilerletmek anlamına da gelerek, halkı birleştirip mücadelesinin ilerlemesine katkıda bulunmayı birinci görevi edinmeden edemezdi.
Ancak tersinden, kendisine düzen içinde bir yer arayan, bunu en başta krize çözüm arayışından ve “sol”la halkın ihtiyaçlarını bunca karşı karşıya koyuşundan anladığımız sosyal demokratlaşma yolundaki liberal solculuk da, kuşku yok ki, halka dayanamaz, onun sorun ve taleplerini hareket noktası edinemez ve halkın birliği ve düzeni karşısına almadan edemeyecek mücadelesinin gelişmesinin önüne düşemezdi. Halkın sorunları, talepleri ve buradan gerçekleşip gelişecek birliği ve mücadelesinin, düzeni zora sokacağı ve devrimin dayanaklarını güçlendireceği açıkken, düzen-içiliği, onun krizine çare aramayı vb. esas alan bir “sol”un, liberal, sosyal demokrat belirgin eğilimleriyle, dayanaklarını burada aramaması ve halkın ihtiyaç, birlik arayışı ve mücadelesinin ilerletilmesine katkıda bulunmak yerine, önünü kesmeye yönelmesi ve halkın ihtiyaçlarının karşısına, onunla çelişen kendi liberal sol ihtiyaçlarını dikmesi herhalde anlaşılırdır.
Sorun, anlaşılması gerektiği gibi, “sol” olarak ileri sürülen yaklaşımlarda, onun liberalizmi ve sosyal demokratlaşmayı esas alan ve dolayısıyla halkın ihtiyaçlarını kendi ihtiyacı bilmeyen, halktan kopukluğu ve halkı böyle bir “sol”a yedeklemeye çalışmasındadır. Yoksa gerçek bir solun halkın ihtiyaçlarından farklı ihtiyaçlarının olmadığı ve sosyalistler açısından “sol”un çıkar ve ihtiyaçlarıyla halkın çıkar ve ihtiyaçlarının karşı karşıya konmasının sözünün bile edilemeyeceği açıktır.
Sorun şöyledir: Sosyalist olan, “sol” adına davranan, hiç kıvırtmadan, halkın ihtiyaçları ve birlik arayışının, buradan bir alternatif oluşturmanın içinde yer alır, önüne düşer. “Çatı” ya da blok birliğinin sorunlarını en ileriden o omuzlar. Aksi tutum solu halkın karşısına diken tutumdur ki, CHP ve benzerleri varken, halkı sorun, ihtiyaç ve talepleriyle karşısına alan böyle bir “sol” ve “solculuk”a, bu yaklaşımla “yenilik” arayışlarına kesinlikle gerek yoktur!
*
“Yeni bir sol parti” ya da bir “sol koalisyon” net olarak Ufuk Uras ve yakınlarından önerilmektedir. Ancak çatı partisi ya da halkın demokratik blok hareketini, çeşitli “sol” parti, grup ve kişiler arasında “koalisyon” türü bir örgütlenme olarak ya da çeşitli biçimlerde uç veren “koalisyoncu”/fraksiyoncu yaklaşımlarla “partiler ve gruplar birliği” olarak kavrama eğilimi küçümsenmeyecek ölçülerdedir. Bu eğilim, bir koalisyon önermesine sahip olmayan bir dizi tartışmacının “çatı”da birleşmeye ve birleşmenin çeşitli sorun ve yönlerine ilişkin görüşlerinde kendisini ortaya koymaktadır. Bu açıdan devam edersek…
“BİLEŞENLERİN ÖZGÜNLÜKLERİNİ KORUMASI”…
“Çatı” tartışmasına katılan çoğu tartışmacı, evet, açıktan bir koalisyon türü “sol birlik” önermemektedir. Ancak “bileşenlerin özgünlüğüne” ve bu özgünlüğün korunmasına öyle vurgu yapmaktadır ki, “çatı” ve “çatıda birlik”, kendi özgünlüklerine sahip olacak katılımcı örgütlerin koalisyonuna dönüşmekte ve “özgünlük” vurgusu yapanların “koalisyoncu/fraksiyoncu kavrayışını belirtmektedir.
Bir “solcu” olmayan Ayhan Bilgen’in görüşlerinden başlamak, sorunu anlaşılır kılıcı olacak. Bilgen farklı örgütler ve birlik üzerine şunları söylüyor:
“Herkesin kendi alt siyasi grubu içindeki çalışmalarını tasfiye etmesini dayatan bir çatı yapılanması sağlıklı olmayacağı gibi zoraki birlikteliğin getireceği erken kopuşlar da kaçınılmaz olacaktır. Uzun dönemde doğrudan tek adreste buluşma hedeflenebilir ama bir geçiş dönemi için şemsiye örgütlenmesi daha doğru bir tercih olacaktır. (…)Farklılıklarla birliktelik… Her örgütlü yapı ya da bağımsız bireyin kendi özgünlüğünü koruyabileceği bir uzun erimli birliktelik…”
Bilgen’in söyledikleri, eğer aşırıya vardırılıp yanlış sonuçlar çıkarılmak üzere çekiştirilmezse, doğrudur.
Evet, parti ve grupları dağıtmadan birlik. Her parti ve grubun kendi bağımsız örgütlenmesini koruyacağı bir birlik. Neden? Çünkü farklı sınıfsal ve ideolojik platformlarıyla, bir mücadele birliği ya da blok oluşturabilecek, ama birbirlerinden nitelikçe farklı örgütler söz konusudur. Bir blokta ya da bir cephe türü örgütlenmede bir araya gelebilirler; ancak bileşenlerin tek bir parti içinde eriyecekleri ve kendi ayrı ve bağımsız örgütlerini feshedecekleri tek bir parti içinde birleşmeleri imkanı –tartışmaya neden olmamak açısından, en azından bugün için diyelim– yok. Öyleyse bir “çatı” ya da demokratik blokta birlikleri, Bilgen’in dediği gibi, “farklılıklarla birliktelik” olacaktır. Öyleyse birlik içinde özgünlükleri olacak ve bu özgünlüklerini koruyacaklardır. Bunlar doğrudur. Yanlış bundan sonra başlayabilir: Birlik örgütünü birliktelik mi tanımlayacaktır yoksa özgünlükler mi?
