KAPİTALİST ÜRETİM SÜRECİ VE KAMU EMEKÇİLERİNİN SINIFSAL KONUMU
Kapitalist düzende, üretim araçlarına sahip olup olmama, toplumsal üretimde oynadıkları rol, toplumsal üretimden aldıkları pay temelinde insan grupları, burjuvazi ve işçi sınıfı olarak adlandırılan iki temel sınıf oluştururlar. Kamu emekçileri, bu iki temel sınıf arasında kalan küçük burjuvazinin şehir yoksulları kesimini oluştururlar. Burjuvazi üretim araçlarının sahibi olmaktan dolayı ücretli emeği satın alır, artı-değere el koyar ve sömürür. Bu sömürü düzenini de devlet aracılığıyla korur, sürdürür. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki uzlaşmazdır ve çözümü de toplumsal sistemin temelden değiştirilmesiyle mümkündür. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki bu tarihsel çatışma, sınıf mücadelesi, siyasi, ekonomik ve ideolojik alanlarda sürer. Bizim mücadelemiz de bu alanda şekillenir. Devletin ortaya çıkmasıyla birlikte memurlar da toplumsal bir katman olarak ortaya çıkmışlardır. Devletin sürekliliği ve işlerliğinin sağlanmasında devletle özdeş bir konumda görünmüşler, seçkin bir tabaka olarak halkın “gıpta” ettiği kişiler olmuşlardır. Kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak devletin toplumsal yaşamın her alanına müdahale gereksinimi sayıca az bu kesimi kitleselleştirmiştir. Bir yandan kitleselleşen memurlar, öte yandan uğradıkları sömürüye paralel olarak giderek yoksullaşmalardır. Bir avuç bürokrat dışında kamu emekçileri geniş bir kitle oluşturmuşlardır. Yaşama koşulları giderek kötüleşirken baskı ve sömürüden yeterince payını alan kamu emekçileri, toplumdaki yerlerini kavramaya başlamış, “kapı kulluğu” anlayışını aşarak, örgütlenme ve mücadeleye yönelmişlerdir. Özellikle öğretmenler, Osmanlı Devleti’nden bu yana yüz yıllık örgütlü mücadele geleneğini günümüze dek sürdürmüşlerdir.
Kamu emekçileri, burjuvazinin artı-değer sömürüsüne maruz kalmamalarına karşın, hizmetlerinin karşılığını alamayarak, günlük dildeki anlamıyla sınırlı olmak üzere, sömürülmektedir. Yaşama ve çalışma koşulları giderek kötüleşmiştir. Belli bir kesiminde kafa emeğinden çok kol emeği öne çıkmıştır. (Hizmetli, müstahdem, şoför v.b) Özel mülkiyet karşısında ikili bir karakter gösterirler. Yoksullaştıkça mücadele ve devrimden yana olabildikleri gibi, devlet hiyerarşisi içinde yükselip “zenginleştikçe” de düzen yanlısı tavır alabilirler. Sınırlı bir kesiminin de olsa bürokrasi içinde yükselme şansı vardır. Bu bağlamda kamu emekçilerini işçi sınıfı ile birebir özdeşleştirmek olanaklı değildir. Çünkü kapitalist üretim ilişkilerinin belirleyici faktörü meta üretimi ve bu üretimde el konan artı-değerdir. Kamu emekçileri ise meta üretiminden elde edilen artı-değerden devlet aracılığıyla pay alırlar. (Bu pay rantiye bir biçimde değil, ürettikleri hizmet karşılığında ödenir.)
Kamu emekçileri ekonomik-siyasi talepleri uğruna mücadeleye atıldıkça, siyasi platformda işçi sınıfının en yakın müttefiklerinden biri konumuna gelirler. (Yoksul köylülük gibi) Sınıf mücadelesinin gelişmesine paralel olarak kamu emekçilerinin de mücadelesi yükselir. (Bahar eylemleri, madenci eylemi vb.) İşçi sınıfının önderliği altında bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bağlaşığı olurlar. Devrimin yedek güçleri haline gelirler. Daha iyi yaşama ve çalışma koşulları uğruna, verdikleri mücadelede karşılarında devleti bulurlar. En küçük ekonomik ya da mesleki talep karşısında egemen sınıfların siyasi saldırılarıyla karşılaşırlar. Örgütlenme ve mücadele sürecinde düzenin baskı, soruşturma, sürgün, gözaltı ve benzeri saldırılarıyla karşılaştıkça, devrimci siyasal bilincin etkisiyle mücadeleleri ekonomizmin dar sınırlarını aşar. Kamu emekçilerinin kendiliğinden mücadelesi, giderek siyasi talepler için mücadele niteliğine kavuşur. Aslında her sınıf hareketi, sınıf karakterinden dolayı özünde siyasidir ve iktidara yöneliktir. Siyasetten bağımsız hiç bir sosyal olgu olamaz. Burada siyasi nitelikten söz ederken, gündemine aldığı talepler bakımından siyasi olmasına dikkat çekilmektedir.
