Uzunca bir süredir, işçi ve emekçilerin, sendikalarını sermayenin bitmek bilmez saldırılarına karşı kendi birlik ve mücadele merkezleri olarak yeterince kullanamadıkları biliniyor. Mevcut sendikal örgütlenmelerin büyük bölümü, “sosyal diyalog” adı altında, hakları için mücadele etmekten çok, sermaye ve hükümet çevreleriyle “müzakere” etmeyi marifet sayan “sınıf uzlaşmacı” bir yönelime girmiş durumdadır. Bu tür anlayışların egemen olduğu sendikalarda, emekçiler sendikalarına olan güvenlerini gün geçtikçe kaybederken, sendikalara inançsızlık ve bunun sonucunda ortaya çıkan kayıplar son yıllarda yoğunlaşmıştır. Bu durum, sendikaların işlevini yitirdiğini değil, aksine tarihin ve güncel gelişmelerin sırtlarına yüklediği görevleri ve işlevlerini yerine getirmediği zaman güç ve itibar kaybetmelerinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
1980’li yılların sonunda “tarihin sonu” söylemlerinin gündemde olduğu, “Yeni Dünya Düzeni” (YDD) üzerine nutukların atıldığı bir dönemde, tüm dünyada sendikalar ciddi bir gerileme yaşarken, Türkiye’de tam tersi yönde gelişmeler yaşanmıştır. 1980’li yılların son çeyreğinde başlayan ve 1989 Bahar Eylemleri ile doruk noktasına ulaşan işçi hareketine paralel olarak kamu emekçileri hareketi de önemli bir çıkış gerçekleştirmiştir. Kamu emekçilerinin acil ve somut talepleri üzerinden binlerce kamu emekçisinin mücadeleye çekildiği, ekonomik, sosyal ve sendikal hakları için alanlara çıktığı ve siyasi iktidarla karşı karşıya geldiği bir dönemde, daha sonra KESK’i oluşturacak olan kamu emekçileri sendikaları, işyerlerinden başlayarak örgütlenmeye başladılar ve gerek kitleselliği, gerekse mücadeleci kimlikleri ile bugün bile hatırlanan örnek mücadeleler ortaya koydular. O dönemde, işçi sendikaları hızla üye kaybederken, kamu emekçileri sendikaları büyümekteydi. Bu anlamıyla, bütün dünyada sendikalar üye ve itibar kaybederken, KESK, Türkiye’nin kendine özgü koşullarında doğup gelişen mücadeleci bir sendika merkezi olarak ortaya çıkmıştır.
KONGRELERE GİDERKEN YAŞANAN SORUNLAR
KESK ve bağlı sendikalar, içinde bulunduğumuz dönemde, son derece önemli ve bir o kadar da tehlike ve tuzaklarla dolu bir süreçten geçmektedir. Dünyada ve Türkiye’de emek mücadelesi ve onun değerlerine karşı tarihte eşi görülmemiş bir saldırganlık söz konusudur. Türkiye’de sermaye güçlerinin kendi sınıf egemenliklerini güçlendirmek için yaptığı yasal ve fiili müdahaleler (Torba Yasa, Sendikalar Kanunu, esnekleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma uygulamaları vb.), başta eğitim ve sağlık olmak üzere, tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi uygulamaları bütün hızıyla sürmektedir. Bugüne kadar atılan adımlar emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırma aşamasına gelmişken, kamu emekçileri sendikaları, sayısal olarak büyümek ve etkinlik anlamında güçlenmek bir yana giderek küçülmekte ve darlaşmaktadır.
Uzun süredir, işçi ve emekçilerin ana gündemini oluşturan saldırı yasaları ile sermaye güçleri ve hükümetleri; kamu emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını daha da geriletmenin hesaplarını yapmaktadır. Sermaye saldırıları öylesine yoğunlaşmıştır ki, meclisin emek düşmanı performansı göz önünde tutulduğunda, birkaç oturumda kamu emekçilerinin pek çok kazanımını ortadan kaldıran yasalar çıkarılmış ve esnek, kuralsız ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılarak, özellikle mücadeleci sendikaların altını boşaltmak için gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
KESK ve bağlı sendikalardaki üye artışının durma eğilimine girmesi, önemli bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Başka bir ifadeyle, KESK ve bağlı sendikalar, kitleselleşememe ve küçülme sorunuyla yüz yüzedir. Bu durum, sendika içinde fırsatçı-grupçu eğilimleri güçlendirmiş, bundan en çok zararı, başta sendikal hareket olmak üzere, sendikalar ve üyeler görmeye başlamıştır. Nitekim sendikaların kuruluşunda en önde mücadele eden politikleşmiş kamu emekçisi kesimlerinin arasındaki uyum son yıllarda bozulmuş, kısa gün kârına dayanan ittifaklar, sınıfın değil grupların çıkarlarını öne alan ve birbirini tasfiye etmekten başka hiçbir derdi olmayan girişimler, kamu emekçileri sendikalarını içten içe kemiren tehlikeli bir etkene dönüşmüştür.
