Gençliğin anti-faşist, anti-emperyalist direnişi

Dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen olaylar nedeniyle tüm dünyanın çalkalandığı Aralık ayı ülkemizde de oldukça hareketli geçti. Özellikle öğrenci gençliğin protesto eylemleri, sivil faşist saldırılar üzerine gelişen yeni çatışmalar öne çıkan gelişmeler arasındaydı.
Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nun ırkçı-dinci faşistlerce basılmasının ve bu çetelerin öğrencilere yönelik silahlı sopalı saldırılarının ardından yeni boyutlarda patlak veren gençlik eylemleri silahlı denilebilecek yöntemlerin de gündeme gelmesi şartlarında gelişiyordu. Öğrenciler sivil faşistlerin ardından kendilerine saldıran, tazyikli sularla, göz yaşartıcı bombalarla üzerlerine gelen resmi, militarist güçlere molotof kokteylleriyle, taşlarla, sopalarla karşılık veriyorlardı. Erdal Eren’in faşist cunta tarafından idamının yıldönümüne denk gelen günlerde ise gençliğin militarist saldırganlara cevabı oldukça geniş bir yelpaze içindeki yöntemlerden oluşuyor, silahlı çatışmaları içeriyordu. ABD haydudunun Noriega’yı bahane ederek Panama’yı işgal etmesi anti-emperyalist tepkilerin ve Panama halkı ile dayanışmanın güçlenmesine yol açarken, K.Maraş katliamının yıldönümü ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki zulüm, köylülere koruculuğu kabul etmedikleri gerekçesiyle taş taşıtmaya varıncaya kadar çeşitlenen ceza yöntemleri anti-faşist mücadelenin yeni bir kabarış içine girmesine neden oluyordu.
Diktatörlüğün saldın ve terörü özellikle gençliğin direnişine muhatap oluyor. Ancak diğer kesimlerde gereken karşılığı gördüğü söylenemez. Diktatörlük, katliam, soykırımı, işkence, zam yapmaktan başka bir işi olmayan kanlı bir makine olarak halka açılana dolu bir yaşam dayatıyor. İstediği baskı yasasını çıkarıyor, kendi koyduğu yasalardan dilediğini uyguluyor işine gelmeyeni uygulamıyor. Tüm bunlar sözüm ona, “hukukun üstünlüğü” adına yapılıyor. Kitlelerin bilinçsizliği, faşist, ırkçı propagandanın köleleştirici etkisi ve bunlarla at başı giden baskı ve terör dikta rejiminin her türden saldırısı için zemin oluşturuyor. Faşist canavarlıkların en akıl almazı bile hiçbir tepki görmeyebiliyor, geçiştirilebiliyor.
İşçi sınıfı saflarında aşırı yoksullaşmaya, düşük ücretlere, zamlara, faşist yasalara karşı çıkış eğilimleri zaman zaman güçlenmekle birlikte Marksist-Leninist hareketin işçi yığınları içindeki gelişimi henüz yeterli olmadığı için bu tepki ve direnişler sonunda düzen içi, burjuva kanallara akıtılıyor. Yasaların putlaştırılması ve önünde secde edilmesi gericiliğin bütün kesimlerince propaganda ediliyor, pekiştiriliyor. Hak ettiği cevabı alamayan diktatörlük daha da pervasızlaşıyor. Burjuva aydınların ve sözüm ona demokratların tavrı da desteklemekten onamaktan öteye gitmiyor. Hatta alkışlıyorlar. Çok kötü koşullar altında yaşam mücadelesi veren diğer emekçi kesimlerde de etkili direnişler gerçekleşmiyor. Acılar ve işkenceler halkın, içinde boğulmasının işten bile olmadığı koskoca bir derya oluştururken, direniş ve mücadele henüz küçük bir dere bile meydana getirmiyor.
