Kamu emekçilerinin konumu ve sendikal perspektif

KAPİTALİST ÜRETİM SÜRECİ VE KAMU EMEKÇİLERİNİN SINIFSAL KONUMU
Kapitalist düzende, üretim araçlarına sahip olup olmama, toplumsal üretimde oynadıkları rol, toplumsal üretimden aldıkları pay temelinde insan grupları, burjuvazi ve işçi sınıfı olarak adlandırılan iki temel sınıf oluştururlar. Kamu emekçileri, bu iki temel sınıf arasında kalan küçük burjuvazinin şehir yoksulları kesimini oluştururlar. Burjuvazi üretim araçlarının sahibi olmaktan dolayı ücretli emeği satın alır, artı-değere el koyar ve sömürür. Bu sömürü düzenini de devlet aracılığıyla korur, sürdürür. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki uzlaşmazdır ve çözümü de toplumsal sistemin temelden değiştirilmesiyle mümkündür. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki bu tarihsel çatışma, sınıf mücadelesi, siyasi, ekonomik ve ideolojik alanlarda sürer. Bizim mücadelemiz de bu alanda şekillenir. Devletin ortaya çıkmasıyla birlikte memurlar da toplumsal bir katman olarak ortaya çıkmışlardır. Devletin sürekliliği ve işlerliğinin sağlanmasında devletle özdeş bir konumda görünmüşler, seçkin bir tabaka olarak halkın “gıpta” ettiği kişiler olmuşlardır. Kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak devletin toplumsal yaşamın her alanına müdahale gereksinimi sayıca az bu kesimi kitleselleştirmiştir. Bir yandan kitleselleşen memurlar, öte yandan uğradıkları sömürüye paralel olarak giderek yoksullaşmalardır. Bir avuç bürokrat dışında kamu emekçileri geniş bir kitle oluşturmuşlardır. Yaşama koşulları giderek kötüleşirken baskı ve sömürüden yeterince payını alan kamu emekçileri, toplumdaki yerlerini kavramaya başlamış, “kapı kulluğu” anlayışını aşarak, örgütlenme ve mücadeleye yönelmişlerdir. Özellikle öğretmenler, Osmanlı Devleti’nden bu yana yüz yıllık örgütlü mücadele geleneğini günümüze dek sürdürmüşlerdir.
Kamu emekçileri, burjuvazinin artı-değer sömürüsüne maruz kalmamalarına karşın, hizmetlerinin karşılığını alamayarak, günlük dildeki anlamıyla sınırlı olmak üzere, sömürülmektedir. Yaşama ve çalışma koşulları giderek kötüleşmiştir. Belli bir kesiminde kafa emeğinden çok kol emeği öne çıkmıştır. (Hizmetli, müstahdem, şoför v.b) Özel mülkiyet karşısında ikili bir karakter gösterirler. Yoksullaştıkça mücadele ve devrimden yana olabildikleri gibi, devlet hiyerarşisi içinde yükselip “zenginleştikçe” de düzen yanlısı tavır alabilirler. Sınırlı bir kesiminin de olsa bürokrasi içinde yükselme şansı vardır. Bu bağlamda kamu emekçilerini işçi sınıfı ile birebir özdeşleştirmek olanaklı değildir. Çünkü kapitalist üretim ilişkilerinin belirleyici faktörü meta üretimi ve bu üretimde el konan artı-değerdir. Kamu emekçileri ise meta üretiminden elde edilen artı-değerden devlet aracılığıyla pay alırlar. (Bu pay rantiye bir biçimde değil, ürettikleri hizmet karşılığında ödenir.)