Soru ve yanıtı netlik gerektiriyor: Birlik örgütü bu özgünlüklere göre bir örgüt mü ya da bir özgünlükler koalisyonu mu olacak; yoksa özgünlükler, çatı ya da blokta yer almakla birlikte kendi ayrı örgütünü korumakta olan parti ve/veya gruplar ve kişiler tarafından, birliğin değil, ama ayrı parti, grup ya da kişilerin birlik dışındaki bağımsız örgütsel veya kişisel etkinlikleriyle mi ifade olunacak? Başka bir deyişle, farklılık ve özgünlüklere sahip parti, grup ve kişiler, farklılık ve özgünlüklerini, birlik örgütü içinde ve onun etkinliği olarak mı tartışma, uyumlandırmaya çalışma ve eylemli olarak ifade etme durumunda olacaklar; yoksa bu özgünlükleri, birlik örgütünün dışında, bağımsız varlığını sürdürmeye devam eden kendi farklı örgüt ve kişiliklerinin bağımsız etkinlikleri olarak mı gerçekleştirecekler?
Doğrusu, ikincilerdir. Kendi örgütlerinin bağımsızlıklarını koruyan parti ve gruplarla, bağımsız kişilikler olarak kişiler, kendi örgütlerinin etkinlikleri ya da kişisel etkinlikler olarak özgünlüklerini ayrı ve bağımsız eylemler olarak birlik örgütü dışında sürdürebilirler. Ama bu özgünlükleri birlik örgütünde sürdürme çabasında olmamalıdırlar. Birlik örgütü, katılımcı parti, grup ve kişilerin zaten asgari müşterekleri olarak halkın çıkar ve taleplerinin savunulması üzerinde kurulacaktır. Ve bu birlik örgütünü özgünlüklerin tartışılmasıyla meşgul etmemek, birbiriyle çelişebilecek bağımsız özgün eylemlerin arenasına dönüştürmemek asıl olmalıdır. Bu, “çatı” ya da demokratik blok olarak birlik örgütünü halkın –taleplerini savunan– mücadele örgütü olmaktan çıkarır ve etrafında geniş halk kesimlerini toplayacak bir birlik ve mücadele örgütü olmasını olanaksız kılarak, gruplar/fraksiyonlar arası tartışma örgütüne dönüştürür ki, bu durum, birlik örgütünü hem işlevsizleştirerek halklaşmasının önünü keser hem de iş yapamaz hale getirir.
O nedenle, katılımcı örgüt ve kişilerin farklılık ve özgünlüklerini birlik örgütünün dışına bırakarak, “çatı” ya da demokratik bloğun etkinliği olarak birlikteliklerini belirleyen etkinlikleri, halkın taleplerinin kazanılması mücadelesini yürütmeleri zorunlu sayılmalıdır.
Ancak bu birlikteliğin, herhalde “Bugünün temel ihtiyacı”nın “yeni bir sol partinin inşası” olduğu düşüncesinde olan H. Tahmaz’ın önerisindeki gibi olması olanaksızdır: “…dört başı mamur bir politik odak yaratmak ve var olanların artık siyasal tarihimizin müzesinde yer almasını sağlamak”. Bu, tartışmasını yaptığımız bir başka –sosyalist– platformun işi olabilir, ama “çatıda birlik” tartışması platformunun değil. “Çatı” ya da demokratik blok birliği açısından “var olan” parti ve örgütlerin müzelik sayılması ne gerçekçidir ne de “çatı” tartışmasıdır işidir; bu sorunu çıkmaza sokar. Anlamı, “çatı”ya gerek yok, kurulmasın demektir.
Ancak öte yandan Tahmaz önemli bir doğruyu da vurgulamaktadır ki, bu, “Grup, çevre hukuku kesinlikle reddedilmeli, kolektif hukuk örgütsel yapının temel direği olmalıdır. Bireyleri, çevre, grup ve topluluklar karşısında koruyan hukuksal yapı oluşturulmalıdır.” görüşüdür. Ancak bu doğruya iki kayıt düşmek gerektir: Birincisi, bu, ancak bir kez “çatı”da ya da demokratik blok hareketinde bir araya gelindikten sonra uygulanabilir ve ikincisi “çevre ve grup hukuku”ndan kuşkusuz “birey” lehine değil, “toplumsal bireyler toplamı” olarak tanımlanabilecek halk ve onun çıkarları ve hukuku lehine vazgeçilmelidir. Öte yandan, fraksiyonculuğa/grupçuluğa karşı halkçılık bakımından önemli olan bu grup hukuku reddinde, yine de hassas olmak ve grupçuluğun dağıtıcılığı vb. açısından belirli bir geçiş sürecine ihtiyaç olabileceğini öngörmek ve özenli davranmak yerinde olacaktır. Ancak kesindir ki, halkın alternatif birlik ve mücadele örgütü, gruplar/fraksiyonlar arası dengeler ve pazarlıklara, grup hukukuna dayanarak kurulup geliştirilemez. Elbette, bir “çatıda birlik”in yeni dayanışmacı, mücadeleci, aşağıdan ve birlikte düşünüp davranan bireyciliği ve bencilliği aşan halkçı bir kültür ve eşitlikçi bir hukuku da kapsayarak kurumsallaşması esas alınmalıdır. Bu yaklaşımla siyasal hayata katılacak bir birliğin, kültürüyle, hukukuyla böyle bir yenilenmeyi teşvik edip yerleştirmesi ve unutulmaya yüz tutmuş insani değerleri canlandırmasına tanıklık edeceğimizden kuşku duyulamaz.
Herhalde, Sosyalist Parti Girişimi Koordinatörü Selahattin Gümüş’ün öngördüğü gibi “Çatı Partisi esnek federal bir yapı, bileşenlerinin özerk olduğu bir cephe örgütü” de olamaz, olmamalıdır. Gümüş’ün “çatı partisi”nin “parti şeklinde örgütlenmiş bir cephe yapılanmasına tekabül ettiği” görüşü bütünüyle doğrudur, ancak bu doğrudan “özerklik” ve “federal” yapı sonucu çıkarılmamalıdır. Bileşenlerinin özgünlüklerini gerçekleştirecekleri ayrı bağımsız parti ve örgütleri kuşkusuz olmalıdır, olacaktır; ancak bu özgünlüklerin “özerklik”ler olarak çatı ya da bloğu bir federal yapıya dönüştürmesinin savunulması, özgünlüklerin birliği teslim almasını ileri sürmek olur ki, bu, koalisyoncu/fraksiyoncu yaklaşımın göstergesi olacaktır. Çatı ya da bloğun herhalde bir kurumsal yapısı ve işleyişi olmalıdır ve bu grupları öne çıkaran ve gruplar birliğinin belirtisi olan federal değil, ama bir birlik yapısı olabilir. Aksi durumda, birlik, kendi içinde, sürekli kendisiyle uğraşacak demektir.