KESK’e bağlı sendikalarda, yıllar içinde, işyerlerinde üyeler ile kurulan ilişkiler zayıflamıştır. Bu durumun en somut sonucu, üyelerin bir fikre ya da eyleme ikna edilmesinin giderek zorlaşmaya başlamış olmasıdır. Temsilci ve yönetici kadrolar işyerlerinde yaşanan sorunlar ve bu sorunların çözümüne ilişkin görüş ve önerileri işyerlerinde yeterince tartıştırmadığından, emekçilerin görüşleri şube ve sendika merkez organlarına taşınamamakta, yönetici ya da şube başkanları da, kendi siyasi görüşlerini üyelerin görüşleriymiş gibi yansıtabilmektedir. Bu durum, üyelerin sendikal politikaların ve kararların oluşturulması sürecine katılmalarını engellemekte, sendikal demokrasinin asgarisinin bile işletilmemesine neden olmaktadır. Oysa, sendikal hareketin öncelikli ihtiyacı, sadece sendika üyelerinin değil, sendikalı-sendikasız, statü farkı gözetmeksizin, işyerlerindeki bütün emekçilerin, kararların alınmasından uygulanmasına kadar bütün süreçlere aktif olarak katılması ve birlikte mücadele anlayışının işletilmesinden geçmektedir.
Kamu emekçilerinin 20 yıllık yoğun mücadele süreci içinde, kitlelerin bir sendikadan beklenen herhangi bir somut kazanımı elde edememiş olması, sendikalarda hak mücadelesi için örgütlenen kesimlerde ciddi anlamda geri çekilme ve mücadeleden “soğuma” eğilimini geliştirmiştir. Yıllardır; “Türk-iş’e benzemeyelim”, “Biz sendikalarımızı sokakta kurduk, haklarımızı sokakta savunacağız” anlayışı etrafında örgütlenen kamu emekçileri sendikaları, özellikle 4688 Sayılı Yasa’nın çıkmasının ardından, pek çok yönden Türk-İş’e ve onun bürokratik işleyiş mekanizmasına benzemeye başlamışlardır.
Sendikalarda kitle mücadelesinin ve sendikaların geleceğini düşünmeden yapılan ittifaklar, seçimlerin birkaç bin kişilik politikleşmiş kitle dışındaki geniş üye tabanını dışlayan yöntemlerle yapılıyor olması, delege ve yönetimlerin, kitlelerin açık oylamasıyla seçilmeleri yerine, grupların arasındaki ittifaka dayalı olarak, neredeyse “yukarıdan atanması” gibi sorunlar, kamu emekçileri sendikalarının olumlu birikimini hızla tüketmektedir.
Son yıllarda, hizmet birimlerinde yığınların günlük talepleri etrafında mücadelenin örgütlenmesi yerine sadece “politik kadroların” katıldığı eylem tarzının egemen eylem hattı olarak izlenmesi, yaşanan darlaşmanın bir başka nedenidir. Bugün kamu emekçileri sendikalarının yaşadığı darlaşma ve eylemlerin etkisizliğinde, bir süredir benimsenen “taşıma” güçlerle yapılan kadro eylemlerinin küçümsenmeyecek kadar büyük etkisi vardır.
Sağlık, Eğitim, Enerji, Maden, İletişim, Haberleşme, Ulaşım vb. işkollarında yaşanan özelleştirme ve ticarileştirme uygulamaları, işçileri olduğu kadar, özelleştirilen işkollarında çalışan kamu emekçileri sendikalarını da yakından etkilemektedir. KESK’e bağlı 11 sendika olmasına karşın, her sendikanın sadece kendi gündemi çerçevesinde eylem ve etkinliklere katılıyor olması, kamu emekçileri sendikalarında ortaya çıkan ve sendikal hareketin geleceği açısından son derece önemli olan bir zayıflık olarak dikkat çekmektedir.
KESK’e bağlı sendikaların yerellerde oluşturduğu KESK şubeler platformlarının işleyişinin istikrarsız olması, bir başka önemli sorundur. Kimi zaman sendika ya da konfederasyon merkezlerinden müdahaleler, kimi zaman KESK içindeki sendikal anlayışların grupçu tutumları, kamu emekçileri mücadelesinin başından bu yana mücadele çağrılarını yerellerde örgütleyen şubeler platformlarını, birkaç istisna dışında işlevsiz hale getirmiştir. Son yıllarda yaygınlaşan üyelerin cep mesajı ile eylem ve etkinliklere çağrılması gibi uygulamalar, üyeler ile sendika arasındaki ilişkiyi mekanik hale getirmektedir. Dolayısıyla şubeler platformları gibi işletildiğinde mücadele çıtasını yükseltecek olan yerel platformların, kamu emekçilerinin yerel mücadele merkezleri olma özelliği yeterince değerlendirilememektedir. Emek ve demokrasi mücadelesinde büyük iddiaları ve söylemleri olan bir örgütün çoğu zaman kendi içinde bile bütünlük sağlayamaması, çağrılarının eskiye kıyasla yeterince karşılık bulamaması sorunu hızla çözülmesi gereken bir sorundur.