Bütün bu koşullarda üniversite gençliğinin mücadelesi arada önemli dönemeçlerden geçerek bugün diktatörlüğün militarist ve sivil güçleriyle dişe diş göze göz bir çarpışma düzeyine gelmiş bulunmaktadır. Zindanlarda devrimci tutsakların faşist barbarlığa karşı sürdürdükleri zorlu mücadelenin yanı sıra üniversiteli gençliğin dikta rejimine direnişi tüm özgürlük severlerin göğsünü kabartacak türdendir. Son günlerde üniversiteli gençliğin giriştiği eylemler faşizm belasından kurtulmak ve özgürlüğü ekle etmek için hangi yollardan geçmek gerektiğine dair önemli deneyler oluşturmuştur. Gençler zorbaların anlayacağı dilden konuşmasını bildiklerini de göstermiş “mademki sen bu dilden anlıyorsun, öyleyse al sana” demişlerdir.
Gençlik artık faşist zorbalık karşısında kendini pasif direnme çizgisiyle sınırlamıyor. Saldırıya o da saldırıyla karşılık veriyor. Yasal sınırlar ise çoktan “halledilmişti.” Rica ile minnet ile haklar ve özgürlükler elde edilebilir miydi? İnsaf dilemekle, yalvarmakla haydutlar merhamete gelirler mi? İnsanlığın yüzlerce yıldan beri verdiği daha insanca bir yaşam mücadelesinin tarihinde ezenlerin herhangi bir özgürlüğü, merhamete gelip de kendiliğinden verdiklerinin tek bir örneği bile görülmemiştir. En küçük bir hak ve özgürlük bile egemen sınıflardan kan ve can bedeli bir mücadelenin dolaylı ya da dolaysız sonucu olarak elde edilebilmiştir. Gençlik de bu bilinçle hareket etmiş, faşist cuntanın miskinleştirici, körleştirici ve duyarsızlaştırıcı politikalarının etkisinden en erken sıyrılan kesimlerden biri olarak demokrasi mücadelesinde ön saflardaki yerini almıştır.
Bugün gençliğin hareket alanı ve yeteneği oldukça genişlemiş ve gelişmiş bulunuyor. Öğrenci gençlik kendini yalnızca akademik sorunların dar çerçevesi içine hapsetmiyor. Kendi sorunlarıyla ülke ve hatta dünya sorunlarının birbirleriyle bağlantılı bir bütün oluşturduğu gerçeğinin ışığında mücadelesine politik bir nitelik kazandırıyor. Gençliğin böylesi bir mücadele düzeyine gelmesi bir rastlantı sonucu ya da kendiliğinden olmamıştır. Aksine daha başından beri devrimci komünist gençler mücadelenin en önünde yer alarak özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin ateşini hep harlı tutmuşlar, alanını sürekli genişletme perspektifiyle hareket etmişlerdir.
Giderek işçi sınıfının ve tüm halkın kurtuluş mücadelesiyle birleşen öğrenci gençliğin özgürlük kavgası her türden gerici odağın saldırılarını üzerine çekmektedir. Faşist cunta yıllarında çeşitli kisveler altında öğrenim kurumlarında yuvalanan ve demokratik öğrenci hareketinin gelişmesini engellemek için pusuda bekleyen sivil faşistler fırsat kollamaktadırlar.
Aralık ayının ilk gününde kendilerine ülkücü”, “Müslüman”, “İslamcı”, gibi sıfatlar yakıştıran bir grup ırkçı dinci faşistin öğrencilere yönelik saldın girişimi faşizmin çeşitli oyunlarına karşı uyanıklığın önemini pratikte gösterdi. Bilindiği gibi son yıllarda ve bu ders yılının başından beri öğrenci gençliğin okullardaki polis işgaline karşı mücadelesi ileri boyutlara varmış, bunun sonucunda polisin üniversitelerdeki saldın olanakları önemli ölçüde daralmıştı. Barınakları öğrenciler tarafından her fırsatta tahrip edildiği için yer yer okul dışına çekilmek zorunda kalmışlar, eskisi gibi rahat saldıramaz olmuşlardı. Öğrencilerin kısmen hareket serbestliği kazandığı bu durumda, polislerin bıraktığı nispi boşluğu ise başından beri öğrenci hareketinin gelişmesinden rahatsızlık duyan ve saldırı planları yapan sivil faşistler doldurmaya soyundular. Geçmişte olduğu gibi polis ve idareden de örtülü açık destek gören faşist gruplar çeşitli okullardaki faaliyetlerini yoğunlaşırdılar. 