Sermaye, işçi sınıfına ve emekçilere tarihin en büyük saldırısını açmış durumdadır. Bu saldırılarda hedeflerine de adım adım yaklaşmaktadır.
İşçi sınıfının iş koşulları, sermeyenin istekleri doğrultusunda değiştirildikten sonra, sıra kamu emekçilerine gelmiştir. “1475 sayılı iş kanunu”nda yapılan değişikliklerle, nasıl ki işçi sınıfının yüz yıllık kazanımlarını bir çırpıda tırpanlandı ve sınıfının 150 yıl önceki kölece çalışma koşullarına dönmesini “garanti altına” alındıysa, “kamu personel rejimi” yasasıyla da kamu emekçilerinin, başta iş güvencesi olmak üzere, var olan bütün hakları ortadan kaldırılacak ve tamamen sermayenin (varsa tabii) “insafına” terk edilecektir.
Sermaye saldırılarının bu kadar yoğunlaşmasına rağmen emekçiler cephesinde ve kamu emekçilerin sendikalarında bu saldırıları püskürtecek bir mücadele platformunun oluşmadığı, tepkilerin etkisiz, dağınık ve bazen yerellere sıkışan bir nitelik arz ettiği gözlenmektedir. KESK’teki sorunlar sınıfın partisinin birçok materyalinde işlendi. Sermayenin saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde sendikalarda ve sendika şubelerinde var olan sorunların tekrar tartışılması ve sendikalarda faaliyet yürüten sınıf bilinçli kamu emekçilerinin çalışma tarzlarını yeniden sorgulanması, sorunların aşılmasında ve saldırıların püskürtülmesinde faydalı olacaktır.
KESK’TEKİ DURUM
Sendikalar bir yığın hareketidir ve her yığın hareketinde olduğu gibi zaman zaman yükselip herkesi kapsayan bir harekete dönüşmesi, zaman zaman ise “yaprak kımıldamayan” bir karakter göstermesi olağandır. Ama kamu emekçileri sendikalarında, sınıf hareketinin dönemsel seyrinden bağımsız olarak, oldukça uzun bir zamandan beri bazı zaafların yeşermeğe başlamış olduğunda herkes hem fikirdir.
“Kamu personeli yasası”na karşı gelişen daha doğrusu gelişemeyen tutum, sorunların ne kadar derinleştiğinin ifadesidir. Kamu emekçilerinin, sendikalara üye olanları da dahil çoğu, saldırı yasalarından haberdar değildir. Rutin bir şekilde işlerine devam etmektedir. Haberdar olanlarda ise, daha çok iki eğilim mevcuttur. Haberdar olanların bir kısmında böyle yasaların geçmesinin mümkün olmadığı, bu kadar büyük bir saldırıyı yapmaya hiçbir iktidarın cesaret edemeyeceği görüşü hakimdir. Saldırının şu ya da bu düzeyde farkında olanların diğer kısmında da, “ne yaparsak yapalım nasıl olsa bu yasalar geçecek” teslimiyetçi tutumu hakimdir. Sermayenin bu kadar cepheden yaptığı bir saldırıya neden cevap verilemediği, kitlelerin bu saldırıyı neden bilince çıkaramadığı sorusuna verilecek cevap, kamu sendikalarının içinde bulunduğu durumun bir resmini verecektir.
Bugün sendikalarımız yeni üye kaydedememekte ve güç kaybetmektedir. Kamu emekçilerinin genç kuşağı, bırakalım sendikalara üye olmayı, sendikalarının yerini bile bilmemektedir.
Sendikalara siyasallaşmış sınırlı sayıda üye gelmektedir. Eylemlilikler çok cılız geçmekte, eylemlere sendikaya gelen kitleden daha dar bir kitle katılmakta ve artık rutinleşen basın açıklamalarına ve merkezi mitinglere katılım çoğu zaman iki elin parmaklarını aşmamaktadır. Yönetimler aldıkları kararlarda çoğu zaman tabana danışmamaktadır.
Zaten önerilen eylemler de bu durumla uyum içerisindedir. Takvime bağlanmış Ankara merkezli “gösteri” eylemleri, hizmet birimlerinde, yığınların günlük talepleri etrafında mücadelenin örgütlenmesi yerine, sadece “öncülerin” katıldığı eylem tarzı egemen eylem hattı olarak izlenmektedir.
