11 Eylül saldırısı sonrası ABD ve İngiltere’nin dünya ölçeğinde Afganistan’la başlayıp bugün de Irak’a taşıdığı terör ve savaş dünyanın mazlum halkları üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Saldırganlık ve katliamcılıkta sınır tanımayan emperyalist güçler kendi aralarında da kamplaşmalara gidiyorlar ve hakimiyet mücadelesi artan oranda kızışıyor. Bir yandan kendi iç çelişkileri ile uğraşan emperyalist güçler, bir yandan da dünya ölçeğinde esen savaş karşıtlığı ve onu besleyen antiemperyalist rüzgarla uğraşmak zorunda kalıyor. Antiemperyalist mücadele eğilimi milyonların katıldığı mitinglere dönüşürken işçi ve emekçiler birçok ülkede savaşa karşı üretimden gelen güçlerini kullanarak genel grevler örgütlüyor, direnişi genelleştiriyorlar. Küreselleşme politikalarının ardından gelen Irak’a savaş dayatması ve dünya egemenliğini hedefleyen saldırganlık işçi sınıfı ve ezilen halkların dünya ölçeğinde yeni bir mücadele dalgasının kabarmasına neden oluyor. Savaşa ve emperyalizme karşı yükselen bu mücadele, önümüzdeki günlerde emekçilerin kendi burjuvazilerine karşı da mücadeleye yöneleceklerinin sinyallerini veriyor. Bugünden çoğu ülkede savaşa karşı mücadele kendi savaş yanlısı hükümetlerini de hedefine koymuş durumda.
Dünya, ezilenlerin, dünya işçi sınıfı ve halkların önüne yeni ufukların açılmakta olduğu yeni bir döneme giriyor. Bu dönem ve onu mayalandırmakta olan nesnel koşullardaki gelişmeler, gençliği de hareketlenmeye, bir önceki dönemin zehirleyici havasından, en başta ideolojik-kültürel zehirlerinin etkisinden kurtulmaya yöneltiyor. Artık düzen içi çözümler arayışını koşullayan kapitalizmin sonsuzluğuna ilişkin inanışlar kadar, barışın, refah ve huzurun kapitalizm çerçevesinde elde edilebileceğine dair masallar da, kapitalist emperyalizmin doğasından kaynaklanan gelişmelerle, özellikle büyük emperyalist devletlerin kimseyi ikna etmez olan dayatmalarıyla gündemden düşürülmektedir. Kapitalist uygarlığın insanlığa sunabildiklerinin işsizlik, sefalet, eğitim ve sağlığın paraya bağlanması, geleceğe güvensizlik ve açlığın yanı sıra savaş ve ölümlerden ibaret olduğunun küreselleşme politikalarının devamı olan “petrol savaşı” ile bir kez daha olanca açıklığıyla ortaya çıkması, başta gençlik yığınları olmak üzere ezilenlerin yeni arayışlara yönelmelerine temel oluşturmaktadır. Haksızlıkların genelleşmesi, hukuksuzluk, ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin olduğu kadar ulusların kendi kaderlerini tayin haklarının hiçe sayılması, emperyalist savaş koalisyonu tarafından halklara yöneltilen ulusal aşağılanma, zaten geleceği elinden alınmış, eğitim koşulları olağanüstü zorlaştırılmış, atölyelerde üç kuruşa çalışmaya sürüklenmiş gençlik yığınları içinde antiemperyalist öfkenin yanı sıra kapitalizme karşı hıncı da bilemektedir. Bilinçli işçilerin olduğu kadar gençliğin ileri unsurlarının da ezilen yığınların bu yeni ayağa kalkış dönemine hazırlanmaları ve onun gelişmesine uygun biçimde müdahalelerde bulunmaları büyük önem kazanmaktadır.