Yaşama ve çalışma koşullarımızın kötülüğü, her türlü baskı ve sömürünün kaynağı emperyalizme bağımlı kapitalist düzen olduğuna göre, ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak verdiğimiz tüm mücadeleler de özünde düzene yöneliktir. Emperyalizme bağımlılık ilişkileri son bulmadan ve demokratik bir halk iktidarı kurulmaksızın kamu emekçilerinin bu düzen koşulları içinde sorunlarının çözümü de olanaklı değildir. Kamu emekçileri mücadelelerini yükseltirken, işçi sınıfının ve onun partisinin önderliğine ve yol göstericiliğine tabi olmalıdırlar. Çünkü tüm sınıf ve tabakaları kendisiyle birlikte özgürlüğe ve nihai kurtuluşa götürebilecek tek sınıf işçi sınıfıdır. Onun ve tüm emekçilerin yol göstericisi de işçi sınıfının partisidir. Sınıfın partisinin sınıf mücadelesinde gösterdiği taktikler, kendi özgül alanımızdaki günlük taleplerin yükseltilmesiyle yaşama geçirilmeli, İŞ, EKMEK, ÖZGÜRLÜK şiarı kamu emekçilerinin mücadelesinin ruhu haline getirilmelidir. Bu mücadele sürecinde sınıf sendikacılığı ilkeleri olmaksızın, ekonomik, demokratik ve siyasi taleplerimizin doğru bir biçimde savunulması olanaksızdır.
SINIF SENDİKACILIĞI İLKELERİ
Sendikal ilkeler tek tek üyelerde ya da yönetime gelecek insanlarda aranacak özellikler olarak algılanmamalıdır. Bu ilkeler ekonomik mücadeleyi, siyasi-ideolojik mücadele ile diyalektik bir bütünlükte sürdürebilmek acısından yol gösterici, sosyal kurtuluşa giden yolda rehber açılımlar olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda sınıf sendikacılığının ilkeleri süreç içinde kitlelerin ve örgütün dönüşerek eyleminin özünün ulaşması gereken nitelikler toplamıdır. Bu dönüşme sürecinde günlük taleplerden başlayarak yükseltilen mücadele içinde, kitlelerin kendi deneyimleriyle öğrenmelerinin yanı sıra doğru siyasi-ideolojik önderlik belirleyici bir rol oynayacaktır. Kuşkusuz işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ve Partisinin siyasi-ideolojik yol göstericiliği rehberimiz olacaktır. Kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin geri olduğu öne sürülerek doğru sendikal ilkeleri belirleyip yaşama geçirmekten geri duramayız. Bu, kitlelerin kendiliğinden bilincine tabi olma, öncülük ve önderlik görevlerinden geri durmak anlamına gelecektir. Burjuva ideolojisinin derin etkisi altında olan kitlemizi kendisi için düşünen, kendisinin farkında bilinçli üyeler haline getirmenin koşulu, doğru önderlik ve yol göstericiliktir. Bu ilkeler mücadele pratiğinde yaşam tarafından doğrulandıkça, kitlelerin bilincine çıkacak, maddi, kitlesel bir güce dönüşecektir. Aslolan ilkeleri kitlelerin kabul edebileceği bir biçime indirgeyerek özünü sulandırmak değil, kitleleri doğru ilkeler temelinde örgütleyip, mücadeleye çekmektir. Sendikaların okul olma işlevi tam da bu noktada ifadesini bulacaktır.
Kamu emekçileri; özelde eğitim ve bilim emekçilerinin mücadelesinde sınıf sendikacılığı ilkeleri nasıl yorumlanmalıdır?
