Kürt bölgesinde işçi hareketindeki gelişmeler; sınıf partisinin görev ve sorumlulukları

Başta ABD olmak üzere, kapitalist merkezlerden başlayarak, iki yıldan bu yana etkisi ağırlaşarak devam eden ekonomik kriz derinleşerek sürüyor. Son aylarda, Yunanistan’da yaşananlar, İspanya, İtalya, Portekiz’de olup bitenler, İngiltere, Almanya ve Fransa’da süren panik, krizin kapitalizmin merkezlerini sarsacağını, artan sömürü ve baskı altındaki işçi ve emekçilerinse, bu duruma karşı sessiz kalmayacaklarını gösteriyor. Yunan halkının hükümetin saldırıları karşısında gösterdiği tepkiler, grevler, genel grev ve direniş tutumu, umut vaat etmeye devam ediyor.

Türkiye burjuvazisinin krizin yükünü işçi ve emekçilere yıkmaya dönük AKP Hükümeti destekli saldırılarının sonucunda milyonlarca işçinin işini kaybetmesi, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, çalışma koşullarının giderek ağırlaşması vb. gelişmelerle birlikte, ülkemiz işçi hareketinde de yeniden bir yükselme eğilimi görülüyor. Özelleştirme politikası sonucunda peşkeş çekilen TEKEL işletmelerinin kapatılmasından sonra, iş güvencesiz ve kölece çalışma koşulları dayatılan işçilerin direnişi, bu gelişmenin en çarpıcı göstergesidir. 4-C statüsüne karşı özlük hakları için Ankara’da 78 gün süren bir direniş gerçekleştiren TEKEL işçilerinin mücadelesi, aynı zamanda, krizin ve krizi bahane ederek daha dizginsiz bir sömürüyü dayatan sermayeye karşı işçilerin birikmiş öfkesinin açığa çıkmasını sağlayan bir mevziiye dönüştü. Ya da zaten patlamaya başlayan bu öfkenin, en kitlesel ve en çok ses getiren mücadele biçimini aldığı için, irili ufaklı pek çok işçi mücadelesinin güç ve cesaret alarak tutunduğu, buradan feyiz alarak ilerlediği bir dönemeç işlevi gördü, TEKEL direnişi. İşçi sınıfının gücü, küçük bir bölüğü bile birleşince ve kararlı olunca neler yapabileceği, sınıf dayanışmasının, büyük bölümü sendikasız ve örgütsüz olan, pek azı örgütlü olan işçi sınıfının ülke genelindeki bir günlük iş bırakma eyleminin bile ülkeyi ve tüm hayatı nasıl etkileyebildiği görüldü. Bununla birlikte, işçi sınıfı adına uzunca bir süredir pek hatırlanmayan ve çoğu ‘sol’ kesim tarafından bile burun kıvrılan özellikler, işçi sınıfına ve emekçilere yeniden güven veren ve eylemini teşvik eden bir dayanağa dönüştü.

TEKEL Direnişi ile sembolize olan son dönem işçi ve emekçi hareketinin; sendika üst yapılarını ve sendikal bürokrasiyi de zorlayan bir özellik göstermesinden, demokrasi mücadelesiyle de son derece özgün ve sağlam bağlar kuran yönlerine kadar, üzerinde durulması gereken pek çok yanı var şüphesiz. Bunlar birçok yönüyle hem günlük işçi basınında hem de Özgürlük Dünyası’nda pek çok yönüyle işlendi, işleniyor. Bu yazının amacı; Kürt Bölgesinde TEKEL işçileri, Antep Çemen Tekstil ve Diyarbakır Tuğla İşçileri’nin, Adıyaman TPAO işçilerinin mücadele ve direnişleri üzerinden işçi hareketindeki gelişmeleri ve sınıf partisinin bu gelişmeler karşısında bugünkü pozisyonunu değerlendirmek, görev ve sorumluluklarına dikkat çekmektir.

SÜRMEKTE OLAN ULUSAL MÜCADELE VE GELİŞMEKTE OLAN SINIF MÜCADELESİ

Bölgede ulusal baskı ve ezilmişliğe karşı Kürt halkının sürdürdüğü ulusal özgürlük mücadelesi tüm yakıcılığıyla sürmektedir. Yerel seçimlerden sonra ortaya çıkan tablodan ve arkasından 34 kişilik PKK grubunun “barış, diyalog ve demokratik açılımın önünü açmak” amacıyla Kandil ve Maxmur Mülteci Kampı’ndan dönmeleri esnasında ortaya çıkan güçlü demokratik gösteriden ürken  AKP hükümeti, askeri çizgiye dayalı açık tutum almayı hızlandırdı. Burjuva gericilik söylemde de olsa “çözüm” demekten tümüyle vazgeçerek, saldırılarını daha da arttırdı. Operasyonlar artarak devam ederken, ABD, Irak. Türkiye yönetimleri eksenli saldırı planlarına, İran yönetimi de, Türkiye yönetimi ile eşgüdüm içinde katılmış bulunuyor. Bir yandan Kürtlerin yaşadıkları alanlara yönelik askeri operasyonlar ve köylerin bombalanması sürerken, Ahmedinejat yönetimi, kurduğu idam sehpalarında Kürt aydın ve gençlerini katlediyor.

İçeride Kürt ulusal güçlerine, yasal demokratik ulusal partiye, yerel kurum ve yerel yönetimlere karşı baskı, tutuklamalarla süren gemi azıya almış bir saldırganlık sürerken, AKP hükümeti, generallerle mutabakat içinde, sınır içinde ve ötesinde operasyonları arttırmış bulunuyor. Türkiye’nin batısındaki şehirlerde devlet destekli provokasyonlar ve fiziki saldırılar dinmiyor. Kapatılan DTP’nin Genel Başkanı ve milletvekilliği mahkeme kararı ile düşürülen Ahmet Türk’e yönelik Samsun’da gerçekleştirilen saldırıdan sonra, Muğla Üniversitesi’nde bir Kürt genci daha öldürüldü. AKP hükümeti dil, kimlik, eşit haklar, bölgesel özerk yönetim, barış ve kardeşlik gibi talepler ileri süren Kürt halkına karşı, bir süredir sürdürdüğü ikiyüzlü politikayı da bir kenara bırakarak, saldırıda gemi azıya almış durumda. Kürt halkının saldırılar karşısında sinmeyen ve süren direnişi, operasyon ve çatışmalara karşı gelişen kitlesel barış eylemleri ve İmralı Cezaevi’nde tutulan Abdullah Öcalan’ın 31 Mayıs’tan sonra müdahale eden olmaktan çekileceğini açıklamış olması da düşünülünce, devletin sorunun barışçı ve demokratik çözümü için diyalog geliştirirci bir adım atmaması halinde, çatışmaların daha da tırmanacağı görülüyor.

