‘İletişim Özgürlüğü’ İddiaları ve burjuva basının işlevi

Bilimsel teknolojik gelişmelerin sınıf mücadelelerini geçersiz kıldığı biçimindeki burjuva propaganda, bilimsel gelişmelerin ve bilimin ayrımsız olarak “tüm insanlığın hizmetinde” olduğu ve iletişim ve propaganda araçlarının günümüzdeki kullanımının, toplumun her kesiminden insanların düşünce ve taleplerini “özgürce” ifade etmelerini olanaklı hale getirdiğine dek genişletilmiş bulunuyor. Burjuvazi ve onun platformunu temel alan burjuva liberalleri, bu iddialarını özellikle son dönemde artan radyo-TV kanallarının toplumun çeşidi kesimlerinden insanların talep ve düşüncelerini “yansıtma” ve sistemin işleyişine radikal bir eleştiriyi içermeyen kimi düşüncelerin sağından-solundan tırpanlanarak, bu kanallarda yer alıyor oluşuna dayandırmaktadırlar. Gerçekte ise bu iddia, sınıflı toplum yapısını ve bu toplumdaki ilişkilerin, farklı sınıfların üretim araçları karşısındaki konumlarının olduğu denli, bilimsel ve teknolojik alandaki buluşlar karşısındaki konumlarının da üstünü örten bir özellik taşımaktadır. Soruna daha yakından bakalım:
İnsanlık tarihi, insanın yaşamını sürdürebilmek amacıyla üzerinde yaşadığı doğaya karşı mücadelesinin tarihidir de. İnsanın bu amaçlı çabası ilk “bilimsel” araştırma ve bulguların yolunu açmıştır. Sürtünme ile ateşin bulunması, insanlık tarihinin o koşullardaki en büyük devrimiydi. Ateş doğayla ve yabani hayvanlarla ilişkilerde insana ısınma ve korunma gibi olanaklar sağlarken, yeni “üretim araçları”nın (ucu sivri metaller, demir balta, metal uçlu ok vs.) geliştirilmesinin yolunu da açtı. Ancak daha bu ilk ilkel “üretim araçları”nın mal edinilmesiyle birlikte başlayan güç ilişkileri, sonraki süreçlerde daha gelişkin araçların yapımı ve kullanımında giderek belirginleşen “sınıf farklılıkları” da oluşmaya başladı. Sınıflı toplumlarda her yeni buluş, daha çok egemen durumda olanların elinde bir sömürü aracı rolü oynarken, insanın doğa karşısındaki etkinliğini ve insan yaşamı için daha yararlı faaliyetini olanaklı kılan buluşlar gerçekleşti. Doğa bilimleri alanındaki gelişmelerle birlikte en büyük ikinci ilerleme, enerjinin dönüşümü yasasının bulunuşuyla sağlandı. Isı enerjisinin elektrik enerjisine dönüşümü (dönüşüm tersten de geçerlidir) ve buharlı makinenin yapımı yeni bir tarihsel dönemin habercisi oldu.
Kapitalizm, doğa bilimleri ve teknik alandaki gelişmelerin daha büyük adımlarla yol alınmasını olanaklı hale getirdi. Ancak, bilimsel buluşlar, içinde bulunulan toplumsal koşullar ve sınıf ilişkileri genel çerçevesi içinde belirli engellerle karşılaşmaktan da kurtulamadı. Burjuvazinin elinde yeni buluşlar, esas olarak, insanın insan tarafından sömürülmesinin aleti olma işlevi görüyordu. Burjuvazi modern aletler ve yeni buluşlar aracılığıyla toprağın bileşimi, verimlilik durumu, petrol ve diğer değerli hammadde kaynaklarının dağılımı vb.ni kolayca tespit edebiliyor ve bu kaynakları ele geçirdiği gibi, makinelerin modernleştirilmesi (örnek bant sisteminin geliştirilmesi) yoluyla artı-emek sömürüsünü daha yoğunlaştırmanın yolunu da buluyordu.
Bilim ve teknikteki ilerleme burjuvaziye, ekonomi ve askeri alanın dışında da büyük avantajlar sağladı. Sömürülen sınıfların ideolojik etki altına alınması, siyasal ve ekonomik egemenliğin sürdürülmesi için büyük öneme sahipti. Tarihin burjuva egemen sınıflar eliyle yazılma biçimi ve iletişim teknolojisi alanındaki gelişmelerin ele almışı, bu egemenliğin sağlamlaştırması amacına bağlanan yığınların ideolojik koşullanması hedefi tarafından belirleniyordu. Sömürülen ve sömüren sınıflar ilişkisinde, sömüren egemen sınıflar, ellerindeki olanakları ve bu arada bilimsel buluşları yığınların alıklaştırılmasının araçlarına dönüştürdüler. Somut olguların, ulusal ve uluslararası olayların çarpıtılması yoluyla proletarya ve emekçilerin aldatılması için burjuvazinin en etkili silahlarından biri de basın-yayın ve iletişim araçları oldu.