Aynı şekilde “çatıda birlik” ya da blok oluşturma sorunu, T. Görgün’ün “Herkesin kendi olmazsa olmazları ve kırmızı çizgileri bulunabilir. Temel şart ise birbirimizi anlamamız ve saygı duymamızdır.” yaklaşımı üzerinden de herhalde çözüme kavuşturulamaz. Burada da bir koalisyoncu tutumdan hareket edilmektedir. Önemli olan, bileşimde yer alacak parti, grup ve kişilerin “olmazsa olmazları ve kırmızı çizgileri” olamaz, olmamalıdır. Önemli olan, halkın olmazsa olmazları ve kırmızı çizgileri”dir. Kısacası, halkın sorunları, talepleri ve bunların çözümleri önemli sayılıp hareket noktası edinilmelidir. Bir araya geliş zemini, yalnızca bu olabilir, yoksa grupların/fraksiyonlar, onların olurları ve olmazları değil. Tamamen anlaşılırdır ki, parti ve gruplar, eğer bir araya geleceklerse, halkın çıkar ve taleplerinin savunulması üzerinde birleşerek, halkın mücadelesinin önünü açmak üzere bir araya geleceklerdir. Parti ve grupların “kırmızı çizgileri” varsa ve olacaksa, buraya kadardır. Örneğin bir partinin halkın çıkar ve taleplerini değil ama düzeni savunmak için bir araya gelinmesini, düzenin savunulmasını “kırmızı çizgi” sayıp itiraz etmesi ve birliğe katılmaması tamamen anlaşılırdır. Ya da bir düzen savunucusunun, düzene karşı bir bir araya gelişe, “kırmızı çizgisi”nden hareketle katılmaması da anlaşılırdır. Ama bir kez halkın temel sorun ve taleplerinin çözümü ve bu amaçla mücadele amacıyla bir araya gelindikten sonra, bu zemin/platform korundukça, artık “kırmızı çizgiler” ileri sürülmesi, halka ve çıkarlarına değil grup ve fraksiyona, fraksiyonculuğa dair itirazlar olur ki, bu tür “kırmızı çizgicilik” ve bunu meşru gören bir “birlik” tutumu birlikçi ve savunulabilir değildir.
İki sendikacının bir yanıyla çelişik bir yanıyla birlik içinde olan görüşlerine değinerek bu bölümü bitirelim:
SES Gn. Bşk. “…örgütsel model temsiliyetin tepeden kurgulandığı ve farklı bileşenlerin salt tepede temsil edildiği, herkesin benzeşip, farklılıkların silindiği bir yapılanma olmamalıdır” derken Eğitim Sen Gn. Bşk. “…çeşitli siyasal özneler arasında ‘yukarıdan’ kurulacak ittifakların, aritmetik toplam girişimlerinin toplumsal yaşamda köklü bir karşılık üretmekte yetersiz kaldığı”nı belirtip, “Kabaca sosyalistlerin bir araya gelmesi ve daha sonra dışa açılmanın koşullarının belirlenmesi” yaklaşımını doğru bulmamakta ve “bitmek bilmez ideolojik ilke tartışmaları solun önemli geleneklerinden biridir ve asıl olarak enerjinin içe dönük harcanmasına sebebiyet vermektedir” demektedir.
Temsiliyetin yukarıdan aşağıya her düzeyde olması yaklaşımı, her düzeyde grupların ve bir hastalık olarak grupçuluğun esas alınması anlamına gelecektir ki, koalisyoncu yaklaşımın belirtisi sayılmalıdır. Eğer halkın çıkar ve taleplerinden hareket edilecekse, grupların temsiliyetin önemsizleşmesi herhalde bunun doğal sonucu olacaktır. Sorun demokratik bir birlik örgütü yapılanmasıysa, evet, birlik örgütü en demokratik biçimde yapılanmalıdır. Bu açıdan, hiçbir parti ya da grubun dayatma ve emrivakileri asla kabul edilemez. Ancak bunun da kaynağı grupçuluk ve grupların ve esas alınmalarının meşruluğunun varsayılmasıdır ki, birlik örgütünün, çatı ya da bloğun demokratik örgütsel biçimi, herhalde gruplar arası ilişkiler gözetilerek ve grupların şu ya da bu düzeyde temsiliyle değil ama, işlerliğinin demokratikliğiyle sağlanabilir. İşte bu noktada dayatma ve emrivakilere ve kaynağı olarak birlik örgütünü gruplara ve çıkarlarına, özellikle kendi grubuna ve çıkarlarına, kendi grupsal yaklaşımlarına (halkın sorunlarını ve sorunların birbiriyle bağlantılarını bir türden, ama kendine göre ele almaya, grubu vareden ya da varettiği düşünülen programatik vb. belirlemeler ve eğilimlere) endeksli bir örgüt olarak algılamaya yer yoktur. Emrivakici tutum ve yaklaşımlarlaysa zaten bir birlik örgütü kurulamayacağı ortadadır. Birlik örgütünün demokratikliğinin garantisiyse, birliğin halkçılığı, halka dayanması ve her düzeyde halkın katılımını öngörmesi, buna açık olması temelinde karar ve mücadele süreçlerinin herkese (bu “herkes”le kastedilen gruplar değil, gerçek anlamda tüm mücadeleci halktır) açık ve demokratik olmasıdır. Örnekse, başlangıçta –zaten kendilerini temsil ederek– bir araya gelen gruplardan çoğu belirli bir yerelde (ki bu, yerellerin ezici çoğunluğu için geçerli sayılmalıdır) örgütlü olmayabilir. Bu durumda ne olacaktır, bileşenlerin temsili nasıl sağlanacaktır? Sorun burada değildir. Birlik örgütü, sözü edilen yerelde, hiçbir parti ya da örgütün temsil edilmediği bir bileşimle, sadece o yerelin saygın mücadeleci kişilikleriyle, örneğin belirli sendikacılar ya da hiçbir örgütlü pozisyona sahip olmayan kişilerce temsil olunabilir ve bunda hiçbir sakınca olmamalı ve tersine böyle temsiliyetler öngörülüp teşvik edilmelidir. Üstelik, bazı tartışmacılar birlik örgütünü bir tartışma örgütü ya da kulübü olarak anlama ve örgüt içi tartışmaları yüceltme/gerekli sayma eğiliminde olsalar da, her düzeyde grupsal temsil arayışının Eğitim Sen Başkanı’nın dediği gibi, sonu gelmez ideolojik-politik tartışmaları öngörmek demek olacağı, bunun da birlik örgütünü iş yapamaz hale getireceği, bu nedenle de, grupların ve grupsal temsiliyetin esas alınmaması gerektiği kabul edilmelidir.