1 Aralık günü çoğu öğrenci olmayıp oradan buradan devşirilen saldırganlardan oluşan bir grup faşist Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bastı. Okul duvarlarına faşist, dinci içerikli pankartlar asmalarına öğrencilerin karşı çıkması üzerine başlayan saldırılar yeni faşist grupların okula doluşmasıyla üst boyuta tırmanıyordu. Silahlarla sopalarla terör estirmek isteyen faşist çapulcular öğrencilerin tepkisi üzerine İÜ Merkez binasına çekiliyorlardı. Burada da faşist sloganlar atmaları ve marşlar söylemeye devam etmeleri üzerine öğrenciler toplanarak BYYO’nu işgal ettiler, can güvenliğinin sağlanması için teminat istediler. İşgal birkaç saat sürüyor, polisin basınçlı su ve göz yaşartıcı bombalarla saldırıya geçmelerine öğrenciler molotof kokteylleriyle ve ellerine ne geçerse onunla karşılık veriyorlardı. Daha sonra saldırıyı okula dalarak sürdüren çevik kuvvet polisleri 200’e yakın öğrenciyi gözaltına alıyordu. Gözaltına alınan öğrenciler poliste ifade vermeme geleneği sürdürmelerinin yanı sıra açlık grevine başlıyorlardı. İzleyen günlerde İstanbul’da ve diğer üniversitelerde bu faşist saldırılar binlerce öğrenci ve halktan kişiler tarafından protesto edildi. Birçok yerde korsan gösteriler yapıldı. Fındıkzade’de olduğu gibi yüzlerce öğrenci polise taşlarla, sopalarla, molotof kokteylleriyle direndiler.
Bu gelişmeler üzerine kamuoyunda iyice teşhir olan sivil faşistler daha sonra okulda dağıttıkları bildirilerde saldırıları kendilerinin tertiplemediğini, aslında kendilerinin çok barışçı olduklarını ve “genç kanı” dökmek istemediklerini; ayrıca faşizme ve emperyalizme de karşı olduklarını ikiyüzlüce ileri sürdüler. Bu iki yüzlülükleri; K. Maraş katliamını kınamaları istendiğinde reddetmeleriyle bir kez daha bütün kitlenin gözünde apaçık ortaya çıktı.
Daha sonraki günler Erdal Eren’in faşist cunta tarafından idam edilişinin 9, yıldönümüne rastlıyordu. İdamı protesto, gençliğin faşizme karşı direnişi biçiminde gerçekleşiyordu. Birçok yerde yapılan gösteri ve etkinlikler arasında devrimci komünist gençlik önderliğinde Şişli, Pangaltı’nda çok sayıda gencin katılımıyla yapılan korsan yürüyüş sırasında polis saldırısına verilen karşılığın biçimi önemli bir deneye işaret ediyordu. Polisin silahlı saldırısı göstericilerin silahlı karşı koymasıyla püskürtülüyordu. Tüm bu direnişlerde komünist ve devrimci gençler etkin olarak ve en önde yer alıyorlar, bizzat bu protesto eylemlerinin ve direnişlerin gerçekleştirilmesine önderlik ediyorlardı.
Polislerden sonra sivil faşistlerin saldırıları kamuoyuna geçmişte olduğu gibi yine sağ-sol çatışması gibi gösterilmek istendi. Ama öğrenci gençlik bu demagojiyi boşa çıkardı, saldırıların faşistler tarafından öğrencilere yöneltildiğini, faşist saldırıların yalnızca sol görüşlü öğrencileri değil, kendilerinden olmayan herkesi hedeflediğini yoğun biçimde açığa vurdular.


