Bağımsız kadın örgütlenmesi

1921 yılında, Komünist Enternasyonel’in 3.Kongresi’nde yapılmış şu tespit bugün de geçerliliğini korumaktadır: “Hareketin içine çekilmemiş kadın kitleleri, kayıtsız-koşulsuz, sermayenin bir dayanağını ve karşı devrimci propagandanın bir nesnesini oluştururlar.”
Günümüz Türkiye’sinde de örgütsüz milyonlarca kadın sınıf hareketinin ve toplumsal hareketin dışındadır ve dışında kaldığı sürece kapitalist sistemin kendini yeniden üretmesinin,sosyal, siyasal, ekonomik ilişkileri tüm kurumlarıyla yeniden yapılandırmasının dayanağı olmaktadır. Bu önemli gücün sisteme yedeklenerek, örgütlenip sınıf hareketine katılması engellenerek de sömürü ve baskı düzeninin sürmesi sağlanmaktadır.
Burjuva ideolojik propagandaya ve aldatmacaya en açık kesim olan kadınları bu durumdan çıkarmak, bilinçlendirmek, örgütlemek ve sınıf hareketine yedeklemek görevi bugün sınıfın devrimci partisinin omuzlarındadır.

NEDEN KADINLAR İÇERİSİNDE ÖZEL BİR ÇALIŞMA VE ÖRGÜTLENME?
1. Sermaye, kendisi için tehlike potansiyeli taşıdığını gördüğü her kesime karşı amansız bir baskının ve onları düzene yeniden kazanmanın her gün yeni araçlarını üretiyor. Yasaları, kurumları ve bütün toplumsal ilişkileriyle, kadın için ayrı, erkek için ayrı ahlak anlayışıyla, cinsler arası eşitsizliği, kadının daha çok ezilmesi, aşağılanması ve hak yoksunluğu temelinde pompalıyor. İkinci sınıf olma koşullanması, ev köleliği kalıcılaştırılmaya çalışılırken, kadını da işyeri, mutfak, çocuk bakımı kısır döngüsüne hapsediyor. Kadının uykuya ayırdığının dışındaki tüm zamanı, kendisi için olmayan işlerle, sadece yaşamını sürdürmeye yeten bir ücret karşılığında ve yaşamını sürdürebilmek için geçiyor. Bu nedenle, işçi ve emekçi kadınlar kendilerini sorgulama, durumlarının nedenini araştırma, düzene başkaldırma bilinç ve eğilimi konusunda geri ve ağır bir seyir izlediler. Erkek egemen toplumsal değerler ve emperyalist-burjuva kültürün saldırısı altında kişiliksizleştirme, bu geri kalmışlığı perçinledi. İşte bu yüzden işçi, emekçi ve ev emekçisi kadınların, onları ekonomik, toplumsal ilişki ve kurumlarıyla köleleştiren, hem erkekle eşitsiz hem de sömürünün devamının aracısı kılan düzene karşı mücadeleye katılmaları, özel bir çalışma ve örgüt gerektirir. Onları düzene karşı mücadeleye çekmenin de bir aracı olacak bağımsız kadın hareketini yaratmak, ancak kadınların sorunlarına özel ilgi, çalışmalarına teşvik ve bağımsız bir örgüt içinde yaşayacakları eğitim ve deneyimle mümkün olacak.
2. Burjuvazinin ideolojik saldırısına en açık kesim olan kadınlar, bir de ahlaki, geleneksel, dinsel önyargı ve etkileri kıracak sınıf bilincine sahip olamadığında, bu etkilenmeyi en çok yayacak, yaşamda somutlaşmasına neden olacak kesimdir. Hakları için mücadeleye girişen kocasının, çocuklarının önüne engel olarak dikilen, mücadelenin gereksizliği yaygarasına en çabuk kanan kadınların kimi eylem ve etkinliklere katılmaları -düzenli ve devrimci bir örgütlenme faaliyeti olmadığı sürece- bu durumlarını değiştirmez.. Kadın kitlelerinin, emek hareketi, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi, sosyalizm konusunda onların ideolojik etkilenmelerini kıracak politik bir eğitime ve pratik deneyime çok daha fazla ihtiyacı vardır ve bu, ancak özel bir çaba ve yöntemlerin uygulandığı alanlarda sağlanır.
3. Kadın kitlelerinin örgütlenmesinde diğer kesimlere oranla daha fazla engelle karşılaşırız. Bu, hem daha önce saydığımız toplumsal yapı ve kadının eğitimsizliğinin bir sonucudur, hem de feodal gelenek ve göreneklerin, gerici alışkanlıkların devlet ve hükümetlerce rağbet ve destek görmesinin bir sonucudur. “Politika sadece erkeklere mahsustur” yargısı, belki de en “bilinçli” dediğimiz kesimlerin dahi tutum ve davranışlarına sinmiştir, ve kurtulmaları için, kadınların özel ve büyük bir çabasını gerektiren bu olgunun yıkılması için de kadınlar özel eğitilmeli ve örgütlenmelidir.
4. Diğer yandan işçi, kamu emekçisi, ev kadınları ve Kürt kadınlarının -sunumlarda da ortaya konulan- sorunları ve talepleri, henüz emek hareketinin, sınıfın bir talebi olarak gündeme gelmiyor. Nedenlerini;
a. Bunların kadının asli ve özel işi olarak görülmesi,
b. Sermaye egemenliğinin emekçiler üzerindeki etkinliği ve bunun karşısında sınıf hareketinin zayıflığı, sendikal bürokrasinin etkisi,
c. Proleter bir kadın hareketi geleneğinin olmaması
olarak özetleyebileceğimiz bu durumun değişmesinin tek yolu, kadının önce kendi sorunlarını  sahiplenmesi ve bu talepler etrafında örgütlenmesidir. Bu sorunların hem işçi-emekçi kadınların güncel sorunları olarak, hem de sınıfın ve toplumsal hareketin sorunları olarak ele alınması ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Bağımsız kadın hareketi ve örgütü olmadan, kadınların kitleler halinde devrim ve sosyalizme bağlanması, kurtuluşuna açılan kapıdan adım atması pek olanaklı görünmüyor.