Yıllar içinde, sendikalar ve sendika merkez yönetimleri, KESK ile eşgüdüm içinde, kendi işkollarına ve ülke gündemine ilişkin mücadele kararları alıp uygulamak yerine, her şeyi konfederasyondan bekleyen (benzer bir durum şubeler ile sendika merkezleri arasında da vardır) ya da konfederasyona havale eden bir duruma gerilemiştir. Farklı işkollarında örgütlü sendikalar, yıllardır bütünlüklü bir mücadele, eğitim ve örgütlenme politikaları geliştiremediği gibi, çoğu zaman almış olduğu eylem ve mücadele kararlarını sadece bir “üst yazı” ile KESK’e bildirebilmektedir. Geçmişte bu durumun tersi örneklerin de yaşandığı görülmüştür. Bütün bu sorunların yaşanmasının temel nedeni, KESK’e bağlı sendikaların işyerleri ile bağlarının her geçen gün azalması ve ilk kurulduğu yıllardaki “fiili meşru mücadele” çizgisinden adım adım uzaklaşılmış olmasıdır.
KESK’in kurulduğu ilk yıllarda işyerlerinden başlayarak geliştirilen dayanışmalarla, ciddi fedakârlıklarla hayata geçirilen eylem ve etkinliklerin yerini, yapılacak eylemleri mali açıdan sınırlamaya çalışan, “ekonomik” eylem ve etkinlikler almaya başlamıştır. KESK’in bir süredir içinde bulunduğu darlaşma, “kadrolu eylemciler” dışındaki kesimlerin mücadelenin dışına düşmesi ve en temel sendikal faaliyetlere bile katılmaktan imtina etmesi, “grupçuluk”, hatta “aynı grup içinde yaşanan iç çekişme ve saflaşmalar”, sendikal mücadeleye zarar vermeye başlamıştır.
FİİLİ-MEŞRU MÜCADELE VE KESK
KESK, bir yandan Bahar Eylemleri’nin açtığı yoldan ilerleyen kamu emekçilerinin mücadelesinin eseri olurken, öte yandan, reformcu, düzen içi sendikacılığın güç ve itibar kaybettiği bir dönemde büyüyüp güçlenen bir sendikacılığı temsil etmiştir. Bu dönemde KESK’in öne çıkan özelliklerinden birisi, kuruluşunda ve mücadelesinde çeşitli devrimci demokrat siyasi odaklarla bağlantılı kamu emekçilerin oluşturduğu çevrelerin belirleyici olmasıdır. Bu özellik, KESK ve bağlı sendikalara, bir yandan her koşulda ayakta durmasını, mücadele etmesini sağlayan bir direngenlik ve dinamizm katarken, öte yandan da, siyasete henüz ilgisiz olan ya da çeşitli düzen partilerinin etkisindeki geniş kamu emekçileri kesimleriyle ilişkilerde küçümsenmeyecek güçlükler yaratmıştır. Bu güçlükler, daha sonraki yıllarda daha da önem kazanmış, bundan yaralanan devlet ve hükümetleri hamle yapmaya itmiştir. Önce KESK’in kuruluşunu engellemek için çeşitli yollara başvurulmuş (mücadeleye önderlik eden kamu emekçilerine soruşturmalar açma, sürgün ve değişik cezalar verme vb.), bunun üzerinden sonuç alamayacağını görülünce, iktidarlar, kendilerine yakın siyasi mihrakları kullanarak, tepeden devlet güdümlü sendikalar kurdurmuş ve kamu emekçilerinin sendikal hareketi bölünmeye çalışılmıştır. Hükümetler, müdür, genel müdürler gibi bürokratları devreye sokarak, KESK karşısında devlet güdümlü sendika merkezlerini hızla örgütlemeye başlamışlardır. Kamu-Sen, Memur-Sen ve diğer konfederasyonlar, hükümetlerin açık desteği ile kurulmuştur. KESK üstünde yürütülen baskıyı sürdürenler, aynı zamanda, Kamu-Sen, Memur-Sen gibi işbirlikçi konfederasyon merkezlerinin kurulmasına ön ayak olmuşlardır.
