Memur Hareketinin Bugünkü Durumu Ve Hedefleri

Fiili ve meşru zeminde örgütlenen kamu emekçileri, sürdürdükleri kitlesel mücadelelerin sonucu olarak kendi alanlarına dair hukuku yine kendileri yarattılar: Üç yıllık örgütlenme ve mücadele sürecinde meşru ve fiili tutumları yasalardan öncelikli ve belirleyici oldu. Kimi zaman yasalarla çelişerek, kimi zaman engelleyici yasa maddelerini tanımayıp, çiğneyerek demokrasi sınırlarını genişletme ve var olma kavgasını sürdürdüler, izledikleri bu çizgi, yeni mevziler kazanmalarının ve var olanları koruyabilmenin oldu. Sendikal hak talebini düzene kabul ettiren, beraberinde bu hakları içeren uluslararası sözleşmeleri mecliste onaylattıran ve bazı anti-demokratik genelge ve keyfi tutumu geri püskürten kamu emekçilerinin bu kitlesel zoru oldu. Kendi dinamiklerinde gelişen memur hareketi baskı ve saldırılarla engellenemeyince karşılarına devlet güdümlü ya da devletin bizzat bürokratlarına kurdurduğu sendikalar barikat olarak dikilmek istendiyse de bunda fazlaca başarılı olunamadı.
Birçok işkolu sendikal örgütlenmeyi başarıp, kamu emekçileri genelinde 300 bin kişiye varan bir kitle sayısına ulaşılmış olmasına karşın iki milyona yakın memur kitlesi göz önüne alındığında memur sendikalarının henüz kitleselleşemediği, gerçeği ortadadır. Ayrıca sendikal demokrasinin yeterince işletilmediği üstten ikameci kararlarla kitleleri yönetme eğilimi de giderek bürokratizm tehlikesini memur sendikalarının gündemine sokmuştur. Genel merkezlerin 1993 1 Mayıs’ındaki karar ve tutamlan tabanda yoğun tartışma ve saflaşmalara neden olmuştur. Yaz eylemlilikleri programının oluşturulmasında da aynı hastalık sürdürülmüştür. Taban örgütlerinin ve kitlelerin görüşü alınmaksızın belirlenen programlar KÇP (Kamu Çalışanları Platformu) tarafından hem kitlelere hem de platformdaki birçok sendikaya dayatıldı. KÇP’deki bu işleyiş belli bir çevrenin memur hareketini kendi anlayışı çerçevesinde dizginleyebilmek için bürokratizmi kurumlaştırma hesaplan içinde olduğunun ipuçlarını vermektedir.
Yaz eylemliliklerinin yakaladığı görkemli kitlesellik memur hareketinin taşıdığı bünyesel zaafları görmemizi asla engellememelidir. Taban dinamiklerini önemsemeyen ve hesaba katmaksızın kendi siyasi sığlığı çerçevesinde “eylem programı” hazırlayan üst yönetimlerin çoğunluğunda, 1993 yazının 1992 eylemleri boyutuna ulaşamayacağı kanısı egemendi. Bunu birçok platformda açıkça ifade ettiler. Kitlelere güvensizliğin ve yılgınlığın adeta merkezi oldular. 10 bin kişi beklerken Ankara’ya taşınan 40 bin kamu emekçisinin kitleselliği karşısında afalladılar. Yine 15 Temmuz’da iş bırakma kararı almada ayak direyen birçok genel merkez iş bırakmaların yaygınlığı ve kitleselliğini şaşkınlıkla izledi, söyleyecek laf bulamadı. Gerek 3 Temmuz Ankara kitlesel gösterisinin, gerekse 15 Temmuz ve sonrasındaki iş bırakmalardaki nicel ve nitel başarı yerel platformların kitlelerle bağlarının daha sağlam oluşunun ve tabandaki mücadele isteğinin merkezlerden daha yüksek oluşunun somut bir dışa vurumudur. “Kitleler mücadeleye isteksiz, iş bırakmaya hazır değil” tespitlerini teorileştirmeye çalışanlara özellikle 15 Temmuz ve sonrası ortaya konan iş bırakma, vizite, yemek boykotu vb. eylemler hem yaygınlık hem de kitlesellik olarak kaçabilecek saçak altı bırakmadı. Örgütsüz kamu emekçilerinin eylemlere katılımındaki büyük artış ise kitleselleşmenin ancak mücadele ile sağlanabileceği gerçeğini bir kez daha” somut olarak ortaya koydu.
