“Huylu huyundan vazgeçmiyor!
* NATO ve ABD propagandası “ve “4. Ordu Rus Sınırına” ihanetçiliğinden “Amerika’ya karşı Ordu” sefaletine…
* “Sol” ve “tarafsızlık” darbeciliğinden Torumtay darbeciliğine…
* Burjuvaziden, devletten, ordu ve bürokrasiden kopuk devlet yöneticiliği idealizmi…
* Sosyalist Parti’ye burjuva grupların ilişkileri ve konumlarına ilişkin hesaplar yön veriyor…
* Generallerin “savaşa karşı” oldukları propagandasıyla SP, savaşa karşı mücadeleyi baltalıyor, sosyal pasifizmi yayıyor ve savaş karşısında halkı silahsızlandırıyor.
Hayal-Numara 1:
“Bugün Özal’ın işçiye karşı kullanacak asker bulamayacağı noktacında herkes hemfikir.” (2000’e Doğru, 30 Aralık 1990)
Kim bu herkes? Sınıf işbirlikçisi burjuva yatıştırıcıları, “en büyük ordu bizim ordu” sloganını atan işçinin geri bilincini olumlayan, orduya övgü düzücü uzlaşmacılar dışında kim Aydınlıkçılarla hemfikir? Özal’ı korkuluk gibi sallayıp, onun yürütmesini gerçekleştirdiği devleti, burjuvazinin ekonomik ve siyasal egemenliğini gizleyen ve olumlayan Aydınlıkçılar ve SP dışında kim bu saptamayla hemfikir? Bu fikirde olsa olsa TBKP ve benzeri birkaç grup katılacaktır.
Ve gerçek neydi? Aydınlıkçıların hayal hanelerinde tasarladıklarının tersine Zonguldak grevcilerinin karşısına Mengen’in 8,5 km. ötesinde kimler barikat kurdu? Başında bir tuğ ya da tümgeneral bulunan birlikler askeri birlikler değil miydi?
Aydınlıkçılar “yatsı”nın erken geleceğini bile dikkate almadan pervasızca ilan ediyorlar: “işçiye karşı asker” bulunamaz! Mumları yatsıya kadar bile yaranıyor. Özal, 5-10 bin kişilik bir askeri birlik gönderiyor Ankara yürüyüşçülerine karşı. “Emrini dinlemem” diyen yok!!!
Bu aşırı sağcı tespit işçileri orduya karşı silahsızlandırma, hayallerle avutmaya yönelme değil de nedir?
Hayal-Numara 2:
“Ordu savaş emrini dinlemeyecek.” “Özal savaşa sığınmakta. Ancak savaşa sürecek ordusu yok.” “Bugün boşlukta sallanan Özal’ın çalacağı savaş borusuna hayır kardeşim” demek için Doğan Güreş kadar ‘dirayetli’ olmaya bile gerek yok.” (Agy)
Yine yatsı ve mum meselesi… Türkiye bugün gayri resmi olarak, ilan etmeden savaşa girdi bile. K. Evren, Türkiye’nin doğrudan kendi kuvvetleriyle savaşa girmesi açısından inisiyatifin Irak’ta olduğunu söylüyor. Yanlış sayılmaz. Eğer Irak’ın saldırdığı iddiasıyla doğrudan bir Türk saldırısı düzenlenmezse, Türkiye’nin savaşa girmesine karar verecek olan “bizim” generaller değil, Irak ve Saddam’dır. Irak, İncirlik’in kullandırılmasının saldırı gerekçesi yaparak bal gibi saldırabilir. Bu Türkiye’nin savaşa girmesi demektir. Kısacası, Türk generalleri ve ordusu, İncirlik’in Amerikan emperyalistlerine kullandırılması dolayısıyla savaşın içine girmişlerdir, savaşmayı kabul etmişlerdir ve Türkiye bugün bir ucundan fiilen savaşın içindedir. Ordu savaş emrini dinlemiştir bile. 2. Ordu Irak sınırına yığınak yaparken herhalde kuş avlamayı düşünmüyordu.
Bunlar gerçekler… Yalancının mumunun nereye kadar yanabileceğini gösteren gerçekler.