Dünyada ve ülkemizde savaşa ve emperyalizme karşı mücadelenin yükseldiği bugünlerde Gençlik Konferansı’nı örgütleyen Emek Gençliği konferanslarında emperyalizme karşı mücadeleyi tartışma platformunun merkezine koyarken, buna uygun bir şekilde yoğun bir antiemperyalist ajitasyonu da başlatmış durumda. Üniversitelerde binlerce bildiri dağıtılıyor, yüzlerce afiş asılıyor, sınıflarda yapılan konuşmalarda savaşın gerçek yüzü ve nedenleri anlatılıp, sistemin teşhiri gerçekleştiriliyor. İstanbul’da yapılan Barış Sempozyumu üniversitelere taşınıyor. Kokartlar dağıtılıyor, tiyatro gösterimleri yapılıp, müzik dinletileri düzenleniyor; savaş karşıtı şairler dialar eşliğinde şiirlerini öğrencilerle paylaşıyorlar. Özetle her türlü araç savaşa karşı harekete geçirilirken, daha önce defalarca örgütlerimiz tarafından gündeme alınıp, tartışılan; kol, klüp, topluluk ve ÖTK’ların da sürece dahil edilmesi için yoğun bir çaba sarf ediliyor. Bu çabalar bugünden bir dizi ürün vermiş, önemli başarılar elde edilmiş durumda. Ankara Meslek Yüksekokulu ÖTK’nın Barış Sempozyumu örgütlemesi, ODTÜ’deki toplulukların 1 Mart’taki eylemi örgütleyişi, ciddi bir katılımla mitingde yer almış olmaları ve boykot çağrısını yaşama geçirmeleri, belli başlı kentlerde gerçekleştirilen 21 Mart boykotları bu araçlara bakışın ne olması gerektiğine ilişkin çizgiyi gösterirken, nesnel koşullar olgunlaştığında bu örgütlenmelerin oynayabileceği ciddi rolün anlaşılması açısından da önemli bir deneyim sundu.
Bugün gelinen noktada dünya ölçeğinde alınmış genel grev kararının 21 Mart’ta ülkemiz emekçilerinin yanında ülke gençliği tarafından da eğitim kurumlarında boykotlarla taçlandırılması, örgütlerimiz açısından ( kitlelerle kurulacak bağ, akademisyenlerle kurulması gereken ilişki, araçların ele alınışı gibi) sayısız örneğin konferanslarımızda tartışılmasına yardımcı olacaktır. Bu çalışmada gazetenin oynadığı rol; yapılan işlerin gazeteye aktarılıp buradan tekrar kitlelere taşınmasının yaptığı etki göz önünde bulundurulduğunda, konferanslarda önemli bir tartışma konusu olurken, bugüne kadar gazetenin üzerinde neden bu kadar özenle durulduğu örgütlerimiz tarafından daha anlaşılır hale gelmiş durumda.
Bütün bu gelişmeler, yaşanan hareketlilik ve canlılık, savaşa karşı antiemperyalist rüzgar aslında bizlerin yabancı olduğu şeyler değil. 68’de de akademik taleplerle başlayan gençlik hareketi, antiemperyalist mücadele eğilimi ile birleşebildiği oranda güç kazanıp, kitleselleşebilme olanağı yakalamıştır. Kitleselliği yakalayabildiği andan itibaren ise üniversite anfi ve kampüsleri boykotlar ve işgallerle sarsılırken, sokaklar on binlerin katıldığı mitinglere tanıklık etmiştir. Bu dönemin gençliği ülkesine ve geleceğine sahip çıkarken Dolmabahçe’de Amerikan 6. Filo’sunun askerlerini denize dökmüş, Vietnam Kasabı Commer’a ODTÜ’yü dar etmiş, gereken cevabı vermişti. Bugün 68 Gençlik Hareketi’nin yoksun olduğu işçi sınıfı partisinin önderliği ve yol göstericiliğine de sahip olan gençlik örgütü, üniversitelerde dünyanın içinde bulunduğu durumu ve müdahale edilmediği takdirde nereye gideceğini anlatma sorumluluğuyla antiemperyalist mücadele bayrağını yükseltmek ve yurtsever bir halk cephesinin bileşeni olmak noktasında kuşkusuz konferanslarında kararlar alacak ve bu kararları yaşama geçirmek için bütün gücüye çalışacaktır.
