Ekim Devrimini Savunmak

İçinde bulunduğumuz yıl, büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin 90. yıldönümü. Bundan tam 90 yıl önce, başında Lenin’in bulunduğu Bolşevik partisinin önderliğinde, çeşitli ulus ve milliyetlerden Rusya işçi sınıfı, burjuvaziyi alt ederek, politik iktidarı ele aldı. Kısa süren Paris Komünü deneyimi bir yana bırakıldığında, ilk defa, mülk sahibi ve sömürücü olmayan bir sınıf iktidar olmuştu. Böylece, 1789 Fransız Burjuva Devrimi’yle önü bütünüyle açılıp bir dünya egemenliği halini alan burjuva kapitalist (emperyalist) sistem yarılmış ve onun yanında bir başka sistem; sosyalist sistem yeryüzünün 1/6’sında egemen hale gelmişti.

*

İnsan toplumunun tarihsel ilerleyişinde, Fransız Burjuva Devrimi “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” biçiminde formüle ettiği ilkeleriyle ilerici, devrimci bir rol oynamış; bilim ve düşünce yaşamıyla kültürel alan ondan pek çok bakımdan esinlenmiştir. Ancak, insanlığın ilerleyişinde çığır açan bu özelliklerine karşın, burjuvazinin politik iktidarı ele geçirmesiyle birlikte devrim sonlanmış; deyim yerindeyse, burjuvazinin politik iktidarı aldığı an, paradoksal biçimde, bütün devrimci barutunu tükettiği ve gericileşmeye başladığı an olmuştur. Devrim sırasında temel bildirgesi eşitlik, kardeşlik, özgürlük olan burjuvazi, o andan itibaren, işçilerin ve ezilenlerin bütün sosyal hak ve siyasal özgürlük taleplerine -1830 Lyon dokuma işçilerinin ayaklanması, 1848 devrimleri ve 1871 Paris Kömünü- kulak tıkayıp, şiddetle bastırma yoluna gitmiştir.

Burjuva devrimle, sömürücü bir sınıf olan feodal aristokrasinin yerine, bir başka sömürücü sınıf olan burjuvazi politik iktidarı ele almış oluyordu. Artık burjuvazi için, sınıf iktidarını pekiştirmek ve iktidarını başka sınıflara karşı korumak tek amaç haline gelmişti. Bunun içindir ki, yaptığı ilk iş, devraldığı devlet aygıtını, kendi ihtiyaçları temelinde tahkim edip güçlendirmek olmuştur.

*

Ekim Devrimi’ni, 1789 Fransız Büyük Burjuva Devrimi dahil, kendisinden önceki bütün devrimlerden ayırt eden özelliği, devrimin politik iktidarın el değiştirmesiyle son bulmayışı; tersine, işçi sınıfı dahil, tüm sınıfları ortadan kaldırmaya yönelik sonal amacına doğru ilerleyişidir. Önceki devrimlerde politik iktidarı ele geçiren sınıf, mevcut devlet aygıtını küçük değişikliklerle muhafaza ederken, Ekim Devrimi, mevcut devlet aygıtını tümüyle dağıtarak, yerine, yeni tipte bir devlet biçimi olan proletarya diktatörlüğünü geçirmiştir. Başlangıçta, burjuvazi ve gericiliğin devrimi yıkma girişimleri karşısında ve sosyalizmin inşasında devlete ihtiyaç duyulmuştur. Ne var ki, proletaryanın devrimci diktatörlüğü asla önceki devlet biçimleriyle bir tutulamaz. Çünkü, klasik anlamda bir sınıfın başka sınıfları baskı altında tutmasının aracı olan devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğü biçimine büründüğünde, işlevi tümüyle değişmiştir. Proletarya diktatörlüğü, devrimi yıkmak isteyen burjuvazi ve gericilik üzerinde hala zorunlu olarak bir baskı aracı vazifesi görürken, asıl olarak, proletarya da aralarında olmak üzere, tüm sınıfları ortadan kaldırarak insanlığı özgürlükler dünyasına götürecek bir araç durumundadır. Paris Komünü deneyimi dışta tutulduğunda, Ekim Devrimi’yle birlikte sovyetler temelinde örgütlenen devlet aygıtı, insanlığın o güne kadar gördüğü en demokratik devlet biçimini oluşturmuştur. Burjuva cumhuriyetleri, 4 ya da 5 yılda bir yapılan seçimler yoluyla, halk yığınlarının politik yaşama ve devlet yönetimine temsili katılımı yanılsaması üzerine kurulmuşlardır; gerçekte, halkın devlet yönetimine ve toplumu ilgilendiren kararlara katılımı söz konusu değildir. Oysa sovyet tipi örgütlenmeyle, emekçi milyonlar devlet yönetimine ve kararlara doğrudan katılmakta, gerekli gördüğünde, en demokratik burjuva cumhuriyetinde olmayan bir hakkı kullanarak, seçtiği temsilcileri görevden geri alabilmektedir.