KADIN ÖRGÜTLENMESİNİN BAĞIMSIZLIĞI NE ANLAMA GELİYOR?
Öncelikle belirtelim; kadın hareketinin bağımsızlığı, bağımsız kadın örgütlenmesi, ‘kadıncı’ bir anlayışla örgütlenme ve mücadele etmek değil. Sadece kadın haklarıyla uğraşan bir örgüt değil! Erkek egemenliğine karşı sınıf bakışından yoksun bir mücadele hiç değil!
Kadın sorunu, nüfusun kadın kesimini kucaklayarak ortaya çıkmasına karşın, gerçekte işçi ve emekçi sınıfların kadın kesimlerini ezen, boğan bir eşitsizlik olarak gerçekleşir. Yönetici sınıflar, kendi sınıfından  kadın kesimlerini aşağılayarak da olsa giderek daha fazla yanına alırken, emekçi kadın kesimlerini, emekçi sınıftan erkek kesimlerinin yanına daha açık bir biçimde itmiştir. Toplumun yarısını oluşturan kadın cinsinin bütününün sorunu, emekçi kadının sorunu haline gelmiştir. Dolayısıyla da, bağımsız kadın hareketinin öznesi, emekçi kadınlar olacaktır. Bu işin bir yönü.
Temel olgu ise şudur; kadının eşitliğinin ve özgürlüğünün önündeki engel erkek cinsi değil, kapitalist özel mülkiyete dayalı düzen ve yeniden ürettiği ilişkiler bütünüdür. O halde, bağımsız kadın hareketi, tek başına erkek egemenliğine karşı bir hareket değil, onu köleleştiren düzene karşı, aynı şekilde, onu düzene bağlayan tüm ezici ve gerici bağlara karşı bir mücadele olacaktır. İşte kadın örgütlenmesinin “bağımsızlığı” da bu bağlardan, düzenin tüm gerici kurum ve ilişkilerinden, sermayeden bağımsızlık anlamını taşımaktadır.
Kadının bağımsız mücadelesi, sınıf çıkarlarından, sınıf mücadelesinden ve  kadının üretimdeki yerinden bağımsız ele alınamaz. Tam tersine, işçi ve emekçi kadın kitlelerinin kendi alanlarındaki; mesleki-sendikal, kültürel, dayanışma örgütlerine dayanacaktır.

NASIL BİR BAĞIMSIZ KADIN HAREKETİ VE ÖRGÜTLENMESİ
1. Bağımsız kadın örgütlenmesinin platformu ve eyleminin çıkış noktasını, kadın cinsinin hak eşitliği ve ezilen cins olma ile bağlı emekçi kadın sorunları oluşturur. Ancak, bağımsız kadın örgütü, kadın hakçılığıyla yetinmemeli, anti-emperyalist demokratik bir nitelik taşımalıdır. Bu platform, günlük akışı içinde, kadın çalışmasının ve emekçi kadınların her günkü eyleminin yönünü çizen ve somut görevlerini veren bir platform olmalıdır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, kadının “kadın” olarak sömürülüşü sınıfsal bir karakter taşıdığı için, ona karşı mücadele de, cinsel eşitsizliği sınıfsal eşitsizlikle bütünleştiren düzene yönelmek zorundadır. Bu açıdan, kadına özgü veya yerel sorunları, iktidarı kazanma perspektifi ve hedefiyle ele alıp sınıfın talepleriyle, özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle birleştirmeliyiz. Bu çalışma tarzı, istikrar ve sürekliliğin garantisi olacaktır. Örneğin; bir emekçi mahallesinde sağlık ocağı kurma talebiyle başlattığımız çalışmanın ajitasyonu ve propogandasının içeriğinde devletin ve hükümetlerin sağlık politikaları, kapitalizmin teşhiri ve sosyalizmde sağlık konuları yer almalıdır. Kadınlar, bir yandan bugünkü yaşam koşullarının düzelmesi için girişkenlikle mücadeleye katılırken, diğer yandan sorunlarının asıl çözümünün emekçilerle birleşmek ve iktidarı ele geçirmekte olduğunun bilincine varmalıdır. Böyle bir çalışma ve bu talep üzerinden, kadınların, kadın evleri, dayanışma derneklerinde örgütlenmesi, bu mahalleye sağlık ocağı açıldığında kadınların geriye çekilmesini ve faaliyetin aksamasını engelleyecektir.
2. Bağımsız kadın örgütleri, emekçi kadınlara dayanmalı, düzenle çelişmesi olan tüm sınıf ve tabakalardan kadınları kucaklamalıdır. “Devrimcilerin” veya “partili kadınların” toplamı asla olmamalıdır. Nesnel bakımdan düzene muhalif olan Marksist kadın çevrelerinden feministlere kadar bütün kadın çevreleri, bağımsız kadın örgütlenmesinin alanı içinde olabilir. Bu çevreler, kadın hakçılığı ve salt erkek egemen ideolojiye karşı mücadelenin kadını bağımlılıktan kurtaramayacağı, kadın kitlelerini eşit ve özgür kılamayacağını mücadele deneyleri içinde görecek ve düzene karşı yönelebileceklerdir. Ancak Türkiye’de kadın örgütü denildiğinde, bu örgüte bütün devrimci, “Marksist”, feminist kadınların mutlak katılmaları; bu örgütleri kendi, daha çok da kendi “devrimci örgütlerinin paravanı” haline getirerek kitlelerden kopmaları ve yıkıma sürüklenmelerinin bir gelenek olduğu unutulmamalı, bu yaklaşım ve girişimlere karşı uyanık olunmalıdır.
3. İstikrar, iktidar perspektifi, ileri kadınları partiye kazanma, anti-emperyalist bir hatta ilerleme… vb. sorunlarının çözümünün garantisi, alanlarda bu çalışmayla birlikte kurulacak veya genişleyecek olan parti örgütleri olacaktır. Partili kadın gruplarımız, sorumlularımız, bir parti çekirdeği olmadan, dağınıklık, politikasızlık ve istikrarsızlık yakamızı bırakmaz.