Antiemperyalist gençlik hareketini yükseltme çalışmalarının yanında ve onunla birlikte gençliğin üniversite ve lise örgütleri alanlarında karşılaştıkları akademik ve demokratik sorunlara -başta YÖK-YEK tartışması olmak üzere- müdahale etmeden edemez. Bu iki yönlü çalışmanın tamamlayıcısının, gençliğin politik eğitimine özellikle eğilme, sosyalizmin birikimini paylaşma, organlarda özel eğitim çalışmaları planlama olması zorunludur; konferanslar bu sorunu ele almak ve bu konuda adım atmaktan kaçınamaz. Ancak bu başarılabildiği oranda üniversitelerde her türlü fikri tartışmaya dahil olup, çeşitli panel, konferans, sempozyum ve süreli-süresiz yayınları tartışma platformları yaratılarak, burjuva liberal akımlarla mücadelenin ilerlemesine ve sosyalist fikirlerin yayılmasına katkı sunulmuş olacaktır. Yürütülecek bu çalışmalarda üniversite örgütleri Evrensel Kültür dergisi ve Bilim Eki’ni kullanabilmede gelişme göstermek zorundadır. Kaldı ki entellektüel tartışmalara dahil olabilmek ve yeni tartışma alanları yaratmakta, bu yayınlar vazgeçmeyeceğimiz araçlar olarak ele alınıp, bu araçların kullanımında gerekli tartışmalar ve buna uygun düzenlemeler yapmak zorunlu olsa gerek.
İşçi gençlik yığınları içinde çalışma yaşamından ekonomik sıkıntılara kadar bir dizi talebi güncel gelişmeler ve antiemperyalist ajitasyonla birleştirmek ve bu ajitasyon faaliyetinin istikrarını sağlamak, özellikle önümüzdeki dönemin zorunlu kıldığı tek tutum durumundadır. Yürütülecek bu çalışmada da gazetenin çalışmanın merkezinde yer almasının sağlanıp, günlük satışının örgütlenmesi ve yapılan işlerin gazeteye aktarılmasında istikrar sağlanması, gençliğin hem mücadelesinin gelişmesine hem de mücadelenin kalıcı dayanaklar edinmesine temel teşkil edecektir. İşçi gençliğin sosyalizmi öğrenmesine yardımcı olmak, kültürel sportif ihtiyaçlarının giderilmesini sağlayarak, örgütlenme biçimini böylelikle yenileme ve güçlendirme konferansların kararlar üretmesinin gerekli olduğu noktalardır. Uzun süredir çalışma yürütülen İmes, Çiğli, Ünaldı gibi işçi merkezlerinde zaman kaybetmeden bu tip örgütlenmelerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Sağlanacak başarı diğer il örgütlerine örnek olma açısından da önem taşıyacaktır. Ayrıca ortaöğrenim gençliğinin bir kesimini oluşturan meslek liselerinde yürütülecek faaliyet, gerek işçi gençlik gerekse de fabrika örgütlerinin güçlenmesine katkı sunacağı için bu alandaki çalışma özellikle ele alınmalı ve buna uygun düzenlemeler özenle yaşama geçirilmelidir.
Emekçi mahallelerindeki gençliğin büyük bir çoğunluğunun işsizliğin ruhsal çöküntüsü içinde olması, bu alanda çeteleşmenin had safhaya varması ve gerici-şoven fikirlerin özellikle bu alanlarda pompalanması karşısında, gençliğin devrimci örgütü, gençliği alternatif fikirler etrafında birleştirip, onların kültürel sportif ihtiyaçlarını gidermesine olanak sağlayacak gençlik merkezlerini bugünden yaşama geçirme kararlarını almak ve bu yönde somut adımlar atmak durumundadır. Bu doğrultuda Pendik Gençlik Evi okuma-yazma, tiyatro ve saz kursları açarak gençliğin eğitimine ve sosyal gelişimine katkı sunmanın yanı sıra güncel politik gelişmeleri de kapsayacak bir faaliyeti yaşama geçirmiştir.