Ama evet, sözü edilen sadece “yukarıdancılık”, her şeyi üstten halletme mantığıysa, bu, reddedilmelidir. Demokrasinin temel bir engeli yukarıdancılıktır. Yukarıdancılığın seçkincilik, “bencilik” ve bencillikle, ama aşağıdan düşünme ve davranmanın halkçılıkla ilişkisi kesindir. Bu nedenle “çatı” ya da demokratik blok hareketinin aşağıdan örgütlenmesi, tayin edici önemdedir. “Çatı Partisi” ya da demokratik blok hareketinin “yeni bir sol parti inşası” ya da bir “sol koalisyon” olmaması bir yana, koalisyoncu/fraksiyoncu mantıkla sadece “yukarıda” bazı –önerilen “sol” partilerin yan yana gelmesidir, ama bu da önemsizdir; “sol” olsun olmasın– partilerin bir araya gelmesiyle kurulabileceğinin düşünülmesi, yine yukarıdancı ve halktan kopuk, dolayısıyla tehlikeli bir yaklaşım olacaktır. Sendikalar, kitle örgütleri, odalar, Alevi ve yöre derneklerinin katılımın sağlanması ihtiyacı şart olmakla birlikte, bunun ötesi, en az onların katılımının sağlanması kadar önemlidir. Kendi sorun ve taleplerini sahiplenme durumundaki, hareketlenme ve arayış içindeki işçi kümeleri (örneğin aylardır direnişte olan Susurluk Yörsan işçileri, ölümlerle boğuşan Tuzla tersane işçileri…), benzer durumdaki köylü kümeleri (örneğin toprakları için aylardır mücadele yürüten Sinan köylüleri…), kentsel dönüşüm saldırısına karşı direnen –kadınlar başta olmak üzere– yıkımla yüz yüze bırakılan mahalle sakinlerinin oluşturduğu kümeler, SSGSS karşısında hareketlenen ve çeşitli mücadele platformları oluşturan sağlıkçı, eğitimci vb. memurlar, ÖSS’ye karşı mücadele eden liseli ve dershaneli gençlik, YÖK’e karşı çıkan üniversiteliler, direnişçi/mücadeleci kadın grupları, çevre sorunundan hareketlenen başta köylüler (örneğin İnay köylüleri, Kazdağı-Bayramiç vb. köylüleri), göç mağdurları vb. katılımcısı kılınmadan, yanlarına bazı sendikal örgütler bile eklense, birkaç partinin bir araya gelmesiyle örgütlenecek “çatı partisi”nin ayağı yere basmayacağı ve halkın umudu ve gerçek bir alternatifi olamayacağı herhalde tartışmasızdır. Bazı tartışmacıların üzerinde durdukları yerel konferanslar, bu açıdan önemlidir. Ve, gruplar arası ilişkiler, koalisyoncu yaklaşımlar ve grup hukukunu esas alma tutumu yukarıdancılığı dayatırken, mutlaka temel bir tutum edinilmesi gereken bu aşağıdan örgütlenme ve yerelliğe, kuşkusuz halka, ilk elde onun hareketlenme ve arayış içindeki öne çıkmış unsurlarına dayanma, birlik örgütünü gerçek bir halk örgütü olarak inşa etmeyi olanaklı kılacağı gibi, demokratik örgütlenme modeline sahip olması sorununu da çözecek başlıca dinamiklerdendir.********
Her şey bir yana, bu nedenle, “sol” parti ve gruplar, hukukları ve aralarındaki uyum vb. üzerinde düşünmekten bin defa daha fazla ve derinlemesine, işletmesinde, köyünde, mahallesinde, sokağında, okulunda, hastanesinde… hareketlenmekte olan işçi, köylü, memur, genç, kadın… halk katmanlarının, kümeler halinde “çatı” ya da blokta birliğe katılmalarının sağlanması için ne yapılması, nelere önem verilip, nasıl çalışılması üzerinde kafa patlatılmalıdır.
Barış Meclisi’nin oluşumu, bu açıdan belirli olumlu bir deney de sunmaktadır. İllerde konferanslar aracılığıyla, o zamana dek bir araya gelmekte zorlanmış aydın sanatçı, emekçi vb. genişçe kesimler bir araya gelebilmişlerdir.
PROGRAM SORUNU
Buraya kadar söylenenlerden, “çatı partisi” ya da demokratik blok hareketinin, halk yığınlarını birleştirecek bir alternatif ve cephe türü bir örgüt olarak, halkın sorun ve talepleri ve çözümlerini içerecek bir platform ve bunu özetleyen bir programa sahip olması gerektiği kendiliğinden çıkmaktadır. Eğer “yeni bir sol parti inşası” ve “sol koalisyon” önerileri sayılmazsa, çatıda birlik sorununa ilgi gösterenler ve tartışmacıları arasında bu konuda ciddi bir farklılık yok gözükmektedir.
Bu nedenle, öncelikle çözümlenmesi gereken, “yeni sol parti” ya da “sol koalisyon” önerisinin neden olduğu sorundur, ki buradan program konusunda da farklı bir öneri türemektedir.
Öncelikle bu öneri, AKP karşıtlığıyla sınırlı olarak gündeme getirilmiştir ve yalnızca AKP’yi hedefine koymaktadır. Buradan ancak bir hükümet değişikliği amacı çıkar, ki herhalde yetersizdir. On yıllardır gelip giden hükümetlerin, halkın temel sorunlarının çözümünde yalnızca aciz kalmadıkları, ama bu sorunların kangrenleşmesine katkıda bulundukları ortadadır. Öyleyse birlik programı, AKP’yi hedef almakla yetinen bir program olamaz, tersine halkın tüm temel sorkunlarının çözümünü amaçlamalıdır.
