Fuçik’ten İmran’a; Ölümsüzleşen yaşam

Gazeteci, edebiyat eleştirmeni ve komünist bir önder olan Çekoslovakyalı devrimci Julius Fuçik, faşizme karşı Marksizm-Leninizm’in yorulmaz bir savaşçısı olarak mücadele ederken bu fırtınalı güç günlerde Gestapo tarafından tutuklandığı pankrast zindanında “Darağacından Notlar” adlı kitabını kaleme aldı.
Kitapta Fuçik’in sayısız işkencelerden geçip Gestapo tarafından katledilişine kadar olan zaman dilimi içindeki serüvenine; sayısız öğretici deneyi içeren sade dili ve derin gözlem gücüyle yüklü edebi anlatımı eşlik eder. Bütün bunları vurgulamak açısından kitabı hem Fuçik’in anlatımına hem de olaylar dizgesine bağlı kalarak anlatmak doğru olacaktır.
İllegalite kurallarının bir dikkatsizlikle çiğnenmesinden dolayı Fuçik ve arkadaşları Gestapo’nun eline düşerler. İşkence öncesi tutsakların bekleme salonu Petçek binasında herkes kendi işkence sırasını bekler. Tutsaklardan birinin ‘sinema’ adını taktığı bu yerde birazdan sayısız sahneler belirecektir. Yoldaşlık ve sadakati olduğu gibi ihaneti de içeren sayısız sahneler…
Fuçik’in sorgusu polisin o klasik teranesiyle başlar:
-Bak gördün mü, biz her şeyi biliyoruz; başla ötmeye.
Fuçik’se şu karşılığı verir:
-Her şeyi biliyorsan sana niye daha fazlasını anlatayım. Yaşamımı boşa harcamadım, sonunu da rezil edecek değilim.
Sorgunun sonu Fuçik’in ölümle yaşam arasında gelgitlerin sıkça tekrarlandığı bedeninin soğuk hücreye atılmasıyla aralanır. Yoldaş yakınlığı; bu soğuk hücrede işkenceden bitkin düşmüş Fuçik ile Pesek Baba arasında kuruluverir. Pesek Baba bir anneninkinden daha yumuşak daha şefkatlice bakar Fuçik’e. Beyaz ıslak kompres beziyle ölünün her gelişinden onu ürkütüp kayırır, geceler boyu uykusuz Fuçik’in nefesini dinler. Bu yakınlıktır yaraları temizleyen, yaralardan akan irinin çıkardığı korkunç kokudan bir an olsun yüzünü buruşturmayan yine bu yoldaşça inceliktir. Uzun boylu aramaya gerek yok, parti yoldaşlığı işkenceden bitkin düşmüş tutsağın güç toplaması için tabaklarındaki et kırıntılarını kıymık kıymık bir araya getirip ona yediren tutsakların yoldaşça yakınlığıdır. Fuçik’e göre “Kanayan birçok yarası vardır bu kardeşliğin ama yenilmez bir kardeşliktir. Onun desteği olmaksızın alın yazınız olan bu yükün onda birini çekemezsiniz. Ne siz ne bir başkası”
Julius Fuçik’in kitabının “tipler, profiller” adlı bölümünde “küçük büyük ama gerçek, yaşanmış karakterler bunlar, figüranlar değil” diyerek anlattığı unutulmaz tiplerden biri de Lida’dır.
Fuçik Lida’yı tanıdığında o cıvıl cıvıl, gençliğin bütün enerjisi ve kendine özgü taşkınlığını taşıyan genç bir kızdı. Kısa sürede hızla gelişen Lida devrim ve sosyalizm saflarına katıldı. Bu enerji bilinçli dinamizmiyle birleşti. Zamanla o neşeli bir parça kaygusuzluk, Lida’da yerini sorunları enine boyuna tartan genç bir insanın neşesine bıraktı.
Alabildiğine delişmen, yerinde duramayan Lida partiye kabul edildiğinin akşamı hayli sessizdir.
“Lida bu gece sessizdi. Evin yakınlarında bir tarladan geçerken birden durdu ve düşen kar taneciklerinin yere konduğunun işitilebileceği bir sessizlikle usulcacık şöyle dedi:
-Biliyorum, bugün yaşamımın en önemli günü artık yalnızca kendime ait değilim. Bundan sonra ne olursa olsun seni düş kırıklığına uğratmayacağıma söz veriyorum.”