Örneğin Sabiha Gökçen Havaalanı’nın ABD’ye üs olarak verilmesine ve bu doğrultuda modernize edilmesine karşı Pendik Gençlik Evi gençler içinde ajitasyon- propaganda faaliyeti yürütmüş ve gençliği antiemperyalist mücadeleye çağırmıştır. Bu çalışma biçimi bir yandan emekçi semtlerinde gençlik evlerinin bir çekim merkezi olmasını sağlarken, bir yandan da gençliğin mücadele merkezlerine dönüşmesini sağlayacaktır. Bu örnek, önümüzdeki dönemde kurulması düşünülen gençlik evleri için zengin bir deneyim sunmuştur.
Parti örgütlerinin konferans ve kongrelerinde en çok tartışılan sorunlardan biri olan Kürt sorunu ve Kürt gençliği içinde çalışma alanının özgünlüklerine uygun bir gençlik örgütünün yaratılması, Kürt gençliğinin taleplerine uygun bir çalışmanın planlanması bölge örgütlerimizin konferanslarında yaşam bulmuştur. Türkiye’deki örgütlerimiz ise parti konferanslarından güç alarak, tüm ikircikli tutumları aşarak Kürt gençliğiyle ortak işler örgütlemede daha fazla çaba gösteren, örneğin Newroz’lara tüm gücüyle katılan örgütler olmada önemli adımlar atmaya hızla yönelme durumdadır. Gençlik örgütlerimiz bu yönelimi sürdürebildiği oranda, Kürt gençliğiyle birleşebilmenin önünde engel olmadığını konferanslar süreci boyunca daha açık bir biçimde görmüştür.
Önümüzdeki dönemde gençliğin devrimci örgütü hareketin gidişatına müdahale etmede yetkinleşmek zorundadır ve bu yola girmiştir. Elindeki her türlü olanağı hareketin seyrine uygun bir şekilde çalışmasına dayanak yapmada başarısını artırmaya başlamıştır. Bu yolda ısrar, hareketin ileri çıkardığı gençlik kesimlerinin sosyalizmle birleşme ve sınıfın devrimci partisi saflarına kazanılmasında ciddi bir temel oluşturacaktır.
Gençliğin devrimci örgütü bu önemli noktalarda var olan gelişmeyi sürekli kılabildiği oranda gençlik kitlelerinin gözünde bir mücadele merkezi olacaktır.
Yeni dönem ve gençlik hareketinin yönelimleri
Irak işgali, ABD’nin gerçeği çarpıtarak işgali haklı kılmaya yönelik içi boş propagandasının üzerinden gerçekleşti. Üzerinden sekiz ay geçen işgal, daha ilk günlerinden itibaren gösterdi ki, ne ABD’nin iddia ettiği gibi nükleer silahlara sahip bir ülke var karşısında, ne de kendisine özgürlük getirdiği için çiçeklerle, sevinç naraları atan Irak halkı. Bu sekiz aylık süreç, ABD’nin iddialarının tersine, her geçen gün işgalcilere karşı saldırıların arttığı ve bağımsızlık sloganlarının daha gür haykırıldığı bir süreç olarak yaşandı. Öte yandan, ABD’nin dünyayı kendi lehine yeniden yapılandırma adımlarının önemli parçası olarak başlattığı Irak işgali, zaman ilerledikçe görüldüğü gibi, sadece Irak’la sınırlı bir süreç değil. ABD’nin daha Irak’ın işgali sırasında başlattığı İran ve Suriye’ye yönelik tehditler, zamanla, İsrail’in Filistin’e karşı saldırılarını yoğunlaştırdığı ve “Filistinliler Suriye’den besleniyorlar” gerekçesiyle, Suriye’nin ABD desteğiyle İsrail tarafından bombalamasıyla devam etti, ediyor. Ortadoğu’da bu gelişmeler yaşanırken, Mart başlarında başlayan işgale ortak olma çabasıyla ilk tezkereyi meclise getiren AKP hükümeti, halkın