EK- 1
Öğrenci derneği olmak

(Gönüllü muhabirimiz Ayşe Dereboyu’nun İÜ Hukuk F. Ö. D. kurucu üyelerinden biriyle yaptığı röportaj)
İncecik bir delikanlı, her kirpiklerini kaldırdığında, birden düşen bir taşın, su üstünde yarattığı haleler gibi, onun iç dünyasının berraklığını yansıtan haleler yaratıyordu. Arkadaşlarının her sorusuna sabırla ve inançla ve yalın cümleler kullanarak yanıtlar vermeye çalışıyordu. Hep onu izledim, her davranış tam bir istikrar ve estetik bütünlük içindeydi. Yanımda oturan arkadaşa elimde olmadan sordum: “Kim bu arkadaş, niye her şeyi ona soruyorsunuz?” Çok kısa bir yanıt aldım: “Dernek başkanımız…” Hemen karar vermiştim, tanışmalıyım ve onunla röportaj yapmalıyım diyordum. Ama acaba o benimle konuşmak ister miydi?… Şansımı denemek için yapılan toplantının bitmesini bekledim. O da benim gibi herkesin odadan çıkışını bekliyordu. Nihayet konuşma fırsatı bulduk ve hemen tanıştık. Ama kendisinin dernek başkanı değil sadece kurucu üye olma hakkı kazanan yedi (7) arkadaştan bir tanesi olduğunu belirtti. Kısacası, arkadaştan onu her bakımdan dernek başkanı olarak gördükleri hakte, o kendisiyle beraber bu yolda mücadele eden arkadaşlarından sadece birisi olarak görüyordu. Sevindim ve iyi bir konuşma ola cağına inandım.
AYŞE: İÜ H.F. Öğrenci Derneğinin kuruluşu sürecinde hangi engellerle karşılaştığınızı ve nasıl bir mücadele verdiğiniz anlatabilir misiniz?
Ö.D.K.Ü.: (O’nun isteği üzere sadece Ö. D. Kurucu üye olduğunu kabul ettiği içi ona ‘Ö.D.K.Ü.’ dememizi uygun görmesini kabul ettik…) Nisan ayı başlarında verdiğimiz dilekçemize ancak 5 Ekim 1989 günü yanıt alabildik. Dernekleşme süreci içinde önümüze her tür engel çıkarıldı, önce Tek Tip Öğrenci Derneği engeliyle hepimizi askerleşmiş öğrenciler haline getirmek istediler. 14 NİSAN PROTESTOLARIYLA, kitlesel bir olay için öğrenciler yasal çerçeveyi aşarak Türkiye’nin tüm üniversitelerinde eylemler yaptılar, öğrencileri kendi ideolojileri doğrultusunda çalıştıran YARIN dergisi, gerçekten ÖD için çalışanlarca dışlanmış ve başarılı da olunmuştur. Öğrenciler, gerekirse hükümete de geri adım attırabileceklerini kanıtlamışlardır. Bu dönemde muhbirlik de yargılanmıştı.
AYŞE: Bütün bunlara rağmen Rektörlüğün tepkisi ne oldu?
Ö.D.K.Û.: Bizim bütün çabalarımızı boşa çıkarmak isteyen Rektör, gösterilerimizi sonuçsuz kılmak içki elinden geleni yaptı. Bunun üzerine, savcılığın, “Kamu Davası” açması nedeniyle, izinsiz kurulan Ö.D.miz kapatıldı. Fakültenin Yönetim Kurulu üyelerince sayısız disiplin soruşturmaları, okuldan uzaklaştırma cezaları, Fakülteden öğrencilerin atılmaya başlaması, resmi ve sivil polislerin öğrenciler üstündeki artan her türlü baskıları sonucu 28 NİSAN olayları patlak vermiştir. Bütün bu mücadelelerin sonucu, derhal eski dernek kurucularımızı, fakülteden attılar. Ancak, mahkeme kararıyla, atılan bu arkadaşlarımız, geri alındılar. Yine gösteri ve protestolar, hiç durmadan sürdü. Her yıl “16 MART KATLİAMI VE M. ŞİRİN TEKİN’İN KATLEDİLMESİ” önemli eylemlerle kınamalar sürdürüldü. Durmayacak da…
AYŞE: 28 NİSAN olayını biraz olsun anlatabilir misin?
Ö.D.K.Ü.: 28 NİSAN olayı sırf bir ‘kız öğrenciye laf atılması’ gibi gösterildi. Oysa tek kaynak bu olay değildi. Sivil ve resmi polislerin öğrenciler üzerindeki baskısı, davranışların kabalığı, kız arkadaşlara olan sulu eğilimleri, dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Nihayet bir sivil polis dövüldü. Hâlbuki önce, rektöre çıkarak şikâyette bulunduk. Buna rağmen, rektör, bizi dinlemeyerek, odasından kaçmış, bizim yanımızda değil, polislerin yanında yer almışlardır. Üstelik biz haklı olduğumuz halde, eli silahlı, her an ateş etmeye hazır polisleri, bizim üstümüze salmıştır. Aklı başında, olayı yakından izleyen her kime sorarsanız sorunuz olay aynen anlattığım gibi cereyan etmiştir. Yoksa bu güne kadar yapılan, hiçbir öğrenci eyleminde, rektörlük binasında, eşya tahribi görülmemiştir. Yani! Rektör sorunumuzu dinlemedi ve her an ateş etmeye hazır, eli silahlı bilinçsiz polisleri üstümüze saldı. Bizi polise teslim etti.
