bölge örgütü konferansı, kürt sorunu ve bölge işçi çalışması

 

Emek Partisi Bölge Örgütü, 21–22 Kasım 2009 tarihlerinde Dersim’de yaptığı konferansta, Kürt sorunundaki gelişmeleri ve işçi sınıfı içindeki çalışmasını değerlendirdi. Bölge’den il, ilçe ve beldelerden yöneticilerin, işçi çalışması, sendika, kadın, gençlik ve yerel yönetim gibi alanlardan sorumlu parti üyelerinin katılımıyla gerçekleşen konferans eğitici bir işlev gördü.

Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından biri olan Kürt sorununun, ilk defa “Demokratik Açılım”a konu olması, ancak hükümetin adım atmak yerine, içeriği boş açıklamalarla zaman yitirmesi ve sürecin uzamasıyla birlikte, PKK’nin ‘açılım’ kapsamında 34 kişilik iki barış grubunu süreci ilerletmek amacıyla Türkiye’ye göndermesi, Habur’daki karşılamada güçlü bir barış ve direnme tutumunun ortaya çıkması ve bundan ürken egemen güçlerin “KCK operasyonu” adı altında yeniden saldırıya geçmesi, şoven propagandanın yükseltilmesi, açık partinin, demokratik mevzilerin hedefe konulması ve diğer birçok gelişme yaşandı.

86 yıl sonra ilk kez 10 Kasım 2009’da Kürt sorununun “Demokratik Açılım” adı altında TBMM gündemine getirilmesi, Mecliste CHP adına konuşan Onur Öymen’in “Artık analar ağlamasın” diyenleri yanıtlamak üzere “Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? diyerek, 40 bin kişinin ölümüne, 400 milyar dolar harcamaya, boşaltılan köylere, yıkıma ve acılara aldırış etmeden, şiddeti sürdürmek gerektiğinde ısrar etmesi unutulacak gibi değil. MHP’nin TBMM’de Kürt sorununun tartışılmasından büyük üzüntü duyduğunu açıklayarak, ırkçı ve şoven söylemi artırması, AKP’nin halkın mücadelesini engelleme, teslim alma ve tasfiyeci bir kafayla hareket ettiğinin bariz bir biçimde anlaşıldığı, Ergenekon Operasyonu” birkaç dava halinde sürmesine karşın, Bölge’de işlenen cinayetlerin, gerçekleştirilen katliamların, “faili meçhul”lerin JİTEM, Özel Harp Dairesi, korucular ve devlete bağlı örgütlerin icraatlarının açığa çıkarılması yerine, Kürt halkına, halkın seçilmiş temsilcilerine karşı saldırının ayyuka çıktığı, linç girişimlerinin yaşandığı, operasyonların sürdüğü koşullarda toplanan Bölge Örgütü Konferansı, “Siyasi Durum” ve “Örgüt Çalışmasının Yenilenmesi” olarak, iki temel başlık altında gerçekleşti.

Kürt sorunundaki gelişmeler, devletin, hükümetin ve burjuva partilerin tutumunu, Kürt ulusal hareketinin kat ettiği aşamayı ve diğer siyasi gelişmeleri, “sol”, “sosyalist” ve “komünist” çevrelerin bu gelişmeler karşısındaki yaklaşımlarını, kapitalist krizin Bölge işçi sınıfı ve Kürt halkı üzerindeki etkilerini, toprak reformu, işçi sınıfı mücadelesi, örgüt çalışması ve partinin işçi sınıfı ve emekçiler içindeki çalışması gibi sorunlar tartışıldı. Bu yazı, konferansta yapılan konuşmalardan, tartışmalardan ve Konferans Hazırlık Raporu’ndan yararlanarak hazırlanmıştır.