Pratik olguları bir yana bırakarak kuramsal olarak soruna yaklaşılırsa, 2000’e Doğru, Aydınlıkçılar “ordunun savaş emrini dinlemeyeceğini” nasıl ve neye dayanarak iddia edebiliyorlar? Ordu nasıl bu denli Özal’dan kopabiliyor ve daha doğrusu herkesten bunca kopmuş olan Özal bulunduğu yerde kimi temsil ediyor? Özal yeni bir Bonaparte midir? Aydınlıkçılar bilinçli olarak Türkiye’deki savaş yanlılarını neredeyse tek bir kişiye, çok dar bir gruba indirgiyorlar. Burada, sırasıyla burjuvaziyi, devletini, orduyu aklama, yardakçılık tutumu var. Bir tek Özal ve “küçük” bir grubu dışında devlet, ordu ve burjuvazi savaşa karşı oluyor! Peki, bu sınıf güçleri ve kurumları nasıl böyle meydanı bir tek adama terk ederler? Burjuvazinin siyasal temsili böyle mi olur, burjuvazi tarif edilen gibi bir siyasal temsilcisini bir gün içinde harcamaz mı?
Bu iddia, barış hayalciliğinin, sosyal pasifizmin, savaş tehlikesi ve Türk burjuvazisinin savaş hesap ve planları karşısında emekçi kitleleri silahsızlandırmanın ve savaş durumunda bir ilk şaşkınlığa uğratmanın ve savaşa sürülmelerini kolaylaştırmanın doğrudan ifadesidir. “Savaş karşıtı Türk burjuvazisi ve ordusu”! Bu ne tür bir hayal yayıcılıktır? Aydınlıkçılar iflah olmaz burjuva uşakları ve ordu hayranlarıdır.
Aydınlıkçılığın çıkışı, dünyaya gelişi darbecilikledir. “Asker, sivil aydın zümre” Aydınlıkçı “devrimin” önder gücüydü 70 öncesinde. O zaman “sol” bir cunta bekliyorlardı. Teşvikçiliğini yapıyorlardı. Olmadı, ama öyle sandılar 12 Mart’ı destekleyip taleplerini yayınladılar, Erim Hükümeti’ni reformcu ilan ettiler, başlangıçta destek verdiler. 12 Eylül öncesinde “Üç dünya teorisi” burjuvazi ve ordu yardakçılıklarım besledi, Rusya’yı “tek düşman” bellediler ve Amerikan uşaklarını göklere çıkardılar, NATO’da kalınmalıdır dediler, orduyu bağırlarına bastılar; “yurt savunmasını” ona emanet ettiler, “4. Ordu Rus sınırına” sloganı “vatan savunması” sloganı oldu. Bu burjuva ve Amerikan yardakçısı hainler, 3 Nisan ‘78 tarihli Aydınlıkta şöyle yazıyorlardı: “Yurdumuzun, vatanını seven, halkını seven, iki süper devlete karşı mücadele cesareti gösterecek komutanlara ihtiyacı var.”
Sonra sıra K. Evren’e yağ çekmeye geldi. Eylül mahkemelerinde yağ çekmenin de dozu kaçırıldı. Etek öpüldü, ayaklara kapanıldı.
Şimdi de “halkını seven” Amerikan emperyalizmine karşı “mücadele cesareti gösterecek komutanlar” bulunmuyor mu? Aşil Özeren dışında Doğan Güreş ve bütün diğer komutanlar bu tür komutanlardan sayılmıyor mu? Özal savaşacak general bulamazmış! Generallerimiz, maşallah tümü halkçı ve anti-Amerikan! MİT yetkilisinin ağzından şöyle konuşuyorlar “Ambargodan sonra Türk subayı ABD taraftan olmaktan çıktı… ABD yanlısı diye damgalanmak askerlerin hoşuna gitmez şimdi. Generalleri Amerika’ya soğuk bakarlar.” İşte Ordunun Amerikan karşıtlığının kendi ağızlarından ifadesi: “Özal savaşa sığınmakta. Ancak savaşa sürecek ordusu yok. Umudu Amerika.” (Agy) Amerika bir yanda ordu bir yanda, karşı karşıyalar! Generaller, ordu Özal ve Amerika’nın karşısındalar! Ama İncirlik’te Amerikan emperyalistlerine hizmet ediliyormuş, onların emir-erliği yapılıyormuş, ne gam! Ordu Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını gerçekleştirmek üzere yığmaklar yapmış ve Irak’a girmeye hazırlanıyormuş, sorun mu!