BAĞIMSIZ KADIN HAREKETİ VE ÖRGÜTLÜĞÜNÜ NASIL YARATACAĞIZ?
Buraya kadar olan kısımda bağımsız kadın hareketi ve örgütünden ne
anlamamız gerektiğini tartıştık. Ancak, bu algılayış, pratik örnekleriyle birleştirilemediği ölçüde
“masabaşı” kalacaktır. BKÖ, örgütün, “hadi kuruyoruz” deyip de bir dernek kapısı tuttuğu,
buradan aşağıya doğru umutsuzca kitleselleşmeye çalıştığı bir şekilde değil, tam tersine,
bugün kadın çalışması yürüten kadrolarımızın fabrikalarda, işyerlerinde, emekçi
mahallelerinde kadın kitlelerini kendi somut talepleri etrafında birleştirip, kadın işçi
birliklerinde, dayanışma derneklerinde, kadınevlerinde, sendikalarda, kadın gruplarında
örgütleyerek ilmek ilmek örecekleri bir sürecin sonucu ve toplamı olarak ortaya çıkacak ve
aşağıdan yukarıya merkezileşecektir. BKÖ çalışması, kadınları kendi üretim ve yaşam
alanlarından koparmak yerine bu alanlardaki katılım ve örgütlenme üzerinden yükselmelidir.
Kadınları kendi fabrika veya kamu işyerlerindeki sendikal-mesleki örgütlerde örgütlenmelerini
sağlamak, bu örgütler içerisinde kadın işçi ve emekçilere özel politika, yöntem ve etkinliklerle
ulaşmak, eşit işe eşit ücret, iş güvencesi, kreş vb. talepler konusunda mücadele için kadın
grup, komisyonları oluşturmak, işçi sınıfının güncel sorunlarını ve emekçi kadının taleplerini
birleştirmek BKÖ’nün yükseleceği temel olacaktır.
Bu açıdan; ileri işçilerin BKÖ yaratma sorununu ikincil bir sorun veya “kadınların sorunu”
olarak görmemesi, kadın işçi ve emekçileri mücadeleye kazanmaya çalışması gerekiyor.
Onları mesleki örgütü ve sendikalardaki çalışmalarda desteklemek, görev alması için teşvik
etmek, yönetim organlarına seçilmeleri için çalışmak, burjuva-feodal anlayışlara karşı onlarla
birlikte mücadele etmek, yine görevlerimiz arasında.
Sendikasız işyerlerinde kadın grupları, fiili kadın temsilcilikleri, komisyonları, hem sendikalaşma mücadelesini hem parti çalışmasını güçlendirecektir. Kadın işçi dayanışma birlikleri gibi bağımsız işçi kadın örgütlerinin temeli olacaktır. Sendikalı işyerlerinde işyeri kadın temsilcilikleri, kadın komisyonları, sendikalarda özel komisyonlar da bu dayanaklar arasındadır.
Emekçi mahallerinde kadınların en acil, günlük talepleri üzerinden başlatılacak bir çalışma
içerisinde sokak sokak, birbirleriyle ilişkilerini de gözeterek kadın grupları oluşturulması, bu
örgütlenmenin, bu alandaki kadınların fikirleri, ihtiyaçları, çabası üzerinden yerel bağımsız
kadın örgütlerine dönüştürülmesi, bu örgütlerin mahalledeki ev kadını, işçi, kamu emekçisi,
emekli tüm kadınları kapsaması… Elbette ortaya koyduğumuz bu çerçeve şeklen ele
alınmamalı, talepler, çalışma tarzı ve yöntemi, örgüt modeli açısından aynılaştırılmamalıdır. Çalışma yürüttüğümüz alandaki kadınların ekonomik durumu, yaşayışı, ilişkileri, feodal bağları, siyasal tercihleri, öncelikli ihtiyaçları, sorunlarına sahip çıkış düzeyi ve bizim çalışmamızın düzeyi gözetilerek ihtiyaca uygun, devrimci, somut adımlar atılmalıdır. Bütün alanlar açısından böyle örgütler kurmak; günlük-istikrarlı politik bir faaliyeti zorunlu kılar. Böyle bir faaliyet de, ancak günlük gazete ile sağlanabilir. Bu yüzden işyerinde, mahallede, okulda hangi alanda olursa olsun, çalışmamız, günlük gazete merkezli başlamalı ve işlemelidir. Emekçi kadın örgütü, mutlaka belli birimlerde kurulan örgütlere dayanmalıdır. Dernekçilik geleneği köklüdür, bu nedenle, birim temelli çalışmaya, kadın grupları üzerinden yükselmeye özel dikkat göstermeliyiz.
Bağımsız kadın örgütleri içinde yapılacak düzenli politik eğitim, kurslar, kültürel sanatsal etkinlikler, çocuk gelişimi, hukuk, sağlık konularında yardım, bilgilendirme vs., onların kendilerine zaman ayırmasını, kendisinin ve sorunlarının farkına vararak örgütlenme bilinci kazanmasını sağlayacaktır.
Başka bir dikkat edeceğimiz nokta ise, bu çalışmanın parti çalışmamızı aksatan değil, güçlendiren olması gerektiğidir. Hem parti örgütünü kurma, güçlendirme yönü hem de partinin güncel taktik platformuna uygun bir hat izleme gerekliliği gözden kaçırılmamalıdır.