Yazının bulunuşu ve toplumsal ilişkilerde (bir ilişki aracı olmaktan öte) sınıf mücadelelerinin araç bir unsuru olarak yer almasıyla birlikte, egemen sınıflar, tarihi kendi çıkarları temelinde kaleme almakla kalmadılar, yazılı araçları sömürülen ve ezilenlere karşı sınıf savaşının bir unsuru olarak kullanmaya başladılar. Karanlık ortaçağın aşılması ve modern burjuva toplumuyla birlikte, yazdı materyallerin toplumsal ilişkilerde ve sınıf mücadelelerinde oynadıkları rol de sıçramalı bir gelişme gösterdi. Tarihi, kahramanların ve onların başında bulundukları üstün ırkların (ulusların) tarihi olarak kaleme alan burjuvazi, özellikle 1789 Fransız Burjuva Devrimi’yle birlikte yazılı propaganda araçlarını sınıf mücadelesinin bir yanı olan ideolojik mücadele aracı olarak değerlendirmeye, politik etkinlik için kullanmaya, “özgürlük”, “kardeşlik” ve “eşitlik” sloganlarıyla süsleyerek etkili kılmaya, böylece emekçi kitlelerini peşi sıra sürüklemeye ve onların kendi öz çıkarları doğrultusundaki politik arayışlarına set çekmeye özel bir önem verdi. İşçi sınıfının henüz hem toplumun gelişmemiş azınlık bir bölümünü oluşturduğu, hem de bilinç ve örgütlenme düzeyi açısından kendi öz kurtuluşu doğrultusunda bağımsız sınıf tutumundan uzak olduğu koşullar, burjuvaziye, siyasi ve ekonomik gücüne dayanarak, ideolojik mücadeleyi daha etkin tarzda yürütme olanağı sağlıyor ve burjuvazi, sınıf ilişkilerindeki gerçek durumu çarpıtarak, bin türlü yalanla kendi konumunu güçlendirme olanağı buluyordu. Üretim araçları mülkiyetini ve siyasal egemenliği (devleti) elinde tutan burjuvazi, basın-yayın araçlarını, matbaaları, depoları, kâğıt fabrikalarını da elinde bulundurma imkânına sahipti. Ekonomik-siyasal konumu ayrıca ona, bilim alanındaki gelişmeleri kendi yararına kullanma (ve gerektiğinde çekmecelere kilitleme), bilimsel buluşları tekeline alma ve bu buluşları proletarya ve diğer emekçilere karşı, sömürüyü artırma ve siyasal egemenliğini güçlendirme olanağını da sağlıyordu.
Modern toplumda sınıf mücadelesinin başlıca ekonomik, siyasi ve ideolojik alanlarda sürüyor olması, burjuvaziyi daha baştan, egemen konumu nedeniyle bu alanlarda avantajlı kılmaktadır. Ekonomik güç ve olanakları elinde tuttuğu gibi, devlet gücünü bir baskı aracı olarak kullanmakta ve toplumsal ilerlemeyi olanaklı kılan bilimsel, ideolojik, felsefi gelişmeleri sınıf çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde üretime ve toplumsal yaşama uygulamaktadır. Proletarya ve emekçilerin, muhalif güç olarak bu gelişmelerden yararlanmaları ise, ancak muhalefetlerinin düzeyi ve burjuvazinin iradesine karşın durdurulamaz genel toplumsal gelişmeyle mümkün olmaktadır. Konumuz açısından örneklersek; burjuvazi, basın-yayın, iletişim araç ve aygıtları tekelini elinde tutmakta ve proletarya ve emekçilerin aydınlanmaları, dünyayı, toplumu, toplum içindeki kendi konumlarını kavramalarını ve bunu değiştirme arayışlarına girmelerini engellemek için bunları en etkili tarzda kullanmakta (kullanmaya çalışmakta)dır. Kağıt fabrikaları, matbaa ve depolar onun denetiminde olduğu gibi, basın-yayın özgürlüğü de yalnız burjuva sınıf için söz konusudur. Gerici-faşist diktatörlüklerle yönetilen ülkeler bir yana, “en demokratik” burjuva cumhuriyetlerde, “uygar” kapitalist-ülkelerde de işçi sınıfı ve ezilenler için özgürlük lafı sahte ve aldatıcı olmaktan, sınırları burjuva-kapitalist sistemin ve tekelci burjuvazinin çıkarları tarafından belirlenmiş olmaktan öteye geçememektedir. Yasak sınırlarını belirleyen tekelci burjuvazidir ve işçilerin yalnızca ücretli köle olarak çalışma özgürlüğü (günümüzde bu bile tam değildir) vardır. Tekelci burjuvazi bilimi ve bilimsel buluşların patentini