Burjuvazinin ve hizmetindeki ideologların sosyalizme kara çalarken speküle ettikleri konuların başında, sosyalizmin bireyi yok ettiği, bireye özgürlük tanımadığı teranesi gelmektedir. Gerçekte, ekonomik, sosyal haklar ve siyasal özgürlükler alanında olduğu kadar, bununla dolaysız bağ içinde, bireye tanınan hak ve özgürlükler bakımından da, 1936 Anayasası, insanlığın bugüne kadar gördüğü en demokratik anayasadır. AKP’nin gündeme getirdiği yeni anayasa tartışmalarının sürdüğü günümüzde, bu olgunun üzerinde önemle durulması gerektir.

*

Son 25 yıldır, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar dünya ölçeğinde neo-liberal politikaların acımasız uygulamalarının yol açtığı yıkımı yaşıyor; herkes sosyal devletin tahrip edildiğinden, kazanılmış hakların geri alındığından söz ediyor. Bu, günümüzün somut bir gerçekliği. Ancak, bir o kadar gerçek olan şey de, bütün bu sosyal ve demokratik haklar ve siyasal özgürlükler cephesinden elde tutulanlar dahil, tüm kazanımların büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin ürünü olduklarıdır. Ekim Devrimi’yle birlikte, emeğin ve üretimin toplumsal niteliğiyle mülk edinmenin özel karakteri arasındaki çelişki çözülmüş; mülkiyetin de toplumsallaşmasıyla birlikte, üretimin yanı sıra toplumsal ürünün bölüşümü de toplumsal bir karakter kazanmıştır. Üretimin yönlendirici güdüsü, artık kâr değil, toplumsal ihtiyaçlar olmuştur. Bunun sonucu, milyonlarca emekçinin ve halkın yaşamında, kapitalist bir sistemde asla başarılamayacak düzeyde iyileşmeler olmuştur. Ezilen milyonlar, yalnızca ekonomik (ücret) olarak değil, çalışma koşulları, çalışma süreleri, haftalık, yıllık izin ve tatil hakkı vb. sosyal hakların yanında, bilim, sanat, kültür, eğitim, sağlık alanında da kapitalist sitemde hayal dahi edilemeyecek haklara kavuşmuştur. Sosyalizmin, bu somut uygulamalarıyla, dünya ölçeğinde işçiler, emekçiler ve ezilen halklar nezdinde kazandığı prestij, emperyalist burjuvaziyi taviz siyaseti uygulamaya mahkum hale getirmiş; bugün sosyalizm somut bir tehdit oluşturmadığı için bir bir geri almaya yöneldikleri sosyal devlete konu olan uygulamalar, bu koşullarda gündeme gelmiştir.

*

Ekim Devrimi, ulusal soruna köklü bir çözüm bularak, halklar arası kardeşliğin ve dünya barışının temellerini atmıştır. Devrim öncesi, Çarlık Rusya’sı bir “halklar hapishanesi”dir. Büyük Rus şovenizmi başka ulus ve halklara hayat hakkı tanımamaktadır. Sık sık Yahudi kıyımları yapılmaktadır. Çarlık otokrasisi, halkları birbirlerine karşı kışkırtarak güçten düşürmekte ve iktidarının ömrünü bu yolla uzatmaktadır. Lenin’in önderliğinde Bolşevik partisi, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesi temelinde ulusal soruna getirdiği çözümle, çarlık otokrasisine karşı ulus ve halkları birleştirmeyi başarmıştır.Uluslar ve halklar, devrimden sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği halinde örgütlenerek, tam bir hak eşitliğine kavuşmuşlar, kendi dillerini, kültürlerini sınırsızca geliştirmişlerdir. Sayıları binlerle ifade edilen etnisiteler bile, kendi alfabelerini ve eğitim kurumlarını oluşturabilmişlerdir.

Bu dönemde, emperyalizm tarafından köleleştirilen halklar, ulusal bağımsızlık mücadelelerinde en büyük desteği, Sovyet sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nden (SSCB) görmüşlerdir.

SSCB’nin çözülüp dağılmasından sonra ise, kapitalizmin ulusal sorundaki çözümsüzlüğü bir kere daha kendini göstermiş ve Balkanlar ve Kafkaslardan başlayarak, halklar kendilerini yeniden bir boğazlaşmanın içinde bulmuşlardır. Çok uluslu kapitalist bir ülke olan Türkiye de, Kürt sorunundaki çözümsüzlük nedeniyle, tüm dinamikleri kötürümleşen, emperyalizm karşısında diz çöken bir ülke konumunda bulunmaktadır.