MERKEZİLEŞME SORUNU
Bir kitle örgütünün merkezileşmesi, her zaman kitlelerin hareketlenme derecesi ve yerel örgütlenmenin gelişmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Örgütün merkezileşmesinin amacı, tabanda örgütlenmiş olan kitlelerin yaşam, irade ve eylemini birleştirmekten başka bir şey değildir. O halde, merkezi bağımsız kadın örgütü de, işyerlerinde mahallelerde, fabrika havzalarında, semtlerde kurulmuş ve giderek (özellikle büyük kentlerde) ilçelerde ve illerde merkezileşmiş örgütlerin bütünü olacaktır.

BAĞIMSIZ KADIN ÖRGÜTLENMESİ KONUSUNDA YANLIŞ KAVRAYIŞLAR
Ülkemizde şimdiye kadar bağımsız bir kadın hareketi geleneği yoktur ve kadın sorunu, burjuvazi ve piyasa solcuları tarafından en çarpıtılmış ve iğdiş edilmiş konulardan biridir. Bu nedenle, bağımsız kadın örgütü” de, genelde bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinden, sınıf hareketinden ayrı ele alınan, yalnızca kadın haklarıyla ilgilenen ve hedefine erkek egemen zihniyeti koyan bir örgütlenme olarak algılanıyor. Bu yanlış algılama, bağımsız kadın hareketi yaratma görevinin parti militanlarının üzerinde olduğu gerçeğini gözden kaçırmamıza neden olabiliyor. Elbette bağımsız kadın örgütü, örgütsel ve organik açıdan, partiden ve diğer anlayışlardan bağımsız olacaktır. Ancak onun platformunun ve eyleminin içeriği parti politikalarından bağımsız ele alınamaz. Kadınları kitleler halinde bu örgütlere dahil etmek, emeğin politikasını yapar hale getirmek, bu örgütün, sınıf hareketiyle, anti-emperyalist hareketle bağını kurmak partili kadınların işi olacaktır. Aksi halde, “bağımsız kadın hareketi”nin kendiliğinden, bizim dışımızda yaratılacağını beklemek boş bir hayaldir. Kadın hareketinin kendiliğinden yükselişleri olacaktır, ancak bu genişleme ve ilerleme, sınıf bilinçli emekçi kadınlar tarafından bir örgüte dönüştürülemediği takdirde, başladığı yere geri dönmeye mahkumdur.
Diğer yandan, bağımsız kadın örgütünün, feminist, kadın emekçileri erkek emekçilerin karşısına diken bir örgütlenme olarak anlaşılması, sınıf hareketinin bölünebileceği, partili-partisiz kadınları feminizmin kucağına iteceği kaygılarına neden oluyor ve ayrı bir kadın örgütlenmesinin gereksizliği fikrini doğurabiliyor. Öncelikle kadın-erkek tüm kadrolarımızın, bağımsız kadın örgütünün gerçekte ne olduğunu, bağımsızlığının ne anlama geldiğini, niyetini, çalışmasının neye hizmet etmesi gerektiğini kavraması gerekiyor. Bunu anladığımız, buna uygun hareket ettiğimiz ölçüde, kadınları örgütlemekte başarılı olabiliriz. Kurulacak kadın örgütlerinin emekçi, anti-emperyalist, demokratik karakterini, bizim çalışmadaki devrimci, ısrarcı tutumumuz, sermayenin ve türlü kliklerinden gelecek olan kavram çarpıtma, içini boşaltma, darlaştırma, zararsızlaştırma saldırılarına karşı uyanıklığımız ve inisiyatifimiz belirleyecektir.

SONUÇ
Sonuç olarak; örgütlenmesi, harekete geçirilmesi, evden çıkarılması daha zor olan kadınlar örgütlendiğinde, fabrikada patronun en amansız düşmanı olur, hakları ve geleceği için devletin polisinin, jandarmasının karşısına tereddütsüz dikilir. Bergamalı kadınlardan, Sümerbank işçilerine, Kürt kadınlarından kayıp annelerine kadar tarihimizdeki yüzlerce örnek bunu kanıtlamakla kalmıyor, kadınları kitleler halinde harekete geçirme ve örgütleme konusundaki bilinçli, cesaretli, inisiyatifli adımlarımızı zorunlu kılıyor.

Emekçi Kadınların Durumu ve Olanaklar Işığında Görevlerimiz

Dünyada ve ülkemizde itildikleri konum ve yüz yüze geldikleri sorunlar, emekçi kadınların harekete geçme koşullarını da olgunlaştırıyor.

Emperyalizm ve işbirlikçi hükümetler, gerici sistemin tüm araçlarıyla, kadınları kuşatarak, sömürü çarklarının arasında kaybederek, çalışma ve sosyal yaşamın dışına iterek, burjuvazinin dayanağı haline getirmeye çalışıyor. Ancak diğer yandan tüm bu baskılar ve sömürü mekanizmasının çelişkileri, giderek emekçi kadınlar açısından daha görünür olmaya başladı ve doğal olarak da kadın kitlelerinin mücadeleye daha etkin bir biçimde katılımını hızlandırdı.

Geçtiğimiz aylarda kendi ülkemizde yaşanan gelişmeler bu nesnel duruma örnek verilebilir.