elinde tutmakta, sömürü olanaklarını genişlettiği oranda üretime uygulamakta, ancak hemen her birini en fazla askeri amaçlarla kullanmaktadır. Bir örnek olsun, gerici bağnazlığın, kilisenin ve metafiziğin her şeyi tanrı yaratısı, değişmez ve değiştirilemez ilan ettiği koşullarda dünyamızın düz ve hareketsiz, ve dünyadaki yaşam tarzının da değişmez olmadığını öne sürüp, sonsuz uzaydaki gezegenler sistemlerini, bizim güneş sistemimizin durumunu ve dünyanın güneş sistemindeki hareketini inceleyip aykırı, ama doğru düşünceler ortaya koyan bilim adamlarının yakıldığı bir toplumdan, gelişmeler sonucu, insan da dâhil, tüm canlıların (ve cansızların) atom (ve atom altı) denen, parçacıklardan meydana geldiği ve atomların (bugün için atom altı denen proton, nötron, elektron, pozitron vb.) parçalanmasıyla muazzam bir enerjinin ortaya çıktığının deneylerle ispatlandığı bir döneme gelindiğinde, tekelci burjuvazi, atomu, atom bombası imaliyle ve dünyayı kendi emperyalist hegemonyası altına alma amacıyla kullanma yolunu tuttu. Bilim; X ışınlarını, radyoaktif enerjiyi, kızıl ötesi ışınları, elektrik enerjisini, sesin ve ışığın yayılma hızını ve radyo dalgalarının uzayda yayılma yasalarını, doğasal yasalar ve oluşumlara dayanarak ortaya çıkardığında, burjuvazi, bu buluşlardan yararlanarak lav silahlarım, nötron bombasını, süpersonik savaş uçaklarını, haberleşme ve kontrol uydularını geliştirmeye koyuldu. Bugün bu bombalar, füzeler ve savaş uçaklarıyla ezilen sınıf ve halklar köleleştirilirken; uydular, askeri amaçların yanı sıra proletarya ve emekçilerin burjuva dünya görüşü uyarınca köleleştirilmesi ve kendilerine yabancı bir alıklaştırmaya uğratılması için kullanılmaktadır. Uyduların desteğiyle radyo ve TV yayınlan bugün en ücra köşelerdeki emekçilerin odalarına, gecekondularına kadar ulaşırken (eğer bir alıcı edinme olanağı bulmuşlarsa), onları, farkında olmalarına fırsat tanınmadan burjuva sınıf çıkarları doğrultusunda biçimlendirmektedir. Burjuvazi uzun süre radyoyu en etkili propaganda aracı olarak kullandı. Faşizm başta Almanya ve İtalya olmak üzere iktidara geldiği her yerde, radyoyu siyasal rejimini benimsetmenin aletine dönüştürdü. TV’nin icadı (ışık enerjisinin elektrik enerjisine dönüştürülmesinden harekede görüntünün nokta ve satır analizi yoluyla elektrik sinyallerine aktarılması görüntüyü sağlamaktadır) burjuvaziyi, insanlık tarihinin en etkili (görsel ve işitsel etkisi nedeniyle) propaganda aracına sahip kıldı. TV ekranı, emperyalist ülkeler burjuvazisinin elinde, kendi halklarının yanı sıra, geri ülkelerin halklarının bağımlılaştırılmasının aleti olarak işlev görürken; geri ülkelerin egemen sınıfları da onu, insani değerlerin tahribi, yozlaştırma ve alıklaştırma aracı olarak, en etkili tarzda kullanmaktadırlar. Bilgisayarlar, burjuvazinin elinde rant sağlamada ve insanların fişlenip kontrol altına alınmasının araçlarına dönüşmüştür. Telefax sistemi, burjuva yazılı basına daha etkin ve daha geniş bir hareket alanı sağlamakta ve milyonlarca adet gazete aynı anda ve çok sayıda merkezde rotatiflerden piyasaya sürülebilmektedir. Hemen tüm kapitalist ülkelerde, banka sermayesi ve mafya örgütlenmesiyle iç içe geçmiş bir basın-yayın tekeli vardır. (Belirgin örneği İtalya’da Berlusconi’nin basın imparatorluğu). “Basın-yayın özgürlüğü” sözleri ise tüm burjuva kapitalist ülkelerde bir yalandan ibarettir. Muhalif basına yönelik baskı ve ambargo bu burjuva demagojisini geçersiz kılmaktadır. Burjuvazi, iletişim ve propaganda araçlarını sınıf egemenliği mücadelesine dayanak ve araçlar olarak kullanırken, aynı zamanda kendini toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olarak sunma imkânı da bulmaktadır.