KÜRT SORUNUNDA YENİ DÖNEM VE KÜRT ULUSAL MÜCADELSİ

Kürt sorunu, başta Kürt halkının ulusal hak eşitliği mücadelesinin geldiği aşama olmak üzere, iç ve dış politikaya dair pek çok faktörün de etkisiyle, artık eskisi gibi sürdürülmesi mümkün olmayan bir noktadadır. İnkar, asimilasyon ve imha yöntemi sonuç vermemiş, devlet politikası halkın mücadelesi sonucunda iflas etmiştir. Bu durum artık egemenler bakımından da net bir şekilde anlaşılmış; ulusal köleliği bugüne kadarki biçimiyle sürdürme koşulları kalmamıştır. Gelinen aşamada mevcut durumun değişmesi gerektiği fikri, egemen güçler cephesinde de kabul görmüş, tartışmalar başlamıştır. Ancak, ‘nasıl bir çıkış’ arayışı sürmekle beraber, sorun hala bir halkın ulusal hakları sorunu olarak değerlendirilmemektedir. Arayışın olduğunca geriden tutulması, ulusal düzlemde ele alınmayan bireysel hak ve özgürlükler, kültürel haklar kapsamında bazı yasal düzenlemelerin ve adımların atılması yoluyla, süreci atlatma hesapları yapılmaktadır. Bu tutum, aynı zamanda Kürt silahlı güçlerinin ve halkın tepki ve reflekslerinin ölçüldüğü, bir ‘yoklama’ süreci olarak işlemektedir. Kürt halkının iradesi, ulusal hak eşitliği, ulusal temsiliyet, ulusal yönetim, bölgesel özerklik gibi çözüm yolları üzerinde durulmamaktadır. Bunun yerine, bastırılamayan mücadelenin sonucu olarak işlevsiz hale gelen yasakların, aklı zorlayan engellerin ve bir bölüm geri taleplerin karşılanması hesaplanmaktadır. Ancak bunlar bile, burun sürtme, teslim alma, halkı yedekleme hesaplarına endekslenmiş olarak hayata geçiriliyor.

Egemenlerin Kürt sorununda eskisi gibi devam edemeyecek noktaya gelmiş olması ve “Açılım” adı altında bir “çözüm” hamlesine girmiş olmalarının en önemli nedenlerinden biri de, ABD’nin Ortadoğu’yu kapsayan bölgeye yönelik hesapları ve Türkiye’nin bölgenin ABD’nin çıkarları temelinde yeniden şekillendirilmesinde aldığı görevlerle ilgilidir. “ABD, ‘AKP açılımları’ üzerinden Kürt halkının ulusal demokratik istemli mücadelesinin etkisizleştirilmesini istemektedir. ABD, ‘PKK meselesi’nde Türkiye’yi desteklediğini açıklamakta, ama çözüm konusunda Türkiye’ye Güney Kürtlerini adres olarak göstererek, bu güçlerin kendi politik çıkarları ekseninde birleştirilmesinin önünü açmaya çalışmaktadır. Özetle, bu sorunun ‘güvenlik/PKK’ boyutunun çözümü, Türkiye’nin Kürdistan’dan ve Kafkaslardan Afganistan’a kadar ABD taşeronluğunu sorunsuz yürütmesi ve ‘enerji geçiş güvenliği’ bakımından ABD tarafından da istenir bir durumdur. Bu temelde ABD, sorunun çözümünde Bölgesel çıkarlarına yedeklenen/yedeklenebilecek bütün güçleri dengeleyecek kontrollü bir ‘çözüm süreci’ öngörmekte ve bu süreçte ABD ekseninin dışında kalan, bu ekseni benimsemeyen unsurların tasfiyesini amaçlamaktadır. AKP Hükümetinin, temelleri 2007’de atılan ve bugün Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nda somutlaşan ‘yeni Osmanlıcı’ aktif dış politika yönelimi, Türkiye’nin bölgenin ‘lider ülke’si olarak daha önce Osmanlının at koşturduğu topraklarda ABD taşeronluğuna soyunması olarak anlam kazanmaktadır. AKP Hükümeti, Kürt, Alevi/laisizm, Ermeni sorunu gibi tarihten gelen ve bugün Türkiye’nin Bölgesel taşeronluk rolünü sorunsuz oynayabilmesinin önünde engel teşkil eden sorunların ‘çözüm’”ü için ‘açılım’ adı altında çeşitli hamleler yapmaktadır. Ama bu hamleler, ezilen halk kesimlerinin çıkarları temelinde demokratik bir çözümü öngörmemekte; aksine AKP’nin çeşitli halk kesimlerini yedeklemesine ve kendi politik platformunu güçlendirmesine hizmet ettiği oranda gündeme gelmektedir.*