Ve Lida yaşamı boyunca o gece verdiği söze bağlı kaldı. Sevgilisi Mirek çözülüp kendisini Gestapoya teslim ettiğinde dahi umutsuzluğa kapılmadı. Çünkü ondaki bilinç yüzeyde kalmamış, bilgi bilinç düzeyine çıkarak sosyalizme olan inançta maddeleşmişti. Bu sağlam bir kişilikle de bütünleşince “Lida en çetin kavgalardan yüzünün akıyla” çıktı.
Fuçik, partiye sadakatin tanıklığını kaleme alırken aynı zamanda benzetmelerinden güçlülükle de anlatımının doruğuna çıkıyordu. Hem partiye olan inanç hem de onu temsilen öğretmeni olan Fuçik’e sarsılmaz bağlılık bu duygu ve düşünce bütünlüğü Fuçik’in o sade içten anlatımında berraklaşır. Darağacından Notlar taşıdığı önemli politik içerikle hem tarihsel bir belge hem de zengin bir hayal gücünün eseri olan edebi bir yapıttır. Özellikle içerdiği zengin deneylere, gelecek kuşaklara aktarılacak değerli eğitsel mesajlara karşın estetik olarak zayıf birçok eser arasında bu kitap edebi değeriyle de sıyrılan önemli bir örnektir.
Fuçik’in dostlarından bir diğeri de Jelinek’ler çiftidir. Joseps bir tramvay biletçisi, Marie ise bir hizmetçidir. Marie’nin son mesajı şuydu; “Dışarıdakilere benim için üzülmemelerini ve başıma gelenlerden yıkılmamalarını söyleyin. Ben bir militan olarak görevimi yaptım ve aynı şekilde ölüyorum.” Fuçik’se Marie’yi, bu değerli yoldaşını son yolculuğuna şu sözlerle uğurlar. “O yalnızca bir hizmetçiydi ve yüzyıllar önce iletilen o yiğitçe mesajı bilmiyordu:
-Yolcu, Lakedemonya’lılara yasalar gereğince öldüğümüzü söyle!”
Kitap okunup bittiğinde beyninizin dumanı hala tüten düşünce kıvrımlarında Fuçik’in direnişi yükselir. Faşizmin doludizgin at koşturduğu, cesetlerin üst üste yığıldığı Pankrast’ta Fuçik komünizme duyduğu inancı bir an olsun bile yitirmez; umutludur hala. Acaba çok mu iyimserdir Fuçik? Oysaki “İyimserlik yalanlara dayanmaz, dayanamaz, iyimserlik gerçeklere dayanmalıdır. Savaşın tek bir yolla bitebileceğim gören bir iyimserlik yaşayabilir” ancak.
Julius Fuçik öldüğünde 40 yaşındaydı. Ardında Lida gibi binlerce inançlı genç komünist sayısız kültürel ve siyasi inceleme yazıları bıraktı. Birde “bir tek benle yitip gitmez her şey” diye haykıran bir inanç. 50 yıl sonra bu kez bir başka özgürlük savaşçısı genç işçi İMRAN AYDIN gerçeğin mayasını ören aynı inançla haykırıyordu zindanlarda: “Faşizme Ölüm Halka Hürriyet”. Kimdir İMRAN AYDIN? Site gençliğinin komünist önderi. 12 Eylül geldiğinde genç bir komünistti, o karanlık günlerde, partiye inançsızlığın diz boyu olduğu, faaliyetin kesintiye uğradığı günlerde İmran yorulmaz bir inanç ve kararlılıkla bir sürü genç çırağı örgütledi. Hareketin geniş yığınları kucaklayarak yükseldiği günlerde devrimci olmak kolaydı. Ancak 12 Eylül kasırgası devrimci hareketi geçici de olsa yenilgiye uğrattığında, bu kasırga devrimi gelip geçici bir heves gibi benimseyen devrimin geçici yol arkadaşlarını önüne kattı. Geriye İMRAN gibi kararlı unsurlar kaldı, güç günlerde dahi çalışan.