Ancak toplumsal yaşam ve mücadele, elinde tuttuğu güç ve olanaklar ne denli “güçlü” görünürse görünsün, egemen olanın durumuyla sınırlı kalmayan bir karşıtlar savaşı biçiminde devam ettiği için, burjuvazinin, proletaryayı ve ezilenleri bilimsel gelişme alanının dışında tutması tümüyle olanaklı olmamaktadır. Sınıflara bölünmüş bir toplumda her türden gelişme (ekonomik, kültürel, politik, askeri vb.) tüm sınıflan etkilememezlik edemez. Farkında olsun ya da olmasınlar, ezilen sınıf ve kitlelerin de bu gelişmelerden kendi sınıf çıkarları doğrultusunda yararlanacakları olanaklar genişlemektedir. Bunun doğrudan ve dolaylı biçimlerinden söz edilebilir. Örneğin, burjuvazinin tüm saptırıcı ve sınırlayıcı çabalarına karşın, proletarya ve halkların eylemci haberleşmesi de mümkün olmakta, çarpıtılmış haberlerde bile, uyanık işçilerin yakalayabilecekleri ve ders çıkarabilecekleri şeyler olabilmektedir. Yalnızca bu da değil, en gerici rejimler dâhil, hemen tüm ülkelerde, proletarya ve emekçiler, bütün yasaklama, baskı ve saldırılara karşın kendi propaganda araçlarını geliştirirken, kendi olanakları ölçüsünde bilimsel gelişmelerden de yararlanmaya çalışmaktadırlar. Bu yalnızca teknik alanda bir yararlanma değil, tümüyle toplumsal yaşam ve gerçek sınıf ilişkilerinden hareket eden Marksizm’in, doğa bilimleri alanındaki gelişmelerden en üst düzeyde yararlanması ve diyalektik materyalist dünya görüşünü bunlara dayalı olarak geliştirip, sürekli yenilemesi anlamında da böyledir, işçi sınıfı, burjuvazinin dayattığı kaderci ve metafizik köleleştirici tabular içine sıkışıp kalmayı kabul etseydi asla kölelikten kurtulamazdı. Ve eğer proletarya ve emekçiler bilinçle ele alırlarsa, kapitalizmin kaçınılmaz tarzda fabrika ve atölyelerde bir araya getirip disipline ettiği işçilerin üretim araçlarının kullanıcıları olarak, bu araçları ve bilimi burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinin daha etkili bir aracı olarak kullanma olanakları her gün -yeni buluşlarla da genişleyerek- artmaktadır.
İşçiler bugün için henüz uydulardan yararlanma olanağına sahip değiller ama örneğin burjuvazinin kâğıt fabrikalarını ve matbaalarını kendi proleter basınlarını güçlendirme yönünde değerlendirme olanaklarına sahiptirler, işçiler ürettikleri silah ve mermilerin kendilerine ve diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerine karşı kullanılmasını engelleyebilirler. Burjuva basın-yayın organları ve TV kanallarına, kendilerini mücadeleleriyle daha fazla dayatma, buralarda çalışanların önemli bir kesiminin de “emekçi” olmasından yararlanarak, onlarla birleşip bu burjuva aygıtlarının sınıf düşmanı faaliyetlerini darbelemekten kimse işçileri alıkoyamaz. Ya da örneğin proletaryanın uluslararası bir güç olarak ayağa kalkması ve dünyanın her tarafında birleşik bir eyleme durması durumunda, tekelci burjuvazi, atom bombalarını ve nükleer silahlar kullanmaya eskisi denli cesaret edemez, dahası ayakta kalma gücü bile bulamaz. Bunun içindir ki, burjuvazinin görünürdeki güçlülüğü, gerçekte kof ve çürüktür. Burjuvazi gelişip güçleneni değil, çürüyüp yıkılanı temsil etmekte, ancak, yıkımını engellemek için de tüm gelişme ve olanakları kullanarak kendine hareket alanı açmaya çalışmaktadır. Burjuva egemen sınıfların yalana, olay ve olguları çarpıtmaya, sınıf ilişki ve çelişkilerinin üstünü örtmeye ve burjuva propaganda araçlarıyla yığınları alıklaştırmaya bunca ihtiyaç duymalarının önemli nedenlerinden biri de budur. Bunun için burjuva basına çok iş düşmekte ve burjuva basın-yayın organları, uluslararası burjuvazinin “ulusal” müfrezelerinin elinde ezilenlere karşı özellikle onları aldatıp kölece yaşama boyun eğmeye ikna için kullanılmaktadır. Burjuva propaganda araçlarının, insan yaşamının düşmanı ve halkları köleleştirme gücü olan emperyalizmi insan haklarının koruyucusu ve toplum hizmetinde bir güç olarak göstermesinin, örneğin, bir halkın tepesine yüz binlerce top kuvvetindeki bombalan yağdıran ABD emperyalizminin bu eyleminin yarattığı tehlike yerine, Körfez Krizi sırasında tutuşturulan petrol artıklarının suya karışması sonucu oluşan görüntüleri (bir tanker kazası sonrasında meydana gelen karabatak görüntüsünü sürekli ekrana getirerek) “Saddam miti” etrafında döndürerek insanların beynine işlemeye çalışması, emperyalistlerin Somali’de, Bosna’da, Ortadoğu’da oynadıkları cellat rolünün üstünü örterek, onların eylemlerinin açlığa, baskıya ve özgürlüksüzlüğe “karşı” içerik taşıdığının propaganda edilmesi bu aynı amaçtan kaynaklanmaktadır. Burjuva propaganda aygıt ve araçları, ABD’nin Vietnam’da yüz binlerce insanı katletmesini ve örneğin Vietnamlı emekçinin şakağına dayatılmış emperyalist namluya projektör tutmaz, ama, dünyanın ezilen halklarının emperyalist soyguncuya karşı yürüttüğü kurtuluş mücadelelerini “terörizm” olarak damgalamaktan geri durmaz. Burjuva basın-yayın organlarının bütün kapitalist ülkelerdeki işlevi, kapitalist kölelik düzeninin ve burjuva sınıf egemenliğinin çıkarları tarafından belirlenmiştir ve bunun ötesinde burjuva yazar-çizer takımının özgürlük, ahlak üzerine vaazları tümüyle sahte, ikiyüzlü ve aldatma amaçlı uydurmalardan ibarettir.