Aydınlıkçılar iddia ediyorlar: “Özal Türkiye’nin sadece halkından değil, burjuvazisinden de, devlet bürokrasisinden de koptu.” (Agy)
Bugün burjuvazi savaş karşıtı mıdır? Öyle iddia ediliyor.
Burjuvazi içindeki bazı ses farklılıklarına rağmen ekonomik ve siyasal çıkmazının çözümünü savaşta ve savaş halinde görmektedir. Burjuvazi kolay bir çözüm peşindedir. Bu eğilim bugün Özal’ın “bir koy, üç al” politikasında ifadesini bulmaktadır. Bu, burjuvazinin ağırlıklı eğilimidir. Açıkça görünüyor ki, farklı burjuva eğilimler de var. DYP ve SHP bu eğilimleri seslendiriyorlar.
Çeşitli burjuva siyasal gruplar ekonomik ve siyasal çıkmaza ve savaşa ilişkin farklı programlar öneriyorlar. Peki, burjuvazinin sınıf olarak eğilimi hangisidir? Burjuva düzenlerde farklı burjuva siyasal gruplar farklı program önerileriyle burjuvaziye giderler, burjuvaziye kendi programlarını sunarlar. Burjuvazi sınıf olarak bu programlardan birine eğilim gösterir, belirli bir program etrafında birleşir. Bazı koşullarda bu birlik sağlam ve sıkı bir birlik olur, ama diğer bazı koşullarda birlik görece zayıf durumuyla sağlanabilir ya da burjuvazi belirli bir program etrafında Dirliğini kolaylıkla gerçekleştiremez. Programlardan biri öncelikle burjuvazinin belirli kesimlerini (örneğin krizden daha çok ve daha sert etkilenen kesimlerini) etrafında birleştirir, bu belirli program öncelikle bu kesimler tarafından finanse edilir, desteklenir ve eğer koşullar uygunsa, giderek diğer kesimleri de etrafında toplar.
Bugün Özal kararlı bir savaş yanlısı politika izlemekte ve ekonomik ve siyasal çözümünü savaşa ve ilan edilecek bir savaş haline, zorbalığın temel politika haline getirilmesine ve boylu boyunca uygulanmasına bağlamaktadır. Demirel önce buna itiraz ederek eleştirmiş ancak, son günlerde görüldüğü gibi “savaşa girilirse elbette memleketimizi savunacağız” deme noktasına gelmiştir. Bu gelişme, Demirel’in göstermelik savaş karşıtlığının ifadesi olduğu gibi, burjuvazinin daha geniş kesimlerinin savaş politikasına meyletmesinin de bir göstergesi kabul edilebilir.
Aydınlıkçılar oyun mu oynandığını sanmaktadırlar. Ciddi ciddi bir tek Özal’ın ülkeyi savaşa sürüklediğini yazıyorlar. Bu, idealist salaklığın dik alasıdır, diğer yanıyla kötü bir aldatıcılıktır. Ama pek beceriksizce bir aldatıcılık, tecrit edici bir aldatıcılık. Ülkenin önemli bir bölümü savaş koşullarında yaşarken ve tüm ülke savaşla birlikte soluk alıp verirken SP, Aydınlıkçılar burjuva ve ordunun savaş karşıtı olduğunu ileri sürünce kimi inandırabilirler? Özal’ın kişisel diktatörlüğü propagandasının etkisinde anlaşılan en çok Aydınlıkçılar kalmışlar.
Çıkarları savaş ve savaş halini gerektiren burjuvazidir. Giderek tüm burjuvazi savaş politikası etrafında toplanmaktadır. Çünkü burjuvazinin bugünkü durumda ekonomik ve siyasal krize başkaca bir çözümü yoktur. Ekonomik kriz çözümsüzce derinleşmektedir. Yıllardır zorbalık ve korkuyla sefalet ve özgürlüksüzlük koşullarına mahkûm edilen işçi sınıfı başlıca ekonomik ve yanı sıra siyasal taleplerle yığın olarak ayaktadır. Burjuvazi için tatlı karlarından olmak demek olan yüksek ücret artışlarını dayatmakta özgürlük istemekte ve kararlı bir mücadele içine girmektedir. K…’da çözüm bir yana geçici bir yatıştırma ya da sınırlandırma bile elde edememektedir burjuvazi. Kürtler düzenden kopma durumundadır. Olağan çözümler yoktur burjuvazi için. Ve burjuvazi gözünü olağandışı çözümlere dikmek durumunda ve zorundadır. Bu çözüm mü olacaktır? Olmayacaktır. Ama başka çaresi yoktur burjuvazinin, başka hiç çözümü yoktur çünkü. Şansını deneyecektir. Sınıf çatışmasını göze alacaktır Çünkü bu çatışma ona dayatılacaktır ve çatışmadan kaçınarak gerçekleştirebileceği bir çözüm bulunmamakladır.
