‘Gençleriyle savaşan bir toplumun geleceği yoktur’
Başkent Kopenhag’ın eski işçi bölgesi Nørrebro’da, özel birlik güçleri askeri helikopterden Jagtvej 69 binasının barikatlı çatısına iniyordu. Onları, binada yaşayanlara ve onları savunanlara saatlerce saldıracak ve Kopenhag’ın her tarafından yardımlarına koşanlara engel olacak büyük bir polis gücü takip etti.
1987’de inşa edilen bina, bölge işçilerinin eski toplantı salonuydu ve Ağustos 1910’da 2. Enternasyonel Sosyalist Kadın Konferansı’na ev sahipliği yapmıştı. Daha sonra şanlı ‘8 Mart Enternasyonel Kadınlar Günü’ne dönüşen, emekçi kadınların bir mücadele günü organizasyonu kararı, Clara Zetkin önderliğinde, bu Konferans’ta alınmıştı. V.I. Lenin, bu konferansı ve binayı ziyaret etmişti.
1982’den bu yana ise, Belediye tarafından bağımsız bir gençlik kuruluna devredilmişti ve Kopenhag ‘Gençlik Evi’ olarak işlev görmekteydi. Solcu, anarşist, devrimci ve ilerici gençlik, binayı merkezi buluşma noktası olarak kullandı ve işçilerin eski toplantı merkezi, ilerici genç kültürün gelişiminin önemli bir barınağı olarak yeniden hayat buldu. Birçok önemli müzik grubu ilk çıkışını orada yaparken, Björk gibi birçok enternasyonel sanatçı da orada sahne aldı.
Fakat Kopenhag’ın burjuva ve sosyal demokrat politikacıları bu zengin hareketliliği olumlu karşılamadı. Gençlik Evi’nin kültürel ve politik aktivitelerini suçlayan yoğun bir propaganda kampanyası başlatıldı. 1999’da Belediye’nin binayı satma kararı aldığı özel girişimcinin, ‘şer merkezi’ni kapatmakta kararlı, ‘Baba Evi’ adlı aşırı tutucu bir Kilise olduğu ortaya çıktı.
Bunu takiben, yedi yıl süren, gençleri binadan çıkarma mücadelesi başladı ve Hıristiyan tarikat, 2006 güzünde, özel mülkiyet yasaları uyarınca, polisten binayı boşaltmasını istedi.
Gençlerin tepkisi ise, bir dizi protesto ve yürüyüş oldu. ‘Ev’lerini, mücadele etmeden, gönüllü olarak terk etmeyeceklerdi. Şehir Belediyesi pasif kalarak, yaklaşan çatışmayı engellemedi, fakat ‘Baba Evi’nin gençleri binadan çıkarma ‘hakkını’ destekledi.
Bina ağır barikatlı bir hale dönüşürken, gönüllü savunmacılar binada uyumaya başladı; fakat normal kültürel etkinlikler abluka altında bile devam etti.
Polisin ve askeri birliklerin saldırısı 1 Mart 2007 Perşembe günü gerçekleşti. Göz yaşartıcı gaz ve acımasız yöntemlerle girilen binadaki bütün savunmacılar, komplo ve polise saldırı gibi suçlardan tutuklandı ve çoğu 15 ay hapse mahkum edildi.
Aynı gün düzenlenen diğer büyük bir gösteri de polisin saldırısına uğradı ve birçok gösterici tutuklandı. Bunu, Kopenhag’da aktivistler ve polis arasında yaşanan en ciddi kavgalar takip etti. İzleyen günlerde, sol örgüt ofis ve toplantı salonlarını basan, bilgisayar ve diğer materyallere el koyan, tutuklamalara ve kaos yaratmaya devam eden polis tarafından 716 kişi mahkemeye verildi. Sivil polis gençleri döverken, korulukta infazla tehdit ediyordu. Sonraki duruşmalarda tutuklananların çoğunluğu beraat ederken, yüzden fazlası hapis suçu aldılar.
Enternasyonel kadın ve işçi hareketleri tarihinde önemli bir yeri olan Jagtvej 69, 5 Mart tarihinde, bir inşaat ekibi tarafından, polis eşliğinde yıkıldı. Hristiyan tarikat ise, zaferleri için, “şeytan”dan kurtulmalarına yardımcı olan tanrıya teşekkür ediyordu.