AYŞE: Bu son derece haklı talebinize karşılık, koyulan eylemin bedeli ne oldu?
Ö.D.K.Ö.: Sonuçta, sadece I.Ü.H.F. öğrencilerinden 36 (otuz altı) kişinin kaydı silindi. Diğer fakültelerden toplam 117 öğrencinin kaydı silinerek fakültelerinden atıldılar. Bu atılmaları önleyeceğini vaat eden bazı aracılar da sırf bu gerekçeye dayanarak, özellikle kız öğrencilere büyük suiistimali içeren tekliflerin yapıldığı da duyulmuştur…
AYŞE: Daha sonraki protesto eylemlerinin kaynağı hangi olaylardı?
Ö.D.K.Ü.: Ebetteki öncelikli neden, havadan sudan bahanelerle, öğrencilerin polislere rektör eliyle teslim edilmesi, sayısı tam tespit edilemeyen, onlarca öğrencinin fakültelerinden atılmalarıydı. Daha sonraki günlerde polisin emekçilere ve öğrencilere yaptığı baskı, işkence ve katliamları protesto eylemleriyle, tepkilerimizi sürdürdük.
Hemen sonra, 1 Mayıs’ta, polislerin işçi öldürdüğü tek ülke Türkiye oldu. Bizler de işçi çocukları olduğumuz için, bu katliamı da protesto ettik. Bu dönemden sonra zamanla, eylem birlikteliği zayıfladı. Gruplaşmalar ön plana çıktı. Hâlbuki sokakta kolayca adam öldüren polise karşı, güç ve eylem birliği yapmamız gerekiyordu. Polis, o dönem, herkesçe katil olarak tanınmıştı. Polislerin, üniversitelerde de katliam yapma hevesinin önüne geçmemiz gerekiyordu. Polise karşı eylem koyan öğrenciler içeri alınarak, işkencelerden geçirilerek, onlara karşı yapılan, eylemleri zayıflatmak, engellemek istediler. Eğitim haklarımız, bu sırada gasp edildi, içeri alınan her arkadaşa muhbirlik teklif edildi. Muhbirliği kabul edenlere hem polisten hem rektörlükten, kadrolu maaşlar, kısa yoldan mezuniyetler, mahkemelerin ve cezalarının iptal edilebileceği vaat edildi, ama umduklarını bulamadılar.
Ve 1 MAYIS 1989 günü ilk kez dünyada öldürülen işçi Türkiye’de idi. Öğrencilere en büyük baskı işçi arkadaşımızın katliamını protesto eylemlerinden sonra yapıldı. Artık fakültede ‘genel boykot’ zorunlu hale gelmişti. Genel boykot için eylem gücümüzü kullanacağımız zaman, toplumsal muhalefeti ilgilendiren sorun olarak, emekçi çocukları olan bizler için de işler düştüğüne inanıyorduk. Biz öğrenciler de, genel boykot yoluyla, toplumsal mücadelenin zincirindeki, bize düşen halkasını yakalıyorduk. Üniversitelerde verilen eğitimin niteliksizliğini de protesto ediyoruz.
AYŞE: Bütün eylemlerinizdeki, temel talepleriniz hakkında bilgi verebilir misin?