İkinci olarak, “sol koalisyon” ya da “yeni bir sol parti” önerisi, halkın temel sorunlarının çözümünü temel alacak bir program yerine, tasarlanan “sol” partinin belirli bir “sol” yaklaşımla kurgulanmış, ona uygun “sol” saptama ve tanımlara dayalı, yine “sol” jargonlu programını önermektedir. Örneğin Tahmaz, “Sol bir alternatif olabilmesi, fikri ve programatik yenilenmesiyle gerçekleşebilir. Kapitalizmi aşmayı ve emek egemen bir toplum yaratmayı hedefleyen programatik zemine ihtiyaç var.” düşüncesindedir programla ilgili olarak ve şunlar şunlar olmazsa programında “sol 21. yüzyılın solu olamaz” demektedir.
İhtiyacın “sol”un “yenilenmesi” olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur ve “çatı” ya da blokta birliği katiyetle ilgilendirmemektedir. Bu “yenilenme”yi “çatı birliği”ne yüklemek, onu olmaza yöneltmek olur. Tıpkı, tespitin içeriğinin doğruluğu yanlışlığı tartışması ile birlikte, “kapitalizmi aşma” ve “emek egemen bir toplum yaratma”yı hedefleyen bir programın tartışılıp kararlaştırılması gibi, “sol”un fikri ve programatik yenilenmesi” de “çatı” ya da blokta birliğin “çatı” ya da blokta birlik platformunun sorunu ve işi olamaz. Burjuvalar ve küçük burjuvaların ve çıkarlarının da geçerli olduğu ve dikkate alınması gerektiği bir platformda bu tartışma nasıl yürütülebilir. Öte yandan yürütülebilir sayılması da göstermektedir ki, “sol” ve “yenilenmesi” burjuva karakterli bir sorun sayılmakta ve sosyal demokrat içeriğiyle ele alınmaktadır. Bu, kapitalizmin “tasfiyesi” yerine “aşılması”ndan söz edilmesinde de kendisini açığa vurmaktadır. Ama konu açısından önemli olan bu değil, bu sorunlarla “çatı” ve halkın birlik arayışının meşgul edilmesinin yanlışlığıdır. “Çatı”da birliğin programının, buralardan değil, ama halkın temel sorun ve talepleri üzerinden ve çözümlerini kapsayacak bir program olarak düşünülmesi herhalde doğru tutum olacaktır.
Birlik programı, yine aynı nedenle ve yine “sol”un zihniyet ve program olarak “yenilenmesi”yle ilişkili sayılması gereken ve uzun yıllardır tartışılan ve daha da tartışılacağı anlaşılan, çoğu, kavramlara ve teorik analizlere, azami ve asgari amaçlara ilişkin olan saptama ve formülasyonlara dayanmamalı, bunları kullanmamalıdır. Tüm bunların yerine, “çatı” ya da demokratik blok olarak birliğin programı, basitçe kaleme alınacak, halkın temel sorunları, talepleri ve çözüm önerilerinin özetlenmesiyle yetinmelidir. Çünkü bu program, halkın mücadele platformu ve etrafında toplanacağı anlaşılır alternatifi olmak ihtiyacındadır.
Bu nedenle örneğin, amaçlanan demokrasinin “parlamenter demokrasi” mi olacağı ya da olmayacağı tartışmalı ve halkın birliği ve mücadelesine katkısı bakımından önemsizdir ve programda yalnızca “demokrasi” olarak yer alması yeterlidir. Gerisini, mücadelenin gelişmesinin kararlaştırmasına bırakmak yerinde olur. Aynı şekilde “demokrasi”nin başına bir de “çağdaş” kavramı eklenmesiyle yine onun içeriğine ilişkin kavramsal tartışmalar açılmasına gerek olmamalıdır. Halkın ihtiyaç duyduğu, gasp edilmiş hak eşitliği ve düşünce, örgütlenme vb. özgürlüklere, kısaca siyasal demokrasinin hedeflenmesine vurgu yetecektir.
Ya da mücadelenin hedefinin “askeri vesayet rejimi” olup olmaması, yerine “sivilleşme”nin mi başka bir şeyin mi konacağı yine tartışmalı ve önemsizdir, program bu kavram ya da formülleri kapsamamalıdır; “düzeni” ya da “mevcut düzeni” hedef alacağının belirtilmesi yetecektir, şimdilik isteyen bundan istediğini anlayabilir ve yine nasıl anlaşılması gerektiğini mücadelenin gelişmesinin kararlaştırmasına bırakmak doğru olacaktır.
Özetle, birlik programı tartışmalı ve bu tartışmalardan sonuç alınmamış, en azından bu haliyle ve şimdilik bu tartışmaların katılımcı tarafı olmayan halkı ve birliğini ilgilendirmeyen, üstelik ipe un sericiliği ve dağıtıcılığı ortada olan kavramlar, analizler ve formülasyonlar programı değil, halkın temel sorunlarından hareket eden açık, anlaşılır bir mücadele ve eylem programı olmalıdır. Bu kavram ve formüllerin “sol”un, üstelik kendi içinde tartışmalı kavram ve formülleri olduğu, nesneli tanımlama iddiasındaki öznelliği yansıttığı, ama halkın birlik programının sadece halkın nesnel sorunları ve basit ve anlaşılır çözümlerini içermesi zorunlu sayılmalıdır. Burada koalisyoncu bir tutumla grupların anlayışlarının, programatik yaklaşımları ve kavramsallıklarının uyumlaştarılması ve bir ortak nokta bulunmasına değil, ama birliğin programını oluşturmak üzere halkın sorunları ve çözümlerinin basitçe özetlenmesine ihtiyaç olduğu tartışmasız olmalıdır.
Kuşku yok ki, halkın temel sorunlarının sahiplenmesi ve çözümleri üzerinde birleşecek tüm parti, grup ve kişilerin, diğer parti, grup ya da kişilere doğru ya da yanlış gelebilecek düşünce, eğilim, formül ve kavramsallıkları, bir araya gelmelerine hiçbir biçimde engel değildir, engel sayılamaz. Tabii ki, farklı düşünce ve eğilimlerle, farklı formül ve kavramlara sahip olarak bir araya gelinecektir. Söylediklerimiz, farklılıklar ve hele tartışılması uzun, ama anlaşılması neredeyse imkansız formül ve kavramlar üzerinden yürümeye yönelmemek ve hiçbir soruna neden olmayacak ve üzerinde kolaylıkla birleşilebilecek zemin olan halkın temel sorunları, buradan türeyen talepleri ve çözümlerinin özetlenmesi üzerinde birlikteliği esas almak olarak anlaşılmalıdır.