Bugün başta ABD olmak üzere, uluslararası emperyalist güçlerin ve ülkedeki işbirlikçi egemen sınıfın temsilcisi olarak hükümette bulunan AKP, temsil ettiği güçlerin çıkarlarına ve çeşitli halk kesimlerini yedekleme ihtiyacına uyduğu ölçüde bir “çözüm” niyetine sahiptir. Pek çok siyasal sorunda olduğu gibi, Kürt sorununda da, dünün inkarcı, tekçi, baskı ve şiddetle çözmeyi içeren statükocu anlayışından farklı olarak, kısmen ve sınırlı da olsa “Kürtleri tanıyarak” ve bazı “demokratik” adımlar atarak bir “çözümün” gündeme gelmiş olmasında, şüphesiz ki, AKP’nin ve onun temsil ettiği egemen güçlerin çıkarları ve değişen ihtiyaçları önemli bir faktördür.

Ancak ABD’yi de, AKP’yi de, devleti de dünün inkarcı yöntemlerinden farklı bir “çözüme” zorlayan şeyin, yalnızca onların çıkarları ve ihtiyaçları olmadığı da, son derece açıktır. Unutulmamalıdır ki, dünün yöntemleriyle çözmeye, her seferinde daha da güçlenerek direnen ve 86 yıllık inkarcı, tekçi, statükocu ve şiddet yanlısı devlet geleneğinin ve onun bütün kırmızı çizgilerinin iflas etmesine neden olan, halkın ulusal düzeydeki direnişidir. Kürt halkının mücadelesi olmasa böyle bir “çözüm” ihtiyacı hiçbir zaman gündeme gelmeyecekti. İşte bu yüzden, gelinen aşamada Kürt sorunuyla ilgili gelişmeler karşısında, AKP’nin amaçladığı çözümün nereye kadar olduğu ve samimi olup olmadığıyla sınırlı bir tartışmanın ve değerlendirmenin tek başına anlamsız olduğu görülmelidir.

Nitekim, AKP’nin ve onun lideri Erdoğan’ın Kürt sorunu konusunda son bir kaç yılda yaptıklarına, aldığı tutuma bakıldığında bile, samimi olmadığını anlamak için fazlasıyla veri bulunmaktadır. Ancak buradan yola çıkarak, “Açılımdan bir şey çıkmaz” tutumu, düz ve dar bir bakış açısı olduğu kadar, devrimci bir politik müdahaleye de hizmet etmeyen bir değerlendirme ve tutumdur. Hükümet düzeyinde ilk kez AKP’nin bu meseleyi “Kürt açılımı” diyerek gündemine almak zorunda kalmasını, bunu dayatan tüm nedenlerden ve AKP’nin ve onu yönlendiren egemen güçlerin çıkarlarından soyutlayarak, “AKP samimi ve bu sorunu çözmek istiyor” şeklinde değerlendirmek ne kadar safça ise; bütün bu gelişmeleri ve süreci AKP’nin ve egemenlerin ve onların ihtiyaçlarının tek başına belirlediğini düşünmek ve Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesinin zorlayıcılığını yok sayarak “bundan bir şey çıkmaz” demek de bir o kadar hayatın ve devrimci politik mücadelenin dışına düşmek anlamına gelir. “TKP ve diğer bazı küçük burjuva parti ve sol gruplar, Kürt sorununda geleneksel inkârcı politikaların etkisizleştirilmesinde Kürt ulusal mücadelesinin oynadığı belirleyici rolü anlamadıkları ve çözüm tartışmalarını ABD ve işbirlikçisi AKP’nin planlarından ibaret gördükleri içindir ki, emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı çıkmak adına, Kürt halkının istemlerine karşı çıkarak gerici şoven bir tutuma sürüklenmektedirler. (….) Gelişmelerin halkın kazanımlarıyla ilerletileceğine ilişkin fazlasıyla veri bulunmakla birlikte, sorunun ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin mi, yoksa Kürt halk hareketi ve emek-demokrasi güçlerinin mi çıkarı temelinde çözüleceği sorusunun cevabı, bu güç odakları arasında süren mücadelenin seyri tarafından belirlenecektir.