Kopenhag ilerici gençliği şok içindeydi. Binlerce kişi sokağa çıkmış, üzüntüden ağlıyordu. ‘Gençlik Evi’, yeni neslin güç ve dayanıklılığının bir sembolüydü ve şimdi bir harabeye dönmüş, izi bile kalmamıştı.
1982’de açılışında ve 2007’deki son gösteride ‘Gençlik Evi’nde sahne alan devrimci grup The Savage Rose’un meşhur solisti Annissette, durumu ulusal televizyona verdiği demeçle özetlemişti:
“Gençleriyle savaşan bir toplumun geleceği yoktur.”
Tabii ki böyle bir toplum –kapitalist toplum– gelecek hakkını kaybetmiştir, gelecek gençliğin elindedir.
Gençlik Evi mücadelesi burada bitmedi. Jagtvej 69’da yaşayanlar ve taraftarları, Mart 2007 ve Haziran 2008 arasında, yeni bir gençlik merkezi isteğiyle, her perşembe gösteri ve yürüyüşler düzenlediler. Polisin saldırılarına ve göz yaşartıcı gaz kullanımlarına karşı hazırlıklı olmak, Kopenhag ilerici ve devrimci gençliği için olağan bir hal aldı. Buna iyi bir ‘tatbikat’ diyorlardı. ‘Action G13’ adlı yeni bir insiyatif, 6 Ekim Cumartesi günü, Kopenhag’ın başka bir bölgesinde, büyük katılımlı bir sivil eylemle kullanılmayan bir hidro-elektrik santrali işgali örgütleyeceklerini 2007 yazında açıkladı. Bu eyleme, Danimarka’da dönemin en büyük toplu tutuklamasında 436 kişiyi tutuklayan polisin kışkırtma ve göz yaşartıcı gazla vahşice saldırılarına karşılık vermeden binaya giren, 20 binden fazla kişi katıldı.
Bu, Gençlik Evi için yeni, geniş çaplı bir desteği körükledi. Gençlerle sürekli çatışmak, büyük harcamalar yapmak ve ülkenin her tarafından kaynak aktarmak, polis teşkilatını yıpratmıştı. Bir polis sözcüsü, Kopenhag Belediye Başkanı’na, politik bir çözüm bulması isteğinde bulundu. Bunu takiben, Jagtvej 69’a yapılan vahşi saldırıdan 16 ay sonra –Temmuz 2008’da kapılarını açan– yeni bir gençlik evi kararı verildi.
Tarikatsa, yeni bir Hristiyan gençlik merkezi kurma planlarını tamamlamak bir yana, arsayı, 2010 yılında kayıpla satmak zorunda kaldı. Gençlik Evi adına yapılan gösteri ve eylemlerde, Kopenhag genç nüfusunun yüzde onundan fazlası yer alırken, Danimarka gençliği de bu harekete destek çıktı. Aynı zamanda bu, iyi bir mücadele tecrübesi oldu ve demokrasi ilizyonları polisin yakıcı göz yaşartıcı gazları arasında kayboldu.
HAREKETE GEÇEN GENÇLİK
Gençlik Evi mücadelesi, günümüz Danimarka gençliğinin örnek mücadelelerinden sadece birisidir. ‘Genç’ tanımını 13-30 yaş arası dönem olarak alırsak (ki bu, tarihi ve kültürel olarak değişkendir), şimdiki jenerasyon, bu döneme, yüzyılın başında, neoliberalizm ve emperyalizmin dünya çapında açtığı muazzam saldırı altında girdi.
Ayrıca yüzyılın ilk on yılında, Danimarka, toplumun tamamını sarmalayan ve gençlerin mevcut ve gelecekteki koşullarını derinden etkileyen değişikliklere sahne oldu.Bu dönem, bir zamanlar büyük övgüler alan Danimarka (İskandinav) sosyal modeli –sözde refah ülkeleri– kalıntılarının ve bununla birlikte işçilerin yüz yıldan fazla süren mücadeleyle kazandıkları sosyal hakların ortadan kalktığı bir dönem olmuştur. “Refah devletleri”, II. Dünya Savaşı’nda faşizmin mağlup edilmesi ve sosyalizm ve halk demokrasileri cephesinin kuruluşu sonrası, sosyalist devrimi önlemek amaçlı olarak gündeme getirilen kapitalist bir icattır.