“Sol koalisyon” önermesi bir yana, bu programın demokratik halkçı bir program olması, başlıca siyasal demokrasiyi (düşünce, inanç, örgütlenme vb. özgürlüğü ve hak eşitliği), emeğin haklarını ve barışı savunması üzerinde bir mutabakat görünmektedir. Bu yeterli sayılmalıdır.
KÜRT PARTİSİ Mİ TÜRKİYE PARTİSİ Mİ?
“Çatı” ya da demokratik blok hareketi olarak birliğin yarı çözülmüş gibi duran, ama hala tam olarak çözüme kavuşturulması ihtiyacı gösteren bir sorunu daha var. Bu, birliğin Kürt sorununu nasıl ele alacağı ya da kendisiyle Kürt sorununu nasıl ilişkilendireceğine ilişkin olan sorundur. Ve “çatıda birlik”in başarısını tayin edecek sorunlardan biri durumunda.
Net olarak çözülmesi ihtiyaç halinde: “Çatı Partisi” ya da demokratik blok hareketi, başlıca Kürt sorunu üzerinden mi kurulacak; Türkler tarafından desteklenen bir Kürt örgütü ya da –çatı– partisi mi olacak, geri kalan bileşenlerinin destekçi ya da “eklenti” konumunda olduğu demokratik Kürt hareketine endeksli bir örgütlenme mi olacak, yoksa başlıca genel olarak demokrasi sorunu üzerinden mi kurulacak; Türklerle Kürtler arasındaki ilişkinin destekçilik ve tabilik değil eşitlik ilişkisi olacağı bir Türkiye partisi mi olacak? Bu doğru ve gerçekçi yanıtlanması gereken can alıcı bir sorundur. Aslında, en başta Kürt hareketi, bırakalım birlik örgütünün, Kürt partilerinin bile Türkiye partisi olduğunu/olması gerektiğini uzun süredir açıklıyorlar. Ama bu açıdan hala çözülmesi, en azından tamamen netleşmesi gereken bir sorun yok mu? Var.
Bir tez, Kürt sorununun tek temel ve öncelikli sorun olduğu ve Türkiye’nin bütün diğer (temel) sorunlarının buradan kaynaklandığı ve çözümlerinin Kürt sorununun çözümüne bağlı olduğu şeklindedir. (Ulusal sorunla ilgili bu tezin tam karşıtı, milliyetçi solcuların Kürt sorununun çözümünü sosyalizme bağlayan ve buradan Kürt sorununu ve ulusal demokratik mücadeleyi sosyalizme endeksleyen tezidir.) Örneğin E. Ayna arkadaşımız, yaygın bir yaklaşımı dile getiren şu görüşleri ileri sürüyor: “Anti-demokratik uygulamaların ortadan kalkmamasının nedenini, Kürt sorununun çözümsüzlüğü oluşturuyor”. “Tüm bu temel anti-demokratik uygulamaların başlangıç noktasının Kürt sorununun çözümsüzlüğü olduğu tespitini yaparak, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü amaç olarak önüne koyan bir yürüyüşe çıkmak zorundayız”. “Hepimiz şu konuda mutabıkız: ‘Kürt sorunu çözülmeden ekonomi alanındaki hiçbir programı hayata geçirmek ya da güvenilir kılmak mümkün değildir. Savaş harcamaları diye bir kavram varken ve ölümler yaşanıyorken özelleştirmenin zararlarını veya yararlarını halkla tartışmak bile mümkün olmuyor. Ya da o kadar çok gizli ödenekler, gizli harcamalar var ki, savaş nedeniyle sorgulayamıyorsunuz bile.’ O nedenle de öncelikle demokrasi sorununu, özgürlük ve eşitlik sorununu çözmek gerekiyor.”
Kürt sorununun Türkiye’nin ve demokratikleşmenin temel ve çok önemli bir sorunu olduğu kuşkusuz doğrudur ve milliyetçi solcuların yaptığı gibi, böyle olmadığının ve örneğin sosyalizmde çözüleceğinin düşünülmesi kabul edilemez. Bir adım daha atılırsa, Kürt sorununun demokrasi genel sorunu içinde özel bir önem ve ağırlığa sahip olduğu, gerçekten halkın ve demokrasinin diğer sorunları üzerinde onları ağırlaştırıcı, hatta kötürümleştirici bir etki yaptığı da doğrudur. Buradan Kürt sorununa özel bir önem ve ağırlık tanımak sonucu çıkar; ama halledilmesi gereken sorun odur ki, ülkenin, dolayısıyla halkın ve demokrasinin bütün diğer temel sorunlarının Kürt sorunundan kaynaklandığı ve Kürt sorununun diğerlerini ve çözümlerini önceleyen, Kürt sorunu çözülmeden hiçbir temel sorunun çözülemeyeceği ve öyleyse bütün temel sorunlar ve çözümlerinin Kürt sorunu ve çözümüne endekslenmesi sonucu çıkmaz. Ya da çıkar mı? Demokrasi sorunu Kürt sorununa indirgenebilir mi; eşitlik ve özgürlük sorunu, başlıca Kürt sorunu olarak ele alınabilir mi?
Yine bu yaklaşımla bağlantılı, hatta onun ürünü olan, “Kürtlerin sorunu iş ya da ekmek değil, ama onur sorunudur, kimlik sorunudur” saptaması doğru sayılabilir mi?
Ekonomik sorunları, işsizlik, yoksulluk ve açlık sorununu ele alalım. Bu sorunların kaynağında Kürt sorunu mu vardır? Kürt sorununun çözümsüzlüğünün bu sorunları ağırlaştırdığı kuşkusuz, ancak tüm bu sorunların kaynağının tekelci kapitalizm olduğu ve özellikle bugünkü gibi kapitalizmin derinleşen kriz koşullarında, bu sorunların derinleştiği ortadadır.
Kürt, evet kimlik sorununa sahiptir ve bu Türkiye’nin tüm diğer sorunlarını da kangrenleştirmekte olan temel bir sorunudur. Ancak Kürtün de, halkın geri kalanı gibi, hatta bölgedeki işsizlik ve yoksulluğa ilişkin rakamların ortaya koyduğu duruma göre, özellikle ağırlaşmış haliyle, iş ve ekmek türü sorunları vardır. Tüm Türkiye halkının, Kürt sorununun yanı sıra, işsizlik ve yoksulluk ve bundan kurtulma türünden bir başka temel sorunu daha olduğundan kuşku duymamak gerekir ve bunun kaynağı şüphesiz Kürt sorununun çözümsüzlüğü değil ama kapitalizmdir.