Sınıf partisi bakımından bunun anlamı şudur: “Kürt işçi ve emekçilerinin örgütlenmesi ve bu mücadelenin Kürt ulusal halk mücadelesine güç katarak, sorunun demokratik halkçı çözümü yönünde ilerletilmesi, Bölge’deki mücadelemizin birbiriyle iç içe girmiş iki temel yönünü oluşturmaktadır. Ulusal baskının son bulmasını, ulusal tam hak eşitliğinin sağlanmasını savunmak, desteklemek ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini örgütleyerek ilerletmek; partimiz bu tutumu kararlıca sürdürecektir.

Yukarıda da dikkat çekildiği gibi, AKP hükümeti eliyle gündeme getirilen “Açılım Projesi”, Türkiye burjuvazisinin, dayatan koşullar karşısındaki arayışının bir sonucudur. Burada birçok faktör bulunmaktadır. Ancak Kürt halkının ulusal kölelikten kurtuluş mücadelesi ve ortaya koyduğu talepler gelişmede esas faktördür. Ortaya atıldığı günlerde yaşanan atmosfer ile bugünkü koşullar arasındaki farka bakarak, “açılım kapanmıştır” demek de doğru değildir. Zira, bu, sadece AKP ve egemenlerin iradesine bağlı bir gelişme değil. Gelişmenin yönü halkın mücadelesi ve kazanımlarıyla belirlenecektir. Buradan hareketle, Kürt halkının taleplerinin karşılanması, tüm demokratik güçlerin mücadelesi kapsamındadır. Operasyon ve çatışmaların son bularak siyasi bir genel affın ilan edilmesi, gerici yasalardan arındırılmış, halkların eşitliğini temel alan demokratik bir anayasanın yapılması, anadilde eğitim ve Kürt dili-kültürünün önündeki engellerin kaldırılması, bölgesel ve yerel özerkliğe olanak tanıyan düzenlemelerin yapılması, Kürtçe’nin kamuda kullanılır olması, koruculuk siteminin kaldırılması ve özel kuvvetlerin bölgeden çekilmesi, hayatın normalleştirilmesi için önlemler alınması gibi ulusal demokratik talepler partimiz tarafından koşulsuz olarak ve kararlıca sahiplenilip savunulmaktadır.

KRİZ, İŞSİZLİK VE YOKSULLUĞUN DERİNLEŞMESİ KARŞISINDA İNSANCA YAŞAM MÜCADELE

AKP, temsilcisi olduğu kapitalist düzenin kriz fırsatçılığı ve saldırganlığıyla, Bölge halkını açlıkla yüz yüze bırakmaktadır. Devlet ve hükümet, yaşanan kötü koşulları Kürt halkının mücadelesine ve bu yönlü gelişmelere bağlamaktadır. Ancak gerçek şu ki, Kürt halkı siyasal ve ulusal alanda olduğu gibi, ekonomik olarak da ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Tarım ve hayvancılık bitme noktasına getirilmiş, işsiz ve aç yoksullar, fiilen uygulanan ‘Bölgesel Asgari Ücret’ koşullarında çalışmaya mahkum edilmektedir. Sendikasız, sigortasız, çalışma koşullarındaki kuralsızlık her geçen gün artmaktadır. Yağma ve sömürü, işsizlik ve yoksulluk artan zamlarla birlikte yaşamı hepten çekilmez kılmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın 2008 yılında Diyarbakır’da açıkladığı ‘GAP Eylem Planı’nda, tüm yatırımların 4 yılda bitirileceği ve 3 milyon kişiye iş olanağı sağlanacağı vaad edilmişti. Ancak bugüne kadar hiçbir somut adım atılmış değil. Hükümetin son olarak ‘İşsizlik Fonu’ndan yağmaladığı kaynakların bir kısmının Bölge’ye yatırım olarak GAP’a ayrılmış olduğunu açıklamasının üzerinden geçen bunca zamana rağmen, ‘yatırım’ın Kürt yoksullarına bir getirisi, faydası olmamıştır.