Bu kapsamda emekçiler ve tabii ki toplumun bütün kesimlerinin ücretsiz eğitim, ücretsiz genel sağlık hizmetleri, çocuk bakımı, ev fiyatlarının regülasyonu vb. gibi bazı sosyal hakları garanti altına alınmıştı. İşsiz olanların yaşamlarını devam ettirecek oranda yardım hakkı bulunuyordu ve bu, sigortasız işçiler için bile, daha az da olsa, söz konusuydu. Emeklilik yaşı 65’ti, fakat isteyenler, primlerini düzenlemeleri koşuluyla, 60 yaşında emekli olabiliyordu. Ve bunun gibi birçok hak…
Bütün bu kazanımların her biri, neoliberal ‘reform’un –diğer bir deyişle emekçilere karşı saldırının– hedefi olmuş ya da olmaktadır. Bu “reformlar”, Avrupa Birliği üyesi bütün ülkelerde –hükümetlerin sosyal demokrat /sosyal liberal /sağ /merkez sağ olmaları hiç fark etmeksizin– üye ülke halklarının oy hakkı yasaklanarak kabul edilen neoliberal bir anayasaya dayandırılarak, dayatılarak uygulanmaktadır.
İşçi sınıfı özelleştirmeye karşı mücadelenin ön saflarında yer alırken, kamu sektörü çalışanları da, giderek kötüleşen maaşlar ve çalışma koşullarına, sözde Yeni Kamu İdaresi doğrultusunda sosyal hizmetlerin yeniden düzenlenmesine karşı mücadele etmektedir. Çünkü bunlar, kapitalist metodların, sistemin en küçük sektörlerine kadar nüfuz etmesi demektir. Burada amaç, kamu sektörünü sözde daha verimli, ucuz ve rekabet edebilir kılmak olarak ileri sürülse de, asıl amaç, inanılmaz derecede verimsiz ve devasa maliyetli kapitalist kaosu toplum hayatının her alanına taşımak, her alanda azami kârı körüklemek ve yeni bürokratik bir denetimci ve danışmanlar ordusunu barındırabilmektir.
Eğitim gibi kamu hizmetlerini yoğunlukla kullanan bir grup olarak gençler, bu dönemde, barikatlarda, okullar, yüksek okullar ve üniversitelerde bütün kesintilere karşı, 90lar gençliği gibi yer aldılar. Büyük haraketler gerçekleştirildi. Mayıs 2006’da, genç eğitim örgütlerinin başlattığı ve sonra sendikalarında desteğini alan, yüz binden fazla gencin ‘Herkese refah’ sloganıyla sokağa çıkarak Danimarka parlementosu önünde “neoliberal ‘reform’a son” diye haykırdığı protesto, son ekonomik kriz öncesi gerçekleştirilenlerin en büyüklerinden birisidir.
Fakat emperyalizm ve burjuvazinin gündeminde daha sinsice saldırılar vardı: Kapitalist küreselleşmeye eşlik eden bir dizi emperyalist savaş başlatıldı ve Danimarka, 11 Eylül 2001’i takiben başlayan Afganistan’a karşı yasadışı savaşa katıldı. Mart 2003’te ise, ABD’nin önemli bir müttefiki olarak, George Bush ve yeni muhafazakar- Siyonist çetesinin Irak’a karşı başlattığı vahşi savaşa katıldı. Savaşa karşı harekete gençliğin katılımı muazzam olurken, Irak savaşına kadar hareketteki genç oranı giderek arttı.
Danimarka Hükümeti bu savaşa birlik göndereceğini beyan ederken, Başbakan Anders Fogh Rasmussen, ‘Ellerin kana bulandı’ diye bağıran, Komünist Gençlik Kolu DKU üyesi bir aktivist tarafından kırmızı boyaya bulandı. Diğer bir aktivist ise, Dışişleri Bakanı’nı boyaya bulamıştı. Elleri gerçek insan kanına bulanmış, gerçek savaş suçlusu Fogh Rasmussen, emperyalist savaşçı devletler ittifakının suç örgütü NATO’nun Genel Sekreterliği’ne terfi ederken, bu ikili hapse gönderildi.
