“Yeni” Tartışmalar İçin Eskimeyen Kaynak: Devlet ve İhtilal

“Yeni” Tartışmalar İçin Eskimeyen Kaynak: Devlet ve İhtilal Devlet ve İhtilal, Lenin’in en önemli eserlerinden biridir ve bütünü ile devlet sorununa, öncelleri ile birlikte burjuva devletin tahlili, devrimin bu devlet karşısındaki tutumu, proletarya diktatörlüğü, devletin sönmesi konulan ve bu konulardaki oportünist çarpıtmalara ayrılmıştır. Bu özellikleri ile kitap, devlet sorununu incelemek isteyen okuyucunun başvurabileceği en temel eserdir. Fakat konunun okuyucu için tam bir anlaşılırlığa kavuşması için, bu kitapla birlikte önemli iki eserin daha incelenmesi gerekir: Engels’in Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eseri ve Lenin’in Sverdlov Üniversitesi’nde verdiği konferansın metninden oluşan kısa ama oldukça özlü ve anlaşılır Devlet broşürü. Devlet sorunu, burjuvazinin çokça bulandırıp karmaşık hale soktuğu sorunların başında gelir. Burjuvazinin yaygınlaştırdığı tanıma göre devlet, toplumun üzerinde yer alan, sınıflar karşısında adil, bütün yönleriyle toplumsal yaşamı düzenleyen ve onsuz yapılamayacak bir kurumdur. Burjuvazinin iktisadi kudret ve egemenliğinin siyasal ifadesi olan devletin burjuva sınıfsal niteliğini gözlerden gizlemek için geliştirilen bu teoriler, küçük burjuva teorisyenler tarafından da sürekli beslenmekledir. Bu durum, proletaryanın devlet sorunundaki bakış açısını temellendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Fakat Lenin’i devlet sorununu tüm yönleriyle incelemeye zorlayan etkenler yukarıdakilerle sınırlı değildi. Yaklaşan devrimin günlük-pratik sorunlarının teorik bir incelemeyi neredeyse imkânsızlaştırdığı koşullarda, Ağustos-Eylül 1917’de, Lenin’in Devlet ve İhtilal’i kaleme almasını zorunlu kılan başlıca üç nedenden söz edilebilir. Lenin’in Önsöz’de ifade ettiği gibi, devlet sorunu, “teorik bakımdan olsun, siyasal ve pratik bakımdan olsun özel bir önem kazan”mıştı. En başta, kapitalizmin şafağında ortaya çıkan merkezi ulusal devletler, emperyalizm dönemi ile birlikte tekelci sermaye grupları ile kaynaşarak güçlü militarist ve bürokratik aygıtlara sahip tekelci devletler haline gelmişlerdi. Böylelikle, yeni niteliği ile burjuva devletin yığınlar üzerindeki baskısı daha bir katmerleşerek korkunç bir hal almıştır. İkincisi, bu büyük tekelci devletlerin boğuşmasından başka bir şey olmayan emperyalist savaşla birlikte yığınların yaşamında görülen olağanüstü yoksullaşma, insan kaybı, yığınlardaki hoşnutsuzluk ve öfkeyi besliyor ve “uluslararası proleter devrim açıkça olgunlaşıyor”du. Üçüncüsü, uluslararası sosyal-demokrasi, olgunlaşan bu uluslararası proleter devrimin devlet karşısındaki tutumunun ne olacağı sorusuna devrimci bir cevap vermekten uzaktı. Başım Kautsky’nin çektiği resmi sosyal-demokrasi, uzun bir barışçıl dönem boyunca diğer sorunlarda olduğundan daha çok devlet sorununda Marksizm’in en temel tezlerini “unutmuş”, açıkça çarpıtmış ve Marksizm’i burjuvazi için kabul edilebilir türden bir bayağılığa dönüştürmüştü. Dahası II. Enternasyonalin sosyal-şoven önderleri burjuva devlet karşısındaki bu uzlaşmacı tutumlarım emperyalist savaşta kendi emperyalist “ulusal devlet”lerini desteklemek şeklinde ifade bulan bir