İşçi sınıfı devrimcileri, Kürt halkının eşitlik talebinin karşılanması, demokratik çözüm, barış ve özgürlük özleminin sona ermesi için sürdürdüğü tutumda ısrar edecek ve mücadele etmeyi sürdürecektir. Bununla birlikte, Kürt işçi sınıfının partisi olarak sınıfın örgütlenmesi ve sınıf mücadelesinin yükseltilmesi kararlıca sürecektir. Emek Partisi Bölge Örgütü tarafından 2009 Kasım’ında gerçekleştirilen konferansta da özel bir vurgu yapılarak belirtildiği gibi, Bölge’de işçi sınıfının ve yoksul Kürt emekçilerin örgütlenmesi ve işçi hareketine yaslanarak politik mücadelenin yükseltilmesi, bir sınıf partisi bakımından hayati derecede önemlidir. Konferansın gerçekleştirildiği döneme ve sonrasına denk gelecek şekilde, sınıf hareketine dair Türkiye genelinde yaşanan gelişmelere de bağlı olarak, Kürt Bölgesinde de, başta TEKEL işçileri olmak üzere, birçok mücadele ve direniş yaşandı. Adıyaman TPAO işçilerinin mücadelesi, Yine Adıyaman’da taşeron şirkette çalışan yol işçilerinin Yol-İş Sendikası’nda örgütlenmeleri, Antep Çemen Tekstil İşçilerinin 76 gün süren grev ve direnişi, 12 Tuğla fabrikasında başlayan ve ücretlerin artışıyla sonuçlanan direniş, örgütlenme mücadeleleri sürmekte olan Diyarbakır Tuğla işçilerinin direnişi, yine özel sektöre peşkeş çekildikten sonra kölelik koşullarında çalışan Elazığ Ferro Krom işçilerinin sendikalaşma girişimi, Mermer işçilerinin örgütlenme arayışları, Dersim’de gıda iş kolundaki sendikalaşma, yine Dersim’de taşeron işçisi sağlık çalışanlarının sendikaya üye olmaları ve enerji sektöründeki işçilerin örgütlenme çabaları, Diyarbakır’da, Urfa’da bu yönlü gelişmeler, Kürt işçi ve emekçi hareketindeki gelişmenin yönüne işaret eden mücadele deneyimleri olarak ortaya çıktılar. 2009 yılı 25 Kasım kamu emekçileri grevi, 4 Şubat TEKEL işçileri ile dayanışma eylemleri, 2010 Newroz kutlamalarındaki emekçi talepleri ve yine 1 Mayıs’ın birkaç il ile sınırlı da olsa, önceki yıllarla kıyaslandığında, daha kitlesel kutlamalara sahne olması da, bu tabloya eklenmelidir.

Bu gelişmeler, ulusal direnişin ikinci plana ittiği sınıf taleplerinin artık kendi mecrasında hissedilir olarak ilerlediğini göstermektedir. Sınıf partisinin bu mücadelelerde nasıl bir rol oynadığını ve ortaya çıkan bu imkânlardan, işçi hareketini ilerletmek ve sınıf partisini bu hareketin içinden çıkmış ileri işçi kitlesiyle yeniden örgütlemek için ne kadar yetenek gösterdiğini değerlendirmek üzerinden atlanamayacak kadar önemlidir.

TEKEL İşçileri katalizör görevi gördü;

Kürt işçi sınıfı ulusal dil ve kimlikle bir adım ileri çıktı

Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Urfa, Muş, Bitlis, Malatya gibi TEKEL İşletmelerinin bulunduğu Bölge illerinden, giderek Ankara’daki direnişte önemli bir rol oynayan TEKEL işçilerinin mücadelesi, Bölge’de işçi hareketinde bir kıpırdanmaya vesile olduğu gibi, siyasal alanda da emek ve sınıf eksenli değerlerin ve söylemlerin yaygın bir şekilde karşılık bulmasına neden oldu. Diyarbakır’da 1 milyona yakın katılımla gerçekleşen, Bölge illerinde yüz binlerin katıldığı Newroz kutlamaları ve 1 Mayıs mitinglerinde, işçi sınıfı mücadelesine ve işçi ve emekçilerin taleplerine yapılan vurgu ve söylemlerin önceki yıllara oranla daha çok öne çıkması bile, tüm Türkiye’de olduğu gibi, Bölge’de de işçi hareketinin artan etkisini görmek bakımından önemli bir göstergeydi.

Gerek TEKEL işçilerinin mücadelesi, gerekse Diyarbakır Tuğla işçileri ve bazı farklılıklar gösterse de, Antep Çemen Tekstil ve Adıyaman TPAO işçilerinin mücadelesi, Bölge’de giderek Kürt ulusal karakterli, kendi kültürel motifleriyle şekillenen bir işçi hareketinin gelişmekte olduğunu göstermektedir. Bölge’de önceki yıllarda yaşanmış işçi mücadeleleri düşünüldüğünde, çoğunlukla, Kürt ulusal mücadelesinin taraftarı olan işçilerde bile kendi ulusal dili ve kimliğiyle taleplerini ifade etmekten ve harekete ulusal rengini vermekten imtina eden bir eğilimin olduğu hatırlanacaktır. Sinan köylülerinin, toprak ağasına karşı verdikleri mücadelede Türk bayraklarını dikkat çekici bir biçimde öne çıkarmaları, bu durumun çarpıcı örneğidir. Son dönem ortaya çıkan mücadelelere bakıldığında ise, tam tersine, Kürt işçilerinin kendi dili ve kimliğiyle mücadeleye kendi rengini verdiği, Newrozlara kendi sınıfsal talepleriyle katıldığı gibi, sınıfsal mücadele içinde de ulusal-demokratik içerikli taleplerini dillendirmekten çekinmediği görülmektedir.

Ankara’da Kürt TEKEL işçilerinin ortak talepler için birlikte mücadele ettiği Türk işçilere Kürt sorununu da anlatmaları, kendi dillerinden türküler söylemeleri, oyunlar oynamaları, Antep’te Çemen’deki Kürt işçilerin Türk işçileri de yanlarına alarak, EMEP’le birlikte Newroz’a, ardından 1 Mayıs’a katılmaları, Diyarbakır’da 12 tuğla fabrikasında ortak talepleri için harekete geçen işçilerin direnişin devamı için sürdürülen çalışmaları ve açıklamalarını Kürtçe yapmaları gibi örnekler, bu eğilime işaret eden son derece ileri örneklerdir.

Bu durum, Kürt ulusal hareketine, Kürt işçilerinin, işçi hareketi olarak müdahil olmasının imkânlarını arttırdığı gibi, sınıf partisinin, Kürt işçilerle, ulusal talepleri de kapsayan sınıf talepleri üzerinden buluşmasını da kolaylaştırmaktadır. Bu gelişmeler, uzunca bir süredir, sınıf partisinin Kürt işçiler içinde edindiği saygınlığın ve “işçi olarak sınıf partiliyiz, ama Kürt olarak ulusal partili…” tutumunda yansıyan sınırlı sahiplenmenin, “Kürt olarak da, işçi olarak da sınıfın partisindeyiz”e evirilme imkânlarının da arttığını göstermektedir. Çemen Direnişi’nde, ileri çıkmış, aynı zamanda ulusal taleplere sıkıca bağlanmış bir bilince sahip işçilerin sınıfın partisinde örgütlenmeye başlamaları, yine TPAO’daki direniş içinde ve çevresinde yer alan işçilerin sınıf partisinde örgütlenmeleri de, gelişmenin bu yönüne işaret etmektedir. Adıyaman’da bulunan TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) işletmelerinde çalışan ve Petrol-İş’te örgütlü olan bin civarındaki işçi içinde sınıf partisinin son dönem çalışması olumlu sonuç vermeye başlamış ve sendika yönetiminde ve işyeri temsilcileri içinde, ileri işçilerin tutumunda gözle görülür bir gelişme kaydedilmiştir. Bölge’de son derece önemli bir yer tutan bu işletmelerin bulunduğu Batman başta olmak üzere, diğer illerde de, sınıf partisi Bölge örgütünün dönemsel sendikal platformuna uygun, aynı zamanda demokrasi mücadelesini de içeren bir çalışmanın yükseltilmesi zorunludur.