Kamu emekçileri ekonomik-siyasi talepleri uğruna mücadeleye atıldıkça, siyasi platformda işçi sınıfının en yakın müttefiklerinden biri konumuna gelirler. (Yoksul köylülük gibi) Sınıf mücadelesinin gelişmesine paralel olarak kamu emekçilerinin de mücadelesi yükselir. (Bahar eylemleri, madenci eylemi vb.) İşçi sınıfının önderliği altında bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bağlaşığı olurlar. Devrimin yedek güçleri haline gelirler. Daha iyi yaşama ve çalışma koşulları uğruna, verdikleri mücadelede karşılarında devleti bulurlar. En küçük ekonomik ya da mesleki talep karşısında egemen sınıfların siyasi saldırılarıyla karşılaşırlar. Örgütlenme ve mücadele sürecinde düzenin baskı, soruşturma, sürgün, gözaltı ve benzeri saldırılarıyla karşılaştıkça, devrimci siyasal bilincin etkisiyle mücadeleleri ekonomizmin dar sınırlarını aşar. Kamu emekçilerinin kendiliğinden mücadelesi, giderek siyasi talepler için mücadele niteliğine kavuşur. Aslında her sınıf hareketi, sınıf karakterinden dolayı özünde siyasidir ve iktidara yöneliktir. Siyasetten bağımsız hiç bir sosyal olgu olamaz. Burada siyasi nitelikten söz ederken, gündemine aldığı talepler bakımından siyasi olmasına dikkat çekilmektedir.
Yaşama ve çalışma koşullarımızın kötülüğü, her türlü baskı ve sömürünün kaynağı emperyalizme bağımlı kapitalist düzen olduğuna göre, ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak verdiğimiz tüm mücadeleler de özünde düzene yöneliktir. Emperyalizme bağımlılık ilişkileri son bulmadan ve demokratik bir halk iktidarı kurulmaksızın kamu emekçilerinin bu düzen koşulları içinde sorunlarının çözümü de olanaklı değildir. Kamu emekçileri mücadelelerini yükseltirken, işçi sınıfının ve onun partisinin önderliğine ve yol göstericiliğine tabi olmalıdırlar. Çünkü tüm sınıf ve tabakaları kendisiyle birlikte özgürlüğe ve nihai kurtuluşa götürebilecek tek sınıf işçi sınıfıdır. Onun ve tüm emekçilerin yol göstericisi de işçi sınıfının partisidir. Sınıfın partisinin sınıf mücadelesinde gösterdiği taktikler, kendi özgül alanımızdaki günlük taleplerin yükseltilmesiyle yaşama geçirilmeli, İŞ, EKMEK, ÖZGÜRLÜK şiarı kamu emekçilerinin mücadelesinin ruhu haline getirilmelidir. Bu mücadele sürecinde sınıf sendikacılığı ilkeleri olmaksızın, ekonomik, demokratik ve siyasi taleplerimizin doğru bir biçimde savunulması olanaksızdır.

SINIF SENDİKACILIĞI İLKELERİ
Sendikal ilkeler tek tek üyelerde ya da yönetime gelecek insanlarda aranacak özellikler olarak algılanmamalıdır. Bu ilkeler ekonomik mücadeleyi, siyasi-ideolojik mücadele ile diyalektik bir bütünlükte sürdürebilmek acısından yol gösterici, sosyal kurtuluşa giden yolda rehber açılımlar olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda sınıf sendikacılığının ilkeleri süreç içinde kitlelerin ve örgütün dönüşerek eyleminin özünün ulaşması gereken nitelikler toplamıdır. Bu dönüşme sürecinde günlük taleplerden başlayarak yükseltilen mücadele içinde, kitlelerin kendi deneyimleriyle öğrenmelerinin yanı sıra doğru siyasi-ideolojik önderlik belirleyici bir rol oynayacaktır. Kuşkusuz işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ve Partisinin siyasi-ideolojik yol göstericiliği rehberimiz olacaktır. Kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin geri olduğu öne sürülerek doğru sendikal ilkeleri belirleyip yaşama geçirmekten geri duramayız. Bu, kitlelerin kendiliğinden bilincine tabi olma, öncülük ve önderlik görevlerinden geri durmak anlamına gelecektir. Burjuva ideolojisinin derin etkisi altında olan kitlemizi kendisi için düşünen, kendisinin farkında bilinçli üyeler haline getirmenin koşulu, doğru önderlik ve yol göstericiliktir. Bu ilkeler mücadele pratiğinde yaşam tarafından doğrulandıkça, kitlelerin bilincine çıkacak, maddi, kitlesel bir güce dönüşecektir. Aslolan ilkeleri kitlelerin kabul edebileceği bir biçime indirgeyerek özünü sulandırmak değil, kitleleri doğru ilkeler temelinde örgütleyip, mücadeleye çekmektir. Sendikaların okul olma işlevi tam da bu noktada ifadesini bulacaktır.
Kamu emekçileri; özelde eğitim ve bilim emekçilerinin mücadelesinde sınıf sendikacılığı ilkeleri nasıl yorumlanmalıdır?