İşyerlerinden sağlıklı bilgi akmamakta, işyerlerinde ne olup bittiğinin bilgisi sendikaya taşınmamaktadır. Sendikanın yaptığı çağrılara işyerlerinden yanıt gelmemektedir. Bütün bunlar, kurum olarak sendikalarımızı zayıflatmakta, kan kaybetmesine neden olmakta ve kuruma karşı bir güvensizliğe dönüşmektedir.
Şüphesiz bu gidiş, sendikalar içerisinde yapılan değerlendirmelerde çeşitli nedenlere dayandırılmaktadır. Yer yer eylem takvimlerinin yeterince önceden bildirilmediğinden yakınılmaktadır. İllerde üyeler ve temsilciler genellikle şube yönetimlerini bürokrat olmakla, iş yapmamakla suçlamaktadır. Şube yönetimleri, genel merkezi ve temsilcileri suçlamaktadır. Şubelerin, üyelerin ve temsilcilerin duyarsızlığından yakınması az rastlanır bir durum değildir! Şubeler de çoğu zaman her şeyi genel merkezden beklemektedir. Peki bu fasit daireden nasıl çıkılacaktır ve sınıf bilinçli kamu emekçilerinin bunda rolü ne olacaktır? Bu sorunun doğru bir şekilde cevaplandırılabilmesi için, ilk önce sendikaların sınıf mücadelesindeki öneminin kavranması gerekir.
SENDİKALARDA YÜRÜTÜLEN MÜCADELENİN ÖNEMİ
Aklı başında olan hiç kimse, özellikle sınıf bilinçli kamu emekçisi, sendikal mücadelenin önemsiz olduğunu sözlü olarak ifade etmez ve bunun teorisini yapmaz. Fakat ne yazık ki, sergilenen pratik böylesi bir tutuma işaret etmektedir. Sendikalarda; sendikal mücadeleyi tümden hedefe koyan ve gereksizliğinin teorisini yapan, sorumsuz bazı çevrelere ya da yönetimlere kızıp sendikaları boykot eden, bu yönüyle de, esasında sermayenin işini kolaylaştıran kimi kesimlere, sınıf bilinçli kamu emekçileri de bazı şubelerde “pratikleriyle” destek vermektedir. Sınıf bilinçli kamu emekçilerinin haftalarca, hatta aylarca sendikalarına uğramadıkları, sendikanın eylem ve etkinliklerini örgütlemek bir yana katılmadıkları sık rastlanan bir durumdur. Bir yandan var olan durumdan yakınılmakta, ama öte yandan özellikle şube yönetimlerinde yer alınmayan yerlerde sendikaların etkinliklerine katılınmamaktadır.
“Sınıfın sınıfa karşı mücadelesinde örgüt en önemli silahtır”.“Sendikalar sömürücülerin siyasal iktidarına karşı mücadelede bir maniveladır”. Bu nedenle, sendikalar emekçilerin kendi talepleri için bileştikleri mücadele merkezleridir. Sermayenin saldırılarına karşı mücadelede emekçileri harekete geçirecek kaldıraç, sendikalardır.
Sendikalar; İşçi sınıfının bir sınıf olarak ortaya çıkmaya başladığı 19. yüzyılın ortalarından bu yana “işçi sınıfının burjuvaziye karşı direnme ve örgütlenme merkezleri” olarak işlev gördü. Sendikalar ve grev hareketleri, işçilerin “kendi aralarındaki rekabete son verme” ve sınıf olarak burjuvaziye karşı toptan mücadele etmenin ilk girişimidir.
İşçi mücadelesi içerisinden çıkıp biçimlenen sendikalar, diğer emekçi sınıfların mücadelesi içinde, onlar tarafından da benimsenen örgütler oldu. Ülkemizde de kamu emekçileri, öncesi bir tarafa, ekonomik, demokratik ve özlük haklarını korumak için 90’lı yılların hemen başında sendikalaşma mücadelesine girişmişti. Kamu emekçileri, bütün yasal ve idari baskılara karşın fiili mücadele hattında ilerleyerek, kendi sendikalarını kurdu.