Sınıf partisi için, bu bakımdan henüz bir eşikte bulunulduğu söylenebilir. Ancak ve bu eşiğin kendiliğinden doğal bir süreçle aşılacağını beklemek ise saflık olur. Sınıf partisinin, son dönemde, Bölge işçi sınıfı içinde, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere, politik meseleleri ve sınıf partisinin Kürt ulusal hareketi ile farklılıklarını işçilerle açıklıkla tartışıyor olmasının önemli payı bulunuyor. Sınıf partisinin, işçileri kendi politik platformuna kazanmaya çalışmaktan geri durmama konusunda daha cesaretli davranmasının, olumlu bir gelişme olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Bu olumlu gelişmelerle birlikte, sınıf partisi içinde de zaman zaman duyulan “BDP işçi taleplerini önemsemiyor, işçi mücadelelerine duyarsız kalıyor” yönlü yakınmaların da yersiz olduğunu hatırlatmakta yarar var. Zira BDP’nin, son Newroz ve 1 Mayıs’larda öne çıkan emek eksenli söylemlere daha çok vurgu yapması gibi olumlu gelişmeler olmakla birlikte, TEKEL Direnişi ve Bölge’de ortaya çıkan Sinan köylülerinin mücadelesi, Akyıl işçilerinin sendikalaşma mücadelesi ve diğer işçi mücadelelerine genellikle seyirci kaldığı biliniyor. Kamu işyerleri ve belediyelerdeki emekçilerin sendikalaşma mücadelesinde ön açıcı olmakla beraber, ulusal hareketin, özel sektördeki fabrika ve işletmelerin örgütlenmesi ve sınıf eksenli taleplerin sahiplenmesinde, ulusal birliği her şeyin önünde tutuğunu söylemek gerek.

Ancak Kürt işçi ve emekçilerinin sınıf partisi ve onun üye ve örgütçüleri bakımından, Kürtlerin ulusal-demokratik talepleriyle sınırlı bir politik hareketin, bir ulusal partinin sınıf mücadelesinde aynı düzeyde tutum alması ve katılım sağlamasını beklemek, bu olmadığında ise bu durumdan yakınmak, en başta kendi varlık nedenini yeterince anlamamak, ulusal demokratik bir partiden ise sınıf partisi olmasını ve buna uygun bir tutumlar almasını beklemek olur.

Esas olarak kafa yorulması ve yanıt verilmesi gerek soru, Ankara’daki direniş  sona erdikten sonra illerine dönen TEKEL işçilerinin mücadelesini yerellerde, o illerdeki ya da Bölge’deki işçi ve emekçilerle, sendikalar ve demokrasi güçleriyle birleştirerek ilerletme yönündeki sınıfın partisinin ısrarla dikkat çektiği mücadele hattının ne kadar ilerletildiği, Adıyaman, Diyarbakır, Muş ve Bitlis’te yapılan birkaç eylem ve bu yönlü girişim dışında hayat bulup bulmadığıdır. TEKEL işçilerinin mücadelesinin yerellerde, diğer emek güçlerini de etrafında birleştirerek ilerlemesi için, kısmen Adıyaman ve Diyarbakır’da yapılanlar dışında tutularak söylenecek olursa, Kürt işçi sınıfının örgütünün bu konuda görev ve sorumluluklarını layıkıyla üstlenip üstlenemediği özenle değerlendirilmelidir.

TEKEL işçilerinin bulunduğu iller başta olmak üzere, Kürt Bölgesinde, OSB ve sanayi sitelerinde, tekstil, gıda, mermer, tuğla, kamu hizmeti vb. sektörlerde kölelik koşullarında çalışan işçileri, mevsimlik tarım işçilerini, özelleştirme ve 4-C tehdidiyle yüz yüze olan diğer alanlardaki kamu işçilerini, tüm Bölge’de neredeyse nüfusun yarısını oluşturan işsizleri, kamu emekçilerini ve az çok örgütlü olan diğer sendikal güçleri talepleri etrafında örgütleyecek bir mücadeleyi örme görevi, şüphesiz, ancak bir sınıf partisinin işi olabilir. Bu da, ancak sınıf partisinin Bölge’deki bütün güçlerini, araç ve olanaklarını doğru şekilde seferber etmesiyle mümkündür. Kürt bölgesinde, TEKEL işçilerinin bulunduğu her ilde, hali hazırda sınıf partisinin bu işi birlikte örgütleyebileceği, üstelik direniş boyunca gazete ve televizyon başta olmak üzere, tüm araçları ve gücüyle yarattığı son derece olumlu etkiyi, güveni ve saygınlığı yakından hisseden çok sayıda ileri TEKEL işçisi, bunun en büyük güvencesidir. Bunu başarmak, TEKEL işçilerinin mücadelesi etrafında Bölge’de işçi hareketini örgütleme ve ilerletme imkânını ortaya çıkaracağı gibi, sınıf partisinin, aynı zamanda Bölge’deki il örgütlerinin, başta ileri çıkan TEKEL işçileriyle olmak üzere, kendini Kürt işçi sınıfının ileri ve mücadeleci unsurlarıyla yeniden örgütlemesi olanağını da yakalaması demektir. Böyle bir mücadeleyi örmek için son derece önemli imkânlar ortaya çıkmış olmasına rağmen, bu olanağın değerlendirilememiş olmasında, işçi hareketi ve sendikal mücadelenin genel zaafları, TEKEL mücadelesinin belirli bir aşamadan sonra hemen her yerde çözülme sürecine girmiş olması vb. gibi, yalnızca Bölge’ye özgü olmayan pek çok faktörden söz edilebilir. Ancak bütün bunlarla birlikte, bu durumun, Bölgede sınıfın politik örgütlenmesinin zaaf ve yetersizliklerine de işaret ettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz.

Tamamen tükenmiş  ve telafi edilemez bir süreçten bahsetmiyoruz şüphesiz. Tabii ki, hem TEKEL işçilerinin mücadelesi eski sıcaklığıyla olmasa da, halen sürmektedir, hem de bu mücadele bitse bile, Bölge’de sınıf hareketi, TEKEL işçilerinin mücadelesine bağlı olmadan da gelişip güçlenmek için oldukça fazla nedene ve imkâna sahiptir. Kaldı ki, Bölge’de TEKEL işçilerinin olduğu her ilde, eğer sınıf partisi elindeki imkânları gerektiği gibi değerlendirebilirse, hala, partiyle daha ilerden birleşebilecek ve Bölge’de Kürt işçi sınıfının mücadelesini örgütlemede görev alabilecek yüzlerce TEKEL işçisiyle buluşabilecektir. Ancak bu da dâhil olmak üzere, yukarıda saydığımız görevlerin neden başarılamadığını daha iyi anlayabilmek için, Bölge örgüt çalışmasının bazı zaaflarına bu örnek üzerinden tekrar değinmekte fayda var.

Başta Kürt bölgesi örgütü olmak üzere, bölge düzeyinde hareketi takip etmekte ve belli başlı illerde parti örgütlerinin çalışmasına gerekli müdahalelerin yapılıp yapılmadığı ya da yeterli olup olmadığı değerlendirilmelidir. Adıyaman, Diyarbakır ve Malatya gibi il örgütleri ve TEKEL işçileriyle güçlü bağların olduğu illerde belli ölçüde bir çaba ve bazı örnek çalışmalar yapılabilmiş olsa da, bir süre sonra,sendika ve işçiler arasında yaşanan ayrışma, işçiler içinde yaşanan bölünme ve yereldeki diğer sendikal güçlerin duyarsızlığı, sağdan ve soldan çekiştirmeler gibi sorunları aşmada yetersiz kalındığını saptayarak, müdahale etmek gerektiği görülüyor. Bölge Örgütü’nün müdahalesine ve daha ilerden yardımına ihtiyaç olmasına rağmen, bunun ne ölçüde yapıldığı doğru değerlendirilebilirse, yeni adımlar atmak mümkün olacaktır. Ayrıca bu iller dışında, Batman, Bitlis, Muş gibi sınıf partisinin daha örgütlenemediği ya da Urfa gibi zayıf olduğu illerde de, TEKEL işçileriyle bağ kurma ve buraları daha yakından takip ederek mücadeleyi örgütlemeye yardımcı olmak, buradaki işçi mücadelesini ilerletebileceği gibi, sınıf partisinin bu illerde, işçiler üzerinden örgütlenmesi bakımından da önemli olanaklar sunabilir. İlk bölümde sözü edilen eksikliği de bir yönüyle koşullayan başka bir zaaf ise, sınıf örgütlerinin illerde sürdürülen günlük örgüt çalışmasının birkaç kişi üzerinden yürüyen dar bir çalışma olmaktan kurtulamamış olmasıdır.