Savaş karşıtı hareket ve ilerici gençlik hareketi, Israil’in Gazze saldırısı ve yine Barış Konvoyu ve ‘Mavi Marmara’ya saldırılarda silahsız aktivistlerin katliamları kınamalarında da öne çıktı.
Fogh Rasmussen ve onu takiben Lars Løkke Rasmussen gerici hükümetleri, ABD ve Avrupa Birliği’nin dikte ettiği ‘terör yasaları’yla demokratik özgürlükleri büyük oranda sınırlarken, politik protestoyu suç haline getirdiler, polisin gücünü artırdılar ve her alanda gözetimi yaydılar. Polis devletinin yolunu açtılar. Aralık 2009’da, Kopenhag’da yapılan ve tamamen başarısız olan BM İklim Zirvesi öncesi yürürlüğe giren bir yasa polisin yetkilerini artırırken, barışçı protestoyu cezalandırdı. Bütün demokratik güçler, tüm dünyadan gelen 100 bin protestocunun katıldığı ana gösteride uygulanan bu yasaya karşı çıktı. Yaklaşık 1000 protestocu sokakta saatlerce oturmaya zorlandı ve sonra tutuklandılar, fakat hiçbir gösterici sonuçta herhangi bir suçtan yargılanmadı. Verilen mesaj, tepkili nüfusu caydırmak ve yasal protestoyu suç haline sokma yolunda “Barışçıl bir protestoya katılın – ve sonra da tutuklanın!” oldu.
Son on yılda, özellikle gençlerin yoğun olarak yer aldığı bir mücadele de, ırkçılık, ırkçı yasalar ve göçmenlere karşı tavırlar oldu. Gerici koalisyon hükümeti, popülist sağcı Danimarka Halk Partisi desteğiyle, parlementer çoğunluğa sahip. Resmi olarak bütün nüfusa uyarlanan, fakat aslında mülteciler ve ailelerini hedef alan sosyal yardımlar seviyesinin yaşam sınırının altına çekilmesi(!) gibi bir seri ırkçı yasa benimsendi. Uygulanan, ‘asimilasyon ve reddetme’ siyasetidir. Burjuva medyanın güdümünde küçük devlet şovenizmi, son on yıldır, sosyal ideolojiye galip gelmektedir. ‘Karikatür krizi’ bu koşullarda patlak vermiş, gericilik ve Siyonizm’in bu provokasyonu, Ortadoğu ve ötesinde geniş tepkilere yol açmıştır.
Danimarka’nın dünya gözündeki küçük, barışçı, ilerici imajı, gerçeği yansıtarak, tersine dönmüştür. Günümüz gençliği, küçük olmasına rağmen, Danimarka’nın azgın bir emperyalist ve ABD önderliğindeki daha büyük emperyalist güçlerin hırslı bir yalakası olduğu gerçeğini anlamıştır.
KRİZ VE GENÇLİK
Emperyalist Avrupa ve Kuzey Amerika gençliğinin geleceği, önceki jenerasyonla karşılaştırıldığında, günümüzde, kapitalist sistemi sarsan global ekonomik kriz 2008’de patlak vermeden önce bile, iç karartıcıydı.
Çünkü ailelerin reel maaşlarında azalma, çocuklarına ve geleceğe yatırım olanaklarını kısıtladı. Ayrıca kamu hizmetlerine yapılan yeni muhafazakar saldırılar da, kalite olarak daha düşük, ama daha pahalı bir eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sistemi anlamına geliyor. Kaynaklar seyrekleşti ve bu da, gençlerin ev, eğitim vb. için borçlanması ve daha kendi ekonomik ve sosyal hayatlarına başlamadan borca boğulması anlamına geliyor.