BURJUVA BASINI TÜRKİYE’DE “MEHMETÇİK BASIN”DIR VE DEVLET İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ’NÜN BİR KOLU GİBİ ÇALIŞMAKTADIR
Kapitalizmin gelişmesinin burjuva toplumun tüm çelişkilerini kaçınılmaz biçimde gözler önüne sermesi, burjuvazinin, çelişkilerin üzerini örtme ve sınıf ilişkilerinden kaynaklanan gelişmeleri çarpıtarak sunma ihtiyacını da artırmıştı. Geri ülkelerin burjuva egemen sınıflarının olgu ve olayları çarpıtma ve yalana başvurma ihtiyaçları daha da fazladır. Onlar her zaman ezilen yığınların dikkatlerini kendi öz sorunlarından uzaklaştırmaya, “dış” sorunlara, bununla birlikte sözde ortak çıkarlara çekmeye özel bir önem vermektedirler. Bu ihtiyacın belirlediği çarpıtma ve yalana dayalı propaganda, bunalım dönemlerinde, bunalımın boyutlarına bağlı olarak daha da yoğunluk kazanmaktadır. Burjuva propaganda, ülkede ve uluslararası alanda meydana gelen her olayın burjuva sınıf çıkartan doğrultusunda yorumlanmasını esas alırken, halkın sorunlarıyla ilgileniliyormuş gibi bir görüntü yaratmaya da özen gösterilmektedir.
Türkiye’de burjuva basını, sömürücü egemen sınıfların, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere, Kürt halkına karşı gerici bir savaş silahı olarak kullanılmaktadır. Beş büyük burjuva gazetesi holding biçiminde örgütlenmiş büyük ticari işletmeler olarak 80 trilyonluk bir pazarı ellerinde tutmaktadırlar. TV kanallarına sahip olan bu gazeteler, promosyon ve reklam geliri yoluyla büyük rantlara el koymaktadırlar. Örneğin Hürriyet-SHOW-İktisat Bankası, Sabah-atv, Finans ve Marmarabank, Milliyet-Adabank, Türkiye-TGRT ve Faysal Finans ağı bunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Bugün kendisi de tekelleşmiş, tekelci şirketlere dönüşmüş bulunan bu basın, emekçi halk yığınlarının sömürülmesinden doğrudan pay almakta, savunucusu olduğu sınıf çıkarları doğrultusunda yığınların alıklaştırılıp-körleştirilmesi için sermayenin tüm olanaklarını ve teknolojik yenilikleri kullanmaktadır. Belli başlı burjuva yayın organları, gazeteler ve televizyon kanalları, haber anlayışları ve köşe yazarlarının yorumlarından, inceleme-araştırma yazılarına, haber programlardan müzik-eğlence programlarına, dizi filmlerden spor ve açık oturum programlarına kadar, tüm yazılı ve görsel faaliyetini işçi ye emekçilerin kapitalist sömürü sistemine bağlanması ve bağlı tutulması hedefine uyarlamıştır. Türk burjuva basınının “basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü” gibi bir sorunu olmadığı gibi, kendisi de devletten, devletin temel örgütü ordu ve polisten bağımsız değildir. Bu o denli açıktır ki: Türk Genelkurmayı, burjuva basınını “Mehmetçik basın” olarak övgüyle anmakta ve “Mehmetçik gazetecilere ödül törenleri düzenlemektedir. Burjuva basının “ünlü kalemleri” ordu ve polis şefleriyle yakınlıklarını bir övünç vesilesi olarak reklâm etmekte ve kariyer edinmede başta gelen koşul olarak görmektedirler. İstihbarat örgütünün basın şubesi gibi çalışan bu tür yazar ve muhabirlerin, ülkede meydana gelen olayları, halk yığınlarının acılarını, sefalet ve işsizliği burjuva çıkarlar doğrultusunda yorumlamaları bu bakımdan da kaçınılmaz hale gelmektedir. Burjuva basının ve bu basının yüksek maaşlı köşe yazarlarının, basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü karşısındaki tutumlarıyla, burjuva diktatörlüğünün, hükümetin, gerici-faşist burjuva partilerinin tutumu tam bir uyum içindedir. Muhalif olanın susturulmasını ifade eden bu tutum, işçi-köylü eylemleri ve Kürt halkını ilgilendiren sorunlarda tümüyle devletçi bir çizgiye denk düşmektedir. Örneğin burjuva diktatörlüğü ve hükümet çevreleri Kürt halkının Türk halkıyla birlikte özgürce ve kardeşlik ilişkileri içinde yaşamasını istemeyi, faşist ulusal baskı ve asimilasyonun son bulması için mücadele edilmesini, ulusların ve dillerin tam hak eşitliğinin gerçekleşmesi için çaba gösterilmesini “bölücülük” olarak değerlendirdiğinde, burjuva basın-yayın organlarının aynı konulardaki tutumu, devlet ve hükümet politikasıyla tam bir uyum göstermektedir. Sermaye ve gericilik, Kürt illerinde azgın bir şoven ve ırkçı politika uygular ve bombalama, köy ve ev yakma, göçertme, işkence ve kurşuna dizme yoluyla Kürt emekçilerine boyun eğdirmeye çalışırken, burjuva basın ve onun halk düşmanı yazar ve yorumcuları da buna paralel bir kampanya başlatmakta, “ülke bütünlüğünün tehlikede olduğu” üzerine demagojik bir propagandayla, diktatörlüğün katliamlarını gerekçelendirmeye ve aklamaya soyunmaktadır. Burjuva-faşist saldırıların ideolojik zeminini hazırlama görevinin yanı