Gün ışığında alevin öyle olağanüstülüğü yok, ya gece karanlığında? İMRAN AYDIN 12 Eylül’ün o koyu zifiri karanlığında genç çıraklara kurtuluş yolunu gösteren bir özgürlük aleviydi. Partisini yeniden bulduğunda ‘87’de yaşanan toparlanma sürecine büyük bir çalışkanlıkla omuz verdi. Bu süreçte yaşanan hatalara karşı tutumu ise son derece gerçekçiydi. “Partimiz bünyesinde taşıdığı hata ve zaafları aşabilecek dinamizme sahiptir” derken aynı iyimser gerçeklikten hareket ediyordu. Bu hataların bir kısmını ‘87 yılıyla başlayan toparlanma sürecinin doğal ama aşılması gereken eksikleri olarak görürken, bir kısmını da partiyi çürüten, kaynağını troçkizm ve liberalizmde bulan hatalar olarak belirledi. Proletaryanın çelikten partisini tehdit eden gevşekliklere ve bu türden hatalara takındığı tutucu ‘ortodoksça’ bir tutumken, bir yandan da genç komünist öğrencilerin (belli bir özveri ve çabayı içermesine karşın) sosyalizmi kavrayıştaki eksiklik, deneyimsizlik gibi hatalarına takındığı eğitici hoşgörü tutumu ise O’nun komünist esnekliğini ifade eder. İMRAN AYDIN, JULIUS FUÇİK gibiler devrimi gerçekleştirme sanatını icra eden partinin mütevazı işçileri, gerçek sanatçılarıydı. Stalin’in, gerçek birer parti işçisi olabilmek gerektiğinden söz ederken kast ettiğiyle, Kalinin’in yaratıcılıktan kastı işte budur. Bu gerçek parti işçileri ki devrim yolunda mücadelenin kaçınılmaz zorluklarına sebatkârca katlandılar. Sızlanmadan mücadele etmeyi partiye bir lütuf değil görevleri olarak benimsediler. Parti yaşantısı, partililik bir komüniste hedefe giden yolda yalnızca ve yalnızca zorluklar vaat eder.
Partili olmayı toplumda şerefli bir yer edinmek olarak anlayan, varolan hatalardan sürekli şikâyet eden ancak müdahaleci davranmayan, görevini de katlanılması zor bir işi yaparcasına bir ruhla gerçekleştirenler imar’ın tam zıddı olan bir tip çizerler. İMRAN AYDIN ise partinin yönetici kadrosunda bulunmasına karşın en ufak bir eksiklikte dahi sıradan genç komünistlerle bizzat konuşan, sorunlara her yönüyle eğilip çözümleme yönünde çalışan eşsiz bir sanatçıydı. Sorunu çözmek için sorunu yerinde incelemeye dayalı ve elbette ki hummalı bir koşuşturmacayı içeren bu yöntem partiyi çürüten bürokrasi hastalığını da yenmeye yöneliktir. İMRAN AYDIN partiyi yaşatan canlı ruhun, Leninist Partinin militan tipinin, partideki yeni insanın temsilcisi! Parti, devrim ve sosyalizme, Marksizm’le donanmış bilgisini ve devrimci çalışmanın yaratıcı ürünü olan ruhunu koyan İMRAN gibi komünistlerin omuzlarında yükselecek ve parti ruhu hep yaşayacak.
İnsanları büyük yapan olaylar arasındaki zorunlu iç çelişkileri kavramaları, dünyayı değiştiren tarihsel eylemidir. İmran’da bu büyük insanlardan biri; tüm bu özellikleriyle İMRAN devrimci sanatçının yaratacağı tarzda işleyeceği eserin konusu olmalı. Bunun ötesinde gerçeği besleyen ayrıntılarla taçlandırılmalı bir sanat eseri. İmran yazılırken tutkuları, özlemleri, sevdası insana özgü sıradan ne varsa kısaca insanlıklarıyla anlatılmalı. Bu sıradanlık kötü, niteliksiz bir sıradanlık değil, her insanda bulunması gerektiği bakımından bir sıradanlıktır. İnsanüstü değil insancı, böyle olduğundan da güzel ve anlamlı. Fuçik’in şakacı bir insan olduğu söylenebilir. Baksanıza O sopa yerken dahi kendisiyle eğlenme gücünü bulabiliyor. “Derken ilk sopa darbesi iniyor, ikincisi, üçüncüsü saysam mı. Boş ver oğlum, böyle istatistikleri bildirebileceğim hiç bir yer yok”
İMRAN AYDIN’sa gülüşünde bile ölçülülük sezilen ağırbaşlı sevecen insan!
Site araştırmasının yazarı aydın işçi!
İMRAN AYDIN bir sevgili, bir evlat bir kardeş!
İMRAN AYDIN destanı henüz yazılmamış komünist!