1- EĞİT-SEN; Eğitim ve Bilim emekçilerinin ekonomik, meslek haklarının tavizsiz savunucusu olmalıdır. Eğit-Sen, ekonomik mücadeleyi demokrasi mücadelesine bağlı olarak ele almalıdır. Ekonomik mücadeleyi küçümsemediği gibi, mutlaklaştırmaz da. Sermayenin salt ekonomik mücadele ile alt edilemeyeceğinin bilinciyle ekonomik mücadeleyi siyasi mücadeleye tabi kılmalıdır. “Hak verilmez, alınır” ilkesiyle ücret ve toplu-sözleşme mücadelesini tavizsiz bir biçimde sürdürürken ücretli kölelik sistemi kapitalizmi ortadan kaldırılması hedefini mücadelesinin merkezine koymalıdır. En küçük ekonomik-mesleki kazanımların bile özünde çetin siyasi mücadeleler gerektirdiği bilinciyle üzerindeki sömürüyü sınırlama mücadelesini, sömürücü sistemin kendisine yöneltmelidir.
2- EĞİT-SEN, Eğitim ve Bilim emekçilerinin birliğinin gerçek savunucusu olmalıdır. Eğit-Sen, sendikal ilkeleri, mücadele programı ve çizgisiyle eğitim emekçilerinin çıkarlarının ger-çek savunucusu, onların kitlesel birliğinin sağlanabileceği bir örgüttür. Eğitim emekçilerinin birliği ve kitlesel mücadelesi konusundaki EGİT-SEN anlayışı, bugüne dek yaşam tarafından doğrulanmıştır. EGİT-SEN bugüne dek uyguladığı politikalar ve aldığı tutumlarla eğitim emekçilerinin birliğinin gerçek savunucusu olmuştur. Bu anlayış yüz binlerce eğitim emekçisinin EĞİT-SEN çatısı altında birliğinin yanı sıra, iş kolundaki diğer sendikalarla güç ve eylem birliğini hedeflemelidir.
3- EGİT-SEN, Sendikal demokrasiyi savunmalıdır. Eğit-Sen; Demokratik merkeziyetçiliği tabanın tüm süreçlerde söz ve karar sahibi olduğu, kitlelerin inisiyatifi temelinde ele almalıdır. Sendikal mücadeleyi her şart altında yaşatabilmenin güvencesi olarak işyeri örgütlülüklerini esas almalıdır. Sendikal bürokrasinin oluşmasına neden olabilecek buyrukçu, atama anlayışlarını yadsımalıdır. Tabandan-tavana tüm yöneticilerin kitleler tarafından seçilmesine, her an denetlenmesine ve görevden alınmasına olanak sağlayacak en geniş örgüt içi demokrasiyi savunmalı, yaşama geçirmelidir. Kitlelerin eğitimi ve dönüştürülmesini sendikal demokrasinin güvencesi olarak görmelidir.
4- EĞİT-SEN, Kamu çalışanlarının yanı sıra, işçi sınıfı ile birlikte ulusal ve uluslararası ölçekte tüm çalışanların güç ve eylem birliğini savunmalıdır. Eğit-Sen; eğitim emekçilerinin olduğu kadar tüm kamu çalışanlarının ve işçi sınıfının ulusal ve uluslararası platformda dayanışma, güç ve eylem birliğini savunmalıdır. Ortak mücadele platformlarına katılmalıdır. Sendikal mücadeleyi tüm emekçilerin ortak cephesi olarak görmeli, emekçilere yönelik her türlü saldırı karşısında ortak tavır almayı, dayanışmayı savunmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin güç ve eylem birliğinde işçi sınıfı mücadelesinin tayin edici rolünün bilincinde olmalıdır.
5- EĞİT-SEN, Bağımsızlık, demokrasi ve Sosyalizm mücadelesinin kararlı bir müttefiki olmalıdır.