mücadelesi sonucunda meclisten geçiremediği tezkerenin hemen ardından, “tezkere geçmediği için dolarlardan olduk, ekonomimiz bozulacak, ABD ile olan ilişkilerimiz bozulacak, bunun hesabını halk ödesin” içerikli bir propagandaya girişmişlerdi. Bu propagandalarını zamanla daha da genişleten egemen güçler, bir yandan kendi içlerindeki çatlakları onarırken, öte yandan “müslüman bir ülkenin askerleri olarak işgal güçlerinin yerine biz orada olursak, halka zulüm yapılmasının önüne geçeriz” propagandasını yaygınlaştırmaya başladılar. Bununla birlikte, “KADEK’in bölgeden tamamen temizlenmesinin fırsatını yakaladık, bu tarihi fırsatı kaçırırsak bölgede Kürt devleti kurulabilir” propagandasıyla da halkın ikna edilme çabası yoğunlaştırıldı. Egemen güçler, tüm çabalarına rağmen ikna edemedikleri halk yığınlarının, örgütsüzlüğünden ve 21 Mart sürecinde olduğu gibi kitlesel karşı duruşlar örgütleyemeyişinden yaralanarak, asker göndermeyle ilgili tezkereyi meclisten geçirdiler. Böylece ülkenin ABD ile birlikte bataklığa saplanmasının ilk adımları atılmış oldu. Şimdilik egemen güçler bir dönem önce geçiremedikleri birçok emek düşmanı programı yaşama geçirme ve bunun karşısında oluşacak tepkiyi, baskılarını arttırarak engelleme olanağını yakalamış durumdalar.
Bütçenin silahlanmaya ayrılması ve bunun emekçi halkın üzerine yıkılması, gelecek dönemde halkın daha da yoksullaşmasını beraberinde getirecektir. Bu durumu kullanmaktan geri durmayacaklarını kamu emekçilerine açıkladıkları zam oranıyla şimdiden göstermiş durumdalar. Bir dönem önce her türlü propagandaya rağmen halkın kitlesel ve birleşik mücadelesi sonucunda püskürtülen tezkere geçtiği andan itibaren, emekçi ve gençlik kitleleri içerisinde “artık tezkere geçti ve yapacak bir şey kalmadı” eğiliminin yaygınlaştırılmaya çalışıldığı ortadadır. Oysa ki, 1 Mart sürecinde olduğu gibi, halk yığınları tezkereye karşı mücadeleye sevk edilebildiği oranda, tezkerenin hükümetçe kullanılamaz hale getirileceği ya da kullanılsa bile bunun hükümetin sonu olacağı ortadadır.
TEZKERE, GENÇLİK HAREKETİ VE EĞİLİMLER
İlk tezkerenin gündeme geldiği dönem, aynı zamanda, Emek Gençliği’nin kendi konferanslarını topladığı ve hareketin ortaya çıkardığı çeşitli sonuçların derinlemesine tartışıldığı bir dönem olarak yaşandı. Dönemin özelliği, ‘sol’ kesimleri aşan ve geniş gençlik kesimlerinin mücadeleye çekildiği tarzın eylem ve etkinliklere hakim olmasıydı. Protestocu tarzı aşıp tezkereyi püskürtebilecek tarzda eylemliliklerin örgütlenebilmesiyle de, kendinden önceki dönemlerden ayrılabilmeyi başarabildi. Özellikle de 21 Mart süreci, Emek Gençliği açısından gerekse de çeşitli örgütlü gruplar açısından, kendini yenileme ve harekete müdahale biçimlerini, çeşitli akademik demokratik örgütlerdeki durumunu gözden geçirme olanağı sağladı. Bu süreç, çeşitli örgütlü gençlik gruplarına da, kendisini, çalışması ve tarzını sorgulama imkanı sundu. Bir kısmının bu sorgulamaya yöneldiği, diğer bazılarının ise bu imkanı da elinin tersiyle iterek eski pozisyon ve yaklaşımlarını sürdürmeye çalıştığı görülüyor.