sıra, gerici-faşist yazar ve muhabirler birer polis hafiyesi rolüyle toplumsal olaylarda görev alma ve kamera ve kalemlerini halka karşı bir silah olarak kullanmaktan geri durmamaktadırlar. Burjuva basını “insan haklarımdan söz eder;’ ancak, Kürt gençlerinin onar, yirmişer gruplar halinde katledilmesini, öldürülen gençlerin gözlerinin oyulup, kulak, burun gibi organlarının kesilmesini, yaralı eylemcilerin helikopterlerden bırakılarak parçalanmasını, askeri reo’ların ve panzerlerin arkasına takılarak sürüklenmelerini, köylerin yakılmasını, evlerin içindeki eşya ve insanlarla birlikte ateşe verilmesini, düzen muhaliflerinin sokakta ve evlerde kurşuna dizilmesini, gözaltı kayıplarını, on-binlerce insanın işkenceden geçirilmelerini, sendikacıların tutuklanmasını, yazarların yazdığı yazılardan dolayı zindanlara kapatılmasını, bir hak ihlali olarak görmez. Aksine burjuva basın-yayın organları bu saldırıları teşvik etmekte, “terörizm” demagojisiyle desteklemekten geri durmamaktadır. Köşe yazarları ve polis muhabirleri düzen muhalifi kişi ve örgütleri polise ve kontrgerillacı cinayet çetelerine hedef olarak göstermekte, sokak infazlarına alkış tutan bayraklı şoven ve ırkçı güruhun gösterilerini reklâm ederek, bir polis kuvveti işlevi de görmektedirler. Bu basına göre “Kürt milletvekili” Orhan Doğan’ın boynunun sıkılmasının, Salman Kaya’nın milyonların gözü önünde linç edilmek istenmesinin, DEP’lilerin öldürülmesi ve tutuklanmasının, muhalif basına yönelik yasak ve saldırıların, Özgür Ülke gibi gazetelerin bombalanmasının, köylerinin askerler tarafından yakıldığını söyleyen muhtarların ve köylülerin gözaltına alınıp öldürülerek cesetlerinin araziye bırakılmasının karşı çıkılacak bir yanı olmadığı gibi, haber değeri bile yoktur.
Burjuva basını gerçekleri saptırmada gösterdiği başarı oranında görevini yerine getirmiş olmaktadır. Saptırma ya bölücülük üzerine demagojik bir kampanyaya hız verilerek veya “Yunan gâvuru” hikâyeleriyle, ya da her seferinde Türkiye’nin nasıl güçlendiği ve kalkınacağı üzerine senaryolarla motive edilmektedir. Sermaye ve gericiliğin, içerde halk muhalefeti karşısında sıkıştığı her durumda başvurduğu Yunan düşmanlığını körükleme tutumu burjuva basında tam bir şoven isteriye dönüştürülerek ele alınmakta, kara cahilin “savaşırız”, “gider alırız”, “ezer geçeriz”, “Yunanistan’a da çeki düzen veririz” türünden zavallıca çığlıkları manşete çıkarılarak, dikkatleri açlık, sefalet, işsizlik ve emekçileri sahte “milli” çıkarlarla oyalamada sınıf düşmanına güç vermeye çalışmaktadır. İçte yığın muhalefetinin yükseldiği durumlarda hemen “Yunan oyunu” hikayeleriyle provokasyon ortamı oluşturulmakta, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” ırkçı masallarıyla tüm komşu ülkeler halklarına karşı şoven bir propaganda yürütülmekte, “iç işlerimize karışılıyor” demagojisiyle, kitlelerin dikkatleri öz sorunlarından uzaklaştırılmak istenmektedir. Örneğin burjuva basın-yayın organlarının “Ege’de savaş” çığırtkanlığı Türkiye’nin şu aşağıdaki tablosunu gizlemenin bir aracına dönüşmüştür:
Türkiye kapitalizmi ve Türkiye egemen sınıfları ağırlığı giderek artan bir bunalım içindedir. Dış borç 76 milyar dolara, dış ticaret açığı 13 milyar dolara, iç borç 400 trilyona, enflasyon yüzde 137’ye tırmanmıştır. Uluslararası mali sermaye kuruluşlarının ve Türk tekelci burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda KİT’lerin tasfiyesi gündeme gelmiş, yüz binlerce işçi (yalnızca ’94’te 700 bin) işten atılmış, özelleştirme ve taşeronlaştırmayla yeni on binlerin sokağa atılması, kapıya dayanmış işsizlik, (yüzde yirminin de üzerinde) burjuva iktisatçıları ve profesörlerine “sosyal patlama tehlikesi” laflarını söylettirecek denli yükselmiş, Kürt illerinde inada sürdürülen ulusal imha ve teslim alma operasyonu işçi ve emekçilerin sırtından yaklaşık (’94 yılı itibariyle) 445 trilyon liralık bir savaş giderinin ortaya çıkmasına yol açmış, (bu Türkiye bütçesinin yüzde altmışı kadardır) açlık ve sefalet tam bir toplumsal felaket düzeyine yükselmiştir. Türkiye “gelişen ekonomiler” içinde “küme düşme sınırına” gelmiş, ’94’te dünyanın ekonomisi en kötü olan ikinci ülkesi olma payesi kazanmıştır. Türkiye’de GSYİH (-8,6 iken) bu oran Çin’de 10,4, Endonezya’da 6,5, Singapur’da 10,2, Güney Kore’de 8,1, Arjantin ve Şili’de 4,5 olmuş ve gene sanayi üretimi Türkiye’de (-13,6 iken), Çin’de 28,9, Endonezya’da 18,2, Güney Kore’de 15,0, Polonya’da 16,7 olmuştur. Enflasyon oranı % 140’lara doğru yükselişe geçerken, ücret ve maaşlar dondurulmuş ve sürekli değer yitimine tabi tutulmuştur.