Günlük işçi gazetesi ve halk televizyonunun Bölge’de işçiler üzerinde yarattığı  olumlu etkiye rağmen, sınıf partisinin örgütlerinin bu etkiyi politik bir olanağa dönüştürme yeteneği göstermedeki yetersizliklerini de görmek gerekiyor. Bölge’de gelişen bu işçi mücadelelerinde işçilerle bağ kurmada son derece önemli imkânlar sunan bu araçlar gerektiği gibi etkili kullanılmadığı gibi, bu araçlar üzerinden işçilerle kurulan bağların bu arkadaşlar EVRENSEL ve Hayat TV’den. Sesimizi duyuruyorlar, bize çok yardımcı oluyorlar, sağ olsunlar” gibi duygularla sınırlı kalması kabul edilir şey olmasa gerek.

Bazı olumlu örnekleri dışında tutarak söylersek, bu tür mücadelelerde, sınıf devrimcilerinin işçilerle kurduğu bağ şundan ibaret: haberlerini yapmak, bildirilerini yazmak ve dağıtmak, yereldeki sendikaların ve diğer güçlerin desteğini örgütlemek, mücadelenin nasıl ilerlemesi gerektiği konusunda yardımcı olup yol göstermek vb. Bunları yapmak, şüphesiz sınıf partisi için görev ve hatta bunları daha etkili yapmak için daha çok çaba sarf etmek olağan sayılabilir. Ancak işçi sınıfının iktidar mücadelesini amaçlayan devrimci partisi, işçilerin sendikal, ekonomik talepli mücadelelerine yardımcı olurken, esas meramı, asıl amaca ulaşmak üzere onun en ileri unsurlarının aynı zamanda partisinde örgütlenmesini ve kendini sınıf olarak örgütlemek üzere politika yapmasını sağlamaktır. Bu da, işçilerin o günkü mücadelesinin sorunları ve ihtiyaçlarının ötesinde, bütün bir sınıfın mücadelesini, partinin ne yapmak istediğini, neden var olduğunu açıklıkla anlatmayı ve partide politika yapmaya çağırmayı gerektirir. İşin bu kısmını, o sendikal örgütlenme, grev veya direnişin sıcaklığında genellikle daha sonraya ertelediğimiz için, mücadele şu veya bu şekilde sonuçlandıktan sonra, geriye, ileri işçilerle sürdürülebilen pek az ilişki kalmakta ya da hiç kalmamaktadır.

ÇEMEN GREVİNİN GÖSTERDİKLERİ VE ÇIKARILMASI GEREKEN SONUÇLAR

Antep’te Çemen Tekstil işçilerinin, ücretlerinin düşürülmesi karşısında giriştikleri örgütlenme/sendikalaşma mücadelesi ve DİSK Tekstil Sendikası’nda hâkim olan sendikal bürokrasinin bütün uğursuz rolüne rağmen, 74 gün süren grevi başarıyla bitirmesi, Antep ve Adıyaman, Maraş gibi on binlerce tekstil işçisinin örgütsüz ve kölelik koşullarında çalıştığı Bölge illeri için mücadelenin önünü açacak örnek bir mücadele olmuştur. Burada, dikkatini işçi sınıfından ayırmayan Antep parti il örgütünün, grevin başından itibaren, yüzlerce işçiyle bağ kurarak, işçilerin inisiyatif alıp grev komitesi oluşturmalarını ve bu komiteyle grevin sonuna kadar mücadeleye önderlik etmesini sağlamayı başarmış olması, ayrıca olumlu bir çalışma olmuştur. Sendikanın grevi etkisiz hale getirme çabaları, işçilerin iradesini ve taleplerini yok sayan tutumu, patronun arka arkaya devreye soktuğu oyunları, içerde normal üretimi tamamen verecek sayıda grev kırıcı işçinin olması, polisin ve devlet güçlerinin baskısı vb. gibi pek çok olumsuz faktöre karşın, işçilerin, normal şartlarda yıllar sürse bitmeyecek bir grevi, üretimi engelleyen bir direnişe çevirerek başarıyla bitirmesi, pek çok bakımdan sonuçlar çıkarmayı gerektiren bir mücadele olmuştur.

Parti il örgütünün, daha grevin ilk gününde, işçilerin kendi içinde en ileri işçilerden oluşan bir komite oluşturmasını sağlayarak, grevin gidişatını sendika yönetiminin insafına bırakmadan, mücadeleye önderlik etmesini sağlamada gösterdiği cesaret ve mücadelenin her aşamasında yerinde ve doğru müdahalelerde bulunmasının yanı sıra, başta il yöneticileri ve kamu emekçileri olmak üzere, en ileri kadrolarını bu mücadelede seferber etmeyi başarması, bu mücadelenin sonucunda olumlu örneklerin çıkmasında belirleyici olmuştur. Grevin bitmesini beklemeden, komitede yer alan ileri işçileri partiye kazanma ve üye yapmada gösterilen refleks de, eleştirilegelinen bir tutumun aşılmasında önemli bir adım olmuştur. Ayrıca grev boyunca, grevdeki işçilerle dayanışmanın örgütlenmesi, yereldeki diğer emek güçlerinin de olabildiği kadarıyla seferber edilmesi, grevin Başpınar OSB (Organize Sanayi Bölgesi)’de bulunan on binlerce işçiye duyurulması için yürütülen çalışma ve bütün bu çalışmada eksiklikler olmakla birlikte gazete ve televizyonun kullanılması, olumlu sayılabilecek bir çalışmadır. Bazı haber ve röportajların direnişteki işçiler tarafından yapılması ise, diğer olumlu bir örnek olmuştur.

Ancak bütün bu olumluluklara rağmen, mücadelenin sıcaklığı içinde aynı koşullarda, hatta köleliği aratmayan daha ağır koşullarda çalışan on binlerce işçinin bulunduğu OSB’deki başkaca tekstil fabrikalarının ilgi ve arayışına rağmen, Çemen Tekstil işçilerinin mücadelesinin yaygın bir sendikalaşma ve örgütlenme mücadelesine dönüştürülememiş olması, ciddi bir yetersizlik olarak kaydedilmelidir. Bunu başarmak için, Çemen Tekstil’in komite üyeleri başta olmak üzere, ileri işçileri önemli bir imkân olarak değerlendirilebilecekken, bu yönlü eğilim ve yönelimi yaşama geçirmek başarılamamıştır.