Öte yandan demokrasi sorununun Kürt sorunundan ibaret olmadığı, ama örneğin inanç ve mezhepler üzerindeki baskıdan kurtuluş ve halkı bölmenin manivelası kılınmaya çalışılan laikliğin (devletin inançlar karşısındaki tarafsızlığı ve inanç özgürlüğü olarak) ayakları üzerinde dikilmesini de kapsadığı tartışmasızdır. Daha da önemlisi, hak eşitsizliği, Kürtleri hedef aldığı gibi, sendikasızlaştırılma/örgütsüzleştirilme baskısı altındaki işçi ve memuru, düşünce suçuyla suçlanan her ağzını açanı, insan yerine konmayan ve siyaset dışına itilen tüm halkı hedef almaktadır.
Ve demokratik mücadele tüm bu baskılara mahkum edilenlerin, yağmalanan ve ezilen sınıf ve tabakalarla, milliyet ve mezheplerin, hak arayışındaki tüm halkın birleşik mücadelesi olarak öngörülebilir. Öyleyse demokrasi mücadelesinin diğer yönleri, Kürt sorununun öncelikli çözümüne bağlanmak yerine, bu sorunun çözümüne güç verecek bir dinamik olarak, Kürt halkının hak eşitliği mücadelesiyle birlikte ele alınıp, demokrasi genel davasının birbirini besleyen bileşenleri yaklaşımıyla, öncelik sıralaması yapılmadan ve biri diğerine endekslenmeden yürütülmek zorundadır.
Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünün tek amaç edinilmesiyle (ve bunun gereği olarak tüm diğer demokrasi sorunlarının çözümünün bu sorunun çözümüne endekslenmesiyle) ne Türkiye’nin demokrasi sorunu ne de Kürt sorunu çözülebilir. Üstelik bu amaçla bir Türkiye partisi de kurulamaz, ama ancak Kürt hareketini destekleyenlerin de katılımıyla bir Kürt partisi kurulabilir. Ama böyle bir parti zaten vardır ve bize, onun da içinde yer alacağı bir Türkiye partisi gereklidir: Türkiye’nin, halkının tüm temel sorunlarının çözümünü amaçlayan bir halk partisi.
Halkın tüm temel sorunları ve çözüm ihtiyacı üzerine kurulmayan bir “çatı partisi”nin, Türkiye partisi olmayacağı gibi, Kürt sorununun çözümüne de bir katkı sağlayamayacağı kabul edilmelidir. Kürt sorununun çözümünün, Kürtlerde olduğu kadar Türklerde, milliyetçiliğin etkisinden kurtulacak ve kendi sorunlarına sahip çıkarak bu yönde mücadeleye atılacak işçi ve emekçilerde, Kürtlerin ve emekçilerin mücadele birliğinde olduğundan kuşku duyulamaz. Ama Türkiye işçi ve emekçilerinin Kürt sorunu ve Kürt halkının kimlik mücadelesinin desteklenmesi ihtiyacı üzerinden birleşip örgütlenemeyeceği, bunun, ancak ve ancak sorunlarına çözüm arayışıyla mücadeleye atılacak ve bu mücadele içinde Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle kendi sorunlarının çözümsüzlüğünün ortak nedeni/zemininin egemen sınıflar ve mevcut yağma ve baskı düzenleri olduğunu görüp anlayacak Türkiye halkının kendi sorunlarına sahip çıkmaya başlamasıyla olanaklı olduğu bir gerçektir. Ve her farklı sınıf, tabaka ve kategorinin kendi sorun ve taleplerini sahiplenerek mücadeleye atılmasının, nesnel olarak, hedefi ortak olan (egemen gericilik ve mevcut düzen) bu mücadelelerin genel bir demokrasi mücadelesi içinde birleşeceği ve birbirini güçlendireceği anlaşılır bir şeydir. Tersi ise olanaksızdır: Hiçbir sınıf, tabaka ve kategori, kendi sorun ve taleplerinden hareket edilmeden, sorun ve talepleri (sonuçta ortak bir demokrasi davasına bağlansa da) farklı olan bir diğerinin desteklenmesi üzerinden birleşip örgütlenemez ve mücadele içine giremez. Bu, “düzü” ve tersiyle, demokrasi sorununun sadece ya da başlıca Kürt sorunundan ibaret olmayıp, tüm Türkiye halkının sorunu (ya da sorunlarının toplamı) ve giderilmesi gereken engelinin egemen gericilik ve baskı düzeni olduğu anlamındadır.
Somut olarak sorulacak olursa, Türkiye işçi ve emekçileri, dolaysızca Kürt sorunu ve Kürt halkının kimlik mücadelesinin desteklenmesi hedefiyle mi, yoksa kendi işsizliğe, yoksulluğa, hak eşitsizliğine ilişkin talepleriyle, bu talepleri elde etmek için mi birleşip örgütlenebilir ve mücadeleye atılabilir? Ve ikinci somut soru: Kendisini Kürt sorunu ve Kürtlerin kimlik mücadelesinin desteklenmesi üzerinden örgütlemesi olanaksız Türkiye işçi ve emekçilerinin, örgütlenip mücadeleye atılmadıkça Kürt sorununun çözümünde bir desteğinin olması olanağı var mıdır? Açık ve kuşkusuzdur ki, Türkiye işçi ve emekçileri, ancak kendi sorunları ve bu sorunlara çözüm arayışıyla örgütlenip mücadeleye yöneldikçe Kürt sorununun çözümü açısından gerçek bir destek gücü oluşturabilir. Ve başka türlü kendisinin örgütlenmesi ne de Kürt sorununun çözümünün bir gücü olması olanağı vardır.
