İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması – Birleşik Metal İş’ten

 

Günaydın Sevgili Dostlar,

Değerli Mücadele Arkadaşlarım.

Birleşik Metal İşçileri Sendikasının ve metal işçilerinin evine hoş geldiniz.

Böylesine önemli bir toplantıyı düzenleyen tüm dostlarımızı kutluyor ve emeği geçen        

herkese teşekkür ediyorum. Üç günlük beraberliğimizden umarım hepimiz memnun oluruz. Konferansın ev sahipliğini üstlenmiş durumdayız. Bu anlamdaki memnuniyetimizi de tekrar belirtmek istiyorum. Bizler kendimizi sınıf mücadelesinin birer misyoneri olarak görüyoruz. Ve attığımız her adımın, verdiğimiz her mücadelenin de buna uygun olmasına çaba sarf ediyoruz. Bu konferansın da tam da misyonumuza uygun bir çalışma olduğunu düşünüyoruz. 

Açılış konuşmamda da konferansımızın içeriğine uygun bir şekilde bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dostlarım.

İşçi sınıfının örgütleri olarak bu üç günlük süre içinde, sizin de bildiğiniz gibi, aynayı bu kez kendimize tutacağız ve deyim yerindeyse bir tür “öz eleştiri” yapacağız. Ancak, kuşku yok ki bu çabamızın bir empatiye dönüşmemesi gerekiyor. Başka bir deyişle elbette kendimizi karşıtımızın, yani sermayenin yerine koyarak düşünmeyeceğiz. İzin verirseniz konuşmama buradan başlayayım. Mesele böyle olunca, bütün emek örgütlerinin empati yapmamamız gerektiğine dair uyarıma katılacağını düşünüyorum. Fakat içinde bulunduğumuz süreçte, hiçbir örgütün bunu yapmadığını söyleyebilir miyiz? Ne yazık ki benim bu soruya           cevabım HAYIR! olacak. Türkiye’de ve dünyada sendikal hareket içinde kısa bir gezinti           yaptığımızda maalesef pek çok sendikanın sermayenin rekabet gücünü arttıracak önermeler  geliştirdiklerini, ulusal ölçekte sermaye birikiminin önündeki  engelleri kaldırmayı  amaçlayan araştırmalar yaptıklarını görüyoruz. Bu, tam da empati yapmak değil midir?  O        anlama gelmez mi? Yine benzer şekilde, emek uyuşmazlıklarında “sendikal neden” ya da “ekonomik neden”  gibi  bir ayırıma gidildiği hepimizin malumu. Hatta, bir çok sendika, başka ülkelerde yaşanan hak ihlallerine sendikal dayanışma sağlamadan  önce söz konusu           hak ihlalinin kökenine bakıyor. Bunun nedeni ise, ihlalin firmanın rekabet gücünü arttırmak        için yaptığı bir pratikten kaynaklanması durumunda dayanışma desteğini geri çekebilmek. Çünkü bu sendikalara göre, iktisadi nedenlere dayanarak yapılan hak ihlallerinin, kendi            içinde bir meşruiyeti vardır ve bunlara sendikal hak ihlali denemez.

Bir diğer örnek de, nitelikli emek ile niteliksiz emek arasındaki ücret farklılıklarını azaltmak            adına yüksek ücretlerin düşürüldüğü düzenlemelere sendikaların onay verdiği veya 

sessiz  kaldığı durumlardır. Ya da, Bolkeştayn gibi “emeğin  serbest dolaşımı” adı             altında tasarlanan bir saldırının emekçilerden neler götüreceği hiç analiz edilmeden kabul              edilivermektedir. Bu örnekte, çok geçmeden Avrupa İnsan Hakları  Mahkemesinin bu         yönerge ile ilgili ve sendikalarca öngörülemeyen bir yorum yapılmış ve denmiştir   ki Bolkeştayn düzenlemesine göre; “asgari ücretin düşük olduğu bir ülkenin kapitalisti, ücretlerin yüksek olduğu bir ülkede faaliyet gösteriyorsa, işçilerine kendi ülkesindeki düşük

ücret düzeyleri üzerinden ücret ödemesi yapma özgürlüğüne sahiptir…”

Çok yakında, dünyanın her yerinde Çin’deki ücret düzeyleri civarında çalışan işçi          yığınları görürsek şaşırmamalıyız. Sendikalar sadece örgütlü oldukları tek tek işyerleri  düzeyinde ve kapitalistlerin çıkarlarını korumaya dönük politikalar ürettiği Çin’de yaşanan vahşetin aslında hepimizin, işçi sınıfının yaşadığı vahşet olduğu görülmediği  sürece bu, hepimizi bekleyen bir sondur. Bu tarz  sendikalar, kendilerini sermayenin          yerine koyunca işverenlere hak  vermekte ve üyeleri adına daha fazla taviz vermeyi kabul  edebilmektedirler. Oysa, çıkarları sürekli çatışan sınıflar arasında empati olmaz sevgili          dostlar, çünkü bu, tıpkı kuzunun kurda empati yapmasına benzer.