1- EĞİT-SEN; Eğitim ve Bilim emekçilerinin ekonomik, meslek haklarının tavizsiz savunucusu olmalıdır. Eğit-Sen, ekonomik mücadeleyi demokrasi mücadelesine bağlı olarak ele almalıdır. Ekonomik mücadeleyi küçümsemediği gibi, mutlaklaştırmaz da. Sermayenin salt ekonomik mücadele ile alt edilemeyeceğinin bilinciyle ekonomik mücadeleyi siyasi mücadeleye tabi kılmalıdır. “Hak verilmez, alınır” ilkesiyle ücret ve toplu-sözleşme mücadelesini tavizsiz bir biçimde sürdürürken ücretli kölelik sistemi kapitalizmi ortadan kaldırılması hedefini mücadelesinin merkezine koymalıdır. En küçük ekonomik-mesleki kazanımların bile özünde çetin siyasi mücadeleler gerektirdiği bilinciyle üzerindeki sömürüyü sınırlama mücadelesini, sömürücü sistemin kendisine yöneltmelidir.
2- EĞİT-SEN, Eğitim ve Bilim emekçilerinin birliğinin gerçek savunucusu olmalıdır. Eğit-Sen, sendikal ilkeleri, mücadele programı ve çizgisiyle eğitim emekçilerinin çıkarlarının ger-çek savunucusu, onların kitlesel birliğinin sağlanabileceği bir örgüttür. Eğitim emekçilerinin birliği ve kitlesel mücadelesi konusundaki EGİT-SEN anlayışı, bugüne dek yaşam tarafından doğrulanmıştır. EGİT-SEN bugüne dek uyguladığı politikalar ve aldığı tutumlarla eğitim emekçilerinin birliğinin gerçek savunucusu olmuştur. Bu anlayış yüz binlerce eğitim emekçisinin EĞİT-SEN çatısı altında birliğinin yanı sıra, iş kolundaki diğer sendikalarla güç ve eylem birliğini hedeflemelidir.
3- EGİT-SEN, Sendikal demokrasiyi savunmalıdır. Eğit-Sen; Demokratik merkeziyetçiliği tabanın tüm süreçlerde söz ve karar sahibi olduğu, kitlelerin inisiyatifi temelinde ele almalıdır. Sendikal mücadeleyi her şart altında yaşatabilmenin güvencesi olarak işyeri örgütlülüklerini esas almalıdır. Sendikal bürokrasinin oluşmasına neden olabilecek buyrukçu, atama anlayışlarını yadsımalıdır. Tabandan-tavana tüm yöneticilerin kitleler tarafından seçilmesine, her an denetlenmesine ve görevden alınmasına olanak sağlayacak en geniş örgüt içi demokrasiyi savunmalı, yaşama geçirmelidir. Kitlelerin eğitimi ve dönüştürülmesini sendikal demokrasinin güvencesi olarak görmelidir.
4- EĞİT-SEN, Kamu çalışanlarının yanı sıra, işçi sınıfı ile birlikte ulusal ve uluslararası ölçekte tüm çalışanların güç ve eylem birliğini savunmalıdır. Eğit-Sen; eğitim emekçilerinin olduğu kadar tüm kamu çalışanlarının ve işçi sınıfının ulusal ve uluslararası platformda dayanışma, güç ve eylem birliğini savunmalıdır. Ortak mücadele platformlarına katılmalıdır. Sendikal mücadeleyi tüm emekçilerin ortak cephesi olarak görmeli, emekçilere yönelik her türlü saldırı karşısında ortak tavır almayı, dayanışmayı savunmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin güç ve eylem birliğinde işçi sınıfı mücadelesinin tayin edici rolünün bilincinde olmalıdır.
5- EĞİT-SEN, Bağımsızlık, demokrasi ve Sosyalizm mücadelesinin kararlı bir müttefiki olmalıdır.
Bugünkü sömürü ve baskının kaynağı emperyalizme bağımlı, kapitalist düzendir. İşçi ve emekçilerin ürettikleri toplumsal değerlerin büyük bir bölümüne işbirlikçi sınıflar ve emperyalist tekeller el koymaktadır. Bu değerlerin önemli bir bölümü emperyalist azami kâr olarak yurtdışına akmaktadır. Tüm yoksulluk, sefalet ve baskının nedeni bu dışa bağımlı, sömürü sistemidir. Sendikal mücadelemizi de, emperyalizme bağımlı kapitalist üretim ilişkileri sürecinde ve ona karşı veriyoruz. Yaşama ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi, hak gasplarına, baskı ve keyfi uygulamalara karşı yükselttiğimiz tüm mücadeleler bizatihi düzenin kendisine ve değiştirilmesine yönelik mücadelelerdir. Sendikal hakları almak, özgürce kullanmak, geneldeki demokrasi mücadelesinin, siyasi kazanımların gelişmesine ve başarısına bağlıdır. Düzenin ekonomik ve siyasi baskıları-saldırılarına karşı mücadele, bizatihi düzenin kendisine karşı mücadeleye denk düşer. Biz de ekonomik mücadelemizi, siyasi taleplerimizle birleştirerek ve ona bağlı olarak ele almalı ve yürütmeliyiz. Eylememizin niteliği, anti-faşist, anti-emperyalist bir muhtevaya ulaşmalıdır.