KESK’in, kuruluş süreci içinde geleneksel bürokratik sendikal çizgiden ayrışması ve kamu emekçilerinin her vesileyle övünçle vurgulanan “fili ve meşru mücadele hattı”nın oluşması, kamu emekçileri sendikal hareketi bakımından önemli bir avantaj oluşturmuştur. Ancak, bu durum sonrasında, KESK’in kitlesel bir emek örgütü haline gelmeye başladığı koşullarda, tabandaki üyelerin karar alma ve alınan kararları hayata geçirme inisiyatiflerinin tepeden engellenmeye çalışılması ve KESK içindeki egemen siyasi grupların kendi aralarında ya da tek başlarına karar alıp uygulaması, KESK ve bağlı sendikaları, belli siyasal odakların etkisinde ve denetiminde olan bir konfederasyon ve sendikalar haline gelmesine neden olmuştur. Böylece, başlangıçta avantaj olarak görülen bir şey, giderek, kamu emekçileri mücadelesinin yaygınlaşması ve güçlenmesi açısından, somut bir dezavantaja dönüşmüştür. Bu dezavantajlı durum, siyasal grupların yönetimlerinde baskın güç oldukları sendikalara, ülkenin ve sendikal hareketin ihtiyaçlarından bağımsız, çoğu zaman bu ihtiyaçları bile gözetmekten uzak kaba müdahalelerini beraberinde getirmiştir. Bu durum, kamu emekçileri sendikal hareketinde, bir yandan sermaye ve devletten gelen saldırılar karşısında ciddi zayıflıklar yaratırken, öte yandan da, KESK ve bağlı sendikalarda hızla yaygınlaşmaya başlayan bürokratik yönetim anlayışını besleyip büyüten bir etkide bulunmuştur.
Kuruluş süreçlerinde, bir çağrıyla, kendi üye tabanının çok ötesinde yüz binlerce kamu emekçisini eyleme geçiren KESK ve bağlı sendikaların üst yönetimleri, dönem dönem, tıpkı Türk-İş bürokrasisi gibi, tabanın ve şubelerin beklenti ve önerilerini önemsemeyen, hatta zaman zaman onlardan şikâyet eden noktalara kadar savrulabilmişlerdir. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, diğer başka etkenlerin de etkisiyle, KESK’in karşısında, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi devlet güdümlü ve hükümet destekli sendikalar, hükümetlerin de desteğiyle, KESK’ten çok daha kitlesel örgütler haline getirilmişlerdir.
KESK içindeki siyasi odakların emek hareketinin ihtiyaçları dışında gelişen kimi müdahaleleri, dönem dönem KESK’in ve bağlı sendikaların iç demokrasisinin gelişmesinin önünde de önemli bir engel haline dönüşebilmiştir. Yönetimlerin belirlenmesinde grupların istekleri, birbirleri ile ilişkileri ve özellikle son yıllarda ön plana çıkan tasfiyeci yaklaşımlar, hemen her genel kurul döneminde gündemin en üstündeki yerini almıştır. Bu durum, sendikaların alt kademelerinden yukarı doğru çıkıldıkça daha da etkili bir biçimde sendikal yönetimleri belirlemiş, bu süreçte, kamu emekçilerinin talepleri ve sınıf hareketinin ihtiyaçları üzerinden hareket edenlerin bu olumsuz durumu düzeltmek için yaptığı girişimler yeterince etkili olmamış ya da beklenen sonuçları vermemiştir.
Sorunun bu yanı, önümüzdeki dönemde, geçmişe göre daha da önem kazanacak gibi görünmektedir. KESK’in, örgütlü ya da örgütsüz bütün kamu emekçilerinin ana kitlesini mücadeleye çekmek açısından olduğu kadar, söz konusu mücadeleyi yönlendirecek yönetimlerin belirlenmesinde de dolaysız bir biçimde etkin olması için alınacak önlemler, kamu emekçileri sendikal hareketinde son yıllarda yaşanan gelişmeler açısından bakıldığında daha da önem kazanmış bulunmaktadır.
HAREKETİN İHTİYAÇLARI ÜZERİNDEN YENİLENME
Ülkede yaşanan toplumsal ve siyasal gelişmeler, emek hareketine, her gün bir dizi olanak sunmaktadır. Geçtiğimiz dönemde kamu emekçileri sendikal hareketine kaynaklık eden taleplerden hiçbirisi ciddi anlamda karşılanmamış olması nedeniyle, KESK’e bağlı sendikalar ve binlerce sendika üyesinin mücadeleye çekilmesi başarılamamıştır.
Kamu emekçilerinin geçmiş dönemde karşı karşıya kaldığı güçlükler ve her geçen gün yoğunlaşarak artan saldırılar, kamu emekçileri içinde mücadelenin yeniden örgütlenmesini sağlayabilecek fırsatlar sunacaktır. Emeğe ve emekçilere yönelik tüm saldırılar, aynı zamanda kamu emekçileri sendikal hareketinin yeniden örgütlenmesi, yeniden mücadeleci bir çizgiye çekilmesi için önemli bir olanak olarak değerlendirilmelidir.