Bir kapitalistin, kendisini işçilerinin yerine koyarak düşünmesi ve buna göre hareket etmesi nasıl beklenemezse, emek örgütlerinin de kendilerini karşıtının yerine koyarak düşünmesi ve davranması kabul edilemez. Bu anlayış, duruma göre duruş değiştiren eksen   kayması haline dönüşmüştür. Bugün yine bu durum öyle bir hal almıştır ki, işçi           örgütleri, artık, ekonomik olanla sendikal olan arasındaki temel ilişkiyi bile göremez hale          gelmiştir. İçinde yaşadığımız bu sistem önce ekonomik olan ile sendikal olan arasına bir           duvar örmüş; ardından kapitalistler arası rekabeti, yalnızca ve tamamen ekonomik bir          olgu olarak tarif etmiş; kapitalistlerin rekabet gücünü arttırmaya çare olarak da, işçi      sayısının azaltılmasından, çalışma sürelerinin uzatılmasına,

                     ücretlerin        baskılanmasından, kazanılmış hakların   gaspına,

                     güvencesizlikten          esnekliğe,

                     ve      sağlık,      eğitim,      sosyal

    güvenlik de dahil olmak üzere bütün hakların ve değerlerin metalaştırılmasına,         piyasalaştırılmasına kadar uzanan bir reçeteyle karşımıza çıkmıştır.

Kapitalist rekabete dayandırılan ve bu nedenle de “ekonomik” olarak kabul edilen bu kapsamlı saldırıların karşısında, sendika olarak geriye ne kalıyor  diye baktığımızda içi  boşaltılmış, yalnızca birer  tabelaya indirgenmiş yapılar görmekteyiz.

 

 

Oysa saldırı tablosuna baktığımızda, şirketlerin ekonomik durumunu       

güçlendirmenin tek yolunun emekçiler üzerindeki baskı ve denetimlerin artması olduğu açıkça görülmektedir. Buna karşın sendikaların varlık nedeni de bu saldırı  tablosunun, yani  rekabet  için  gerekenlerin, yani ekonomik olan diye ayrılarak sendikalar için “dokunulmaz” hale getirilenin tam zıddına denk düşer.

Ekonomik olan ile sendikal olan arasına kalın bir duvar çekilmesinin nedeni işte tam burada  aranmak zorundadır..

Kapitalist sistemde kavramlar üzerinde oynanan ve bizleri doğrudan etkileyen bu oyuna başka örnekler de verebiliriz. Genç işçi       yaşlı işçi  ayrımı, çekirdek işçi    çevre işçi ikilemi,

kadın emeği – erkek emeği biçiminde yapılan kategorik durum; kol emeği  – kafa emeği ayrımı bunlardan yalnızca bir kaçıdır.

Sürekli olarak yapılan bu “ötekileştirmeler” bir  yandan işçi sınıfının birlik ve beraberliğini zorlaştırmakta, diğer yandan da sendikaları, enerji ve birikimlerini sınıf  mücadelesinde yoğunlaştırmak yerine, bu  alanlarda kullanmaya zorlamaktadır. 

Benzer bir kavramsal ayırım da ekonomik olan ile politik olan arasında yapılmakta ve sendikaların faaliyetlerinin politik olmaması gerektiği, bu faaliyetlerin yalnızca  üyelerinin ekonomik  çıkarlarını korumak ile sınırlı olduğu söylenmektedir.

Oysa kapitalist bir toplum düzeninde emek    sermaye çatışmasının kendisinden daha politik ne olabilir sevgili dostlar. Bu çatışma, toplumsal yaşamın her alanı ile öylesine        sıkı bağlarla bağlıdır ki; üretim ilişkilerinden tüketim kalıplarına, bölüşüm mekanizmalarından mülkiyet ilişkilerine kadar uzanır ve gerçekte, tam olarak Marks’ın              işaret ettiği ekonomi – politiğin alanına girer. Ne ekonomi ne de politika bağımsız toplumsal            yaşamdan kopuk birer kavram değildir. Bu anlamda, ne siyasal yapıların işlevi

yalnızca politika ile sınırlanabilir, ne de sendikaların faaliyeti sadece ekonomik olarak tanımlanabilir. Çünkü her ikisi de kapitalizme özgü olan ekonomi – politiğin konularıyla

sıkı sıkıya bağlıdır. Emek örgütlerinin öncelikli görevi rica’cı ve sosyal diyalogcu          yöntem ısrarlarının sınıf hareketini hangi noktalara taşıdığını görmek, sistemin dayattığı bir         çok ayrıştırmalara, böl, parçala, yönet taktiklerine meydan okumak ve ekonomi – politiğin bütün alanlarını kapsamak zorunda olan sınıf mücadelesinin önünü tıkayan bu ayrıştırmaları kapitalizmin tarihine gömmek olmalıdır. 

İşçi sınıfının uluslar arası dayanışmasını ete kemiğe büründürecek olan yol da bu, meydan       okumadan geçmektedir. Çünkü bu dayanışmanın önünü kesen en büyük engel bir başka kavram ikiliğinden doğmaktadır; “Ulusların çıkarı” ve “işçi sınıfının çıkarı”.

Bu ikilemi aşamadığımız sürece, dünya ölçeğinde dayanışma grevlerini tartışmamız ve hayata geçirmemiz olanaklı olmayacaktır.

Sizleri ülkemizde  “İşçi Üniversitesi” diye de bilinen TÜRKİYE  sendikal hareketinin en önemli kişilerinden biri olan ve emek düşmanlarınca katledilen Onursal Genel Başkanımız Kemal TÜRKLER’in adını yaşattığımız bu tesislerimizde ağırlamaktan duyduğumuz

mutluluğu tekrar belirtiyor, bu önemli tartışmaların ve bilgi aktarımlarının yapılacağı konferansın uluslar arası sınıf mücadelesine çok önemli katkılar sunmasını diliyorum. Bütün            katılımcılara Birleşik Metal  İş  Sendikası adına  saygılar, sevgiler  sunuyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