Bugün içerisinden geçilen sürecin, geçmiş mücadelenin deneyimlerini önümüzdeki mücadelenin örgütlenmesi için rehber edinmemizi gerektirdiği ortadadır. 21 Mart sürecinin örgütlenmesi ve yüzde 90’lara varan ders boykotlarının başarılabilmesinin nedenlerini doğru kavramak, Meclis’te onaylanan tezkerenin hükümet tarafından uygulanamaz hale getirilmesine de olanak sağlayacaktır. 21 Martlar’ın başarıyla örgütlenebilmesinin temel nedeni, sürecin örgütlenişinde, o güne kadar kendi ilgi alanlarının dışında ülkede yaşanan siyasal gelişmelere tamamen yabancı duran kol, kulüp, topluluklar da dahil olmak üzere, üniversitenin tüm bileşenlerinin tezkere karşıtı çalışmanın parçası haline getirilebilmesinde gösterilen başarıdır. Özellikle başta ODTÜ olmak üzere, çeşitli üniversitelerde, bölümlerde oluşturulan savaş karşıtı komiteler, hareketin sınıflara kadar genişlemesine olanak sağlamış ve eylemlere katılımı arttırmıştır. Yine özellikle de dönemin koşullarının olgunluğu, mücadele fikrinin geniş gençlik kesimleri içerisinde daha hızlı bir şekilde hayat bulmasına olanak tanımıştı. Bugün tezkere geçmiş olmasına, halk yığınları içerisinde “artık bir şey yapılamaz” fikrinin yaygınlaştırılmaya çalışılmasına rağmen, geniş halk ve gençlik kesimlerinin mücadeleye katılım isteğinde olduğu ortadadır. Sorun ise, temel olarak, sınıflarda komiteleşmeyi de kapsamak üzere yaygın ve güçlü bir çalışmanın henüz gerçekleştirilememiş olmasının yanında, bir dönem önce mücadeleye seferber edilmiş kol, kulüp, topluluk ve ÖTK’ların çeşitli platformlar aracılığıyla harekete geçirilememesi, bu tip örgütlenmelerin etkisiz olduğu alanlarda sadece siyasal çevrelerin dahi bir araya gelmekte başarı gösterememesidir. Bugün çok daha hızlı bir şekilde yığınların aydınlatılması, yalana dayalı propagandanın boşa çıkartılıp yaşanan sürece uygun geniş birlikteliklerin yaratılması çabasına girmeliyiz. Bugün çalışmada hakim olan anlayış ise, daha çok medyatik işlerin dar çevrelerce örgütlenmesi anlayışıdır. Başarının ölçütü ise, hangi grubun televizyonlarda ne kadar göründüğü, hangi gazetenin hangi çevreden ne kadar bahsettiğiyle ölçülmektedir. Mücadeleci kesimlerin çözmesi gereken diğer bir zaaf ise, tezkereye karşı olanların bölünüp mücadelenin zayıflatılması anlayışıdır. Bu tutum, özellikle ÖDP çevresince dayatılan 27 Eylül’de iki farklı eylem katılımın zayıflamasına sebep olmasında, üniversitelerde ise, TKP çevresinin “gericilerle yan yana gelmeyiz” bahanesini öne sürerek , hareketin kitleselleşip birleşmesinin önünde engel teşkil etmesinde yansımaktadır. Aynı çevrenin uzun bir dönemdir kendi grupsal çıkarlarını öne çıkararak eylemlere katılmama ya da ayrı eylemler örgütleme bahanesiyle dışta durma anlayışı ise, mücadeleye karşı sorumsuzca yaklaşımlarını her geçen gün daha fazla açığa çıkartmaktadır. Bu durumun en somut örneği 1 Eylül’e katılmazken 26 Ekim’de kimseye çağrı yapmayarak Ankara’da miting düzenlemesinde görülmüştür. TKP bu mitingi örgütlerken “herkes Ankara’da” ve “TKP olarak savaşı durdurmaya karar verdik” diye ortaya çıkıyor. TKP kendi kurduğu dünyada kendi kendine oynamaya devam ediyor, birkaç bini geçmeyen “kitlesi”yle savaşı durdurmak için harekete geçiyor. Başkalarına, bu ülkede savaşa karşı olan milyonlara da, herhalde, TKP’ye