Nasıl ki, işçiler her türden haklarını kazanmak için mücadeleye girdiklerinde, tek tek mücadele ederek bir sonucu ulaşamayacaklarını öz deneyimleriyle kavramış ve bunun sonucunda sendikalarını kurmuşsa, kamu emekçilerinin sendikalaşmasında da, aynı mantık yatmaktadır. Tek tek işverene (devlete) karşı pazarlık şartları yoktur. Ekonomik, demokratik ve özlük haklarını tek tek mücadele ederek koruyamazlar, geliştiremezler. Bu hakların korunması ve geliştirilmesi için sendikalara ihtiyaç vardır. Kamu emekçileri, bugüne kadar verdikleri mücadelede elde ettikleri mücadele deneyim ve kazanımlarını sendikalarında biriktirdi, biriktirecek.
Kamu emekçileri sendikalarında mücadele eden her sınıf bilinçli kamu emekçisi öncelikle şunu bilince çıkarmak zorundadır; eğer sermaye, “kamu personel rejimi” de dahil, on yıl önce planladığı saldırıları, (sendikaların zayıf durumlarından yararlanarak) şu gün gündeme getiriyorsa, bu, KESK’in sürdürdüğü mücadelenin eseridir. İş güvencesinin bile bugüne kadar korunmuş olması, sendikal mücadelenin kazanımıdır. Kamu emekçileri örgütlü gücünü KESK’te biriktirmiş ve var olan bütün zaaflarına rağmen tekelci sermayeye ve onun iktidar organlarına karşı birleşmiştir. Saldırıları püskürtecek en önemli dayanağı ve kazanımı yine sendikalarıdır. Bu noktada sendikaları sahiplenmek ve zaaflarından kurtulması için azami çabayı göstermek, sınıf bilinçli kamu emekçilerinin birincil görevidir. Sendikalarda var olan durumun değişmesini olduğu kadar, diğer ezilen tabakalarla birleşmesini ve hak alıcı eylemlerin örgütlenmesini sağlayacak olan da, sendikalardaki faaliyet olacaktır. Sınıf bilinçli kamu emekçisi, başka hiçbir dönemde olmadığı kadar sendikalarına sahip çıkmak, sendikaların komisyonlarında çalışmak, sendikaların zaaflarından kurtulması, kitleselleşmesi ve sınıf perspektifi ile mücadele etmesi için mücadele etmek zorundadır. Unutmamak gerekir ki, sendikaları, sınıf siyaseti hattına çekmek göreviyle karşı karşıya olan sınıfın partisi, sendikalarda etkin olmadan, kamu emekçileri hareketi içinde bir otorite olamaz. Sendikal faaliyette izlenen çalışma tarzının başarıya ulaşmada belirleyici bir önemi vardır.
İŞYERLERİNİ TEMEL ALAN BİR MÜCADELE
Sendikalar üyeleriyle vardır. Üyeler ise hizmeti işyerlerinde üretmekte ve işyerlerinde bir araya gelmektedir. Bu nedenle, işyeri çalışması temel alınmadan önerilecek her çalışma ve örgütlenme tarzı başarısızlığa mahkumdur. Dünya ve ülkemiz sınıf mücadeleleri tarihine bakıldığında, toplumsal dönüşümlere ve sosyal kazanımlara yol açan tüm büyük işçi, emekçi eylemlerinin işyerine dayandığını; bu olguyu dışta tutan sendikacılık akımlarının ise, mücadeleci özelliklerini yitirerek bürokratikleştikleri görülür.
İşyerinde en çok üye kaydetmiş sendikanın işyeri temsilcisi belirleme hakkı vardır. Buradan şunu söylemek mümkündür; çoğunluğu sağlayamayan sendikalar işyerinde muhatap alınmayacağına göre, kamu emekçilerinin işyerlerinde bire bir karşılaştıkları sorunlarda işveren karşısında muhatap olmak için, işyerlerinde çoğunluğu sağlamak gerekmektedir.