Yaşanan karmaşık süreç içinde, tüm eksikliklerine karşın, KESK gibi bir mücadeleci sendikal merkezinin genel kongre süreci, gündemde olan ve bundan sonra gündeme gelecek saldırı yasalarını püskürtmenin bir aracı haline getirilebilir. Kongre süreci, aynı zamanda, KESK’i yeniden kamu emekçileri ile buluşturmanın, KESK içindeki birlik ve bütünlüğü güçlendirmenin olanaklarını fazlasıyla sunacaktır. Diğer taraftan KESK’e bağlı sendikalar ve kamu emekçileri; sermaye güçlerinin saldırılarını işyerlerine ve tabana dayanarak püskürtebildikleri ölçüde, KESK’in, ilk yıllarında olduğu gibi, kamu emekçileri sendikal hareketine önderlik etme şansını yakalayabileceklerdir. KESK’in sınıf mücadelesinin ve içinden geçmekte olduğumuz dönemin ihtiyaçları doğrultusunda, yüz binlerce emekçiyi harekete geçirerek mücadeleci bir sendikal çizgiye yönelmesi; hem bürokratizm, grupçuluk, konformizm, menfaatçilik gibi sekter tutumların aşılmasını sağlayacak, hem de sermayenin saldırılarını geriletme, KESK’i yeniden büyütme ve güçlendirmenin fırsatı yakalanmış olacaktır.
Önümüzdeki sürecin, kamu emekçilerinin birleştirilmesinin daha ilerilere taşındığı, örgütlenme ve mücadele düzeyinin yükseldiği, sendikalarımızın güç ve itibar kazandığı, tabandaki emekçilerin inisiyatifinin güçlendiği bir süreç olması için, KESK, önümüzdeki dönemde, emekçilerin mücadelesi ve örgütlemesinde önemli görev ve sorumluluklarla karşı karşıyadır. Bunun için, öncelikle, halen yaşanan ve yaşanması muhtemel saldırılar, emekçilerin örgütlenmesi ve en geniş kesimlerinin mücadeleye çekilmesi açısından önemli bir olanak olarak değerlendirmek gerekir. Bu rolün hayata geçirilebilmesi için, KESK ve KESK’e bağlı sendikaların genel kurul süreçleri son derece uygun dönemlerdir. Seçimler nedeniyle üyelerle daha fazla yüz yüze gelmek, sendikal politikaları oluştururken, sendikaların üyelerden, üyelerin sendikalardan beklentilerini önemsemek gerekir. KESK ve bağlı sendikalar, işyerlerinden başlayan seçim süreçlerinde kendilerini etkinleştirip büyütürken, emek hareketini de büyütmüş olacak ya da emek hareketi büyüyüp güçlendiği ölçüde, KESK’in, genel olarak emek hareketi, özelde ise kamu emekçileri hareketi içindeki rolü ve önemi daha da artacaktır.
Kongreler sürecinde ve sonrasında benimsenecek olan mücadele planının layıkıyla hayata geçirilmesi için mümkün olan en geniş kesimin harekete geçirilmesi, yönetimlerin de, bu mücadeleye atılan çevrelerin temsilcilerinden, mücadele içinde ileri çıkan kamu emekçilerinden oluşması için gayret gösterilmesi önemlidir. Ancak böyle bir süreçten geçildiği ölçüde, yönetimler, çeşitli siyasi çevreler arasında kötü anlamda “pazarlık konusu olmak”tan çıkacak, birlik ve dayanışma içinde mücadeleyi ilerletme olanaklarını emek hareketinin önüne bir görev olarak koyacaktır.
Sendikal mücadelede, somut talepler üzerinden mücadele edilmeden, emekçilerin sendikalardan beklentilerini ve taleplerini sahiplenmeden sonuç alındığı bugüne kadar hiç görülmemiştir. KESK’in bütün kamu emekçilerini birleştiren bir sınıf tutumu benimsediğini ve bu tutumun bir gereği olarak sadece üyelerinin değil, tüm kamu emekçilerinin mücadelesini yürüttüğünü emekçiler arasında hissettirmeden, bugüne kadar oluşmuş mevcut durumu değiştirmek mümkün değildir. Bu nedenle, ilk olarak yapılması gereken, somut talepler üzerinden mücadelenin örgütlenmesi, hükümet ile emekçilerin karşı karşıya gelmesinin sağlanması ve bu karşı karşıya geliş içinde KESK’in mücadeleci tutumunun yine somut olarak ortaya konulmasıdır. Ancak bu yapıldığında, bir taraftan var olan üyeler harekete geçerken, diğer taraftan bu tutumu gören yüz binlerce örgütsüz kamu emekçisinin yüzünü KESK’e ve onun mücadelesine dönmesi sağlanabilir.