Bugünkü sömürü ve baskının kaynağı emperyalizme bağımlı, kapitalist düzendir. İşçi ve emekçilerin ürettikleri toplumsal değerlerin büyük bir bölümüne işbirlikçi sınıflar ve emperyalist tekeller el koymaktadır. Bu değerlerin önemli bir bölümü emperyalist azami kâr olarak yurtdışına akmaktadır. Tüm yoksulluk, sefalet ve baskının nedeni bu dışa bağımlı, sömürü sistemidir. Sendikal mücadelemizi de, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkileri sürecinde ve ona karşı veriyoruz. Yaşama ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi, hak gasplarına, baskı ve keyfi uygulamalara karşı yükselttiğimiz tüm mücadeleler bizatihi düzenin kendisine ve değiştirilmesine yönelik mücadelelerdir. Sendikal hakları almak, özgürce kullanmak, geneldeki demokrasi mücadelesinin, siyasi kazanımların gelişmesine ve başarısına bağlıdır. Düzenin ekonomik ve siyasi baskıları-saldırılarına karşı mücadele, bizatihi düzenin kendisine karşı mücadeleye denk düşer. Biz de ekonomik mücadelemizi, siyasi taleplerimizle birleştirerek ve ona bağlı olarak ele almalı ve yürütmeliyiz. Eylememizin niteliği, anti-faşist, anti-emperyalist bir muhtevaya ulaşmalıdır.
6- EĞİT-SEN; Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını savunmalıdır;
Eğit-Sen; Ulusların eşitliği, dünya halklarının kardeşliği anlayışında olmalıdır. Başkasını ezen bir ulusun özgür olamayacağı bilinciyle inkârcı, asimilasyoncu devlet politikalarına karşı çıkmalıdır. Şovenizme ve milliyetçiliğe karşı mücadele ederken ulusların ve dillerin üzerindeki baskıyı yadsımalıdır. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmalıdır. Kendisi özgür olmayan bir ulusun dilinin de özgür olamayacağı bilinciyle, ana dilde eğitim hakkını savunmalıdır.

SINIF SENDİKACILIĞINA EKLENEN “KİTLE” KAVRAMI

Eğit-Sen tüzüğünde ve örgütsel yaşamın çeşitli alanlarında sendikal anlayışımız, “sınıf ve kitle sendikacılığı” olarak yer almıştır. Tüzüğün ve programın hazırlandığı dönemin kendine özgü ve sınırlı koşullarında bu söylemin yanlışlığı fazlaca önemsenmemiş, özünde sınıf sendikacılığı anlayışına denk açılımlar söylendiğinden üzerinde fazlaca tartışılmamıştı. Aslında, bugün de bu kavramın söylemimizde yer alması yaşamsal bir sorun olmamakla birlikte, ideolojik mücadelenin yükselmesine paralel olarak her şeyin yerli yerine oturtulması da bir görev olarak karşımıza çıkıyor. Esas olarak sınıf sendikacılığı, örgütsel yaşamın diline yerleşecektir. Batı’da Komünist Partilerin Euro-komünizme, devrimci sınıf sendikalarının da reformcu sendikacılığa dönüştüğü koşullarda, bizde de 1970’li yıllarda revizyonist mihraklar ve DİSK bürokrasisi SINIF VE KİTLE SENDİKACILIĞI kavramını öne sürdüler. Sınıf sendikacılığının ilkeleri sulandırılarak kitle maskesiyle işçi aristokrasisi ve ara tabakaların taleplerine indirgendi. Türk-İş ağalarına karşı sınıf, devrimci sendikal muhalefete karşı da kitle olmak üzere ikiyüzlü bir madalyon üretilmiş oldu. Gerekçeleri basitti: Kitlelerin bilinci geriydi. İşçi sınıfının partisine karşı “bağımsız” sendikacılık anlayışı öne sürülüyor, böylece işçi sınıfı siyasal mücadelenin dışında tutularak, ekonomik-sendikal alanın dar sınırlarına hapsedilmek isteniyordu. Ekonomist-sendikalist eğilimlerin, sendikaları ekonomik mücadele ile siyasi mücadelenin birleştirildiği örgütler olmaktan çıkarma anlayışının bir sonucu olarak ortaya “KİTLE” eki çıkıyordu. Hâlbuki sınıf sendikacılığının tarihi örnekleri, Marksizm-Leninizm’in sınıfa ve onun kitle örgütlerine bakışı, zaten “KİTLE” demeksizin sınıfın bütününü ifade etmektedir. Sendikal mücadelenin ve örgütlülüğün tartışılmaz bir ilkesidir kitlesellik. Dahası ancak sınıf sendikacılığı sınıfı kitlesel olarak birleştirmeye açık tek programdır.