ihanetle taçlandırmışlardı. Burjuva parlamentarizmin reddi ve burjuva devlet makinesinin şiddet yolu ile yıkılması fikri “anarşistçe bir saçmalık” olarak görülüyor, anarşizm karşısında Marksizm güçsüz düşürülüyordu. Bu durumda Marksist devlet öğretisinin oportünist çarpıtmalardan arındırılması, emperyalizm döneminde ortaya çıkan gelişmelerle birlikte devletin açıklanması ve devletin devrimci proletarya elinde alacağı biçimin ortaya konması ertelenemez bir görevdi. İşte Lenin, Devlet ve İhtilal’de bu görevi yerine getirdi. Derin bir “arkeolojik kazı” ile “unutulmuş”, çekmecelere kilitlenmiş Marksist tezleri gün ışığına çıkardı, onu her konuda geliştirdi. Oportünist çarpılmaları mahkûm ederek anarşizm ile Marksizm arasındaki ayrılığın gerçek temelini de ortaya koydu. Devlet ve İhtilal, yedi bölümden oluşur. Birinci Bölümde Engels’in Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eserine başvurularak Marksizm’in devlet sorununa bakışı özetlenir. Özetle: 1- Devlet, toplumun gelişmesinin, uzlaşmaz karşıtlıklar doğurduğu bir aşamanın ürünüdür. “Nerede sınıflar arasındaki çelişmenin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. ” Devletin sınıfların “uzlaşma organı” olduğunu savunmak küçük burjuva bir ham kafalılıktır. Eğer sınıf çelişkilerinin uzlaştırılması mümkün olsaydı, devlet diye bir olgu ortaya çıkmazdı. 2- Devlet, “toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan” bir güçtür ve bu güç, “özel silahlı adam müfrezeleri, hapishaneler” gibi baskı araçlarına dayanır. İlkel komünal toplumda, toplumun dayandığı silahlı örgütlenme, “halkın özerkli silahlı örgütlenmesi” iken, sınıflı toplumlarda, toplumun egemen sınıflarının özel silahlı adamlara dayanan örgütlenmesidir. Sömürüye dayanan son devlet olarak burjuva devleti oluşturan güç, sürekli ordu, polis ve bürokrasidir. 3- Sömürüye dayanan köleci, feodal, burjuva devlet tiplerinde devlet “ezilen sınıfların sömürülmesi”nin aletidir. Devletin giderek büyüyen masraflarının emekçi sınıflara ödettirilmesi de cabası. 4- Proletarya, zor yoluyla kırıp parçaladığı burjuva devlet makinesinin yerine demokrasinin proletaryanın elinde genişlemesinin ifadesi olan proletarya diktatörlüğünü kurar. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verir. “Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak göründüğü ilk eylem -üretim araçlarına toplum adına el konması- aynı zamanda onun devlete özgü son eylemidir de.” Proletaryanın elinde de “özel bir baskı gücü” olmaya devam eden devlet, burjuvaziyi baskı altında tutar. Artık baskı altında tutulacak bir sınıf kalmayınca, devlet, “uykuya dalar”, söner. Devletin söndüğü yerde özgürlüğün dünyası, komünizm başlar. Artık devlet, asar-ı antika müzesinde ziyaretçi bekleyecektir. Kitaptaki yedi bölümden üçü Marks ve Engels’e dayanarak ve bu konudaki en önemli pasajları aktarılarak 1848 Devrimi ve 1871 Paris Komünü deneyine ayrılmıştır. Bu bölümler, Marksizm’in ilk ustalarının ve Lenin’in bu devrim deneylerini nasıl bir yetkinlikle incelediklerinin somut göstergesi olmanın yanında Bilimsel Sosyalizmin ustalarının değişik yönlerden teorilerini inşa ederken kullandıkları yöntem hakkında da bizi aydınlatır. Marksizm, çoğu dar kafalının sandığı ve