Yaşanan olaylar ve gelişmeler açıkça ortaya koymuştur ki; memur hareketinin tabanında taşıdığı mücadele potansiyeli ile merkezlerin çoğunluğunda egemen olan bürokratik eğilimler arasında bir çelişme vardır. Taban dinamiklerinin mücadele kanallarına akıtılması yerine merkezler hareketi geri noktada tutma tavrı içindedir. Bu bürokratik eğilimin kaynağı eski dernekçi kafasının yanı sıra esas olarak da 40 yıllık Türk-İş ve DİSK’in bürokratik sendikal geleneğidir. 1993 1 Mayıs’ında da görüldüğü gibi tepeden ilişkilerle bürokratizm birbirine güç vermektedir. Memur hareketi geldiği noktada bu sorunu acil olarak çözmek zorundadır. Ya demokratik bir sendikal gelenek oturtulacak, ya da bürokratizm kurumlaşacaktır. Tabansız DİSK’i şimdilik bir kenara koyup, Türk-İş’teki gelişmelere bakacak olursak, faşist ve bürokratik kabuğun tabandan gelen sınıf baskıları sonucu yavaş yavaş çatırdadığını ve şimdilik şubeler bazında bile olsa mevziler yitirdiğini görürüz. Sınıf mücadelesinin önümüzdeki süreçte özelleştirme, taşeron uygulamaları, TİS satışları vb. konularda keskinleşeceğine dair verdiği işaretler göz önüne alınırsa gerici ve bürokratik sendikalar bu yapılarıyla varlıklarını sürdürebilmeleri pek de kolay olmayacaktır. Esas konumuz olan memur sendikaları açısından da bu öngörümüz geçerlidir. Özellikle memur sendikaları bugün içinde bulundukları hareketli ve canlı süreçte kitlelerin taşıdığı mücadele potansiyelini doğru bir çizgiye oturtabildikleri oranda kendileri açısından önemli bir tehdit oluşturan bürokratizmi henüz kurumla-şamadan püskürtüp yerine demokratik ve mücadeleci bir sendikal gelenek oturtabilirler. Bu süreçte şubelerin ve yerel platformların ortaya koyacakları kitlesel mücadelelerin önemi büyüktür. “Söz, yetki, karar çalışanlara” sloganını kendi firmalarının markası olarak lanse edenlerin pratikte örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldırdıkları, kitle inisiyatifini ve iradesini yok saydıkları somut örneklerle teşhir edilmelidir. Kitlelerin ruh halinin hangi mücadele biçimlerine hazır olduklarının gerçekçi olarak saptanabileceği yerler taban örgütleridir. Sorunların tartışılarak kitlelerle birlikte politikalar belirlenmeli aşağıdan yukarıya ve tekrar genelleştirilmiş politikaların örgüte mal edilmesi mekanizmaları işletilmelidir. Üstten ikameci politikalar belirleme alışkanlıklarında ısrar edildikçe örgütteki irade giderek parçalanacak ve tavan-taban çatışmaları derinleşecektir. Sürecin gereksinmelerine yanıt verecek politikalar belirleyebilmek; doğru ve demokratik bir sendikal gelenek oturtabilmek için işyerlerinden başlayarak örgüt içi demokrasi mekanizmaları oturtulup, işletilmelidir. Tüm tartışma ve karar süreçlerine katılan kitleler alınan kararlara sahip çıkacak, sonuna dek arkasında duracaktır. Böylece örgütün giderek kitlesinden kopmasının ve bürokratizmin kurumsallaşmasının önü tıkanacaktır.