Ama Aydınlıkçı iddia, Özal’ın bir bütün olarak ve savaş yanlısı politikasıyla tamamen burjuvaziden koptuğu yolundadır. Onlara göre; Özal burjuvaziye rağmen hükmetmektedir. Yalnızca burjuvaziye rağmen de değil, ek olarak burjuvazi Amerikan emperyalizminden de kopuktur. Generaller de kopmuştur. Amerikan emperyalizminden. Ne burjuvazi ne de generaller Amerikan emperyalistlerinin gösterdiği yoldan ilerlemektedirler.
Bu, gerçeklere gözlerini kapamaktır. Burjuvazi ne zaman ve nerede rüştünü ispatlamıştır ki, Amerikan politikasıyla uyumsuzluk içine girmiştir? Tersine umudunu Amerika’ya bağlayan yalnızca Özal değil, bu çıkmaz içindeki durumuyla özellikle burjuvazidir de. Demirel’i çark ettiren de, Amerikan çıkarlarının ve politikasının ciddiliğinin ve geri dönülmezliğinin belirginleşmesi ve uygulamaya aktarılmasıdır. Çeşitli; nedenlerle bu politikaya itirazları olan Demirel, bu durumda ısrarlı olamamış, Özal ile olan çelişmelerine rağmen onunla birlikte safa girmiştir.
Özal’la generallerin çatışması da, -bu işleri, egemen sınıf grupları arasındaki sürtüşme ve çatışmaları MİT vb. dolayısıyla Aydınlıkçılar daha iyi bilirler- eğer önemli idiyse bile, emperyalist savaşa hazırlık döneminde, Amerikan emperyalistlerince, Türkiye’ye bizzat gelen CIA patronunca, en azından şimdilik belirli bir çözüme bağlanmış ve Özal generallerle birliği sağlamıştır. O kadar ki, hükümetin bir açıklamasına göre, TBMM’den çıkan savaş yetkisini hükümet, gerektiğinde uygulamak üzere genelkurmaya devretmiştir. Aydınlıkçılar genelkurmay ve sonra bir başka bakanlığın “hayır, yetki hükümettedir” açıklamasını bile, Özal’la generaller arasındaki çelişmenin şiddetini gösteren bir sürtüşme olarak değerlendirmişlerdir. Ancak generallerin Özal ve Amerikan emperyalistleriyle birlik halinde ve onların politikasının uygulayıcısı olduğunu kanıtlayan, uzun lafa gerek yok, generallerin Türkiye’nin aldığı ve almakta olduğu savaş önlemlerini uygulamakta oluşlarıdır.