İşyeri ile sendika arasında bağı kuracak olan iş yeri temsilcilikleridir. Atılacak ilk adımlardan biri, işyeri temsilciliğinin önemsenmesi ve temsilciliklerin sembolik olmaktan çıkarılmasıdır. İşyeri temsilcilikleri, işyerlerindeki sorunlara müdahale eden, işyerlerinin bilgisini sendikaya taşıyan ve sendikadaki gelişmeleri işyerlerine taşıyan bir hale gelmelidir. Böylece sorun yaşanan iş yerlerine en kısa sürede müdahale edilebilecektir.
Böylesi bir mücadele kitlelerin günlük sorunlarıyla haşır neşir olmayı kitlelerin en küçük taleplerini önemsemeyi ve öncüleri hesaba katarak talep belirleme ve eylem ve etkinlik önerme yerine geniş yığınların taleplerini ve mücadelesini getirecektir.
Sınıf bilinçli kamu emekçisi temsilci olmak ve temsilcilik kurumunun işlemesi için çalışmalı, sendikalarda saldırıların kitleler tarafından bilince çıkarılması için yeni etkinlikler önermeli, ama sadece önermek ve perspektif sunmak değil, çalışmaların işyerlerine ulaşması ve kitlelerin katılımını sağlamak için azami çaba göstermelidir.
KİTLELERİN TALEPLERİNİ ÖNE ÇIKARAN BİR MÜCADELE
İşyerlerinde “sendikalar bir şey yapmıyor” eleştirisi çok sık rastlanan bir eleştiridir. Esasında bu eleştiriyi şöyle yorumlamak gerekiyor: Mücadele edildi ve sendikalar kuruldu. Belli oranda kitlesellikte sağlandı. Ama sendikalı olmanın üyelere gözle görülür bir kazanımı olmadı. Beklentilerin karşılığı çıkmadı. Oysa kamu emekçileri sendikalarının varlık nedeni, memurların günlük taleplerinin karşılanmasında bir araç olmasıdır. Burada KESK’in öne sürdüğü talepler ve mücadele hattının sorgulanması gerekir.
KESK, kuruluş sürecinde kamuoyunun desteğini kazanmaya yönelik gösteri ve yürüyüşler düzenledi ve bu eylemlerin destek kazanmada önemli bir etkisi oldu. Ama sendikalar resmen kurulup belirli bir kitleselliği ulaştıktan sonra, artık hak mücadelesini öne çıkarma, küçük de olsa, “hak kazanma” gerekiyordu. Çünkü; yığınlar, sendikalarda, ancak maddi bir çıkar sağladıkları, orada birleşmiş olmanın gücünü hissettikleri ölçüde toplanır, sendikal örgüt içinde mücadele edebilir. Ne var ki; yılların “gösteri tarzı”nın yerine, doğrudan kitlelerin katıldığı, hizmet birimindeki kitlelerin katıldığı, hizmet birimlerindeki kitleleri kapsayan, yığınların günlük talebi üstünden bir ajitasyona yönelip, geniş kamu emekçisi kesimlerini mücadeleye ve sendikaların çatısı altına çeken bir döneme girilemedi.
Diğer bir nokta ise, kamu emekçileri sendikaları, bugüne kadar “grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı”nı asıl talep olarak öne süren, neredeyse tek talepli bir mücadele hattı izlediler. Ancak bu talebin, az çok uyanış içerisindeki kamu emekçilerinin ilgisini çektiği, fakat geniş kitleleri hareketlendirecek bir talep olamadığı gerçektir. Kamu emekçisi kitle, en acil ihtiyacı olan talepler öne çıkarılıp onun etrafında örgütlenmeli, bazı “küçük” başarılar kazanarak ilerlenmelidir. Aksi halde, genel ve ileri haklar vaadiyle başlayan hareketlerin şansının olmadığı bilinmelidir.
Başka taleplerin yanı sıra (düşük maaşlar, idari baskılar, siyaset yasağı vb.) hükümetin IMF direktifleri ile hazırladığı “kamu personeli yasa tasarısı”na karşı geliştirilecek mücadele, kamu emekçilerini, sendikaları etrafında toparlayabilecek bir taleptir. Bu yasanın kitleler tarafından kavranması için bildiri dağıtmaktan, panele, işyeri gezilerine, işyeri toplantılarına sendikalarda aydınlatma ve eğitim etkinlikleriyle, kamu emekçilerinin, sendikalarının etrafında birleştirilerek, emekçilerin ülke genelinde birlikteliklerinin sağlanması yolunda önemli bir adım atılmış olur.