Yukarıda yorumlamaya çalıştığımız sınıf sendikacılığı ilkelerinin sınıfın (kitlelerin) ve örgütün dönüşmesi sürecine gereksinim duyduğu bu anlamda verilecek mücadeleler ve dönüşümler sonucu ulaşılacak nitelikler toplamı olarak algılanması doğru olacaktır. Yoksa bu ilkeler, değişik anlayışlarla yönetimlere gelme konusunda, olmazsa olmaz olarak ele alınacak ittifak ilkeleri olarak algılanmamalıdır. Mücadele diye sorunu olan, sendikal mücadeleyi ekonomizmin dar sınırlarına hapsetmeden, genel demokrasi mücadelesine bağlı kılma anlayışındaki eğilim, anlayışlarla şartlara uygun birlikler yapmalı, Eğit-Sen’in sınıf sendikacılığı yolunu aydınlatmalıyız.

Nisan 1992

Memur Hareketinin Bugünkü Durumu Ve Hedefleri

Fiili ve meşru zeminde örgütlenen kamu emekçileri, sürdürdükleri kitlesel mücadelelerin sonucu olarak kendi alanlarına dair hukuku yine kendileri yarattılar: Üç yıllık örgütlenme ve mücadele sürecinde meşru ve fiili tutumları yasalardan öncelikli ve belirleyici oldu. Kimi zaman yasalarla çelişerek, kimi zaman engelleyici yasa maddelerini tanımayıp, çiğneyerek demokrasi sınırlarını genişletme ve var olma kavgasını sürdürdüler, izledikleri bu çizgi, yeni mevziler kazanmalarının ve var olanları koruyabilmenin oldu. Sendikal hak talebini düzene kabul ettiren, beraberinde bu hakları içeren uluslararası sözleşmeleri mecliste onaylattıran ve bazı anti-demokratik genelge ve keyfi tutumu geri püskürten kamu emekçilerinin bu kitlesel zoru oldu. Kendi dinamiklerinde gelişen memur hareketi baskı ve saldırılarla engellenemeyince karşılarına devlet güdümlü ya da devletin bizzat bürokratlarına kurdurduğu sendikalar barikat olarak dikilmek istendiyse de bunda fazlaca başarılı olunamadı.
Birçok işkolu sendikal örgütlenmeyi başarıp, kamu emekçileri genelinde 300 bin kişiye varan bir kitle sayısına ulaşılmış olmasına karşın iki milyona yakın memur kitlesi göz önüne alındığında memur sendikalarının henüz kitleselleşemediği, gerçeği ortadadır. Ayrıca sendikal demokrasinin yeterince işletilmediği üstten ikameci kararlarla kitleleri yönetme eğilimi de giderek bürokratizm tehlikesini memur sendikalarının gündemine sokmuştur. Genel merkezlerin 1993 1 Mayıs’ındaki karar ve tutamlan tabanda yoğun tartışma ve saflaşmalara neden olmuştur. Yaz eylemlilikleri programının oluşturulmasında da aynı hastalık sürdürülmüştür. Taban örgütlerinin ve kitlelerin görüşü alınmaksızın belirlenen programlar KÇP (Kamu Çalışanları Platformu) tarafından hem kitlelere hem de platformdaki birçok sendikaya dayatıldı. KÇP’deki bu işleyiş belli bir çevrenin memur hareketini kendi anlayışı çerçevesinde dizginleyebilmek için bürokratizmi kurumlaştırma hesaplan içinde olduğunun ipuçlarını vermektedir.