Portren öylesine güçlü kazılı ki yüreğimize. Katledildiğin gün aktı gözyaşları. Oysaki akıttıklarımız acı ve öfkeden örülü ruhumuzdaki fırtınanın yalnızca yüzeydeki buharıydı. Bunu bilerek şöyle sesleniyordu Fuçik, ölüm yolculuğuna çıkmadan dostlarına “Gözyaşlarının, ıstırabın acı kırıntılarını silip süpüreceğini sanıyorsanız bir süre ağlayın ama yazık oldu demeyin”
Ulusları farklı ancak yazgıları devrime adanmış ortak bu iki insan Fuçik’le İmran, onlar ki çağımızın Prometheus’ları, özgürlük ateşini insanlığın eline tutuşturdular. Son nefeslerinde, tükenmez bir soluk olan sosyalizme can verdiler. İmran, Sinan, Elif, Fuçik ve daha niceleri hepsi gür bir koro oluşturarak aktılar sosyalizmin o coşkun ırmağına. Şimdi ırmak akarken çağıldayarak, sayısız kahramanın türküsünü söyler; kısa, anlamlı, öğretici biraz da içli bir türküdür bu, savrulur rüzgâra.

Eylül 1991

Bizim de babuşkinlerimiz var!

Özgürlük Dünyası’nın son sayısında Lenin’in Babuşkin’in anısına yazdığı yazıyı okudum. Lenin’in o eşsiz dehasının ürünü güçlü ve canlı anlatımıyla birleşen, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin yiğit militanı Babuşkin’in öyküsünü okuyup da etkilenmemek, devrimci bir coşkuya kapılmamak elde mi? Lenin RSDİP’in bir aydınlar partisi olduğunu söyleyenlere işçi komünist Babuşkin’i örnek göstermiştir. Lenin, Babuşkin ve böylesi işçilerin anısını yaşatmak için işçi yoldaşlardan şöyle bir istekte bulunur: “Biz işçi yoldaşlarımızdan, o dönemin mücadelesinin anılarını ve Babuşkin ve 1905 Ayaklanmasında ölen diğer Sosyal Demokrat işçiler üzerinde ek bilgi toplamalarını ve göndermelerini istiyoruz. Böylesi işçilerin hayatı üzerine bir kitap yayınlamak istiyoruz. Böylesi bir kitap, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin şüphecilerine ve küçük düşürücülerine en iyi yapıt olacaktır. Böylesi bir kitap, bu kitaptan, her sınıf bilinçli işçinin nasıl yaşaması ve hareket etmesi gerektiğini öğrenecek genç işçiler için mükemmel bir okuma malzemesi olacaktır.” Lenin’in komünist işçilerin yaşamı üzerine hazırlanacak bir kitabın karşılık vereceği ihtiyaca ve göreceği işleve önemle vurgu yapması bana Özgürlük Dünyası’nın 42. sayısında okuduğum bir duyuruyu anımsattı.
Duyuru ölümünün üzerinden henüz bir yıl geçmişken hepsi de mücadele arkadaşlarınca anısına onlarca şiir, anı ve öykü yazılan İmran Aydın’ın yaşamını konu alan bir kitap hazırlandığını ve kitaba katkı beklenildiğini bildirmekteydi. İmran Aydın devrimci komünizmin inat ve ısrarla yaratmak ve çoğaltmak istediği Leninist militan tipinin rafine bir örneğini oluşturuyor. Lenin’in sözünü ettiği işçilerin komünizm yolunda kendilerini eğitmelerine yardımcı olacak böylesi bir kitaba bugün de ihtiyaç vardır. Gururla bizim de Babuşkin’lerimiz var diyerek böylesi bir çalışmayı sevinçle karşıladığımı söylemek istiyorum. Babuşkin tipi farklı ülkelerde de olsa devrim ve sosyalizme doğru yürünen zorlu mücadele dönemlerinde sıyrılıp gelen ve ortak birtakım özelliklerle donanmış bir militan tipinin simgesi olmuştur.
1971’den bugüne Türkiye Devrimci Hareketi’nin tarihine bakıldığında her kabarış ve düşüş döneminin özelliklerini kendinde cisimlendiren militanlarla karşılaşılır.
Bütün dünyada devrimci bir çalkanma döneminin tarihi olan 1968 ve onu izleyerek 1971’de en olgun haline kavuşan dönem, bu dönemin tüm özelliklerini kendinde toplayan ‘68’in devrimci ortamının doğrudan ürünü olan Deniz’in adıyla birlikte anılır. Deniz ’71 devrimcilerinin hepsini ifade edebilecek bir simgedir.
1975-80 yılları arasında yetişen ve 12 Eylül darbesinin ardından, sehpada devrim türküleri söyleyen militanları anmak için bu dönemin bir kahramanını, 17 yaşında zindanda ve sehpada komünizme ve partiye bağlılığını haykıran Erdal Eren’i anmak yeter.