EMEKÇİLERİN BİR CEPHEDE BİRLEŞTİRİLMESİ
Kamu emekçilerine yönelen saldırılar uluslararası sermayenin ülkemiz emekçilerine yönelttiği saldırıların bir parçasıdır. Uluslararası sermayenin topyekûn saldırılarını, ancak, bütün emekçi sınıfları bir cephede birleştirecek bir anlayış sendikalara hakim kılınırsa, püskürtmek mümkündür. Atılan bütün adımların emekçileri bir cephede birleştirmeye hizmet etmesine dikkat edilmelidir.
Emekçileri birleştirme yönündeki girişimlerin, ancak güçlü yerel ayakları olursa, başarıya ulaşma şansı olacaktır. Yerellerde yapılacak çalışmalarda emek, barış, demokrasi bloğunda yer alan kesimlerin yanı sıra gidişattan zarar gören bütün kesimlerin içinde yer almasını sağlamaya özel bir önem göstererek, cephe genişletilmeye çalışılmalıdır.
Şüphesiz bu çalışmalar sorunsuz olmayacaktır. Yer yer birlikte olmakta isteksiz davranılan durumlar yaşanacaktır. Emekçilerin çıkarı gereği bir yandan birlikteliklerin oluşmasında ısrar ve sebat göstermek, ama diğer yandan, kitlelere yönelik faaliyete kesintisiz devam etmek beklenticiliğe girmemek zorunludur.
Yerellerde kurulan platformlarda birlikteliklerin oluşmasında sıkıntı yaratan bir neden, sendika-siyaset ilişkisine dair var olan yanlış kavrayıştır. KESK’te, TÜRK-İŞ’in sendikal mücadeleye şırınga ettiği “partiler-üstü, siyaset-üstü sendikacılık” tutumundan, sendikaları siyasal partilerin arpalığı gören anlayışa kadar bir çok yanlış eğilim mevcuttur. Burada, bu farklı anlayışları uzun uzadıya tartışmanın yeri olmamakla beraber, şunu tespit etmek yerinde olacaktır: Sınıf partisinin emekçileri tek bir cephede birleştirme politikası hayat bulmadan, saldırıların püskürtülmesi mümkün değildir. Bugün yapılan saldırılar siyaset-üstü, sınıflar-üstü saldırılar değil, uluslararası tekelci burjuvazinin emekçilere karşı saldırısıdır. Yani bir sınıfın başka bir sınıfa karşı siyasal saldırısıdır. Bu saldırıya karşı, emekçi sınıflar da siyasi davranmak, yani topyekûn saldırıya karşı bütün emekçileri birleştiren bir siyasal perspektifle hareket etmek zorundadır.
Sınıflara bölünmüş bir dünyada işçi ve emekçilerin tarafsız kalmasını öğütlemek veya kitlelerin çıkarının önüne grup çıkarını koyarak tekilliği, bölünmüşlüğü savunmak, ancak, düzenin olduğu gibi sürmesini istemektir. Çünkü; tarafsızlık ya da bağımsızlık diye nitelenen tutum, ister istemez burjuvaziden taraf, ya da burjuva partilerine bağımlılık demektir.
Emek cephesinin oluşturulmasında en önemli dayanak uluslararası sermayenin saldırılarına karşı ortaklaşan taleplerdir. IMF ve DB’nin dayatmaları ve bunun sonucu yaşanan yoksullaşma, yaşamın her alanındaki antidemokratik uygulamalar ve Kürtlerin demokratik talepleri, Ortadoğu’ya yerleşen ABD emperyalizminin bundan sonraki planlarını gerçekleştirmede Türkiye’yi maşa olarak kullanması vb., daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar emekçilerin bir araya gelmesine ve saldırılar karşısında ortak cephe örmesine olanak sağlamaktadır. Sorun yaşanan her olayda, bunun bilinci ve perspektifi ile hareket edebilmedir. KESK’in ve KESK’e bağlı sendikalar ve şubelerin sınıfın ve emekçilerin hareketini birleştirmede perspektifinin ve reflekslerinin zayıf olduğu ortadadır.