Ö.D.K.Ü.: Zaten bütün taleplerimizin temel nedeni, son derece elverişsiz yasalarla ve son derece imkansız ortamda yapılan (sözüm ona) eğitim ve bundan kaynaklanan başarısızlıkların, sistemin yarattığı bir sürü bunalımın yükünü BİZ ÖĞRENCİLERE yüklenmesidir. Yapılan fiyat ayarlamalarındaki korkunç dengesizlik, büyük yanlışlarla dolu ekonomik politikalar, eğitimin ücretli hale getirilerek yaratılan eğitim eşitsizliğinin yarattığı bütün bunalımın biz öğrenciler üstüne yıkılmaya çalışılması, hepimizi ilgilendirdiği için, genel boykot ivedilikle gündeme geldi ve çok büyük bir katılım gördük. Öğrenciler toplu olarak derse girmediklerinde eğitimin, öncelikle kimler için gerektiği ve eğitimin en önemli unsurunun kimler olduğu ortaya çıkar. Bunu anlatmaya çalıştık.
AYŞE: Verdiğiniz bu yoğun mücadelede Öğrenci Derneğinin fonksiyonu ne olacaktır?
Ö.D.K.Ü. öğrenci Derneğinin amacı, öğrencilerin temel sorunlarına sahip çıkılarak, çözümler getirilmesini sağlamaktır. Öncelikle YÖK’ün bir an önce kaldırılarak yerine, demokratik ve bilimsel-özerk üniversitelerin getirilmesini sağlamak, polisin üniversitelerden, diğer bütün demokratik kuruluşlardan çıkarılmasını sağlamaktır… Bu sorunlar ayrıca toplumun diğer katmanlarını da ilgilendirdiği için, hem öğrenci sorunlarına sahip çıkacağız hem de toplumsal mücadele içindeki yerimizi alacağız… Ayrıca, gençlik üstünde 12 Eylülle birlikte, yaratılmak istenen “Tek Tip Öğrenci” öğrenci yapısının yıkılarak, yerine kendine güvenen, yeteneklerine sahip çıkan, kendini geliştiren, kendi sorununun ülke sorunundan ayrı olmadığını bilen gençleri yetiştirmeye çalışacağız.
AYŞE: İÜHFÖD’nin geniş anlamda çalışma alanına neler giriyor?
Ö.D.K.Ü.: Öncelikle sorumluluk sahibi, bilinçli, soru sorabilen, cevap arayan gençliğin yetişerek ortaya çıkmasını sağlamak istiyoruz. Aynı zamanda, kitlelerin haklarını savunmak için, geniş öğrenci nüfusunu bir araya getirerek, bilinçli kitlelerin gün ışığına çıkarmak istiyoruz.
AYŞE: Demokrasi yönetimi içinde Demokratlığın yeri ve anlamı nedir sizce?
Ö.D.K.Ü.: Bir modadır gidiyor herkes, “ben demokratım” deyip geçiyor. Demokratlık öncelikle, demokrasiye sahip çıkmaktır. Politik hataları eleştirerek karşı çıkmaktır. Eğer bir sistemde “yasaklar” varsa, o sistemin çıkarlarını korumak içindir. Ülkemizdeki yaşanan bunalım ve olumsuzlukların temel nedeni, egemen sınıfın ve baskı aracı olan “devlet” eliyle egemenlerin çıkarlarının korunması için getirilmiş yasaklardır-ürünüdür. Yani bize yapılan haksızlıklar da sınıf mücadelesinde önemli bir halkadır. Toplumsal gelişmeler tarihinde, en ilerici ve toplumu ileri götüren mücadeleyi, halkın yanında yer alanlar vermişlerdir.
AYŞE: Sevgili arkadaşım, bizlere son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Ö.D.K.Ü.: Kısacası, biz halkız. Halk çocuklarıyız. Mücadelemiz halkın yanında olacaktır. Bizler seçimimizi yaparak, sınıf mücadelesinde, yerimizi aldık. Şimdilik en büyük sıkıntımız, yer sorunudur. Ekonomik nedenlerle, bir demek lokali, veya kat tutamadık. Derneğimiz, resmen açıldıktan sonra, bunu sürdürmek için psikolojik ve ekonomik yönden, desteğe ihtiyacımız olacak. Kimse bizi yalıtamayacak.

EK- 2
Diyarbakır Öğrenci Gençliğinin Mücadelesi Yükseliyor.