29 Aralık’ta, Bursa’da, yatak fabrikasında çıkan yangın sonucu 5 kadın işçinin yanarak can vermesi, bir yandan hepimizi yürekten üzerken, diğer yandan sisteme olan öfkemizi biledi. Patronların kâr hırsını ve kadın işçilerin çalışma koşullarını gözler önüne sererek; kölelik koşullarında çalıştırılmanın son bulması, iş güvenliği ve sigorta taleplerinin özellikle 8 Mart eylemlerinde daha yüksek sesle dillendirilmesine neden oldu.

Benzer şekilde, tüm dünyada kadınların giderek daha fazla sömürü, yoksulluk ve şiddete maruz kalması, emekçi kadınların uyanması, harekete geçmesi, emeğin saflarında emperyalizme ve gericiliğe karşı örgütlenmesinin olanaklarını da arttırıyor. Bu olanakların işçi sınıfının ve emekçi kadın hareketinin ileri kesimlerine, sınıfın partisine yüklediği görevler üzerine eğilmeden önce, içinde bulunduğumuz nesnel durumu gözden geçirmekte fayda var.

 

KADINLAR YOKSULLAŞIYOR YOKSULLUK KADINLAŞIYOR

Dünyadaki işlerin yüzde 60’ını yapan kadınlar, toplam gelirin yüzde 10’una, dünya üzerindeki malvarlığının yüzde 1’ine sahipler… Tek başına bu rakamlar bile, “küreselleşme” denen şeyin ya da neo-liberal kapitalist saldırganlığın kadın emeğini ne kadar değersizleştirdiğini göstermeye yetiyor. 16 yıllık Tekel işçisi Halise Tüzün “Kendimi bildim bileli çalışıyorum” diyor, Evrensel Gazetesi’ndeki röportajında. Kadınlar, yüz yıllardır, çok küçük yaşlardan ölene dek her türlü işi yaparak, aslında yaşamı üretiyorlar; ancak karşılığında aldıkları, işsizlik, yoksulluk, aşağılanma, baskı ve şiddetten başka bir şey değil. Yeryüzündeki mutlak yoksulluk sınırındaki 1,5 milyar kişinin yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor.

Kadınların her zaman daha az ücret alması, üzerlerindeki artı değer sömürüsünün bu denli fazla olması, kadın-erkek eşitliğinde alınması gereken mesafeyle açıklanabilir mi? Bu durumda, burjuvazinin kadın özgürlüğü konusundaki samimiyetsizliğini, kadınları yoksullukta bile erkeklerle eşitlemeye yanaşmamasını görmezden gelebilir miyiz?

Kapitalistler, kârlarını arttırabilmek için, kadını ikinci sınıf gören ataerkil sistem ve onun ürettiği toplumsal ilişkilerden sonuna dek yararlanmakla kalmayıp, kendisi için hayati olan bu eşitsizliği yeniden üretmektedir. Çünkü kadınlara ucuz işgücü olarak ihtiyacı vardır ve bunu sağlayan her durumun devamı için çalışır. Örneğin kadınların ev işleri, çocuk bakımı gibi toplumsal rollerini üstlenmeye devam etmesi, kapitalist açısından, emekçinin ertesi güne hazırlanmasının bedavaya getirilmesidir. Türkiye’de 12 milyon ev emekçisi kadın, bu şekilde, işgücünün tamamen dışında sayılmaktadır. Yine ülkemizde çalışan kadınların yarısı, aile işletmelerinde ücretsiz olarak çalıştırılmaktadır. Geriye kalan yarısının emeği de aileye ek gelir olarak görüldüğü için, patronların ihtiyacı olduğunda çağırıp, istediğinde ilk işten çıkardığı kadın işçiler, erkek sınıf kardeşlerine göre daha az ücrete kolayca razı edilmektedir. Hatta sermaye, kadın emeğini kayıt altına bile almamaktadır: TÜİK Hane Halkı İşgücü Anketi’ne göre, kadınların yüzde 71.2’si kayıt dışı çalıştırılmaktadır, yani sosyal güvenlikten yoksundur. Kayıt dışı sektör de, kadınların sanayiden eve iş alma, temizliğe gitme, çocuk ve hasta bakma, konfeksiyonda çalışma, evde yemek, örgü, dantel, dikiş yapma gibi kadınlık rollerinin devamı kabul edilen işlerden oluşuyor.

Kapitalistlerin evli ve çocuklu kadınlar yerine çocuksuz ya da bekar kadınları tercih etmeleri, hatta işe alırken evlenmeyi düşünüp düşünmediklerini sormaları veya belirli bir süre için çocuk yapmayacaklarına dair taahhütname imzalatmaları, kadınları, hızla bu tür işlere yöneltmektedir. Evlilik ve doğum, kadın işçilerin işten ayrılma nedenlerinin yüzde 70’ini oluşturuyor.

Bu tablo, ülkemizde emekçi kadınlar açısından iki temel talebi açığa çıkardı. İlki; sigortalı ve normal mesai saatleri içinde bir iş. İkincisi de, çalışma yaşamına katılabilmek için, kreşler ve bakımevleri. İş isterken, ücretinden ziyade sigorta ve mesai saatinin öne çıkması, bir yandan kadın emeğini değersizleştiren piyasa koşullarının dayatmasından kaynaklanırken, diğer yandan ve buna rağmen, kadınlar açısından, ailesine karşı sorumluluklarını da sürdürebileceği bir iş ve sosyal güvencenin ne kadar ihtiyaç olduğuna işaret ediyor.