İşyerleri kapatılma tehdidi altında tutulan KİT çalışanları, Zonguldak ve Karabük’te sokağa dökülerek yeni bir mücadele dalgasının yükselmesinin işaretlerini vermektedirler. İzlenen ekonomi-politika ve YÖK Yasası’yla askerileştirilen üniversitelerin öğretmen ve öğrencileri, işçiler ve memurlar -henüz birleşik bir hareket içinde bir araya gelmekten uzak olmalarına karşın- ayaktadırlar. Kürt halkıyla birlikte Türk halkı da, devletin Kürt emekçi halk kitlelerine karşı sürdürdüğü inkâr, imha ve göçertme politikasına öfke duymaya başlamış, burjuvazinin Kürt politikasının özünde işçi ve emekçileri köle düzeyinde tutma amacına hizmet ettiğini anlamaya, kavramaya başlamıştır. İşçi sınıfının en ileri kesimi tekelci burjuvazinin, diktatörlük ve hükümetin, onlarla birlikte sendika üst bürokrasisinin gerici saldırı ve barikatlarına karşın giderek etkinlik kazanan bir örgütlenme ve örgütlü mücadele doğrultusunda küçümsenemez adımlar atmakta, sınıf tutumuyla öne çıkarak toplumun tüm ezilen kesimlerini etrafında toplama ve birleşik bir halk hareketini geliştirme perspektifi bu kesim içinde giderek netleşmektedir.
Yalnızca işçiler ve kamu çalışanları değil, tarım üreticileri de devlet ve hükümet politikalarına karşı muhalefetlerini geliştirmektedirler. Çünkü Türkiye egemen sınıflarının içinde bulundukları bunalım, yalnızca sanayiyi vurmakla kalmamış, uluslararası mali sermayenin dayatmalarıyla uygulanan politika bir “tarım ülkesi” olarak bilinen Türkiye’de tarımın da felce uğramasına yol açmıştır. Genelde yatırımlar durdurulur ve kalkınma hızı eksi onlara geri çekilirken, tarım ürünlerinin üretiminde de son yuların en büyük düşüşü gerçekleşmiştir. Maaşların, ücretlerin ve tanın ürünleri taban fiyatlarının düşük tutulması ve yanı sıra tarımsal girdi fiyatlarının sürekli büyümesi (gübrede % 450, tarım makinelerinde % 300, çuvalda % 200, ilaçlamada %300 vb.) küçük ve orta boy üreticiyi üretim yapamaz duruma getirirken, hükümetin ekonomiden sorumlu bakanı tıkanıklığı Habur Sınır Kapısı’ndan Irak’a sokulan patates ve soğanla izah etmeye çalışmıştır. Bakan, izlenen politikanın sonuçlarını gizlemek amacıyla sorunu çarpıtmakta ve “arz-talep dengesizliğini patates ve soğanla izah etmektedir. Böylece hem burjuva politikası aklanmış ve hem de tarım ürünlerinin daha fazla ithalatına artan ihtiyacın sorumluluğu Habur’da ticaret yapan kamyon şoförlerine aktarılmış olmaktadır. “Mehmetçik basın” bu konuda da “gürültü koparmama” tutumu içindedir. Oysa özellikle 12 Eylül sonrası dönemde, emperyalist tekeller yararına uygulanan ekonomi politika Türkiye tarımını can çekişir hale getirmiştir. Yıllara göre, buğdayda, tütünde, çayda ve diğer ürünlerde üretim gerilerken bu tahribat hayvan ve hayvancılık ürünlerine kadar genişlemiştir. Örneğin 1982’de 24 milyon dolar olan hayvancılık ürünleri ithalatı geçen sürede 15 kat artarak 353 milyon dolara çıkmıştır. Hükümet buğday başta olmak üzere tarım ürünlerinin daha fazla ithali için, ithal vergilerini düşürmek için yeni yasal düzenlemelere gitmektedir. Bu politika küçük ve orta boy üreticinin tekelci sermaye ve hükümete karşı protestolarına yol açmış ve Manisa gibi yerlerde tütün üreticilerinin eylemleri gelişmiştir.