Ülke nüfusunun yüzde 16’sını oluşturduğu halde milli gelirden sadece yüzde 6.5 pay alan; işsizliğin yüzde 50’lerde, yeşil kartlı sayısının yüzde 46’larda olduğu ve köylerde yaşayanların yüzde 59’unu topraksız köylülerin oluşturduğu Bölge, bölgesel eşitsizlik ve süren savaş koşulları nedeniyle sürekli bir kriz halindedir. Krizden sonra Bölge’nin en önemli sanayi kenti Antep’te 40 bin kişinin işsiz kaldığı ve Bölge’nin çeşitli kentlerindeki organize sanayi bölgelerindeki zaten sınırlı sayıda olan fabrika ve işletmelerin kapandığı dikkate alındığında, durumun vahameti daha da artmaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesi, kapatılması, tarım ve hayvancılığın bitirilmiş olması, tütün, şeker pancarı gibi ürünlere kota konması, yayla yasakları, üreticiye destek sunulmaması, taban fiyatı uygulamasından vazgeçilmesi, tarım ürünlerinin tefeci ve tüccarın insafına terk edilmiş olması gibi sorunlar daha da büyümektedir. Bu durum, işsizlerin, gençlerin, ev kadınlarının ve topraksız köylülerin ulusal taleplerin yanı sıra iş, eğitim, toprak, barınma, sağlık gibi insanca yaşam talepleri temelinde örgütlenme ve mücadelesinin geliştirilmesini sınıf partisi için güncel bir görev haline getirmektedir.

Emperyalist kapitalist sistemin tarihinin en büyük krizlerinden biriyle yüz yüze olduğu günümüzde, dünya çapında olduğu gibi, Türkiye’de de AKP eliyle krizin yükünü işçi ve emekçi sınıfların üzerine yıkmaya dönük politikaların en yıkıcı sonuçları Bölge’de yaşanmaktadır. Bir taraftan Bölge’deki belli başlı kamusal işletmelerin tasfiyesi, tarım ve hayvancılığın bitirilme noktasına getirilmesi, işsizlik ve yoksulluğa, krizin yükü de eklenince, Bölge halkı için hayat daha da çekilmez hale geldi. Kriz döneminde Antep, Maraş, Adıyaman, Urfa, Malatya gibi az çok sanayinin olduğu illerde on binlerce işçinin işine son verildi. Bununla birlikte, bütün Bölge illerinde işsizlik, yoksulluk, sağlık, eğitim ve barınma gibi sorunlar sosyal bir yıkım düzeyine ulaşmış bulunuyor. AKP, tarikatlar eliyle, hükümetin güdümündeki çevrelerin ‘desteğiyle’ ianeciliği devreye sokarak, halkın yoksulluğunu desteğe dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu sorunlar karşısında partimizin “Emekçi ailenin desteklenmesi” başlığıyla ifade ettiği talepler için mücadelenin örgütlenmesi, hükümetten, iş, yardım ve sosyal destek istemek, valiliklerin, kaymakamlıkların, belediyelerin halkın ihtiyaçlarını karşılamak üzere mekanizmalar kurmalarını istemek, bütün Bölge örgütlerimizin çalışmasının temel görevlerinden biri olarak aciliyet kazanmıştır.