Tüm bu nedenlerle; Türkiye’nin temel sorunları, biri diğerine öncelenmeden, birinin diğerinden kaynaklandığı ve öyleyse ona endekslenmesi gerektiği düşünülmeden, tümü, birbirleriyle birleşip birbirlerini besleyip güçlendirecek genel demokratik mücadelenin bileşenlerini oluşturan “özel” mücadelelerin (kimlik mücadelesi, emeğin hakları için mücadele, Alevilerin, kadınların, gençliğin hak mücadelesi vb.) kaynak ve zemini olarak anlaşılmalı ve “Çatı partisi” ya da demokratik blok hareketi, bir Türkiye partisi ya da hareketi olarak, bu sorunların tümü üzerinde ve tümünün çözümünü amaçlayarak kurulmalıdır. Bu, hem Türkiye’nin temel sorunlarının, genel olarak demokratikleşmenin, hem de Kürt sorunu gibi her özel temel sorunun çözümünün yakınlaştırılması ve güçlendirilmesi için temel bir ihtiyaçtır.
*
Tüm dünyayı pençesine almış emperyalist kapitalist sistem tıkanma belirtileri göstermektedir. “Yeni Dünya Düzeni” ve ardından “küreselleşme” olarak, “barış, demokrasi, özgürlükler ve refah” getireceği iddiasıyla yüceltilen, ama halklara yöneltilmiş pervasız bir saldırganlık olan tekelci politikalarıyla, dünya kapitalist sisteminin, halkların ihtiyaçlarını karşılayamaz olduğu ve onlara vereceği şey kalmadığı her geçen gün daha fazla görünür olmaktadır. ABD’den başlayarak yayılmakta olan ekonomik krizin de beslediği bu süreç ilerlemektedir.
Öte yandan emperyalistler arası çatışma etkenleri de artmakta, Irak ve İran dolayısıyla Türkiye’nin kapısına dayanmış olan çatışma ve savaş, şimdi Kuzey’den ve Boğazların da tartışma konusu haline gelişiyle ülkeyi dolaysızca etkilemeye başlamıştır.
Yine uluslararası kapitalizme bağlanmış Türkiye ekonomisi, sosyal ve siyasal sorunları içinden çıkılmaz kılarak ve “büyüme” masalının da sonuna gelinerek, tehlike çanları çalmaya başlamıştır.
Halkın elinde, şimdiden ne geçim ve yaşam araçları ne de hak bırakılmış durumda. İşsizlik tam bir bela. Yoksulluk ise hızla tırmanıyor. Ücretler düşüyor. En son, memurlara enflasyonun altında bir zam verildi. Metal ve lastik başta olmak üzere birçok işkolunda işçiler toplusözleşme dönemindeler ve onlara da memurlardan farklı davranılacağı yok. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, kamu alanı çoktan piyasaya bağlanarak tekellerin kâr alanına dönüştürüldü. Kentler, kentsel dönüşüm aracılığıyla yine tekellere peşkeş çekiliyor ve evleri halkın başına yıkılmaya girişiliyor.
Hak arama, ekmek gibi aslanın ağzında. Örgütsüz ve birleşik olmayan hak arayışları saldırıya uğruyor. İşçiler sendikasızlaştırılmaya, memurlar örgütsüzleştirilmeye çalışılıyor. Köylü, gençlik ve kadın yığınları zaten örgütsüz. Egemenler arasındaki çatışma, bugüne kadar halka karşı cinayet başta olmak üzere ağır suçlar işleyen çeteler ve darbecilerin –Ergenekon– açığa çıkmasına neden oldu, ama, ortaya çıkanlar, cinayet çetelerinin küçük bir bölümünü oluşturuyor. Şimdiye kadar yüzlerce, binlerce faili meçhulün failleri olanlar, bir yandan da yeni saldırılar için yeniden örgütleniyorlar.
Uzun yıllardır süren Kürt savaşı artık tahammül sınırlarını zorluyor. Kürtler, hak eşitsizliğinin pençesinde, eline silah almak ya da teslim olmak seçenekleriyle yüz yüze bırakılıyor.
Düşünce, örgütlenme, basın, gösteri vb. özgürlükleri ayaklar altında. Gençlerin bugünleri karanlık, gelecekleri çalınmış durumda. Kadınlar karanlığa mahkum ediliyor. İnançlar baskı altında. Halk türbanlı-türbansız vb. olarak bölünmeye çalışılırken, Alevi zorunlu din dersi dayatmasıyla ve Diyanet baskısıyla karşı karşıya. Sünni’nin ise kılık kıyafet hakkı tanınmıyor.
Ve dini de istismar eden AKP’nin bir alternatifi görünmüyor.
Oysa üzerine yöneltilmiş yağma ve baskı artarken, halk dağınık, örgütsüz, dolayısıyla haklarını savunamaz duruma sıkıştırılmış ve alternatifsiz.
Bunlar, halkın etrafında toplanabileceği demokratik halkçı bir alternatifin zaman geçirilmeden ortaya çıkarılmasını dayatıyor. AKP’nin elinden çeken ve diğer düzen partilerinden de umudu olmayan halkın etrafında toplanacağı ve haklarını savunabileceği, sorunlarının çözümü için harekete geçebileceği bir mücadele merkezine olan ihtiyaç acil.
Bu nedenle, solcu-sağcı, Türk-Kürt, Alevi-Sünni vb.. demeden, tüm haksızlığa uğrayanların sorunlarını sahiplenip haklarını savunabilecekleri, elbette, farklı düşünce ve eğilimleriyle, komünist, liberal, dinci, sosyal demokrat demeden, haklarını savunmak için mücadele eğiliminde olan her sınıf ve tabakadan, her milliyet ve inançtan halkı kucaklayacak bir alternatif.
Kan içici Ergenekoncu çeteler ve darbecilerle de, işçi ve emekçiyi, Kürdü, Aleviyi, halkı insan yerine koymayan AKP zalimliğiyle de, şoven milliyetçilik ve ırkçılığın oluşturduğu baskıyla da, emekçileri çalışamaz, geçinemez ve yaşayamaz duruma mahkum eden tekellere ve Kürtler, Aleviler, kadınlar, gençler… üzerinde bir baskı rejimi olan iktidarlarına karşı bir alternatif. Demokrasi alternatifi. Demokratik bir alternatif.
İşçi, köylü, memur, esnaf, genç, kadın, Kürt, Alevi, evi yıkılan, tarlası, çevresi tahrip edilen bütün halkın “benim” diyebileceği, öyleyse sorunlarını sorun, dertlerini dert edinen ve inandırıcı çözümlerini yüksek sesle dile getiren, halkın politika yaptığı/yapacağı bir alternatif.
Gecikmeden! Koşullar ağırlaşmaktadır ve ağırlaştıkça zorluklar büyüyecektir. Hem karşı koymak için hem alternatif oluşturmak için.