KESK’e bağlı bazı şubeler (yönetimleri), oluşturulan yerel platformlarda en geniş kesimleri birleştirmek yerine, az olsun benim olsun mantığı gütmekte, böylece mücadele edecek kesimleri daraltmaktadır. Oysa yapılması gereken, sendikaların, çalışmalarını planlarken, üye olmayanları ve diğer konfederasyonları katacak genişlikte ele alması, hatta sermayenin saldırılarının önemli bir dayanağı olan ve yüz binleri bulan işsiz kitlesini de hedeflemesidir.
Yine, TEKEL işçileri, yakın zamanda işyerlerinin özelleştirilmemesi ve kapatılmaması için bir çok ilde direnişler gerçekleştirdiler. Olması gereken, kamu emekçilerinin, özelleştirmenin ve kamu personeli yasa tasarısının aynı merkezli saldırılar olduğunun bilinciyle hareket etmeleri ve güçlerini emekçi kardeşleri TEKEL işçileri ile birleştirmeleriydi. Eğer bu gerçekleşmemişse, sorumluluk, öncelikle, yönetimlerde olsun olmasın, sendikalara böylesi bir perspektifle mücadeleyi yerleştirememiş olan sınıf bilinçli kamu emekçilerindedir.
Özetle, yığınların en küçük taleplerini önemseyen ve bu uğurda mücadele eden küçük küçük başarılarla saflarını sıklaştıran, ama var olan bütün olanakları değerlendirerek kitlelere, işçi sınıfı ve diğer emekçilerle dayanışma ruhu aşılayan ve emek cephesini ilmek ilmek örmeği ihmal etmeyen bir mücadele hattı- gerekli olan budur.
Sendika şube yönetimlerinde olunsun ya da olunmasın, sınıf bilinçli kamu emekçilerinin yürüteceği faaliyet, böylesi bir tarzın oturmasına hizmet etmelidir. Bu perspektifle hareket etmeyen her şube veya her öncü emekçi, bilerek veya bilmeyerek sermayenin değirmenine su taşıyacaktır.
GENEL GREVİN ÖRGÜTLENMESİ
Sermayenin saldırıları, ancak genel grev de dahil, emekçilerin topyekûn mücadelesiyle püskürtülebilir. Ve böylesi bir cepheyi örmeyi hedeflemeyen bir çalışma başarısızlığa uğramaya mahkumdur. Ancak kamu emekçilerinin çoğunluğunun saldırıların boyutu hakkında bilgisinin olmadığı bir süreçte, işyerlerinde örgütlenme hakkında somut bir çalışma planı koymadan eylem biçimi üzerinde tartışmaya girmenin, “genel grev”in örgütlenmesine bir katkısı olmayacaktır. Sınıf bilinçli kamu emekçisinin bugün açısından kitlelere önderlik görevini ne kadar yerine getirdiğinin kıstası, ne kadar çok “genel grevi” savunduğunu her platformda beyan etmesi değil, kitlelere ne kadar ulaştığı, ne kadar aydınlatma faaliyeti yürüttüğüdür. Sorun, kitlelere saldırının niteliğini kavratmak ve sendikalardaki örgütlülüğü güçlendirmektir.
Esas olarak sendikaları ileriye doğru zorlayacak olan, toplantılarda yapılan keskin çıkışlar veya sendika yönetimlerinin pasif davrandığı durumlarda daha sonuç alıcı eylemler önermek değil, kitlelerin taleplerinin arkasında durmalarını sağlamaktır. Sendikalara üye olan veya olmayan kamu emekçisi saldırıların boyutunun farkına vardığında, zaten harekete geçecek ve “genel grev” gibi sonuç alıcı eylemlere yönelmekte tereddüt etmeyecektir. Dolayısıyla sonuç alıcı eylemler, örneğin genel grev önermek değil, ama bunların öznel koşullarının hazırlanması için çalışmak asıl olmak durumundadır. Burada bilinçli kamu emekçisine düşen görev; beş vakit namaz kılar gibi şube yönetimlerini eleştirmek değil, kitleleri aydınlatma, işyerlerini gezme, yaratabildiği her araçla kitlelerle bağ kurma, aydınlatmada ısrarcı olma ve bütün olumsuzluklara rağmen şubelere iş yaptırmanın yolunu bulmaktır. Aydınlatma faaliyetine, birkaç gün veya haftada sonuç alınacak gözüyle de bakılmamalıdır. Çalışmada süreklilik ve ısrar, sonuç almada en önemli nokta olacaktır. Kamu emekçilerinin ardında 1 Aralık 2001 grevi gibi zengin derslerle dolu bir miras da bulunmaktadır.