Aksi koşullarda örgüt içi demokrasi işlemeyecek, mücadelenin geleceği büyük oranda merkezlerin insafına terk edilmiş olacaktır. 15 Temmuz Ankara eyleminde yaşananlar çok öğretici değer taşımaktadır. Ankara yerel KÇP’si memur eylemini Sakarya meydanında bitirme kararı almış olmasına karşın fiili önderliklerin ve yığınların kararlı tutumu karşısında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bunu da “bize rağmen sizin isteğiniz gerçekleşecek, yürüyeceğiz” diye binlerce memurun önünde açıklamıştır. Burada ortaya konan tavır kaşarlanmış bir pişkinlik örneğinin ötesinde memur hareketinin tekerine çomak sokmaya çalışan bir siyasi çevrenin kitleler karşısında suçüstü yakalanmasıdır. Kitleler TBMM’ne doğru yürüyüşe geçmiş, polis barikatlarını yarmış ve saldırılara karşı 2-3 saat direnmişse bu asla KÇP’nin resmi önderliğiyle olmamıştır. Buna benzer itfaiyeci örneklerine memur hareketinde sıkça rastlanmaktadır. Bu tutumları ve mücadelenin içini boşaltarak düzen tarafından kabul edilebilir hale getirme anlayışlarına asla izin verilmemeli, kitlelerle, birleşen fiili önderliklerle hareket azami sınırlarına taşınmalıdır. Kitleler mücadele yükseldikçe gerçek önderlerini hareket içinde tanıyacak, kendini yönetecek insanları da bu perspektifle seçecektir.
Kamu emekçileri mücadelesinde diğer bir önemli sorunda GREV ve TİS haklarının kazanılıp, kullanılmasıdır. Bu hakların kazanılmasının yolunu kamu emekçileri 15 Temmuz ve sonrası yaygın ve kitlesel iş bırakmalarla bir kez daha ortaya koydular. Grev hakkını almanın yolu yaygın ve kitlesel grevlerden geçmektedir. Dünya işçi sınıfı tarihi de, kamu çalışanları mücadelesi deneyleri de açıkça ortaya koymaktadır ki; burjuvazi fiili zeminlerde mücadeleyi yitirmeden bu hakları masa başlarında asla tanımamaktadır. Türkiye’nin siyasi konjonktürü göz önüne alındığında bu süreç bizde daha sert ve zorlu mücadelelerle kazanılmak zorundadır. Hükümetlerden hiçbir beklentiye kapılmaksızın örgütlü ve kitlesel mücadele sınıf hareketi ile birleşerek kesintisiz bir biçimde sürdürülmelidir. Sınıf hareketi ile birleşmekten de TÜRK-İŞ ve DİSK’li sendika ağalan değil; dürüst ve namuslu sendikacılarla oluşturulacak platformlarla, öncü ve sınıf bilinçli işçilerin önderliğinde gelişen sınıf mücadelesi anlaşılmalıdır. Memur hareketi sınıf hareketine bağlanmadan ve emek cephesinin topyekûn GENEL GREV VE GENEL DİRENİŞLERİNE yükseltilmeden hak alıcı vuruşlar yapması olanaksızdır. Memur kitlesi potansiyel olarak buna hazır olduğunun işaretlerini vermiştir. Bugün esas sorun işçi sınıfı, emekçiler, kamu emekçileri ve Kürt halkına yönelik yeni saldırılara karşı emek j cephesini tayin edici mücadelelere hazırlamaktır. Emek cephesinin bir bileşeni olan kamu emekçileri de GREV KOMİTELERİ VE DAYANIŞMA FONLARI oluşturarak, diğer yandan yerel platformları genişleterek yaygın ve kitlesel mücadelelere hazır olmalıdırlar. Birimlerden başlayarak yürütülerek propaganda ve ajitasyonun hedefi bu olmalıdır. Tüm enerjimizi ve olanaklarımızı örgütlü örgütsüz tüm kamu emekçilerini içine alacak Genel GENEL GREV VE GENEL DİRENİŞLER için seferber etmeliyiz.

Ağustos 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