Yaz eylemliliklerinin yakaladığı görkemli kitlesellik memur hareketinin taşıdığı bünyesel zaafları görmemizi asla engellememelidir. Taban dinamiklerini önemsemeyen ve hesaba katmaksızın kendi siyasi sığlığı çerçevesinde “eylem programı” hazırlayan üst yönetimlerin çoğunluğunda, 1993 yazının 1992 eylemleri boyutuna ulaşamayacağı kanısı egemendi. Bunu birçok platformda açıkça ifade ettiler. Kitlelere güvensizliğin ve yılgınlığın adeta merkezi oldular. 10 bin kişi beklerken Ankara’ya taşınan 40 bin kamu emekçisinin kitleselliği karşısında afalladılar. Yine 15 Temmuz’da iş bırakma kararı almada ayak direyen birçok genel merkez iş bırakmaların yaygınlığı ve kitleselliğini şaşkınlıkla izledi, söyleyecek laf bulamadı. Gerek 3 Temmuz Ankara kitlesel gösterisinin, gerekse 15 Temmuz ve sonrasındaki iş bırakmalardaki nicel ve nitel başarı yerel platformların kitlelerle bağlarının daha sağlam oluşunun ve tabandaki mücadele isteğinin merkezlerden daha yüksek oluşunun somut bir dışa vurumudur. “Kitleler mücadeleye isteksiz, iş bırakmaya hazır değil” tespitlerini teorileştirmeye çalışanlara özellikle 15 Temmuz ve sonrası ortaya konan iş bırakma, vizite, yemek boykotu vb. eylemler hem yaygınlık hem de kitlesellik olarak kaçabilecek saçak altı bırakmadı. Örgütsüz kamu emekçilerinin eylemlere katılımındaki büyük artış ise kitleselleşmenin ancak mücadele ile sağlanabileceği gerçeğini bir kez daha” somut olarak ortaya koydu.
Yaşanan olaylar ve gelişmeler açıkça ortaya koymuştur ki; memur hareketinin tabanında taşıdığı mücadele potansiyeli ile merkezlerin çoğunluğunda egemen olan bürokratik eğilimler arasında bir çelişme vardır. Taban dinamiklerinin mücadele kanallarına akıtılması yerine merkezler hareketi geri noktada tutma tavrı içindedir. Bu bürokratik eğilimin kaynağı eski dernekçi kafasının yanı sıra esas olarak da 40 yıllık Türk-İş ve DİSK’in bürokratik sendikal geleneğidir. 1993 1 Mayıs’ında da görüldüğü gibi tepeden ilişkilerle bürokratizm birbirine güç vermektedir. Memur hareketi geldiği noktada bu sorunu acil olarak çözmek zorundadır. Ya demokratik bir sendikal gelenek oturtulacak, ya da bürokratizm kurumlaşacaktır. Tabansız DİSK’i şimdilik bir kenara koyup, Türk-İş’teki gelişmelere bakacak olursak, faşist ve bürokratik kabuğun tabandan gelen sınıf baskıları sonucu yavaş yavaş çatırdadığını ve şimdilik şubeler bazında bile olsa mevziler yitirdiğini görürüz. Sınıf mücadelesinin önümüzdeki süreçte özelleştirme, taşeron uygulamaları, TİS satışları vb. konularda keskinleşeceğine dair verdiği işaretler göz önüne alınırsa gerici ve bürokratik sendikalar bu yapılarıyla varlıklarını sürdürebilmeleri pek de kolay olmayacaktır. Esas konumuz olan memur sendikaları açısından da bu öngörümüz geçerlidir. Özellikle memur sendikaları bugün içinde bulundukları hareketli ve canlı süreçte kitlelerin taşıdığı mücadele potansiyelini doğru bir çizgiye oturtabildikleri oranda kendileri açısından önemli bir tehdit oluşturan bürokratizmi henüz kurumla-şamadan püskürtüp yerine demokratik ve mücadeleci bir sendikal gelenek oturtabilirler. Bu süreçte şubelerin ve yerel platformların ortaya koyacakları kitlesel mücadelelerin önemi büyüktür. “Söz, yetki, karar çalışanlara” sloganını kendi firmalarının markası olarak lanse edenlerin pratikte örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldırdıkları, kitle inisiyatifini ve iradesini yok saydıkları somut örneklerle teşhir edilmelidir. Kitlelerin ruh halinin hangi mücadele biçimlerine hazır olduklarının gerçekçi olarak saptanabileceği yerler taban örgütleridir. Sorunların tartışılarak kitlelerle birlikte politikalar belirlenmeli aşağıdan yukarıya ve tekrar genelleştirilmiş politikaların örgüte mal edilmesi mekanizmaları işletilmelidir. Üstten ikameci politikalar belirleme alışkanlıklarında ısrar edildikçe örgütteki irade giderek parçalanacak ve tavan-taban çatışmaları derinleşecektir. Sürecin gereksinmelerine yanıt verecek politikalar belirleyebilmek; doğru ve demokratik bir sendikal gelenek oturtabilmek için işyerlerinden başlayarak örgüt içi demokrasi mekanizmaları oturtulup, işletilmelidir. Tüm tartışma ve karar süreçlerine katılan kitleler alınan kararlara sahip çıkacak, sonuna dek arkasında duracaktır. Böylece örgütün giderek kitlesinden kopmasının ve bürokratizmin kurumsallaşmasının önü tıkanacaktır.