GRUPÇULULUĞA KARŞI MÜCADELE
Sendikaların yukarıda kısaca üzerinde durulan görevlerini yerine getirebilmesi için bazı zaaflarından kurtulması gerekmektedir. Bunların en önde gelenlerinden biri de “grupçuluk”tur. KESK’e bağlı bazı şubelere bakıldığında, sendika ve üyelerinden öte, sanki şube, grupların birliğinden oluşuyormuş gibi bir izlenim vermektedir. Kendini herhangi bir siyasi gruba katmayan yığınlar sendikaya ya hiç gelmemekte ya da nadiren uğramaktadır. Gruplar seçimlerde kapışmakta ve gruplardan biri ya da birkaçı yönetime gelmektedir. Muhalefette kalan gruplar ise, sanki kamu emekçilerinin ve ülkenin bütün sorunları çözülmüş gibi, kış uykusuna yatmaktadır. Yönetime gelen grupların, kitlelerin talepleri ve ihtiyaçları yerine, kendi grupsal çıkarlarını önde tutan bir hat izlemeleri az rastlanır bir durum değildir. Muhalefette kalanlar da, çoğu zaman gelecek seçime kadar, seçilen grubu yıpratmak için sendikanın her faaliyetini eleştirmeyi marifet saymaktadır. Yerine göre etkinliklere katılmaz, boykot ederler.
Sendikal faaliyetlerde sergilenen bazı davranışlar da, amaç grupçuluğu körüklemek olmasa bile, böyle sonuçlanmaktadır.Sendikalar kitle örgütleridir ve sendikalarda her düşünceden, her inanç ve sendikal anlayıştan kişilerin, çevrelerin bulunması kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlık, yine kaçınılmaz olarak emekçilerin genelinin çıkarına olmayan sendikal çizgileri barındıracak, bazen bu çizgi, yönetimlerde de temsil edilerek, hakim çizgi haline gelebilecektir. Ama bu, her toplantıda yönetimleri eleştirmek, olur olamaz her yerde, her toplantıda sendikalardaki sorunları dile getirmek anlamına gelmemektedir.
Şüphesiz şubenin işleyişine yönelik eleştirilerimiz, gündeme alınmasını istediğimiz talepler ve eylem biçimleri olacaktır. Burada, eleştirileri gündeme getiriş tarzı ve zamanı önem kazanmaktadır. Sorun, yanlışlıkların kitlelere kavratılarak, sadece belli bir grubun değil, sendika üyelerinin, temsilcilerin müdahalesini ve sendikada bir eğitime yol açmasını sağlamaktır. Fakat bu eleştiriler ve talepler, sendika üyelerinin talepleri ve eleştirileri haline gelmediği müddetçe, sorun, sanki sendikadaki siyasi grupların kendi arasındaki bir çatışmaymış gibi yansıyacak ve daha da dağıtıcı bir rol oynayacaktır.
Kamu emekçileri sendikalarındaki grupçuluğun temelinde, örgütlenebilir bir milyondan fazla emekçiyi bünyelerinde toplayamamış olmak yatmaktadır. Kamu emekçileri sendikalarının grupçuluk hastalığından kurtarılması isteniyorsa, atılacak ilk adım, kuruluş sürecinde olduğu gibi, üyelerin sendikaların etkinliklerine katılmalarını sağlamak ve ikincisi ise, örgütlenebilir bir milyondan fazla kamu emekçisini sendikaların çatısı altına çekmek ve kitleselleşerek yığınların sorunlarıyla haşır neşir olmaktır.