*

Kuşkusuz ki, büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin –yalnızca işçilere, emekçilere değil, bir bütün olarak– insanlığa kazandırdıkları, kısa özetler halinde belirtilenlerle sınırlı değildir. Ekim Devrimi ve onun bir ürünü olan sosyalizm; siyasal özgürlüklerden sosyal haklara, demokratik haklardan ulusal soruna, kadın sorunundan çevre sorunlarına getirdiği devrimci çözüm ve yeniliklerle; bilim, sanat alanında açtığı yeni ufuklarla, insanının kendini bütün yetenekleriyle gerçekleştireceği koşulları ortaya çıkarmasıyla, kendisinden önceki bütün toplumsal/siyasal sistem, ideoloji ve siyasi akımlardan ayrılmaktadır.

Ekim Devrimi, burjuva kapitalist sistemde sömürülen, horlanan, cahil bıraktırılarak tüm yetenekleri köreltilen ve kendisine yabancılaştırılan “baldırı çıplaklar”ın, ayağa dikildiklerinde neler yapabileceklerini; kendi kaderlerini ellerine alabileceklerini, toplumsal bir sitemi tepeden tırnağa yeniden örgütleyebileceklerini, devlet yönetebileceklerini göstermiştir.

Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfı ve emekçilere unutturmak istediği somut gerçeklik budur. Bunun içindir ki, ellerinde bulundurdukları devasa propaganda aygıtlarıyla, satın alınmış bilim insanı kılıklı ideologlarıyla, kesintisiz biçimde Ekim Devrimi’ne, sosyalizme ve bilimsel sosyalizmin kurucu önderlerine karşı “haçlı seferi”ni sürdürüyorlar; kapitalizmin insan aklına ve doğasına uygun tek rasyonel sistem, sosyalizmin “akla ve insan doğasına aykırı irrasyonel bir sistem”, Ekim Devrimi’nin ise “tarihten bir sapma” olduğunu söylüyorlar. Revizyonist dönek Andre Gortz, bunun için “elveda proletarya” derken, CIA beslemesi Fukayama, “tarih bitti” diyor.

*

Ne var ki, Ekim Devrimi’nin tarihten bir sapma olduğunu öne süren kapitalist emperyalizmin, Ekim Devrimi’nden 90 yıl sonra, insanlığa sunduğu bir gelecek olmadığı, yaşanan olay ve olgularla ortadadır.

Sosyalizmin aldığı geçici yenilgiden de güç alan kapitalist emperyalizm tarafından devreye sokulan ve son 25 yıldır acımasızca uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda, işçi sınıfı, emekçiler ellerinde bulundurdukları kazanımları bir bir yitirir, işsizlik ve beraberinde getirdiği yoksullukla boğuşurken, Afrika, Asya gibi dünyanın çeşitli bölgelerinde açlık bölgeleri oluşmaktadır. Dizginsiz kâr hırsı, yalnızca insan toplumunu değil, çevreyi de felakete sürüklemekte, her geçen gün dünyadaki yaşam alanları ve olanakları daha da daralmaktadır. Emperyalistler arası hegemonya mücadelesi, son örnekleri Afganistan ve Irak’ta olduğu üzere emperyalist işgal ve ilhakları doğururken, halklar birbirlerine karşı kışkırtılarak, kanlı boğazlaşmaların içine itilmektedir.

İşte kapitalizmin rasyonalitesi bunlardır. Fakat, bu koşullar, kaçınılmaz biçimde yeni Ekim’leri davet etmektedir. Uluslararası işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halkların, kendilerine dayatılan bu kapitalist barbarlığa karşı, yeniden ayağa dikilmekten başka bir kurtuluş yolu yoktur. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya ulaşmak, insanlığı altın çağına götürmek için yeni Ekim’ler zorunluluktur. Bu yüzdendir ki, Ekim Devrimi’ni ve onun insanlığa kazandırdığı değerleri bugün yeniden hatırlamak, yalnızca yaşanmış, geçmişe ait bir tarihi hatırlamak değil, asıl olarak bugünümüzü ve geleceğimizi yeniden kurma mücadelesini örgütlemektir.

Uluslararası devrimci hareket, bu yalın gerçekten hareketle, Ekim Devrimi’nin 90. yılını, dünya ölçeğinde etkinliklerle kutlama kararı almıştır. Uluslararası işçi hareketinin ayrılmaz bir parçası olan Türkiye işçi sınıfı ve onun devrimci partisi için de, Ekim Devrimi’ni ve onun işçi sınıfına ve bir bütün olarak insanlığa kattığı değerleri hatırlamak ve savunmak, günün devrimci görevlerinin başında gelmektedir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