Uzun yıllardır pek çok tekstil fabrikasında işçilerin sendikalaşma talebiyle örgütlendikleri ve her defasında sendikaların bürokratik ve uzlaşmacı çizgisi yüzünden bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığı  biliniyor. Çemen Tekstil işçilerinin, sendikanın geri tutumunu da aşan grevini başarıyla bitirerek sözleşme yapmayı başaran mücadelesi, Antep’te ve başta Adıyaman ve Maraş olmak üzere bölge de, kölelik koşullarında çalıştırılan tekstil işçileri içinde yaygın bir sendikalaşma mücadelesinin örgütlenmesi için önemli bir olanak yaratmıştır. Tekstil işçilerinin örgütlenmesinde, bu gelişmenin, sınıf partisinin yarattığı güven daha iyi değerlendirilebilirdi. Bunun için henüz geç kalınmış olmamakla birlikte, bunun henüz başarılamamış olmasında, Antep parti örgütünün ufkunu bu işyeriyle sınırlamış olmasının, zaman zaman diğer işyerlerine seslenen bir çalışma yürütülse de, böyle bir mücadeleyi örgütleyebilecek düzeyde seferber olmaktan ve buna yeterince kafa yormaktan uzak kaldığı inkâr edilemez. Antep’te Başpınar OSB’de ve Maraş ve Adıyaman gibi tekstil işçilerinin yoğun olduğu yakın illerde, halen on binlerce işçi, son derece ağır koşullarda ve asgari ücretin dahi altında çalışmakta ve örgütlenmeyi beklemektedir.

Çemen’de, işçilerin direnişi sonucunda patronun geri adım atması ve sendikayı kabul etmesinin ardından, sendikanın işçileri aldatarak, kısa süreli ve işçilerin taleplerini içermeyen bir sözleşme imzalaması ve sonrasında mücadeleye önderlik eden 12 ileri işçinin işten atılması gibi gelişmeler, bu amacı gerçekleştirmeyi zorlaştırmış gözükse de, böyle bir örgütlenme başarılmadan, tek bir işyerinde uzun vadeli kazanımlar elde etmenin zor olduğu bir gerçektir. Çemen’de işten atılan 12 işçinin ileri ve sınıf bilinci gelişkin olanları başta olmak üzere, bu işçilerin sınıf partisinde daha ilerden kazanılarak, sınıfın diğer kesimlerini birlikte örgütleyecek bir çalışmaya girişmeleri, ertelenemez işlerden olsa gerek.

bölge örgütü konferansı, kürt sorunu ve bölge işçi çalışması

 

Emek Partisi Bölge Örgütü, 21–22 Kasım 2009 tarihlerinde Dersim’de yaptığı konferansta, Kürt sorunundaki gelişmeleri ve işçi sınıfı içindeki çalışmasını değerlendirdi. Bölge’den il, ilçe ve beldelerden yöneticilerin, işçi çalışması, sendika, kadın, gençlik ve yerel yönetim gibi alanlardan sorumlu parti üyelerinin katılımıyla gerçekleşen konferans eğitici bir işlev gördü.

Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından biri olan Kürt sorununun, ilk defa “Demokratik Açılım”a konu olması, ancak hükümetin adım atmak yerine, içeriği boş açıklamalarla zaman yitirmesi ve sürecin uzamasıyla birlikte, PKK’nin ‘açılım’ kapsamında 34 kişilik iki barış grubunu süreci ilerletmek amacıyla Türkiye’ye göndermesi, Habur’daki karşılamada güçlü bir barış ve direnme tutumunun ortaya çıkması ve bundan ürken egemen güçlerin “KCK operasyonu” adı altında yeniden saldırıya geçmesi, şoven propagandanın yükseltilmesi, açık partinin, demokratik mevzilerin hedefe konulması ve diğer birçok gelişme yaşandı.

86 yıl sonra ilk kez 10 Kasım 2009’da Kürt sorununun “Demokratik Açılım” adı altında TBMM gündemine getirilmesi, Mecliste CHP adına konuşan Onur Öymen’in “Artık analar ağlamasın” diyenleri yanıtlamak üzere “Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? diyerek, 40 bin kişinin ölümüne, 400 milyar dolar harcamaya, boşaltılan köylere, yıkıma ve acılara aldırış etmeden, şiddeti sürdürmek gerektiğinde ısrar etmesi unutulacak gibi değil. MHP’nin TBMM’de Kürt sorununun tartışılmasından büyük üzüntü duyduğunu açıklayarak, ırkçı ve şoven söylemi artırması, AKP’nin halkın mücadelesini engelleme, teslim alma ve tasfiyeci bir kafayla hareket ettiğinin bariz bir biçimde anlaşıldığı, Ergenekon Operasyonu” birkaç dava halinde sürmesine karşın, Bölge’de işlenen cinayetlerin, gerçekleştirilen katliamların, “faili meçhul”lerin JİTEM, Özel Harp Dairesi, korucular ve devlete bağlı örgütlerin icraatlarının açığa çıkarılması yerine, Kürt halkına, halkın seçilmiş temsilcilerine karşı saldırının ayyuka çıktığı, linç girişimlerinin yaşandığı, operasyonların sürdüğü koşullarda toplanan Bölge Örgütü Konferansı, “Siyasi Durum” ve “Örgüt Çalışmasının Yenilenmesi” olarak, iki temel başlık altında gerçekleşti.

Kürt sorunundaki gelişmeler, devletin, hükümetin ve burjuva partilerin tutumunu, Kürt ulusal hareketinin kat ettiği aşamayı ve diğer siyasi gelişmeleri, “sol”, “sosyalist” ve “komünist” çevrelerin bu gelişmeler karşısındaki yaklaşımlarını, kapitalist krizin Bölge işçi sınıfı ve Kürt halkı üzerindeki etkilerini, toprak reformu, işçi sınıfı mücadelesi, örgüt çalışması ve partinin işçi sınıfı ve emekçiler içindeki çalışması gibi sorunlar tartışıldı. Bu yazı, konferansta yapılan konuşmalardan, tartışmalardan ve Konferans Hazırlık Raporu’ndan yararlanarak hazırlanmıştır.

KÜRT SORUNUNDA YENİ DÖNEM VE KÜRT ULUSAL MÜCADELSİ

Kürt sorunu, başta Kürt halkının ulusal hak eşitliği mücadelesinin geldiği aşama olmak üzere, iç ve dış politikaya dair pek çok faktörün de etkisiyle, artık eskisi gibi sürdürülmesi mümkün olmayan bir noktadadır. İnkar, asimilasyon ve imha yöntemi sonuç vermemiş, devlet politikası halkın mücadelesi sonucunda iflas etmiştir. Bu durum artık egemenler bakımından da net bir şekilde anlaşılmış; ulusal köleliği bugüne kadarki biçimiyle sürdürme koşulları kalmamıştır. Gelinen aşamada mevcut durumun değişmesi gerektiği fikri, egemen güçler cephesinde de kabul görmüş, tartışmalar başlamıştır. Ancak, ‘nasıl bir çıkış’ arayışı sürmekle beraber, sorun hala bir halkın ulusal hakları sorunu olarak değerlendirilmemektedir. Arayışın olduğunca geriden tutulması, ulusal düzlemde ele alınmayan bireysel hak ve özgürlükler, kültürel haklar kapsamında bazı yasal düzenlemelerin ve adımların atılması yoluyla, süreci atlatma hesapları yapılmaktadır. Bu tutum, aynı zamanda Kürt silahlı güçlerinin ve halkın tepki ve reflekslerinin ölçüldüğü, bir ‘yoklama’ süreci olarak işlemektedir. Kürt halkının iradesi, ulusal hak eşitliği, ulusal temsiliyet, ulusal yönetim, bölgesel özerklik gibi çözüm yolları üzerinde durulmamaktadır. Bunun yerine, bastırılamayan mücadelenin sonucu olarak işlevsiz hale gelen yasakların, aklı zorlayan engellerin ve bir bölüm geri taleplerin karşılanması hesaplanmaktadır. Ancak bunlar bile, burun sürtme, teslim alma, halkı yedekleme hesaplarına endekslenmiş olarak hayata geçiriliyor.