Kasım ayı içinde Diyarbakır’daki dört öğrenci demeğinden üçü ikinci olağan genel kurullarını yaptılar. Genel kurullar, düzenin eğitim sisteminin, öğrenciler üzerindeki faşist baskıların ve özellikle Kürt halkı üzerindeki ulusal zulmün teşhir edildiği, sorunların tartışıldığı birer kürsü oldu. Nicel katılımın beklenenden az olması, kimi sekter grupçu anlayışların olumsuz tavırları ise belli başlı eksiklikler. Yapılan genel kurullar sonucunda Hukuk, Tıp ve Fen-Ed. Fakültelerinde yeni yönetimler belirlendi. Dernekler arasında bir koordinasyon komitesi oluşturularak, ortak sorunlar temelinde ortak hareket çabaları sürüyor.
D.Ü. Eğitim Fakültesi öğrencileri öğretmenler günü olan 24 Kasıma yönelik yaklaşık bir aylık bir çalışma yaptılar. Öğrenciler her bölümde yapılan toplantılarla işe başlayıp, bugüne dek kendisinden bekleneni verememiş olan Eğitim Fakültesinde bir canlanma başlattılar. Sabırlı çalışmalar sonuçlarını beklenenden erken verdi. Bu çalışmaların başlamasından kısa bir süre sonra, öğrenciler dekanlık binasına yığıldılar. Burada dekan yardımcısı önce öğrencileri polisle tehdit etti, yaptıklarının bir işgal olduğunu söyledi: “Gerekirse işgal de ederiz” diye karşılık alınca tutum değiştirdi ve öğrencilerin sınavların atı günde değil üç haftada yapılması talebini kabul etti.
Öğrenciler, 24 Kasımı, yeterlilik sınavına karşı bir mücadele gününe dönüştürmek için çalışmalarını sıklaştırdılar. 24 Kasım gününden önce gazetelere Han vererek tüm öğretmenlere, öğretmen adaylarına düzenin “yeterlilik sınavı” adı altında yürüttüğü bu ikiyüzlü politikasına karşı o gün TBMM ve M. E. Bakanlığına telgraf çekilmesi çağrısında bulundular.
24 Kasım günü, tören yeri ani olarak değiştirilmesine rağmen öğrenciler toplu olarak törenin yapılacağı Kültür Sitesine gidip beklediler. Rektör konuşmaya başlamadan önce öğrenciler, Eğitim Fak. Öğrenci Derneği adına konuşma hakkı istediler. Kendilerine konuşma hakkı verilmemesi üzerine salonu toplu olarak (erkenden öğrenciler diğer fakültelerden de gelen arkadaşlarıyla birleşerek 1000’in üzerinde bir kitleyle yürüyüşe geçtiler. PTT binasına kadar yer yer trafiği kapatarak yürüyen öğrenciler telgraf çekip bir konuşma yaptılar. Öğrenciler, idarecilerin toplantıyı kendilerinden kaçırmaya çalıştıklarını, kendilerine söz hakkı verilmemesini protesto ettiklerini açıkladılar. Yaklaşık iki saat süren telgraf çekme işleminden sonra sessizce dağıldılar.
Son aylarda D.Ü.Eğitim Fakültesinde nicel-nitel olarak yükselen mücadele hem genel mücadeleye hem Diyarbakır öğrenci gençliğinin mücadelesine taze bir kan getirmiştir. Ayrıca ülke çapında kimi yerlerden çağrıya uyularak gelen destek Eğitim Fak. devrimci-demokrat öğrencilerinin mücadele azmini körüklemiştir.
Dicle Üniversitesinden bir grup öğrenci

EK-3
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİNDE FAŞİST BASKILAR

Ülkemizde devrimci mücadele yükselmeye başlayınca faşist diktatörlük paniğe kapıldı. Her zamanki yedek güçleri olan Hitler’ci sivil faşist güçleri devreye soktular. Sivil faşist güçler, son günlerde ülkemiz genelinde ve üniversitemiz üzerinde devrimci, demokrat ve ilericilere karşı saldırıya geçtiler.
13.12.1989 günü üniversitemizde 250 civarında devrimci-demokrat ve ilericilerin katıldığı yasadışı gösteri ile faşist baskılar protesto edildi.