Genel Kurullar, kuşkusuz sadece seçimlere endekslenmeyen bir içerikte ele alınması ve genel olarak sendikal hareketin, özelde ise kamu emekçileri sendikalarının sınıfın ve hareketin ihtiyaçları doğrultusunda yenilenmesi için somut politikalar geliştirilmelidir. Böyle bakılmadığında; dar grup çıkarları emekçilerin ihtiyaçlarının önüne geçecek, gruplar arası ve gruplar içi gerilimler ve polemikler artacak, dışa dönük politikaların tartışılması yerine, iç çekişmelerin öne çıkması kaçınılmaz olacaktır.
KESK ve bağlı sendikalarda genel kurul süreçleri, hizmet birimi temelinde mücadelenin temel alındığı ve işyeri örgütlülüklerinin güçlendirilmesini önemseyen bir içerikte değerlendirilmelidir. Hizmet birimlerinde, statü ve sendika farkı gözetmeksizin tüm emekçileri birleştirmeyi ve mücadele içine çekmeyi hedefleyen, her sorunu kitleler içinde tartışabilecek kadar demokratik işleyiş kültürüne sahip bir işyeri örgütlenmesi, KESK’in yenilenmiş bir örgütlenme ve mücadele stratejisi açısından öncelikli olmalıdır. Bu şekilde işyerlerinde sermaye tarafından farklı ücret tarifeleri ve istihdam biçimleriyle birbirine karşı kışkırtılan ve rekabete zorlanan tüm emekçiler, ayrım gözetmeksizin, kadrolu istihdam ve eşit ücret gibi eşit haklar için mücadelede birleştirilerek, işyerlerinden başlayarak, yukarıya doğru sağlam birliklerini oluşturulabilir.
Sendika üst yönetimlerinin, emekçilere yönelik önyargılarını bir kenara bırakarak, onların talepleri için birlikte mücadeleyi örgütlemesi, örgütsüz ve güvencesiz çalışmak zorunda bırakılan emekçileri sahiplenmesi, başka sendikalara üye olan emekçileri “rakip sendikaların” üyesi değil, sınıfın bir parçası olarak görmesi son derece önemlidir. Geçtiğimiz dönem içinde, bu ifadeye en yakın tutum, 25 Kasım 2009’da, KESK ve Kamu Sen’in ortak çağrısıyla gerçekleştirilen “uyarı grevi” sırasında gerçekleştirilmiştir. 4688 Sayılı Sendikalar Kanunu’nun çıkmasından sonra, ilk kez eylemlerinde açıkça grev ifadesini kullanmış ve kamu emekçileri bu kadar yaygın ve geniş katılımlı bir eylem gerçekleştirebilmiştir.
Kamu emekçileri sendikal hareketi bakımından önceki dönemlerde birçok iş bırakma eylemi yapılmıştır. Bazı başarılı iş bırakmalar, Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu (KÇSP) ve sonrasında Emek Platformu döneminde gerçekleştirilmiştir. KÇSP döneminde gerçekleştirilen 20 Aralık 1994 iş bırakma eylemi ve Emek Platformu döneminde gerçekleştirilen 1 Aralık 2000 eylemi, bu eylemler içinde en kitlesel ve yaygın olanlarıdır. KÇSP döneminde, emekçilerin sendikal bölünmüşlükleri bugünkü kadar yaygın değildi ve işyerlerinde sadece KESK kitlesel olarak örgütlüydü. O dönemde, işyerlerinde örgütsel bütünlüğün daha fazla olması, üyelerin söz ve karar süreçlerine doğrudan katılması nedeniyle, eylemlerin kitleselliği ve canlılığı sonraki dönemlere göre daha fazlaydı.
İş bırakma, grev gibi doğrudan işyerinde hizmeti ya da üretimi durdurmaya yönelik eylemler, sonuç almaya yönelik en etkili eylemler olduğu gibi, iki sınıfın karşıt çıkarları temelinde karşı karşıya gelmeleri açısından da önemlidir. Bu nedenle, geçmişte olduğu gibi, son dönemlerde de bu tür birlikteliklere yönelik içeriden ve dışarıdan müdahaleler yapılmaya çalışılması kaçınılmazdır.
25 Kasım’da, kamu emekçileri, KESK içinde bazı siyasal gruplar tarafından sekteye uğratılmaya çalışılsa da, somut talepler etrafında emekçileri birleştirici tutum alındığında, kitlelerin her türlü mücadeleye hazır olduklarını göstermiş, “kitle hazır değil, kadro grevi yapalım” diyen kimi çevrelere en iyi cevabı, 25 Kasım 2009’da alanlara çıkarak vermiştir. 25 Kasım uyarı grevi, “solculuk” hastalığından bir türlü kurtulamayanlar açısından da öğretici olmuştur. İşyerlerindeki sendikal rekabetin en çok ortak talepler ve çözüm bekleyen sorunlara sahip emekçilerin birlikte mücadelesine zarar verdiği görülmüştür. Bazı siyasal grupların Kamu Sen ile ortak çağrı yapılmasını iç tartışma malzemesi yapması, bazılarının grevi örgütlemek için işyeri çalışmaları bile yapmaktan uzak durması karşısında en büyük tepki, sorunları her gün yüz yüze yaşayan üyelerden gelmiştir.