Egemenlerin Kürt sorununda eskisi gibi devam edemeyecek noktaya gelmiş olması ve “Açılım” adı altında bir “çözüm” hamlesine girmiş olmalarının en önemli nedenlerinden biri de, ABD’nin Ortadoğu’yu kapsayan bölgeye yönelik hesapları ve Türkiye’nin bölgenin ABD’nin çıkarları temelinde yeniden şekillendirilmesinde aldığı görevlerle ilgilidir. “ABD, ‘AKP açılımları’ üzerinden Kürt halkının ulusal demokratik istemli mücadelesinin etkisizleştirilmesini istemektedir. ABD, ‘PKK meselesi’nde Türkiye’yi desteklediğini açıklamakta, ama çözüm konusunda Türkiye’ye Güney Kürtlerini adres olarak göstererek, bu güçlerin kendi politik çıkarları ekseninde birleştirilmesinin önünü açmaya çalışmaktadır. Özetle, bu sorunun ‘güvenlik/PKK’ boyutunun çözümü, Türkiye’nin Kürdistan’dan ve Kafkaslardan Afganistan’a kadar ABD taşeronluğunu sorunsuz yürütmesi ve ‘enerji geçiş güvenliği’ bakımından ABD tarafından da istenir bir durumdur. Bu temelde ABD, sorunun çözümünde Bölgesel çıkarlarına yedeklenen/yedeklenebilecek bütün güçleri dengeleyecek kontrollü bir ‘çözüm süreci’ öngörmekte ve bu süreçte ABD ekseninin dışında kalan, bu ekseni benimsemeyen unsurların tasfiyesini amaçlamaktadır. AKP Hükümetinin, temelleri 2007’de atılan ve bugün Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nda somutlaşan ‘yeni Osmanlıcı’ aktif dış politika yönelimi, Türkiye’nin bölgenin ‘lider ülke’si olarak daha önce Osmanlının at koşturduğu topraklarda ABD taşeronluğuna soyunması olarak anlam kazanmaktadır. AKP Hükümeti, Kürt, Alevi/laisizm, Ermeni sorunu gibi tarihten gelen ve bugün Türkiye’nin Bölgesel taşeronluk rolünü sorunsuz oynayabilmesinin önünde engel teşkil eden sorunların ‘çözüm’”ü için ‘açılım’ adı altında çeşitli hamleler yapmaktadır. Ama bu hamleler, ezilen halk kesimlerinin çıkarları temelinde demokratik bir çözümü öngörmemekte; aksine AKP’nin çeşitli halk kesimlerini yedeklemesine ve kendi politik platformunu güçlendirmesine hizmet ettiği oranda gündeme gelmektedir.*

Bugün başta ABD olmak üzere, uluslararası emperyalist güçlerin ve ülkedeki işbirlikçi egemen sınıfın temsilcisi olarak hükümette bulunan AKP, temsil ettiği güçlerin çıkarlarına ve çeşitli halk kesimlerini yedekleme ihtiyacına uyduğu ölçüde bir “çözüm” niyetine sahiptir. Pek çok siyasal sorunda olduğu gibi, Kürt sorununda da, dünün inkarcı, tekçi, baskı ve şiddetle çözmeyi içeren statükocu anlayışından farklı olarak, kısmen ve sınırlı da olsa “Kürtleri tanıyarak” ve bazı “demokratik” adımlar atarak bir “çözümün” gündeme gelmiş olmasında, şüphesiz ki, AKP’nin ve onun temsil ettiği egemen güçlerin çıkarları ve değişen ihtiyaçları önemli bir faktördür.

Ancak ABD’yi de, AKP’yi de, devleti de dünün inkarcı yöntemlerinden farklı bir “çözüme” zorlayan şeyin, yalnızca onların çıkarları ve ihtiyaçları olmadığı da, son derece açıktır. Unutulmamalıdır ki, dünün yöntemleriyle çözmeye, her seferinde daha da güçlenerek direnen ve 86 yıllık inkarcı, tekçi, statükocu ve şiddet yanlısı devlet geleneğinin ve onun bütün kırmızı çizgilerinin iflas etmesine neden olan, halkın ulusal düzeydeki direnişidir. Kürt halkının mücadelesi olmasa böyle bir “çözüm” ihtiyacı hiçbir zaman gündeme gelmeyecekti. İşte bu yüzden, gelinen aşamada Kürt sorunuyla ilgili gelişmeler karşısında, AKP’nin amaçladığı çözümün nereye kadar olduğu ve samimi olup olmadığıyla sınırlı bir tartışmanın ve değerlendirmenin tek başına anlamsız olduğu görülmelidir.

Nitekim, AKP’nin ve onun lideri Erdoğan’ın Kürt sorunu konusunda son bir kaç yılda yaptıklarına, aldığı tutuma bakıldığında bile, samimi olmadığını anlamak için fazlasıyla veri bulunmaktadır. Ancak buradan yola çıkarak, “Açılımdan bir şey çıkmaz” tutumu, düz ve dar bir bakış açısı olduğu kadar, devrimci bir politik müdahaleye de hizmet etmeyen bir değerlendirme ve tutumdur. Hükümet düzeyinde ilk kez AKP’nin bu meseleyi “Kürt açılımı” diyerek gündemine almak zorunda kalmasını, bunu dayatan tüm nedenlerden ve AKP’nin ve onu yönlendiren egemen güçlerin çıkarlarından soyutlayarak, “AKP samimi ve bu sorunu çözmek istiyor” şeklinde değerlendirmek ne kadar safça ise; bütün bu gelişmeleri ve süreci AKP’nin ve egemenlerin ve onların ihtiyaçlarının tek başına belirlediğini düşünmek ve Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesinin zorlayıcılığını yok sayarak “bundan bir şey çıkmaz” demek de bir o kadar hayatın ve devrimci politik mücadelenin dışına düşmek anlamına gelir. “TKP ve diğer bazı küçük burjuva parti ve sol gruplar, Kürt sorununda geleneksel inkârcı politikaların etkisizleştirilmesinde Kürt ulusal mücadelesinin oynadığı belirleyici rolü anlamadıkları ve çözüm tartışmalarını ABD ve işbirlikçisi AKP’nin planlarından ibaret gördükleri içindir ki, emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı çıkmak adına, Kürt halkının istemlerine karşı çıkarak gerici şoven bir tutuma sürüklenmektedirler. (….) Gelişmelerin halkın kazanımlarıyla ilerletileceğine ilişkin fazlasıyla veri bulunmakla birlikte, sorunun ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin mi, yoksa Kürt halk hareketi ve emek-demokrasi güçlerinin mi çıkarı temelinde çözüleceği sorusunun cevabı, bu güç odakları arasında süren mücadelenin seyri tarafından belirlenecektir.

Sınıf partisi bakımından bunun anlamı şudur: “Kürt işçi ve emekçilerinin örgütlenmesi ve bu mücadelenin Kürt ulusal halk mücadelesine güç katarak, sorunun demokratik halkçı çözümü yönünde ilerletilmesi, Bölge’deki mücadelemizin birbiriyle iç içe girmiş iki temel yönünü oluşturmaktadır. Ulusal baskının son bulmasını, ulusal tam hak eşitliğinin sağlanmasını savunmak, desteklemek ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini örgütleyerek ilerletmek; partimiz bu tutumu kararlıca sürdürecektir.