teşekkür etmekten başka bir şey kalmıyor. Komünistlerin en başta gelen görevinin tüm ezilenleri, bütün bir halkı ve mücadelesini kendi talepleri etrafında –kuşkusuz iktidar hedefine bağlayarak– birleştirmeye çalışmak olduğu ortadayken, tüm bunları komünizm adına yaptığını açıklayan bu çevrenin komünizmle alakası olmadığını, tersine yığınların devrimci eylemi ve kitlesel karşı koyuşlarının önünde bu tutumların engel teşkil ettiğini ortaya koymalı ve gençlik yığınları içerisinde bu bölücü yaklaşımları teşhir etmeliyiz.. Önümüzdeki dönem, “şunun şu eksiği ya da fazlası var”, “şu dinci bu laik” demeden, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı daha fazla bir araya gelme çabasında ısrar etmenin gerektiği ortadadır. Tersi biçimde hareket eden kesimlerin ülkede yaşanacak olumsuzluklara sorumsuzca tutumlarıyla ortak olacakları aşikardır.
KIZIL ELMACILARLA MÜCADELE
Bu dönemi değerlendirirken egemen güçlerin halkın tezkere konusunda ikna edilmesi noktasında kullandığı propaganda malzemelerinden birinin Kürt sorunu ve işgal sonrası ortaya çıkan durumu da kendine dayanarak yaparak KADEK’e karşı başlatılacak operasyonlar ve milliyetçilik propagandası üzerinden halkın yedeklenmesi olduğunu daha önce vurgulamıştık. Yazımızın bu kısmında ise, daha çok hükümetin bu yönüyle yapmak istediklerinin yanında, bir dönem önce bir araya gelen ve çıktığı günden itibaren ABD karşıtı görünmesine rağmen açıklamalarının hemen hemen hepsinde Kürt düşmanlığı açıkça görülen “kızıl elmacılar”ın oynamaya soyundukların rolün boşa çıkartılması için yürütülmesi gereken çalışmaya değinmek istiyoruz. Bilindiği gibi, “kızıl elmacılar” diye anılan ülkücülerle Aydınlık çevresinin en temel ortak özelliği, ikisinin de gerici devlet yanlısı ve Kürt düşmanı olmasıdır. Zaten onların bir araya gelmesinde en önemli ortaklık da buradan gelmektedir. “Gerekirse Kürtlere karşı silahlanırız” gibi açıklamalarla, Perinçek’in yaptığı gibi, üniversite açılışlarında parasız bilimsel demokratik üniversite isteklerini açıklayan Emek Gençliği ve Özgür Gençlik’in hedefe koyulduğu açıklamaları yoğunlaştıran kızıl elmacılar, önümüzdeki döneme ilişkin yönelimlerini ortaya koymaktadırlar. Muhtemeldir ki, eğer asker sevkiyatı gerçekleşir ve tabutlar geriye dönmeye başlarsa, bu çevreler açıklamalarının dozajını arttıracak, şovenizmi geliştirmeye yönelik eylemler örgütleyecek ve geçmişte olduğu gibi, cenazeleri Kürt-Arap düşmanlığının körüklendiği eylemler haline çevirmeye çalışacaklardır. Bu çevrelerin işi daha da ileriye götürüp, kendileri gibi olan Türk-Solu gibi çevrelerle, üniversitelerdeki devrimci yurtsever gençlere saldırmaktan geri durmayacaklarını şimdiden görmemiz gerekir. Buradan hareketle, önümüzdeki dönemde, Irak’ın işgaline karşı bu çevrelerin propagandalarının boşa çıkartılmasının yolunun halkların kardeşliğinin daha geniş çevrelerce sahiplenilmesini sağlamaktan geçtiğini görmemiz gerekmektedir. Bu çevrelerin provokasyonlarının boşa çıkartılması için ideolojik bir mücadeleye ihtiyaç olduğu, şiddete yönelebilecek bu çevrenin geniş gençlik yığınlarınca yalnızlaştırılması ve sorunun yörüngesinden çıkartılmasına engel olmak için tüm ilerici çevrelerin uyanıklığının sağlanması ve buna uygun bir hat izlenmesi gerektiği iyi kavranmalıdır.