Kriz, bu koşulları sadece çok daha zorlaştırdı. Kapitalist politikacılar, kârdan anlamalarına rağmen, ekonomiden –hatta kapitalist ekonomiden bile– anlamıyorlar. Her zaman kendilerini aldatıyorlar, tam da yükselişin tepesinde, düşüşten hemen önce; “İşler o kadar iyi ki, neredeyse tüm dünyayı satın alabiliriz” diye beyanat veren Fogh hükümeti bakanı gibi.
Aynı zamanda gençler ve emekçilere işsizliği ve işgüvencesini düşünmemeleri salık verilmişti, maalesef çoğunluk, sonradan “Halihazırda ve gelecekte uzun süre Danimarka’nın en büyük sorunu çalışma gücü zayıflığı olacaktır.” demeçlerine döndü.
Bunu sağlamak ve halkı daha çok ve uzun süre çalıştırmak için emeklilik yaşı 67’ye yükseldi. Erken emeklilik yaşı da 60’tan 62’ye çıkarılırken, koşulları daha da zorlaştırıldı. Daha geçen ay ise, bir zamanlar yedi yıl olan işsizlik yardımı süresi, dört yıldan yarıya indirilerek, iki yıl oldu. Bu arada, sendika üyelerinin vergi muafiyeti kaldırılırken, ailelerin ödemesi gereken bakım ücretleri daha da şişirildi, vb.
Kapitalist Danimarka devlet ve hükümeti siyaseti, diğer AB ülkeleriyle aynı yönde, kapitalist krizin bütün yükünün acımasızca emekçi ve gençlere yıkılmasının ortak girişimi olarak ilerlemektedir.
DKU’nun bir beyanatta belirttiği gibi:
“Gerici hükümetin düzenleme planı klasik kapitalist kriz siyasetidir. Krizin tekrar baş göstermesi kesin olduğu kadar, işçi sınıfı ve halk yığınlarının sermayenin kâr avının maliyetini ödeyeceği de kesindir.
Krizin maliyetini en ağır şekilde ödeyenler, şimdi de sermayenin ve politikacılarının iş yaratmada ve halk yığınlarının refahını sağlamada beceriksizliğiyle cezalandırılmaktadır.
Bu siyaseti durdurmanın tek bir yolu vardır: gerici hükümeti devirecek kadar ses çıkarmak ve sorun yaratmak.
Yunaistan’da, AB diktesinde yürütülen tasarruf programına karşı grev mücadelesi devam etmekte ve bütün Avrupa’da kapitalist krize karşı eylem ve grevler planlanmaktadır.
Mücadele tek yoldur. Bizler, Avrupa gençliği ve emekçi sınıfıyla harekete geçip kesinti ve kriz planlarını durdurmak yönünde gücümüzü birleştirmeliyiz.
Krizinizin maliyetini biz üstlenmeyeceğiz!
İş, eğitim, refah ve barış istiyoruz!”
Krizin etkisi, GSMH’de düşüşün, 2008’de yüzde 0.9 iken, 2009’da yüzde 4.9 olmasında görülür ve bu, Danimarka’da bir senede kaydedilen en yüksek düşüştür. İşsizlik, özellikle gençlik arasında yükselmiş, iflas ve işten çıkarılmalar rekor düzeylere ulaşmıştır.
Diğer bir gerçek: kâr avı, Danimarka endüstrisinin daraltılması anlamına gelmiştir. 1990’da ülkede 500 bin endüstriyel birim mevcutken, yirmi yıl sonra, 2010’d, bu sayı 331 bine inmiştir. Endüstriyel iş olanağının yaklaşık beşte ikisi yok olmuştur. Üretimde dış kaynakları, özellikle Çin ve Hindistan kaynaklarını kullanma, olağanüstü artmış, kapanma ve iflaslarla bu işsizlik faktörünü eklemiştir.
Günümüz gençliği mevcut koşullarını ve böyle bir geleceği kabul edecek mi? AB stili indirimli ‘refah’ koşullarında yetişen, borca batmış, işsiz bir gençlik, emre amade ve köle ruhlu bir işgücü olacak, birliği ve toplu sınıf hareketini reddederek, birbiriyle rekabet edecektir. Danimarka ve Avrupa monopollerinin, politik ve ekonomik birliklerinin istediği ve uğruna çalıştığı da, budur.
Daha iyi bir yol bulmak, biz devrimci ve komünist gençliğin elindedir.