Yukarıda da dikkat çekildiği gibi, AKP hükümeti eliyle gündeme getirilen “Açılım Projesi”, Türkiye burjuvazisinin, dayatan koşullar karşısındaki arayışının bir sonucudur. Burada birçok faktör bulunmaktadır. Ancak Kürt halkının ulusal kölelikten kurtuluş mücadelesi ve ortaya koyduğu talepler gelişmede esas faktördür. Ortaya atıldığı günlerde yaşanan atmosfer ile bugünkü koşullar arasındaki farka bakarak, “açılım kapanmıştır” demek de doğru değildir. Zira, bu, sadece AKP ve egemenlerin iradesine bağlı bir gelişme değil. Gelişmenin yönü halkın mücadelesi ve kazanımlarıyla belirlenecektir. Buradan hareketle, Kürt halkının taleplerinin karşılanması, tüm demokratik güçlerin mücadelesi kapsamındadır. Operasyon ve çatışmaların son bularak siyasi bir genel affın ilan edilmesi, gerici yasalardan arındırılmış, halkların eşitliğini temel alan demokratik bir anayasanın yapılması, anadilde eğitim ve Kürt dili-kültürünün önündeki engellerin kaldırılması, bölgesel ve yerel özerkliğe olanak tanıyan düzenlemelerin yapılması, Kürtçe’nin kamuda kullanılır olması, koruculuk siteminin kaldırılması ve özel kuvvetlerin bölgeden çekilmesi, hayatın normalleştirilmesi için önlemler alınması gibi ulusal demokratik talepler partimiz tarafından koşulsuz olarak ve kararlıca sahiplenilip savunulmaktadır.

KRİZ, İŞSİZLİK VE YOKSULLUĞUN DERİNLEŞMESİ KARŞISINDA İNSANCA YAŞAM MÜCADELE

AKP, temsilcisi olduğu kapitalist düzenin kriz fırsatçılığı ve saldırganlığıyla, Bölge halkını açlıkla yüz yüze bırakmaktadır. Devlet ve hükümet, yaşanan kötü koşulları Kürt halkının mücadelesine ve bu yönlü gelişmelere bağlamaktadır. Ancak gerçek şu ki, Kürt halkı siyasal ve ulusal alanda olduğu gibi, ekonomik olarak da ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Tarım ve hayvancılık bitme noktasına getirilmiş, işsiz ve aç yoksullar, fiilen uygulanan ‘Bölgesel Asgari Ücret’ koşullarında çalışmaya mahkum edilmektedir. Sendikasız, sigortasız, çalışma koşullarındaki kuralsızlık her geçen gün artmaktadır. Yağma ve sömürü, işsizlik ve yoksulluk artan zamlarla birlikte yaşamı hepten çekilmez kılmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın 2008 yılında Diyarbakır’da açıkladığı ‘GAP Eylem Planı’nda, tüm yatırımların 4 yılda bitirileceği ve 3 milyon kişiye iş olanağı sağlanacağı vaad edilmişti. Ancak bugüne kadar hiçbir somut adım atılmış değil. Hükümetin son olarak ‘İşsizlik Fonu’ndan yağmaladığı kaynakların bir kısmının Bölge’ye yatırım olarak GAP’a ayrılmış olduğunu açıklamasının üzerinden geçen bunca zamana rağmen, ‘yatırım’ın Kürt yoksullarına bir getirisi, faydası olmamıştır.

Ülke nüfusunun yüzde 16’sını oluşturduğu halde milli gelirden sadece yüzde 6.5 pay alan; işsizliğin yüzde 50’lerde, yeşil kartlı sayısının yüzde 46’larda olduğu ve köylerde yaşayanların yüzde 59’unu topraksız köylülerin oluşturduğu Bölge, bölgesel eşitsizlik ve süren savaş koşulları nedeniyle sürekli bir kriz halindedir. Krizden sonra Bölge’nin en önemli sanayi kenti Antep’te 40 bin kişinin işsiz kaldığı ve Bölge’nin çeşitli kentlerindeki organize sanayi bölgelerindeki zaten sınırlı sayıda olan fabrika ve işletmelerin kapandığı dikkate alındığında, durumun vahameti daha da artmaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesi, kapatılması, tarım ve hayvancılığın bitirilmiş olması, tütün, şeker pancarı gibi ürünlere kota konması, yayla yasakları, üreticiye destek sunulmaması, taban fiyatı uygulamasından vazgeçilmesi, tarım ürünlerinin tefeci ve tüccarın insafına terk edilmiş olması gibi sorunlar daha da büyümektedir. Bu durum, işsizlerin, gençlerin, ev kadınlarının ve topraksız köylülerin ulusal taleplerin yanı sıra iş, eğitim, toprak, barınma, sağlık gibi insanca yaşam talepleri temelinde örgütlenme ve mücadelesinin geliştirilmesini sınıf partisi için güncel bir görev haline getirmektedir.

Emperyalist kapitalist sistemin tarihinin en büyük krizlerinden biriyle yüz yüze olduğu günümüzde, dünya çapında olduğu gibi, Türkiye’de de AKP eliyle krizin yükünü işçi ve emekçi sınıfların üzerine yıkmaya dönük politikaların en yıkıcı sonuçları Bölge’de yaşanmaktadır. Bir taraftan Bölge’deki belli başlı kamusal işletmelerin tasfiyesi, tarım ve hayvancılığın bitirilme noktasına getirilmesi, işsizlik ve yoksulluğa, krizin yükü de eklenince, Bölge halkı için hayat daha da çekilmez hale geldi. Kriz döneminde Antep, Maraş, Adıyaman, Urfa, Malatya gibi az çok sanayinin olduğu illerde on binlerce işçinin işine son verildi. Bununla birlikte, bütün Bölge illerinde işsizlik, yoksulluk, sağlık, eğitim ve barınma gibi sorunlar sosyal bir yıkım düzeyine ulaşmış bulunuyor. AKP, tarikatlar eliyle, hükümetin güdümündeki çevrelerin ‘desteğiyle’ ianeciliği devreye sokarak, halkın yoksulluğunu desteğe dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu sorunlar karşısında partimizin “Emekçi ailenin desteklenmesi” başlığıyla ifade ettiği talepler için mücadelenin örgütlenmesi, hükümetten, iş, yardım ve sosyal destek istemek, valiliklerin, kaymakamlıkların, belediyelerin halkın ihtiyaçlarını karşılamak üzere mekanizmalar kurmalarını istemek, bütün Bölge örgütlerimizin çalışmasının temel görevlerinden biri olarak aciliyet kazanmıştır.

MEVZİYİ GÜÇLENDİRME İHTİYACI; SINIF İÇİNDEKİ ÇALIŞMA

Başta Kürt işçi sınıfı içindeki çalışmanın sorunları olmak üzere, örgüt çalışmasındaki sorunların aşılması zorunluluğu, gelişmelerin de gösterdiği gibi, daha da aciliyet kazanmıştır. Kürt ulusal mücadelesinin geldiği aşamanın, giderek artan insanca yaşam taleplerin, birçok gelişmeyi beraberinde getireceği bir gerçek. Çatışmalar, artan işsizlik, derinleşen sefalet, özelleştirmeler, tarım ve hayvancılığın bitirilme noktasına getirilmiş olması, düşük ücretler, kadın ve gençlerin her geçen gün artan sorunları, Bölge örgütlerinin çalışmasını tüm bu gelişmeler ışığında yenilemesini bir zorunluluk haline getirmektedir. Bölge’nin sınıf örgütü tabii ki, asıl olarak işçi sınıfı, emekçiler, gençlik, kadınlar ve yoksul köylülük içinde örgütlenecektir. Sınıfın partisi için, ulusal sorundaki gelişmelere, tüm politik gelişmelere müdahil olabilmenin koşulu da, en başta sınıf hareketine dayanmaktan, emekçi kadınlar, gençlik yığınları ve köylülük içinde örgütlü bir güç olmaktan geçmektedir. Ulusal sorunun çözümü yönlü yeni her gelişme, bugüne kadar ulusal sorununun gölgesinde kalmış olan ekonomik ve sosyal talepleri daha keskin biçimde ortaya çıkaracak, sınıf çelişkilerini geliştirecektir. Ancak Kürt halkı ve işçilerinin demokratik ulusal taleplerinin savunucusu olmak, Kürt ulusal demokratik hareket ile bu yönlü bir dayanışma içinde olmak, sınıf partisi bakımından sorunun esasının Kürt işçilerinin örgütlenmesi olduğu gerçeğini atlamak anlamına gelmemektedir.