MEVZİYİ GÜÇLENDİRME İHTİYACI; SINIF İÇİNDEKİ ÇALIŞMA

Başta Kürt işçi sınıfı içindeki çalışmanın sorunları olmak üzere, örgüt çalışmasındaki sorunların aşılması zorunluluğu, gelişmelerin de gösterdiği gibi, daha da aciliyet kazanmıştır. Kürt ulusal mücadelesinin geldiği aşamanın, giderek artan insanca yaşam taleplerin, birçok gelişmeyi beraberinde getireceği bir gerçek. Çatışmalar, artan işsizlik, derinleşen sefalet, özelleştirmeler, tarım ve hayvancılığın bitirilme noktasına getirilmiş olması, düşük ücretler, kadın ve gençlerin her geçen gün artan sorunları, Bölge örgütlerinin çalışmasını tüm bu gelişmeler ışığında yenilemesini bir zorunluluk haline getirmektedir. Bölge’nin sınıf örgütü tabii ki, asıl olarak işçi sınıfı, emekçiler, gençlik, kadınlar ve yoksul köylülük içinde örgütlenecektir. Sınıfın partisi için, ulusal sorundaki gelişmelere, tüm politik gelişmelere müdahil olabilmenin koşulu da, en başta sınıf hareketine dayanmaktan, emekçi kadınlar, gençlik yığınları ve köylülük içinde örgütlü bir güç olmaktan geçmektedir. Ulusal sorunun çözümü yönlü yeni her gelişme, bugüne kadar ulusal sorununun gölgesinde kalmış olan ekonomik ve sosyal talepleri daha keskin biçimde ortaya çıkaracak, sınıf çelişkilerini geliştirecektir. Ancak Kürt halkı ve işçilerinin demokratik ulusal taleplerinin savunucusu olmak, Kürt ulusal demokratik hareket ile bu yönlü bir dayanışma içinde olmak, sınıf partisi bakımından sorunun esasının Kürt işçilerinin örgütlenmesi olduğu gerçeğini atlamak anlamına gelmemektedir.

Bölge işçi sınıfının mücadelesinde Bölge Örgütü’nün önemli bir yer tuttuğu bir gerçek olmakla beraber, sınıf içindeki örgütlenmenin istikrarsızlığı da bir gerçektir. Fabrikalar, işletmeler, Organize Sanayi Bölgeleri, partinin çalışmasında temel alanlar olarak ele alınmaz, sınıfın en küçük talepleri bile partinin sorunu olarak gündeme getirilmezse, Bölge halkı içinde sınıf partisi ile ulusal demokratik haklar mücadelesi sürdüren parti arasındaki farkın anlaşılması da mümkün olmayacaktır. Sorun Bölge işçi sınıfının kendi partisiyle birleşmesi ise, bunun yolu, tüm dikkatleri sınıfın sorunlarına ve örgütlenmesine hasretmektir. Birkaç gelişme bile, sınıf partisinin Bölge işçi sınıfı içindeki etkisini göstermektedir. Antep Dokuma İşçileri Direnişi, Sanko ve diğer işletmelerde işçilerin mücadele ve direnişleri, Akyıl işçilerinin sendikalaşma mücadelesi, Tuğla işçilerinin mücadelesi, Bölge düzeyinde süren TEKEL işçilerinin mücadelesi, özelleştirme karşısındaki diğer gelişmeler ve irili ufaklı mücadeleler, Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki işçi tepki ve direnişleri, Petrol işçilerinin mücadelesi, tekstil, taşıma, Gıda, Krom-maden işçilerinin mücadelesi, sendika, sigorta, sekiz saat iş günü mücadelesi, direnişler ve birçok sınıf eksenli gelişmede, Bölge Örgütleri sınıfın içinde ve yanında oldular. Ulusal kölelik koşullarında yaşamaya zorlanan Kürt işçilerinin birçok yerde ve defalarca, “bir Kürt partimiz var, bir de sınıf partimiz var” dedikleri bilinmektedir.

Günlük işçi gazetesinin kullanımı, halk televizyonunun layıkıyla ele alınması, yayınlarımızın eğitim ihtiyacını, aydınlanma ve örgütlenme ihtiyacını karşılayacak biçimde örgütlerimiz tarafından kullanılması, sözünü ettiğimiz gelişmenin temel anahtarıdır. Kürt işçi sınıfı ve halkının devrimci partisi için sınıfın içinde kök salmak, günün gerçeklerini bilmek ve hayata buradan müdahale ederek ilerlemekten geçiyor. Dönemsel iniş ve çıkışlardan etkilenmeden sınıfın içinde örgütlenme, partinin temel hedefi olmalıdır. Ulusal gelişmeleri doğru bir biçimde ele alan, ancak sınıf gündeminden şaşmayan bir tutumla ilerleneceğini unutmamak gerek. Bölge işçi sınıfının hareketinin, Kürt ulusal hareketiyle ilişkileri, dönemsel taktikleri ve ittifaklarına yön veren yegane şey, Kürt halkının ulusal hak mücadelesi, Kürt işçi sınıfının ve emekçilerinin çıkarları ve ihtiyaçlarıdır.