Aksi koşullarda örgüt içi demokrasi işlemeyecek, mücadelenin geleceği büyük oranda merkezlerin insafına terk edilmiş olacaktır. 15 Temmuz Ankara eyleminde yaşananlar çok öğretici değer taşımaktadır. Ankara yerel KÇP’si memur eylemini Sakarya meydanında bitirme kararı almış olmasına karşın fiili önderliklerin ve yığınların kararlı tutumu karşısında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bunu da “bize rağmen sizin isteğiniz gerçekleşecek, yürüyeceğiz” diye binlerce memurun önünde açıklamıştır. Burada ortaya konan tavır kaşarlanmış bir pişkinlik örneğinin ötesinde memur hareketinin tekerine çomak sokmaya çalışan bir siyasi çevrenin kitleler karşısında suçüstü yakalanmasıdır. Kitleler TBMM’ne doğru yürüyüşe geçmiş, polis barikatlarını yarmış ve saldırılara karşı 2-3 saat direnmişse bu asla KÇP’nin resmi önderliğiyle olmamıştır. Buna benzer itfaiyeci örneklerine memur hareketinde sıkça rastlanmaktadır. Bu tutumları ve mücadelenin içini boşaltarak düzen tarafından kabul edilebilir hale getirme anlayışlarına asla izin verilmemeli, kitlelerle, birleşen fiili önderliklerle hareket azami sınırlarına taşınmalıdır. Kitleler mücadele yükseldikçe gerçek önderlerini hareket içinde tanıyacak, kendini yönetecek insanları da bu perspektifle seçecektir.
Kamu emekçileri mücadelesinde diğer bir önemli sorunda GREV ve TİS haklarının kazanılıp, kullanılmasıdır. Bu hakların kazanılmasının yolunu kamu emekçileri 15 Temmuz ve sonrası yaygın ve kitlesel iş bırakmalarla bir kez daha ortaya koydular. Grev hakkını almanın yolu yaygın ve kitlesel grevlerden geçmektedir. Dünya işçi sınıfı tarihi de, kamu çalışanları mücadelesi deneyleri de açıkça ortaya koymaktadır ki; burjuvazi fiili zeminlerde mücadeleyi yitirmeden bu hakları masa başlarında asla tanımamaktadır. Türkiye’nin siyasi konjonktürü göz önüne alındığında bu süreç bizde daha sert ve zorlu mücadelelerle kazanılmak zorundadır. Hükümetlerden hiçbir beklentiye kapılmaksızın örgütlü ve kitlesel mücadele sınıf hareketi ile birleşerek kesintisiz bir biçimde sürdürülmelidir. Sınıf hareketi ile birleşmekten de TÜRK-İŞ ve DİSK’li sendika ağalan değil; dürüst ve namuslu sendikacılarla oluşturulacak platformlarla, öncü ve sınıf bilinçli işçilerin önderliğinde gelişen sınıf mücadelesi anlaşılmalıdır. Memur hareketi sınıf hareketine bağlanmadan ve emek cephesinin topyekûn GENEL GREV VE GENEL DİRENİŞLERİNE yükseltilmeden hak alıcı vuruşlar yapması olanaksızdır. Memur kitlesi potansiyel olarak buna hazır olduğunun işaretlerini vermiştir. Bugün esas sorun işçi sınıfı, emekçiler, kamu emekçileri ve Kürt halkına yönelik yeni saldırılara karşı emek j cephesini tayin edici mücadelelere hazırlamaktır. Emek cephesinin bir bileşeni olan kamu emekçileri de GREV KOMİTELERİ VE DAYANIŞMA FONLARI oluşturarak, diğer yandan yerel platformları genişleterek yaygın ve kitlesel mücadelelere hazır olmalıdırlar. Birimlerden başlayarak yürütülerek propaganda ve ajitasyonun hedefi bu olmalıdır. Tüm enerjimizi ve olanaklarımızı örgütlü örgütsüz tüm kamu emekçilerini içine alacak Genel GENEL GREV VE GENEL DİRENİŞLER için seferber etmeliyiz.

Ağustos 1993

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