Bölge işçi sınıfının mücadelesinde Bölge Örgütü’nün önemli bir yer tuttuğu bir gerçek olmakla beraber, sınıf içindeki örgütlenmenin istikrarsızlığı da bir gerçektir. Fabrikalar, işletmeler, Organize Sanayi Bölgeleri, partinin çalışmasında temel alanlar olarak ele alınmaz, sınıfın en küçük talepleri bile partinin sorunu olarak gündeme getirilmezse, Bölge halkı içinde sınıf partisi ile ulusal demokratik haklar mücadelesi sürdüren parti arasındaki farkın anlaşılması da mümkün olmayacaktır. Sorun Bölge işçi sınıfının kendi partisiyle birleşmesi ise, bunun yolu, tüm dikkatleri sınıfın sorunlarına ve örgütlenmesine hasretmektir. Birkaç gelişme bile, sınıf partisinin Bölge işçi sınıfı içindeki etkisini göstermektedir. Antep Dokuma İşçileri Direnişi, Sanko ve diğer işletmelerde işçilerin mücadele ve direnişleri, Akyıl işçilerinin sendikalaşma mücadelesi, Tuğla işçilerinin mücadelesi, Bölge düzeyinde süren TEKEL işçilerinin mücadelesi, özelleştirme karşısındaki diğer gelişmeler ve irili ufaklı mücadeleler, Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki işçi tepki ve direnişleri, Petrol işçilerinin mücadelesi, tekstil, taşıma, Gıda, Krom-maden işçilerinin mücadelesi, sendika, sigorta, sekiz saat iş günü mücadelesi, direnişler ve birçok sınıf eksenli gelişmede, Bölge Örgütleri sınıfın içinde ve yanında oldular. Ulusal kölelik koşullarında yaşamaya zorlanan Kürt işçilerinin birçok yerde ve defalarca, “bir Kürt partimiz var, bir de sınıf partimiz var” dedikleri bilinmektedir.

Günlük işçi gazetesinin kullanımı, halk televizyonunun layıkıyla ele alınması, yayınlarımızın eğitim ihtiyacını, aydınlanma ve örgütlenme ihtiyacını karşılayacak biçimde örgütlerimiz tarafından kullanılması, sözünü ettiğimiz gelişmenin temel anahtarıdır. Kürt işçi sınıfı ve halkının devrimci partisi için sınıfın içinde kök salmak, günün gerçeklerini bilmek ve hayata buradan müdahale ederek ilerlemekten geçiyor. Dönemsel iniş ve çıkışlardan etkilenmeden sınıfın içinde örgütlenme, partinin temel hedefi olmalıdır. Ulusal gelişmeleri doğru bir biçimde ele alan, ancak sınıf gündeminden şaşmayan bir tutumla ilerleneceğini unutmamak gerek. Bölge işçi sınıfının hareketinin, Kürt ulusal hareketiyle ilişkileri, dönemsel taktikleri ve ittifaklarına yön veren yegane şey, Kürt halkının ulusal hak mücadelesi, Kürt işçi sınıfının ve emekçilerinin çıkarları ve ihtiyaçlarıdır.

Partimizin Bölge’de etkin bir politik güç, bir akım haline gelebilmesi örgütsel platformumuzun politik gelişmeler üzerinden yenilenmesinden geçmektedir. Bölge örgütümüz, eğer Bölge işçi ve emekçilerinin, Kürt gençliği ve kadınlarının örgütü olma iddiasındaysa, yapılması gereken ilk şey bu iddiaya uygun olarak işçi ve emekçilerin üretim ve yaşam alanlarının temel mücadele alanları olarak görülüp parti çalışmamızın bu alanlarında mevzilenmektir. Bu temelde sürece müdahale edebilmemiz, öncelikle belli alanlar/birimler ve talepler üzerinden yoğunlaşmak yerine genel ve günübirlik çalışmaya dayalı tarzın terk edilmesini gerektirmektedir. (….) Parti çalışmamızın yenilenmesi, bu temelde her örgütümüzün gücünü ve politik yaşama müdahale olanaklarını hesaba katarak, fabrika, işyeri, okul, semt, mahalle gibi temel çalışma alanlarını yeniden belirlenmesini gerektirmektedir.

Başta sanayisi gelişkin iller olmak üzere, on binlerce işçinin çalıştığı organize sanayi bölgesine sahip illerde, fabrika ve işçi havzalarındaki yoğunluk, işçi sınıfına yönelik hedeflerin göstergeleri olarak kabul edilirse, temel çalışmanın istikrarsız ve dağınık bir şekilde yürüdüğünü tespit etmek zor olmayacaktır. Bölge’de sanayisi görece ileri illerdeki örgütlerin belli başlı temel işletmeleri öncelikli çalışma alanları olarak ele alması ve buralarda yoğunlaşması, bu alandaki çalışmanın güvenceye alınması, örgütsel çalışmasını yeniden düzenlemesinin temel adımlarıdır.

Krizle birlikte daha yakıcı hale gelen ve yaygınlık kazanan, işten atmalara, ücretlerin düşürülmesine, çalışma saatlerinin arttırılmasına ve kölelik koşullarını derinleştiren her türlü hak gaspına karşı, 8 saat çalışma, sigorta, insanca yaşamaya yetecek bir ücret, işten atmaların yasaklanması gibi taleplerle, sendikal örgütlenme hedefini de kapsayan kesintisiz, daha etkili ve istikrarlı bir çalışmanın örgütlenmesi, sınıf örgütünün Bölge’deki çalışmanın en hayati ve aciliyet kazanmış görevidir.

Yukarıda da dikkat çekildiği gibi, Bölge’de ulusal tam hak eşitliği yönlü mücadelenin daha da güçlenmiş olması önemli bir gelişmedir. Saldırılar karşısında barikat oluşturmak, ulusal hareketle, halkın ulusal talepleriyle dayanışma içinde olmak, mücadeleye güç ve destek vermek, Kürt işçi ve emekçiler içinde örgütlenmenin ve Kürt ulusal hareketine buradan müdahil olmanın imkanı olarak değerlendirilmelidir. Ancak hiçbir sorun ve gelişme, sınıfın örgütü için son derece önemli olan işçi sınıfının örgütlenmesi alanındaki dikkat kaymasına ve sınıf çalışmasının zaafa uğramasına neden olmamalıdır.

Bu sorunları aşamamış olmamızın asıl nedeni, başta en ileri düzeydeki yönetici kadrolarımız olmak üzere yerel parti örgütlerimizin, partimizin platformuna ve güncel görevlerine uygun bir örgütsel pratik yönelime gerçek anlamda girememiş olmasıdır. Daha somut söylemek gerekirse; asıl olarak, sanayi bölgeleri, önemli işçi havzaları ve fabrikalar başta olmak üzere, her ilde öncelikli hedef olarak belirlediğimiz alanlarda yoğunlaşmış ve hedefleri belirlenmiş günlük bir çalışmayı güvenceye almak ve ‘Kürt işçi ve emekçilerine dayanarak Kürt sorununun çözümü yönünde gelişen sürece müdahil olmak’ diye tarif ettiğimiz görevlere uygun bir yönelime girmedikçe, savrulmaların önüne geçmek mümkün olmayacaktır.


* Bölge Örgütü Konferansı Hazırlık Raporu’ndan alınmıştır.

 

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