Partimizin Bölge’de etkin bir politik güç, bir akım haline gelebilmesi örgütsel platformumuzun politik gelişmeler üzerinden yenilenmesinden geçmektedir. Bölge örgütümüz, eğer Bölge işçi ve emekçilerinin, Kürt gençliği ve kadınlarının örgütü olma iddiasındaysa, yapılması gereken ilk şey bu iddiaya uygun olarak işçi ve emekçilerin üretim ve yaşam alanlarının temel mücadele alanları olarak görülüp parti çalışmamızın bu alanlarında mevzilenmektir. Bu temelde sürece müdahale edebilmemiz, öncelikle belli alanlar/birimler ve talepler üzerinden yoğunlaşmak yerine genel ve günübirlik çalışmaya dayalı tarzın terk edilmesini gerektirmektedir. (….) Parti çalışmamızın yenilenmesi, bu temelde her örgütümüzün gücünü ve politik yaşama müdahale olanaklarını hesaba katarak, fabrika, işyeri, okul, semt, mahalle gibi temel çalışma alanlarını yeniden belirlenmesini gerektirmektedir.

Başta sanayisi gelişkin iller olmak üzere, on binlerce işçinin çalıştığı organize sanayi bölgesine sahip illerde, fabrika ve işçi havzalarındaki yoğunluk, işçi sınıfına yönelik hedeflerin göstergeleri olarak kabul edilirse, temel çalışmanın istikrarsız ve dağınık bir şekilde yürüdüğünü tespit etmek zor olmayacaktır. Bölge’de sanayisi görece ileri illerdeki örgütlerin belli başlı temel işletmeleri öncelikli çalışma alanları olarak ele alması ve buralarda yoğunlaşması, bu alandaki çalışmanın güvenceye alınması, örgütsel çalışmasını yeniden düzenlemesinin temel adımlarıdır.

Krizle birlikte daha yakıcı hale gelen ve yaygınlık kazanan, işten atmalara, ücretlerin düşürülmesine, çalışma saatlerinin arttırılmasına ve kölelik koşullarını derinleştiren her türlü hak gaspına karşı, 8 saat çalışma, sigorta, insanca yaşamaya yetecek bir ücret, işten atmaların yasaklanması gibi taleplerle, sendikal örgütlenme hedefini de kapsayan kesintisiz, daha etkili ve istikrarlı bir çalışmanın örgütlenmesi, sınıf örgütünün Bölge’deki çalışmanın en hayati ve aciliyet kazanmış görevidir.

Yukarıda da dikkat çekildiği gibi, Bölge’de ulusal tam hak eşitliği yönlü mücadelenin daha da güçlenmiş olması önemli bir gelişmedir. Saldırılar karşısında barikat oluşturmak, ulusal hareketle, halkın ulusal talepleriyle dayanışma içinde olmak, mücadeleye güç ve destek vermek, Kürt işçi ve emekçiler içinde örgütlenmenin ve Kürt ulusal hareketine buradan müdahil olmanın imkanı olarak değerlendirilmelidir. Ancak hiçbir sorun ve gelişme, sınıfın örgütü için son derece önemli olan işçi sınıfının örgütlenmesi alanındaki dikkat kaymasına ve sınıf çalışmasının zaafa uğramasına neden olmamalıdır.

Bu sorunları aşamamış olmamızın asıl nedeni, başta en ileri düzeydeki yönetici kadrolarımız olmak üzere yerel parti örgütlerimizin, partimizin platformuna ve güncel görevlerine uygun bir örgütsel pratik yönelime gerçek anlamda girememiş olmasıdır. Daha somut söylemek gerekirse; asıl olarak, sanayi bölgeleri, önemli işçi havzaları ve fabrikalar başta olmak üzere, her ilde öncelikli hedef olarak belirlediğimiz alanlarda yoğunlaşmış ve hedefleri belirlenmiş günlük bir çalışmayı güvenceye almak ve ‘Kürt işçi ve emekçilerine dayanarak Kürt sorununun çözümü yönünde gelişen sürece müdahil olmak’ diye tarif ettiğimiz görevlere uygun bir yönelime girmedikçe, savrulmaların önüne geçmek mümkün olmayacaktır.


* Bölge Örgütü Konferansı Hazırlık Raporu’ndan alınmıştır.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