Eylem Rektörlük önünde başladı, ayrıca 13. Aralık Erdal EREN’in faşist cunta tarafından idam sehpasında katledilmesi 9. yıl dönümü olduğundan eylemimize daha bir coşku kazandırdı. Eylem Erdal EREN ve tüm devrim şehitlerinin anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Saygı sırasında bir arkadaş gerilla isimli şiir okudu, daha sonra kitle kahrolsun faşist diktatörlük “Kahrolsun faşist polis idare işbirliği.” “Faşizme ölüm halka hürriyet” “Polis dışarı bilim içeri” Sloganları ile başın öğe eğilmesin türküsüyle coşkulu bir şekilde tıp fakültesi kantinine kadar yürüdü. Eyleme kantinde devam edildi. Tıp fakültesi binası sloganlarla adeta inliyordu. Saz eşliğinde devrimci türküler toplu şekilde söylendi. İki arkadaş ülkemizdeki ve üniversitemizdeki faşist baskıları ve buna karşı alınması gereken tavırları anlattılar. Ardından kahrolsun faşist diktatörlük, Erdal’lar ölmez. Faşizme karşı omuz omuza sloganları atıldı.
Saz eşliğinde yine türküler söylendi. Kitleler toplu olarak kantini terk edip, sloganlar eşliğinde rektörlüğün önüne kadar yürüdüler. 40 dk. süren eyleme Rektörlük önünde son verildi. Eylem sivil faşistlerin ve polislerin yüreğine korku saldı. Polis her zamanki gibi olaya müdahale etmeyip seyirci kaldı.’ Tabii ki onlar saldırılarından vazgeçmeyecekti. Bir süre sonra 30 civarında öğrenciyi gözaltına alıp, ifadelerini alarak serbest bıraktılar.
Sivas C. Üniversitesi’nden bir grup öğrenci

EK-4
BOLU’DAN HAYKIRIYORUZ

İnsana duyulan saygı, sevgiye verilen değer, kadına verilen, emeğe verilen değerden hiç de parlak değildir. Bunun için onurluyuz ve kadınları insan olmaktan çıkarıp, bir meta gibi, mal gibi gelir getiren, kazanç, sağlayan, kölelikten başka, iş makinesi olmaktan başka bir işe yaramadığına manan ve öyle kalması için ellerinden geleni yapanlara karşı amansızca karşı koymaktan korkmadığımız için onurluyuz.
(…)
Bizler, özgürlük ve demokrasi mücadelesini kadın olmak, insan olmak mücadelesinin özü olarak görüyoruz.
(…)
Bu yazımızı okuyan analara, babalara, devrimci demokratlara, halkımıza bir suç duyurusudur.
Bolu Kız Yurdu’nda ve Yüksek okullarında oynanan faşist ve alçakça oyun ve baskılara karşı sessiz kalmayacağımızı, her türlü zorluk ve tuzaklara karşı koyacağız.
(Emine Ozan) Bolu Kız Yurdu Müdiresi’nin, kadın olduğunun bilincine varan ve her türlü insanlık haklarını rahatça kullanabilecek beyin ve karaktere sahip öğrencilere “fahişe” diyebilecek kadar ileri gidebildiğini, bazı kız öğrencileri ihbarcı, muhbirci olarak kullandığını, devrimci-demokrat öğrencilerin gülmelerine bile tahammül edemediğini duyuruyoruz.
Diğer taraftan, yüksek okul öğretmenlerinden Mustafa Kaya, Hasan Dinç ve Zeki Aslantürk ile paralel çalışarak, gerici, dinci eğitim yapılması için öğrencilere kitap dağıtmaktadırlar. Bazı öğrencilere ihbarcılık teklif etmekte ve ihbarcılığı kabullenmeyen kız öğrencilerin peşine faşist haydut insanları takmaktadırlar.
İnsanca yaşama, özgürce okuma ve beynini bilim ve teknikte kullanmak, insanlığa yararlı olmak için çalışan gençliğe karşı tahammülü olmayan, bin bir türlü iftiralarla, tuzaklar kuran örümcek kafalı, karanlık çağ yapısı beyinlere karşı halkımızı bilgilendiriyor, gençliği haklı mücadelemizde bizimle birlikte olmaya çağırıyoruz.
Demokratik bir üniversite için birleşelim.
YÖK kaldırılsın.
Kahrolsun gerici faşist eğitim.
Yaşasın özerk demokratik üniversite
Bolu’dan Bir Grup Devrimci-Demokrat Öğrenci

Ocak 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