25 Kasım uyarı grevi, kamu emekçileri mücadelesi açısından önemli bir dönüm noktası olmakla birlikte, bu eylemle kamu emekçilerinin sorunları çözülmemiş, talepleri karşılanmamıştır. KESK yönetimi, başarılı geçen bir eylemin devamını getiremediği gibi, siyasi iktidarın o tarihten sonra “vites yükselterek” sürdürdüğü saldırı politikalarına karşı, yine bildik basın açıklamaları ve “kadro eylemleri” ile yanıt vermeye çalışmıştır.
Emekçiler arasında sendikal rekabet yerine dayanışma ilişkilerinin güçlenmesi ve bunun üzerinden en geniş kesimin mücadele içine çekilmesi, sınıf mücadelesinin gelişmesi bakımından tayin edici öneme sahiptir. Bu şekilde, emekçilerin, kendi içinde birleşmiş bir sınıf olarak, mücadele deneyimleri üzerinden bilinçlenmesinde somut ilerlemeler olabileceği gibi, aynı zamanda işyerlerinde geniş kitlelerin mücadeleci sendikal anlayışı benimsemesi kolaylaşacaktır.
Önümüzdeki dönemde, sendikal zemindeki her türlü parçalanmışlığa son verilmeli, sendikalı sendikasız, şu ya da bu konfederasyona bağlı olduğuna bakılmaksızın, 657’li, sözleşmeli, taşeron, vakıf elemanı gibi ayrımlar yapmaksızın, farklı statüdeki emekçileri mücadele içinde birleştirecek bir sendikal politikanın yaşam bulması için çalışmak gerekmektedir. Bu durum, gerek saldırılara işyerlerinden başlayarak tepkinin örülebilmesi ve gerekse sendikalar ile üyeler arasındaki ilişkilerin yeniden ve tabandan örülmesi açısından son derece önemlidir. Bunun temel alındığı bir çalışma tarzı, sendikal bürokrasinin sendikalarda oluşmasını engelleyeceği gibi, var olan bürokratik ve grupçu eğilimleri etkisizleştirmesi de kaçınılmazdır.
GENEL KURULLAR SÜRECİ NASIL DEĞERLENDİRİLMELİ?
Sermaye saldırılarının bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde, emekçiler cephesinde ve kamu emekçileri sendikalarında bu saldırıları püskürtecek, birleşik, güçlü bir mücadele platformuna duyulan ihtiyacın aciliyeti ortadadır. KESK’e ve bağlı sendikalara şube genel kurullarından itibaren düşen görev, saldırı yasalarından etkilenecek emekçi kesimlerin her geçen gün artan öfke ve tepkilerini birleşik bir güce dönüştürecek yönetimlerin sendikalarda görev almasını sağlamaktır. Geçmişte yapılan hataların bir kez daha tekrarlanmaması için, sınıf bilinçli kamu emekçilerine bu noktada önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir.
Sendikal hareketin ve emekçilerin acil önlemler alınması gerektiren sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemde gerçekleşen KESK ve bağlı sendikaların genel kurul süreçleri, dönemin ve hareketin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir sorumlulukta değerlendirilmelidir. Bu dönem, kimlerin seçileceğinden daha fazla, emek mücadelesini ilerletecek hamleleri yapmak üzere gerekli kararları alan, buna uygun bir mücadele hattı konusunda gerekli çağrıları yapan, tutum alan ve sınıftan yana tüm güçleri birleştirmeyi amaçlayan bir genel kurul süreci yaşanması zorunluluk olarak görülmektedir.
Mücadelesini yasaların çizdiği sınırlar ile sınırlandırmayan, hizmet üretim alanları olan işyerlerini temel alan, dönemsel olarak kendini yenileyebilen, örgütlenme ve mücadele programına sahip bir KESK, tıpkı ilk çıkış yıllarında olduğu gibi, örgütlü örgütsüz yüz binlerce kamu emekçisinin örgütlenme ve mücadele merkezi haline gelebilir. Bunun başarılabilmesinin ön koşulu, başta yöneticiler ve ileri kadrolar olmak üzere, KESK’in yaratılmasında ve mücadelesinde emeği olan kamu emekçilerinin, var olan durumu doğru değerlendirip, sendikalarına sahip çıkmaları ve sendikalarını sınıf mücadelesinin ve dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden inşa etmeye yönelmesinden geçmektedir.