HER BİÇİMİYLE ŞİDDETİN HEDEFİNDEKİ KADINLAR

İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, kadına yönelik şiddeti katmerleştiriyor. Bursa’daki yangın, şiddetin kaynağına ve derecesine işaret ediyor. Çalışma yaşamında şiddet doğrudan emeğine el koyma, yok sayma, insan hayatını değersizleştirme biçiminde şekillenirken, aynı zamanda, ev içinde ve toplumsal alanda fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet biçimiyle ve eş, baba, akrabalar eliyle uygulanıyor.

Türkiye’de kadına yönelik şiddet, en az dünya genelindeki rakamlar kadar ürkütücü boyutlarda. Kadınların yüzde 65’i bir şekilde şiddete maruz kalıyor, şiddetin yüzde 95’i aile içinde yaşanıyor. Erkeklerin yüzde 45’i, kadının kendisine itaat etmemesi durumunda dövme hakkı olduğuna inanırken, kadınların yüzde 40’ı, kocalarının dövmesini kabulleniyor, yüzde 63’ü, şiddetin gerekçesi olacağını düşünüyor.

Kimi çevreler, kadına yönelik şiddeti yalnızca zihinsel bir problem olarak ele alıyor. Dolayısıyla da, erkeklerin eğitilmesini şiddeti durdurmak için yeterli görüyor, işi, beyin nakli yaptırmaları gerektiğini söyleyecek kadar ifrada vardırıyorlar. Uluslararası Af Örgütü’nün konuyla ilgili kampanyası çerçevesinde futbolcuların sahaya kadına yönelik şiddete son pankartlarıyla çıkarılması da, bu yaklaşımın bir sonucu.

Elbette, aile içi şiddetin en azından azaltılması açısından, eğitimin, eşlerin birbirini anlamasının önemini yok saymıyoruz. Ancak zora, eşitsiz güç ilişkilerine ve baskıya dayanan ve kadın üzerindeki şiddetin asıl sorumlusu olan sistemi hedef almadan ne kadar başarılı olunabilir?

İşsizlik, yoksulluk, kadının ekonomik olarak bağımlı hale getirilmesiyle birlikte, ataerkil sistemin, toplumsal yapı, gelenekler eliyle kadınları evlenmeye ve şiddete rağmen evliliği sürdürmeye zorlaması, aile içi şiddeti koşullayan etkenler arasında. Ancak şu da bir gerçek ki, aile içi şiddetin bu ürkütücü boyutları, hem üzerinde daha derinlikli incelemeyi, kadınları daha fazla dinleyip anlamayı, hem de şiddete karşı yükseltilen her çığlığın yanında olmayı, en küçük çabayı desteklemeyi gerekli kılıyor. Bunu yaparken gözetilmesi gereken, mızrağın sivri ucunun sistemin karnına batırılarak, kadın kitlelerinin kurtuluşunun sınıfsız, sömürüsüz, şiddetsiz bir dünya için birleşmekte olduğunun unutulmaması.

 

SAVAŞ, YOKSULLUK VE FEODAL CENDEREDE DİRENEN KÜRT KADINI

Bölgede yıllardır süren şiddet ortamı, baskı ve yasaklar, üç kat ezilen Kürt kadınlarının barış, özgürlük ve demokrasi için sokağa çıkmasına ve mücadele içinde feodalizme ve katı geleneklere karşı da savaşmasına zemin hazırladı. Bu ilerleme, onu, kadın hareketinin en önemli dinamiklerinden biri haline getirdi. Geçtiğimiz 8 Mart eylemlerinde de olduğu gibi, Kürt kadınları, kitleler halinde, mücadelenin en ön safında yer almaya devam ediyor.

Ancak özellikle Batman’da yaşanan intiharlar da gösteriyor ki; yıllarca süren savaş ortamı ve hâlâ süren anti demokratik uygulamalar, göç ve ekonomik sorunların yanı sıra, aile içi ve toplumsal baskıların sürmesi de, Kürt kadınlarına ağır bedeller ödetmeye devam ediyor.

Tunceli Kadın Platformu’nun 8 Mart sürecinde düzenlediği paneldeki “Biz artık evlat acısı çekmek istemiyoruz” feryadı, Tunceli’de kadınların önemli bir bölümünün depresyon ilaçları kullanıyor olması, kapitalist baskı ve zorun, inkar ve asimilasyon politikalarının sonuçlarını yansıtıyor.

Ulusal mücadelenin ön safındaki konumunu koruyan Kürt kadını, kadın olarak özgürleşmesinin de kaldırım taşlarını dizerek, ilerliyor. 8 Mart eylem ve etkinliklerinin “mutfağı” olan platformlarda, Kürt kadın hareketinin temsilcilerinin aldığı tutumlar ve yaşanan tartışmalar, bu ilerlemenin yeni bir aşamaya geldiğine işaret ediyor. Bu platformlarda kadın örgütlerinin ve feminist yapılanmaların konumu, ayrıca irdelenmesi gereken bir konu. Ancak son birkaç yıldaki gelişmeler gösteriyor ki, Kürt kadın hareketi, ulusal mücadelenin seyriyle de ilgili olarak, kendisine akacak mecra aramaktadır. Kadın, emekçi ve yoksul olmasından kaynaklı talepleri de öne çıkmaya başlamıştır, ve bunları ifade edeceği kanallar, dışarıdan (ya da yukarıdan) müdahalelere açık haldedir. Kürt kadın hareketindeki feminizm etkisinin gün geçtikçe daha belirgin hale gelmekte olduğu açıktır. Bu etkilenmenin, kadın kitlelerinin kendiliğinden hareketinin bir getirisi değil, daha çok, ‘yukarıda’ kurulan ilişkilerin yansıması olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Kürt kadınlarının, kadın olarak özgürleşmesi için de mücadeleye girişmesi elbette olumlanmalıdır; ancak feminizmle kurulan bağın Kürt kadın kitleleri arasında yayılmak ve belki de egemen hale getirilmek istenmesi eğilimi, gerçekleşme şansı ve ne kadar başarılabileceğinden bağımsız olarak, hem ulusal taleplerin hem de sınıfsal mücadelenin üzerinin örtülmesi tehlikesini barındırmaktadır. Emek hareketinin, sınıf partisi ve ideolojisinin kurduğu ilişkilerin düzeyi ve yaygınlığının bu tehlikenin bertaraf edilmesindeki belirleyiciliğini göz ardı etmemeliyiz.