İmran Aydın da bir dönemin simgesidir. O ilk iki örnekten farklı olarak, büyük kabarış dönemlerini simgelemez. İmran, 12. Eylül’ün karanlık yıllarında, işçi hareketinin bastırıldığı devrimci saflarda büyük bir moral çöküntü ve tasfiyenin yaşandığı bir dönemin; devrimciliğin kimseye zorluk ve fedakârlıktan başka bir şey vaat etmediği bir dönemin devrimci tipidir, devrimci karakterinin biçimlenişinde zorluklarla dolu dönemin özelliklerinden izler vardır.
1907 Rusyası’nda olduğu gibi ’80’ sonrası karanlığı da döneklik ve kararsızlık gösteren, yalpalayan güruh arasından mücevher gibi parlayışlarıyla seçilen sayısız Babuşkin devşirdi. İmran, bunlardan biriydi. Devrimciliği, işçilik yaşamına özümseten İmran Aydın, mücadelesi boyunca tüm enerjisini ve dikkatini bütün Babuşkin’lerin ortak özelliği olduğu gibi, komünizmin davasını ilerletmeye, partinin faaliyetini genişletmeye seferber etti. İç çıraklıktan yetiştiği yer olan Siteler, O’nun sağlam bir örgütçü olarak geliştiği ve faaliyet yürüttüğü temel bölge oldu. Fedakârlık, proletaryanın davasına sonsuz bağlılık ve devrimci cesaret sınıfının erdemleri olarak İmran’ın kişiliğinde somutlanmış, bu özellikler güçlü ve sıcak kitle bağlarıyla pekişmişti.
Lenin, hayatta büyük bir şeyler başarabilmek için coşkulu bir karaktere ve yaşama sevincine sahip olmak gerektiğini söyler. İmran’da da bu coşkun karakter, ağırbaşlı bir kişilik yapısına ve devrime ölesiye tutkun ateşli bir ruha eklenmişti. Babuşkin için “Onu bilenlerin hepsi çalışkanlığı, gevezelikten kaçmışı, derin ve güçlü devrimci ruhu ve davaya ateşli bağlılığı için onu sever ve sayardı” diyor Lenin. Sayılan bütün bu meziyetler Leninist militan tipinin ortak özellikleri… Zamanımızın Babuşkin’lerinden İmran da çok az konuşup ancak devrim için çok iş yapanlardı. Öğretmenliğini, karşısındakine bilgisini ezici bir biçimde hissettirir tarzda değil, birlikte öğreniyormuş duygusu uyandıran bir kolektivizm ruhu aşılayarak yapar, deneylerini Marksizm-Leninizm’in her zaman bir öğrencisi olduğunun bilincinde bir tavrın alçak gönüllüğüyle aktarırdı. Devrimin yüklediği görevleri hemen uygulamakta pek aceleci ve ataktı. O her komünist gibi saatini devrim için işleyecek bir zamana ayarlamış, ertelenmez işleri olan bir Rahmetov, bir Babuşkin’di.
O’nun en önemsiz, hamallık sayılabilecek işlere bile omuz vermesi, partili olmayı ayrıcalık değil, işçilikle birleştiren, bu yüzden de gereksiz hamallık olarak görülmemesi gereken bir kavrayıştan ve çevresindekilere kavratmak isteyişinden kaynaklanıyordu. O’nun sıkça söylediği “az uyuyup, çok okumaya çalışın” sözü genç komünistlerin belleklerinde bir yerlere kazınmıştır.
Diktatörlüğün eline düştüğünde de gündelik işlerini nasıl eksiksiz bir sorumluluk ve işçi disipliniyle yerine getirdiyse, işkencede de komünizm davasına ve partiye karşı görevini; aynı disiplinle ve olağanüstülük aranmaması gereken bir sadelikle direnerek, bir parti işçisine yakışır tarzda yerine getirdi. O, yalnızca sırları saklayan suskun bir komünist değildi; işkencede devrimin ve komünizmin zaferini düşmanın yüzüne haykırırken yine etkin ve değiştirendi.
İmran, yaşamı ve ölümüyle, binlerce işçi ve genç komüniste kendilerini nasıl Leninist militan tipi olarak inşa edeceklerini gösteren canlı bir kişilik olarak yaşıyor.
Bizim Babuşkin’lerimizi de öğrenmek ve anlatmak gerekiyor.
Devrim ve komünizm, zafere kadar bizden daha nice Babuşkin’ler ve onların öyküsünü anlatan nice kitaplar, şiirler yazılmasını ister…

Haziran 1992

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