Kamu emekçileri sendikalarının, sınıf hareketinin ve içinden geçmekte olduğumuz dönemin ihtiyaçları üzerinden yenilenmesi, her şeyden önce, mevcut sendikal yapının sınıf sendikacılığı ilkeleri doğrultusunda dönüştürülmesi, sendika-üye ilişkisinin doğrudan kurulması ve bütün bunlara paralel olarak, yönetim ve sendikal demokrasinin gelişmesi üzerinden sağlanmalıdır. Sendikaların dönüştürülmesinde emekçileri işyerlerinde karşı karşıya getiren, onların birliğine ve birleşik mücadelesine zarar veren her türlü tutum ve rekabete karşı, emekçilerin birliğini ve birleşik mücadelesini temel alan mücadeleci bir sendikal çizginin hayata geçirilmesi önemlidir.
Sermayenin ve onun temsilcisi AKP’nin yıllardır uyguladığı emek düşmanı politikalar, bu politikalardan olumsuz etkilenen bütün kesimlerin taleplerinin ve mücadelesinin ortaklaştırılmasını kolaylaştırmaktadır. İnsanca yaşam ve çalışma koşullarının sağlanması; güvenceli iş ve sosyal güvenlik hakkı; ücretsiz sağlık ve eğitim hizmeti; her türlü katılım paylarının kaldırılması; dolaylı vergilerin kaldırılması; zamların geri alınması; özelleştirme, esnek çalışma, taşeronlaştırmaya son verilmesi; bütçenin sermaye için değil halk için hazırlanması; örgütlenme, grevli toplu sözleşme hakkının önündeki engellerin kaldırılması vb. gibi talepler etrafında birleşmiş bir sınıf mücadelesinin geliştirilmesi, bugün, düne göre daha olanaklıdır.
SONUÇ
Sendikaların önemini kaybettiği, artık işe yaramaz kurumlar haline geldiği gibi söylemler sıkça gündeme getirilmektedir. Ancak dünyada ve Türkiye’de, özellikle son on yıldaki mücadelelerde sendikaların oynadığı rolün önemli etkisi olduğu da açık bir gerçektir. Son yıllarda yaşanan gelişmelerin de gösterdiği gibi, koşullar ne kadar “aldatıcı” olursa olsun, sendikalar, emekçi kitlelerin en geniş kesimlerinin birleşme ve mücadele merkezleri olma özelliklerini sürdürmektedirler.
Tüm eksikliklerine rağmen mücadeleci bir sendika merkezi olan KESK ve bağlı sendikaların kongre süreci, KESK’e bağlı sendikalarda bir süredir yaşanan sayısal ve politik daralmanın, yaşanan kan kaybının ve zayıflıkların nedenleri ve çıkış yollarının bütün yönleriyle tartışılarak, hareketin birlik ve bütünlüğünü güçlendirmenin olanaklarını sunmaktadır.
İnsanca yaşam ve çalışma koşulları gibi ekonomik taleplerin yanı sıra, Kürt sorunundan laisizme, örgütlenme ve ifade özgürlüğünden, bağımsızlıkçı ve antikapitalist-antiemperyalist mücadelenin yükseltilmesine kadar, ülke demokrasisini doğrudan ilgilendiren pek çok siyasi konunun işyerlerinde tartışılması ve her sorunun emekçilerin çıkarları doğrultusunda çözülmesi açısından KESK’in bugüne kadar oynadığı ve oynayacağı rollerinin olması, genel kurullar sürecinin önemini bir kat daha arttırmaktadır.
KESK ve KESK’e bağlı sendikalar, bütün zaafları ve eksikliklerine rağmen, en örgütlü, en mücadeleci, yığınlar içinde en çok itibara sahip sendika merkezleri olma özelliklerini bugün de sürdürmektedirler. KESK’in zaaflarını aşması, bürokrasiyi yenerek, mücadeleci, demokratik, inisiyatif sahibi ve disiplinli bir emek örgütü olarak hareket etmesi, tüm emek örgütleri, sendikalar ve emek hareketi açısından hem bir ihtiyaç, hem de zorunluluktur.
Sendikal hareketin ve emekçilerin acil önlemler alınması gerektiren sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemde gerçekleşen KESK ve bağlı sendikaların genel kurul süreçleri, dönemin ve hareketin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir sorumlulukta değerlendirilmelidir. Bu dönem, kimlerin seçileceğinden daha fazla, emek mücadelesini ilerletecek hamleleri yapmak üzere gerekli kararları alan, buna uygun bir mücadele hattı konusunda gerekli çağrıları yapan, tutum alan ve sınıftan yana tüm güçleri birleştirmeyi amaçlayan bir içerikte genel kurulların değerlendirilmesi gerekir.
Sınıf iradesini temel alan sendikal demokrasinin aşağıdan yukarıya, her adımda emekçilerin iradesine dayanarak örgütlenmesi ihtiyacı, sadece kamu emekçileri sendikal hareketinin yeniden örgütlenmesi açısından değil, aynı zamanda, bütün emekçilerin taleplerini kucaklayan birleşik bir mücadelenin örgütlenmesi açısından da önemlidir. KESK’e bağlı sendikaların genel kurullar süreci bu çerçevede ele alınıp değerlendirildiği ölçüde anlamlı olacaktır.