8 MART EYLEM VE ETKİNLİKLERİNİN İŞARET ETTİKLERİ

Dünyada ve ülkede kadınların ezilmişliği, aşağılanması, kadın özgürlüğüyle kapitalizm arasındaki çelişkiler daha fazla açığa çıktıkça, kadınlar, içinde bulundukları durumu daha net çizmeye ve taleplerini ifade etmeye başlıyorlar.

Bu yılki 8 Mart eylem ve etkinliklerinin yaygınlığı, en küçük çağrımıza verilen olumlu yanıtlar, etkinliklerde kadınların kendini ifade etme isteği, kadınların mücadeleye katılmasının koşullarının olgunluğuna işaret ediyor. Neredeyse her yerde etkinliklerin Bursa’da yanarak ölen kadın işçilere adanması, tüm kesimlerden kadınların kölelik koşullarında çalıştırılmaya karşı tek yumruk olması, kadın cinayetlerinde katledilen kadınların feryadını yüreğinde hissetmesi, kadınlar arasındaki dayanışma duygularının geliştiğini gösteriyor. Bununla birlikte, burjuvazinin yaşamın her alanındaki kuşatması devam ediyor.

Sigortalı ve normal mesai saatleriyle bir iş, kreş ve bakımevleri, şiddetin son bulması, kadınların çalışma ve sosyal yaşama katılımının önündeki tüm engellerin kaldırılması gibi talepler daha net bir biçimde ifade edilirken, bu taleplerin gerçekleşmesi, yaşamlarının değişmesi, güzelleşmesi konusunda, kadınlar umutsuz olmasa da, hâlâ cesaretsiz. Toplumun en örgütsüz kesimi olması ve eğitimden, sanattan, birlik ve dayanışmadan yoksun bırakılmasının etkilerini kırmak için ne kadar çok teşvik ve ilgiye de ihtiyacı olduğu ortaya çıkıyor.

Örneğin Ankara’da sınıf partisinin düzenlediği ev toplantılarının tamamında konuşulan genel sağlık sigortası yasasının getireceklerini öğrendikçe, gelecekleri için kaygılanıyorlar, ama saldırıyı durdurma konusunda kendilerini zayıf görüyorlar. Kendilerini, dünyadaki işlerin yüzde 60’ını yapan kadınlar olarak değil, toplam gelirin yüzde 1’ine sahip kadınlar olarak görüyorlar.

Onlarla arada bir görüşerek emekçi kadınların dertleri ve sıkıntıları karşısında bir talepler manzumesi sunmak ya da düzenlenen kimi etkinliklere genel çağrılar yapmak, kadınların örgütlenmesinin önündeki engelleri aşan türden bir çalışma değil.

Asıl mesele, iktidar hedefine sıkı sıkıya bağlı, ama öncelikle kendi mahallesi ve işyerindeki kadınlarla en acil talepleri etrafında birlik ve dayanışmayı örmesini sağlayacak yardımı sunabilmek. Kimi zaman “partiye getirmek” diye ifade edilen partili mücadeleye kazanmak konusunda yaşanan sıkıntıların kaynağında da, çalışmayı kavrayış sorunu yatıyor. Kadınların parti saflarına katılması, ona, partili kadınlarla daha sık görüşmekten öte şeyler ifade etmelidir. Kendi etrafındaki kadınlarla ve giderek ülke düzeyinde kadınlarla ve emek mücadelesiyle birleşmesini, ortak mücadele bilinci geliştirmesini, hak alıcı bir gelişkinliğe ulaşmasını hedeflemek, daha uzak bir hedef gibi görünse de, tam tersine, en temel derdi için bugün harekete geçmeyi salık vermektedir.

8 Mart sürecinde ülke düzeyinde toplantılarda, şenliklerde, panellerde yüz yüze geldiğimiz binlerce kadınla bağımızı ileri bir aşamaya taşımanın yolu, onlarla günlük bir bağ kurmak –ki bunun en temel aracının günlük gazete olduğu/olacağı bilinmez değil– kendi mahallesinde, işyerinde, yaşamının içinde doğal örgütlenmelere çağırmaktır. En yakınındakiyle kurduğu bu birlik ve dayanışma, yerel taleplerin ortaya çıkması ve onlar uğruna mücadelenin kadınları birleştirmesine, örgütlülüğün gücünü kimi taleplerini kazanarak görmesine, duygu ve düşüncelerine değer verilen, geliştiği, insiyatif ve cesaret kazandığı bir çalışmaya hizmet etmelidir. Sermayeden bağımsız, anti emperyalist nitelikte örgütlenmeler, yani bağımsız kadın örgütlenmesi, ancak böyle bir çalışmayla mümkün olabilir. Ajitasyon ve propagandamızın içeriği de böylece daha yerel ve zengin hale gelecektir.