6- EĞİT-SEN; Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını savunmalıdır;
Eğit-Sen; Ulusların eşitliği, dünya halklarının kardeşliği anlayışında olmalıdır. Başkasını ezen bir ulusun özgür olamayacağı bilinciyle inkârcı, asimilasyoncu devlet politikalarına karşı çıkmalıdır. Şovenizme ve milliyetçiliğe karşı mücadele ederken ulusların ve dillerin üzerindeki baskıyı yadsımalıdır. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmalıdır. Kendisi özgür olmayan bir ulusun dilinin de özgür olamayacağı bilinciyle, ana dilde eğitim hakkını savunmalıdır.
SINIF SENDİKACILIĞINA EKLENEN “KİTLE” KAVRAMI
Eğit-Sen tüzüğünde ve örgütsel yaşamın çeşitli alanlarında sendikal anlayışımız, “sınıf ve kitle sendikacılığı” olarak yer almıştır. Tüzüğün ve programın hazırlandığı dönemin kendine özgü ve sınırlı koşullarında bu söylemin yanlışlığı fazlaca önemsenmemiş, özünde sınıf sendikacılığı anlayışına denk açılımlar söylendiğinden üzerinde fazlaca tartışılmamıştı. Aslında, bugün de bu kavramın söylemimizde yer alması yaşamsal bir sorun olmamakla birlikte, ideolojik mücadelenin yükselmesine paralel olarak her şeyin yerli yerine oturtulması da bir görev olarak karşımıza çıkıyor. Esas olarak sınıf sendikacılığı, örgütsel yaşamın diline yerleşecektir. Batı’da Komünist Partilerin Euro-komünizme, devrimci sınıf sendikalarının da reformcu sendikacılığa dönüştüğü koşullarda, bizde de 1970’li yıllarda revizyonist mihraklar ve DİSK bürokrasisi SINIF VE KİTLE SENDİKACILIĞI kavramını öne sürdüler. Sınıf sendikacılığının ilkeleri sulandırılarak kitle maskesiyle işçi aristokrasisi ve ara tabakaların taleplerine indirgendi. Türk-İş ağalarına karşı sınıf, devrimci sendikal muhalefete karşı da kitle olmak üzere ikiyüzlü bir madalyon üretilmiş oldu. Gerekçeleri basitti: Kitlelerin bilinci geriydi. İşçi sınıfının partisine karşı “bağımsız” sendikacılık anlayışı öne sürülüyor, böylece işçi sınıfı siyasal mücadelenin dışında tutularak, ekonomik-sendikal alanın dar sınırlarına hapsedilmek isteniyordu. Ekonomist-sendikalist eğilimlerin, sendikaları ekonomik mücadele ile siyasi mücadelenin birleştirildiği örgütler olmaktan çıkarma anlayışının bir sonucu olarak ortaya “KİTLE” eki çıkıyordu. Hâlbuki sınıf sendikacılığının tarihi örnekleri, Marksizm-Leninizm’in sınıfa ve onun kitle örgütlerine bakışı, zaten “KİTLE” demeksizin sınıfın bütününü ifade etmektedir. Sendikal mücadelenin ve örgütlülüğün tartışılmaz bir ilkesidir kitlesellik. Dahası ancak sınıf sendikacılığı sınıfı kitlesel olarak birleştirmeye açık tek programdır.
Yukarıda yorumlamaya çalıştığımız sınıf sendikacılığı ilkelerinin sınıfın (kitlelerin) ve örgütün dönüşmesi sürecine gereksinim duyduğu bu anlamda verilecek mücadeleler ve dönüşümler sonucu ulaşılacak nitelikler toplamı olarak algılanması doğru olacaktır. Yoksa bu ilkeler, değişik anlayışlarla yönetimlere gelme konusunda, olmazsa olmaz olarak ele alınacak ittifak ilkeleri olarak algılanmamalıdır. Mücadele diye sorunu olan, sendikal mücadeleyi ekonomizmin dar sınırlarına hapsetmeden, genel demokrasi mücadelesine bağlı kılma anlayışındaki eğilim, anlayışlarla şartlara uygun birlikler yapmalı, Eğit-Sen’in sınıf sendikacılığı yolunu aydınlatmalıyız.
Nisan 1992