Ama hayır, Aydınlıkçılar generallerin “millici”(!) burjuvazimiz gibi Özal’dan ve dolayısıyla onun “umudu” Amerikan emperyalistlerinden koptuğunu, üstelik, şimdiden dinlemeye başladıkları savaş emrini dinlemeyeceklerini ve Özal’a karşı darbeye hazırlandıklarını ileri sürüyor. Çelişme şiddetle çözülecek boyutlar kazanıncaya kadar şiddetlenmiş! Şef Perinçek övünüyor: “Sosyalist Parti, şu ana askeri darbe tehdidini nalları önüne açık seçik koyan tek partidir.” SP de darbenin önünün kesmeye çalışmaktaymış.. “Demokratik erken seçim” yoluyla… Kargaları bile gülmeleri için gıdıklamak gerekecek…
Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf çatışması Türkiye’de bugüne kadar görülmedik ölçüde sertleşmişken ve halkı savaşa karşı eğitip mücadeleye seferber etmek gündemdeyken, Perinçek ve SP’si yine bir sahte düşman ve sahte çatışma icat ediyor. Her zamanki gibi egemen sınıf gruplan arasındaki bir çelişmeyi gündeme getiriyor. Aydınlık’ın yeni bir darbe çığırtkanlığı gündemdedir. Onlar, bugün eskisi kadar açıktan bir darbe destekçiliğini çıkarlarına uygun bulmuyorlar. “Darbenin önünü kesmekten” söz açıyorlar, “Özal’ın yarattığı iktidar boşluğu”na darbeyle generallerin yanı sıra “erken seçimle” (!) işçi sınıfının yürüdüğünü söylüyorlar. Eh! Onlar da işçilerin “öncüsü” olduğuna göre bir SP iktidarı oldukça yakın olmalı! Ama işin ilginci Aydınlıkçı politikanın epey inceltilmiş oluşu. Eskiden onlar darbeyi kışkırtır ve desteklerlerdi, şimdi darbe çığırtkanlığı yapıyorlar, ama sözde işçinin “iktidar yürüyüşü”nden de söz ederek yüzlerini gizlemeye çalışıyorlar. Ancak bu arada “solcu kisveli sivilleşme budalaları’ndan” eleştirerek bahsetmekten de kendilerini alamıyorlar.
Bu ülkenin daha birçok darbeye sahne olabileceğini biz de düşünüyoruz. Bu büyük ihtimaldir. Darbeye ihtiyaç bırakmayacak hemen tüm yasal düzenlemeler 12 Eylülle yapılmış olmakla birlikte, sertleşmekte olan sınıf mücadelesi koşullarında, emperyalistler ve burjuvazi bir dizi “at değiştirme” ihtiyacıyla yüz yüze kalacak olmalıdır. Bu, genel olarak söylenebilecek olmakla birlikte, bugün bir “at değişikliği” zorunluluğunun gündemde olduğu ve generallerin darbe hazırlamakta olduktan anlamına gelmez. Yine birileri bir darbe hazırlığı içinde olabilirler bugün de. Ancak henüz darbe koşullan yoktur ve darbe girişimcileri bu işi ellerine yüzlerine bulaştırırlar. Bugün henüz hükümet ve Özal emperyalistlerin ve burjuvazinin çıkarlarını, olabildiğince gerçekleştirmekte, ülkede ezen ve ezilen sınıfları da etkileyen bir siyasal kriz yaşanmakla birlikte, ezenlerin siyasal temsilcileri henüz görece birliklerini sağlayabilmektedirler. İşte savaş karşısında sosyal demokratlar dışındaki burjuva temsilcileri, partiler, generaller birleşmişlerdir. Savaş durumunda İnönü SHP’sinin de onlara katılacağı kuvvetle tahmin edilebilir.
Peki, darbenin sosyal ve siyasal dayanağı ne olabilir? Aydınlıkçılar sosyal dayanağını burjuvazi olarak gösteriyorlar, “Özal’ın koptuğu” burjuvazi. Siyasal dayanak, burjuvazi ve generallerin “savaş karşıtlığı” oluyor. Ve anti-emperyalizmleri(!) olmalı.
Burada temel bir saptırma ve hayal yayma, burjuvazi ve generallerin “savaş karşıtı” gösterilmesi ve Türkiye’nin nasıl olsa generallerin karşı olduğu savaşa girmeyeceği ileri sürülerek, emekçilerin savaş tehlikesi karşısında duyarsızlaştırılması ve mücadele etmelerinin gereksizliği yönünde eğitilmeleridir. Doğal ki, kitleleri silahsızlandırıp kendi güçlerine güvenerek mücadele etmekten uzaklaştıran bu yaklaşım, savaş karşısında emekçileri pasiflik ve kaderciliğe yöneltmesinin yanında, savaşçı politikanın başlıca iç-ulusal nedenlerinden olan savaş hali vb. aracılığıyla zorbalık yoluyla sınıf mücadelesinin ezilmesi ihtiyacının da karşılanmasının hizmetindedir. Emekçileri, başta işçileri, savaş hali vb. önlemleri ve sermaye ve faşizmin sınıfa ve halka saldırısı karşısında uyanıksızlık ve eylemsizliğe itmektedir.
Huylu huyundan, Aydınlık egemen sınıf klikleri arasındaki çelişmeye bel bağlamaktan vazgeçmemektedir…
Şubat 1991