iddia ettiği gibi “Marks’ın kafasından çıkma” kurgusal bir teori değil, ütopiklerin ve tüm öteki burjuva teorisyenlerin tersine, varolan maddi ve bilimsel öncüllerden yola çıkan, ama deneyin ve verilerin eksik kaldığı noktalarda spekülatif iddialarda bulunmayan bir dünya görüşüdür, Lenin’in de belirttiği gibi, “Marks’ın öğretisi her zaman olduğu gibi yaşanmış deneyin, derin bir felsefi görüş ve geniş bir tarih bilgisiyle aydınlatılmış bir bilançosunu çıkarır.” Marks ve Engels, devlet sorununu incelerken de, bu yönteme uygun olarak, işçi hareketinin proletarya diktatörlüğü konusunda çok şey söylemeye imkân vermediği bir sırada, 1848 Devriminin öngününde yazdıkları Komünist Manifesto’da proletarya diktatörlüğüne “proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi” gibi bir ifadeyle genel bir vurgu yapmışlardı. Ama Paris Komünü, kısa ömürlü ve güçsüz de olsa proletarya diktatörlüğünün ilk örneğini yaratınca, deneye dayanarak proletarya diktatörlüğünün bugün de tazeliğini koruyan ayrıntılı ilkelerini açıkladılar. Tarihsel bir belge olarak dokunmaktan sakındıkları Komünist Manifestodaki tek değişikliği de bu konuda, “işçi sınıfının hazır bir devlet makinesini ele geçirip onu kendi hesabına kullanmakla yetinemeyeceğini” vurgulayarak yapmışlardır. Kitabın ayırt edici özelliklerinden biri de, bir devrim deneyini incelerken olsun, teorik-tarihsel bir konuyu incelerken olsun, Lenin’in Marksizm ile oportünizm arasında bir karşılaştırma yapması, oportünizmin teşhirini bütün kitaba yaymasıdır. Son bölüm tüm olarak oportünizmin eleştirisine ayrılmıştır. Ama diğer tüm bölümlerde de oportünizmin Marksizm’in devlet kuramını nasıl çarpıttıkları açık bir biçimde ve temelli olarak sergilenir. Bütüne yakın sosyal-demokrat partilerin Marksizm’in devlet kuramını unuttuğu, burjuva devlete, proletarya ile burjuvazi arasındaki çatışmayı hafifletme görevi yüklediği ve nihayet burjuva devlete karşı bu hayranlığın, kendi “ulusal” emperyalist devletlerinin soygun savaşını desteklemekle taçlandırdıkları dönemde böyle bir savaş zorunluydu. II. Enternasyonal’in işçi hareketine hâkim olduğu dönemden, günümüze uzanırsak benzer bir tabloyla karşılaşırız. Kautsky’lerin Marksizm’in devlet konusundaki temel tezlerini “unutmak” suretiyle oluşturduktan oportünist fikirlerin, neredeyse bir yüz yıl sonra “hatırlanmasıyla” oluşturulan teoriler, eskinin “sol” bilinen çevrelerinde hayli büyük bir rağbete sahip. Marks ve Engels’in ortaya koyduğu, Lenin ve Stalin’in temellerine bağlı kalarak geliştirip uyguladıkları fikirlerin “Stalinist diktatörlük”le damgalanarak reddine tanık oluyoruz. Ne ilginç benzerlik! Marksizm’e ihanet eden II. Enternasyonal partileri, Marksizm’in devlete ilişkin en temel tezlerini unutmuş ve burjuva parlamentarizmin reddi, askeri-bürokratik makinenin parçalanması ve yerine proletaryanın başka sınıflarla paylaşmadığı diktatörlüğünün kurulması gibi temel tezleri “anarşizm” olarak nitelemişlerdi. Yine aynı yolda, günümüzdeki her türlü Marksizm düşmanı, Marksizm’in devlete ilişkin tüm tezlerini “Stalincilik”le adlandırıp reddederken, “çoğulculuk”u, “genel demokrasi”yi, kısaca burjuva demokrasisi ve burjuva parlamentarizmini savunuyorlar. Gerçekte Stalin’in