Örneğin evde parça başı iş yapan, temizliğe giden kadınların oranı azımsanmayacak kadar çoktur. AKP hükümetinin kadına yaklaşımı ve politikaları da, kadınların eve kapatılarak ülke ekonomisine katkıda bulunmasını öngörmektedir. Kadın istihdamı zirvesinde, Çalışma Bakanı’nın, patronlar için ucuz işgücü, sigorta ve diğer maliyetlerden kurtulma anlamında eve iş vermeyi, fason üretimi, kadınların ülke kalkınmasına katkısı olarak öne çıkarması, bunun bir yansımasıdır. Hem kadınların ucuz emeği üzerinden ceplerini dolduracaklar, hem de kadınlar evden dışarı çıkmayacak, hakkını aramayacak. Bir taşla iki kuş.

Peki biz, yoksulluğunu bir nebze olsun gidermek, aileyi ayakta tutmak için gece gündüz dikiş diken, dantel ören, temizliğe giden kadınların örgütsüzlüğü, dağınıklığı nedeniyle emeğinin bu kadar değersizleşmesi karşısında nasıl bir çaba içinde olmalıyız? Hükümetten ve yerel yönetimlerden meslek edindirme kurslarıyla birlikte, aynı zamanda bir “imdat sibobu” olarak, ürettiklerini de aracılar olmadan pazarlayabilecekleri olanaklar istemek, kadınların kendi aralarındaki birliği mahallede kurmaya başlamalarının aracı olabilir.

Benzer şekilde yüz yüze geldiğimiz pek çok kadın, çalışsın ya da çalışmasın, çocukların eğitimi ve aralarındaki iletişimle ilgili problemler yaşadığını ifade etmektedir. Çocukların eğitimlerini desteklemek ve anne işteyken sokakta bırakmamak amacıyla, okul çağındaki çocukların yardımcı öğretmenlerle ders çalıştığı etüd merkezleri, gençlik merkezleri; okullarda yaşanan şiddet olayları, bıçaklanmalar, uyuşturucu ve çeteleşmenin yaygınlaşması göz önüne alındığında, giderek ihtiyaç haline gelmektedir.

Bu çalışmalar içerisinde, mahallesindeki, evindeki sorunun kaynağının sermayenin ülke ve dünya ölçeğindeki saldırısı olduğunu görmesi ve bunlara karşı mücadele etmesi, propagandamızın içeriğine ve derinliğine bağlıdır. Parasız eğitim, parasız sağlık, güvenli bir gelecek için yaptığımız genel çağrılara verilen cevaplarla, yaşama alanlarımızın en küçük biriminden başlayarak, örgütlenmiş kadınların vereceği cevap da farklı olacaktır. Emekçi mahallelerindeki parti çalışmasının gelişmesi, parti grupları oluşturmak, herhangi bir talep etrafında mücadele komiteleri kurmak, emekçi kadınlar arasında yürüttüğümüz böyle bir çalışmayla daha mümkün olacaktır.

Geçmiş yıllara oranla, yerel örgütlerimizin kadın kitleleri içinde çalışma yürütme, uyanışa geçen kadınların çalışmaya dahil edilmesi konusundaki ilgisinin ve çabasının arttığı görülmez değil. EMEP 4. Kongresi’nin tespitlerini de doğrular biçimde, emekçi kadınlar arasındaki çalışmanın sorumluluğunu üstlenen ve kadın kitleleri içinde var olma çabasına girişen hiçbir örgütümüzün çağrıları yanıtsız kalmadı. 8 Mart’ın ardından, bugün henüz sınırlı da olsa edindiğimiz mevzileri ilgisizliğe ve istikrarsızlığa terk etmemek, en temel görevlerimizden biri.

8 Mart sürecinde yapılan ev toplantıları ve etkinliklerin yaygınlığı ve sayısı ile gazeteye yansıyanların sayısı arasında çok ciddi bir fark var. Edindiğimiz mevzileri korumanın, ilerletmenin yolunun, kadınlar arasında günlük bir gazete dağıtımını örgütlemek olduğu kadar, kadınların, duygularını, düşüncelerini, kazanımlarını, yaptıklarını, yapmak istediklerini, yollarını bu gazetenin sayfalarında bulabilmesi olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle, sınıf partisinin her düzeydeki örgütü, birikmekte olan deneyimler ışığında, kadın kitleleri içindeki çalışmasını, günlük gazete dağıtımı, okutulması ve yazılması temelinde yenilemelidir.

Sendikaların emekçi kadınların sorunlarına ve örgütlenmesine olan ilgisinin birkaç istisna dışında zayıflığı aşikardır. Hem işçi sendikaları hem de kamu emekçileri sendikalarında, sınıftan yana, mücadeleci sendikacılara düşen görev, işyerlerinden başlayarak kadınların sorunlarına eğilecek, kadınların emek hareketine ve sendikal mücadeleye katılımının önündeki engelleri kaldıracak bir çalışmanın hayata geçirilmesidir. Bu çalışmanın sürükleyicisi olması gereken sınıf bilinçli kadınların görevlendirilmesi ve desteklenmesi, parti örgütlerimizin görevidir.

Çorlu’da bir kadın işçinin “Biz hayatı eşlerimizle paylaşıyoruz, ama eşlerimizle evdeki sorumlulukları paylaşamıyoruz. Oysa bir çift güzel söz de yeter” sözleri, kadınların, özellikle eşlerinden teşvik ve yardım beklediğinin göstergesidir. Erkek sınıf kardeşlerimiz, eve, ev işlerine hapsedilen ve mücadeleye katılmayan her kadının burjuvazinin dayanağı olmaya, kendisinin değil, kendisiyle birlikte kapitalizmin kölesi olmaya devam edeceğinin bilincine vardıkça, emekçi kadınların ekmek ve gül yürüyüşü hızlanacaktır. Bu yürüyüş hızlandıkça da, savaşsız, sömürüsüz bir dünya ve sosyalizm mücadelesine güç verecektir.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