İŞ ÜZERİNDEN ELEŞTİRİ
KESK’e olur olmaz yapılan eleştiriler ve gruplar arası tartışmalar, sendikaları geliştirmeye değil, kitlelerin sendikalara güvensizliğini geliştirmeye hizmet etmektedir. Hemen her platformda dile getirilen “KESK bürokratlaşıyor” eleştirisi veya yukarda da belirtildiği gibi, olur olmaz hemen her yerde yöneltilen eleştirilerin, pratikte sendikaların bu durumdan kurtulması için hiçbir faydası yok ama zararı vardır.
Bu noktada, eleştiriyi şöyle bir temele oturtmak, sendikal mücadelenin gelişmesi bakımından yararlı olacaktır: İş yapmak ve yapılan iş üzerinden eğer varsa eleştirileri sunmak gerekmektedir. Eğer eleştiri yapılacaksa; örneğin, “kitlelere saldırıların niteliğini anlatmak için kaç gün, kaç saat zaman ayrıldı?”, “En azından büyük işyerlerinin kaçı gezildi?”, “Kaç toplantı yapıldı?”, “Sendikalara hangi önerilerde bulunuldu?”, “Sınıf bilinçli kamu emekçisi bakımından da faaliyetlerin ne kadarına katılındı?”, “İlişkilerimizin kaçı harekete geçirildi?”, “Saldırıların boyutunun farkında olan kamu emekçileri olarak, zaman ayırma bakımından, diğer kamu emekçilerinden ne farkımız vardır?” türünden sorularının anlamı vardır. Bu tür sorular üzerinde yapılacak sağlıklı bir değerlendirmenin mücadeleyi geliştirmede bir rolü olacaktır.
Burada şunu belirtmek faydalı olacaktır; sendikal hareket gerçekten bürokratlaşmaktan, pasifleşmekten kurtarılmak isteniyorsa; bütün kamu emekçilerini birleştirecek talepler etrafında bir mücadele örgütlenmelidir. Ancak, kendi talepleri etrafında harekete geçen kitleler, bürokratlaşma eğilimlerini kırar, onu besleyen damarları kesebilir.
YENİDEN BAŞLAMAK
Sınıf bilinçli kamu emekçilerinin zaaflarının kaynağına bakıldığında, özünde, partinin dönem için belirlediği taktik platformun kavranamamasının yattığı görülecektir. Bu kavrayışsızlığın altında şunlar vardır. Genellikle parti yayınlarını dikkatli bir şekilde izlenmemekte, parti yayınlarının alınması Müslüman’ın zekat verme yükümlülüğü gibi bir vecibe olarak algılanmaktadır. Gazetenin işlevi farklı materyallerde uzun uzadıya işlenmiş olmakla beraber, şunu belirtmek faydalı olacaktır. Sınıf bilinçli her kamu emekçisi mücadelesinde gazeteyi kullanmak zorundadır. Bir yandan gazeteden ülkenin ve dünyanın gündemini takip edip, gazetenin işyerlerinde satışını organize ederek, işyerlerine gazeteyi ve gazetenin belirlediği gündemi taşırken, diğer yandan, bir muhabir gibi çalışarak, gazeteyi besleyen bir çalışma düzeni ve birim faaliyeti oturtulmak zorundadır. Böylesi bir çalışma, zaten partinin taktik platformunun günlük olarak işyerlerinde, sendika şubelerinde hayat bulmasına neden olacaktır.
Sorunun diğer nedeni, emekçilerden nerdeyse tamamen yalıtılmış yaşam tarzıdır. Kamu emekçilerinin oturduğu semtler, genellikle emekçi semtleri değildir. İlişkileri birkaç meslektaşlarıyla sınırlıdır. Çoğu zaman partiye lütfen gelinmektedir. Sınıf mücadelesinin diğer alanlarında genellikle görev alınmamaktadır. Doğal olarak da, bu yaşam tarzı, kamu emekçilerinin taktik platformları kavrama ve uygulamadaki reflekslerini zayıflatmaktadır.
Yazımızı proletaryanın büyük öğretmeni Lenin’in bir kişisel özelliğini hatırlatarak bitirmek istiyoruz. Lenin herhangi bir çalışma başarısızlığa uğradığında, eksikliklerin ve zaafların bir analizini yaparak, işe yeniden başlardı. Sınıf bilinçli kamu emekçisinin yapması gereken de, hata ve zaaflarının hesabını yaparak, yeniden başlamaktır.