YÖK, YEK YASA TASARISI TARTIŞMALARI VE TEZKERE
Eğitim dönemi başlamadan AKP ile rektörler arasında kızışan tartışma, neredeyse Cumhurbaşkanı’ndan askerlere kadar herkesin bir yanından dahil olduğu şekilde genişleyerek devam ediyor. Bir yanda AKP tarafından eğitimin gericileştirilmesine yönelik girişimler, diğer yandan rektörler tarafından var olan YÖK düzeninin devam ettirilmesine yönelik çabalar, herkesin kendi cephesini güçlendirmek için yürüttüğü propagandayla, dar bir çerçeveyle sınırlandırılmış şekilde, bu çevreler arasında bir iktidar kavgası olarak sürüp giderken; üniversitelerin temel bileşenlerinden olan öğrenciler tartışmanın dışına itilerek, tartışmanın çerçevesinin genişlemesinin önüne geçilmiş oluyor. Hem AKP iktidarı hem de YÖK’çülerin çizdiği sınırlar içerisinde herkesin dahil olduğu tartışmalar, iki tarafın da üniversitelere ilişkin amaçları ve demokrasi anlayışlarını açıkça ortaya koyuyor. Tartışmanın esasa ve içeriğe yönelik yapılmamasının asıl nedeni ise, her iki kesim açısından da, üniversitelerin tamamen sermayenin ihtiyaçlarına uygun şekilde yapılandırılması ve yönetim anlayışının da buna uygun düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bugün üniversitelerin asıl temsilcilerinin yapması gereken ise, ortadadır. Bu, iki farklı tarafmış gibi görünen, özünde ise aynı temelde birleşenlerin niyetlerini açıkça ortaya koymak ve nasıl bir üniversite istediğimizi yaygın olarak açıklamak, üniversitenin diğer bileşenleri olan akademisyen ve çalışanlarla birlikte bunun mücadelesini yürütmektir. Burada dikkat edilmesi gereken temel noktalardan biri, tezkerenin geçmesiyle, eğitime ayrılan bütçenin önümüzdeki dönemde daha da düşmesi ve demokratik istemlerin daha fazla baskı altına alınması olasılığına karşı hazırlıklı olmak, en geniş kesimlerin saldırılara karşı seferber edilmesini sağlamaktır.
SONUÇ OLARAK
Tüm yazı boyunca görüldüğü gibi, farklı tutumlar ve saf tutmalara yol açıyor gibi sunulan ve birbirinden farklı sorunlarmış gibi gösterilen birçok sorunun, önümüzdeki dönem, birlikte ele alınması gerekecektir. Mücadelenin bir merkezde birleştirilmesi ihtiyacı, kendini daha yakıcı şekilde hissettirecektir. Tezkere sorunu ülkenin bütçesinde bir değişime, bütçedeki değişim de, eğitime ayrılan payda bir değişime vesile olacak. Yine tezkere koşulları olağanüstü bir dönemi beraberinde getirecek ve zaten hemen hiç olmayan demokratik hakların kullanımında daha sıkıntılı bir döneme girilecektir. Bu sorunlardan muzdarip olanlar geleceklerine sahip çıkıp, işyerleri ve okullarını sermayeye, geleceklerini ABD’ye teslim etmemek için dün olduğundan çok daha fazla çabayla mücadeleye girişmek durumundadır. Saldırıları püskürtecek tarzda, ufku geniş yaklaşım ve tutumlarla her türlü olanağı değerlendirmek, bunu yaparken de, her türlü geri eğilimle mücadele etmek gerekmektedir. Burada sorumluluk başta genç komünistlere düşmektedir.