şahsında saldırdıkları, Marksizm’dir; Lenin’in devlet üzerine geliştirdiği tezleri ve uygulamaları reddetmeden Stalin’in reddi mümkün değildir. Gorbaçov rüzgârlarından etkilenen kimileri açıkça proletarya diktatörlüğüne karşı burjuva demokrasisini savunurken, Troçkist vb. kimileri de “sosyalist demokrasi” adına “bütün sınıflara özgürlük” savunuyorlar. Fakat Lenin’de proletarya diktatörlüğü, tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır, örnek vermek gerekirse: “Marks tarafından devlete ve sosyalist devrime uygulanmış bulunan sınıflar savaşımı öğretisi, zorunlu bir biçimde proletaryanın siyasal egemenliğinin, diktatoryasının, yani onun kimseyle paylaşmadığı ve doğrudan doğruya yığınların silahlı gücüne dayanan bir iktidarın kabul edilmesine götürür.” “…bu dönemin (sosyalist toplum- ÖD) devleti, zorunlu olarak, yeni bir biçimde (genel olarak proleterler ve mülksüzlerden yana) demokratik ve yeni bir biçimde (burjuvaziye karşı) diktatoryal olmak zorundadır.” Devlet ve ihtilal, aynı zamanda, sosyalist ülkelerde meydana gelen yozlaşma ve restorasyonun nedenlerinin incelenmesi konusunda da başvurulacak kaynaklardan biridir. Eski sosyalist ülkelerin hepsinde kapitalist restorasyon, öncelikle proletarya diktatörlüğünün gevşetilmesi, yozlaşmaya kapının açılmasıyla ve devlet sorunundaki Marksist tezlerin reddedilmesiyle başlamıştır. Silahlı işçilerin hiç bir yasaya dayanmayan diktatörlüğü, burjuvazinin direncini kırmanın, emperyalist komplolarla baş etmenin ve sosyalizmi inşa etmenin esas güvencesidir. Devlet sorunu ve devlet karşısındaki tutum, örgüt ya da kişilerin siyasal konumunu belirleyen bir çeşit turnusol kâğıdıdır. Devrimci bir deprem bölgesinin tam merkezinde bulunan Türkiye’de devlet konusunda çeşitli burjuva ve küçük-burjuva teorilere karşı mücadele pratik bir öneme sahiptir. Devrim olanağının değerlendirilmesi, bir bakıma, devlet konusundaki yaklaşıma, kurulu devlete karşı tutuma ve geleceğin devletine bakışa bağlıdır. Değerlendirme içinde, kitabın üç bölümünün doğrudan devrim deneylerini incelemeye ayrıldığını belirttik. Gerçekte, Lenin, kitap planını hazırlarken 1905 ve 1917 Şubat devrimleri deneyi üzerine de sekizinci bir bölüm tasarlamıştır. Fakat Büyük Ekim Devrimi’nin sancılı arifesinde Lenin’in omuzladığı yoğun görevler bu planı hayata geçirmeyi engellemiş ama kitap için bir bölümdense bir devrim armağan etmeyi Lenin seve seve kabul etmiştir. Bu değerlendirmeyi, Lenin’in, Devlet ve İhtilal’in 30 Kasım 1917’de yayınlanan ilk baskısına konuya ilişkin yazdığı Sonsözle bitirelim: “Bu broşür 1917 Ağustos ve Eylül’ünde yazılmıştır. Son bölümün, ‘1905 ve 1917 Rus Devrimleri deneyimi’ başlığını taşıyan VII. bölümün planını daha önce kararlaştırmıştım. Ama başlık dışında, 1917 Ekim Devriminin öngününü belirleyen siyasal bunalım tarafından ‘engellenmiş’ olarak, bu bölümün bir tek satırını bile yazacak vaktim olmadı. Böylesine bir ‘engel’den yalnızca kıvanç duyulabilir. Ama bu broşürün (‘1905 ve 1917 Rus Devrimleri Deneyimi’ne ayrılmış) ikinci fasikülü, kuşkusuz çok daha sonraya bırakılacak; ‘bir devrim deneyi’ yapmak, o konuda yazmaktan daha güzel ve daha yararlıdır.” Ağustos 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