Burjuva basın, sermaye ve diktatörlüğün politik çizgisinde bütün bu gelişmeleri gizleme yoluna giderek, özelleştirmenin “faydaları”nı propaganda etmekte, Türkiye’nin bölgede “büyük bir güç haline geldiğinin reklâmını yapmaktadır. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne büyük Türk dünyası” demagojisi, eski hızından kaybetmesine ve Türkiye gericiliğinin “taşeron firma” rolünü bile oynamayacak denli güçsüzlüğü anlaşılmasına karşın, hâlâ sürdürülmektedir. Bu propagandaya göre, Türkiye’nin Amerikan mandası altında Türkî Cumhuriyetlerde oynayacağı rol ve gene ABD politikaları doğrultusunda Balkanlar’da üstlendiği görev ve içerde GAP gibi projelerle 20. asır “Türklerin asrı olacaktır”!
Türkiye gericiliği bu “güçlülük kanıdandı bölge ülkelerine karşı bir güç unsuru olarak değerlendirmekte, Türkî Cumhuriyetler politikasının iflası ve Bosna-Hersek batağına saplanarak içine girdiği çıkmazı gizleyen burjuva propagandası ekonomik iflası da “hızla kalkınmakta olduğumuz” demagojisine ve GAP gibi (tamamlandığı koşullarda bile sözü edilmeye değer bir canlanma sağlamaktan uzak olan) projeleri abartarak örtmeye çalışmaktadır. Oysa reklâm edildiğinin aksine, GAP, Türkiye gericiliğinin Kürt illerindeki çıkmazına ve tarımsal krizine herhangi bir çıkış sağlayamamaktadır. “Köylünün yüzü gülecek”, “toprak suyla buluştu” edebiyatının toprak ağaları ve tekeller ile Kürt köylüsü arasındaki çelişkinin üstünü küllemeye yönelik olduğunu, Kürt köylüsü de anlama sürecine girmiştir. 1.7 milyon hektar arazinin sulanacağı ve verimin kat kat artacağı propaganda edilirken bu topraklardan yararlanma olanağının bulunup bulunmadığı geçiştirilmektedir. Oysa toprakların yüzde 80’inin büyük toprak ağalan ve yerli ve yabancı tekeller tarafından parsellendiği, bilinen bir gerçektir. Ne ki, burjuva basın için bunun hiçbir önemi yoktur. “Harran’da toprakların hepsi ağalarındır. Fakir fukaranın toprağı yoktur. Adil bir toprak reformu istiyoruz” diyen Kürt köylülerinin sözleri, bu basın tarafından duyulmaz. Özel silahlı güçleri de bulunan Kürt toprak ağalarının onlarca köy ve on binlerce köylü üzerine kurdukları feodal-burjuva baskı ve sömürü görmezden gelinir. Türkiye nüfusunun en alt grubunda yer alan 12 milyon kişinin yıllık gelirinin yalnızca 400 dolar olmasının, yani milyonlarca insanın mutlak yoksulluk içinde yaşamasının onlar için hiçbir önemi yoktur.
Burjuva propagandası her fırsatta ahlakçılık üzerine ders vermekten geri durmaz. Ama onun ahlakla, basın ahlakıyla ilişkisi çirkef denilecek türden bir ahlaksızlıktan ileri gitmez. Fuhuşu ve kadın vücudu pazarlamacılığını 900’lü telefonlar aracılığıyla en aşağılık tarzda besleyen bu basın, hastalıklı ve doyumsuz toplum bünyesinden rant geliri sağlamak için her yola başvurmakta, promosyon kampanyalarıyla tiraj artırmaya çalışmakta, yalnızca yetişkin nüfusu değil, ama aynı zamanda çocukların yönlendirilmesi, kapitalist tüketimin aracı haline getirilmesi ve reklam aracı olarak kullanılmaları için her türden teknolojik oyuna başvurmaktadır. Bu basın, düzen muhalifi basının haklarıyla ilgili en küçük bir kaygı taşımaz. Aksine onun susturulmasını kendisinin hareket olanaklarının genişlemesi olarak değerlendirir. Ama öte yandan burjuva basın-yayın organları aracılığıyla burjuvazi, işçi ve emekçilerin “kendilerini ifade etme ve seslerini duyurma olanaklarının genişlediği” iddiasını da sürdürmektedir. 900’lü istasyonlarının dinleyici isteklerine “yer vermeleri bu iddianın kanıtları olarak gösterilmektedir. 900’lü telefonlar “görüş bildirme”nin iletişim tekellerinin bütün dünyada başvurduğu bir rant sağlama yöntemi olması gerçeği bir yana; atv gibi kanallardaki tartışmaların sınırlarının, “milli çıkarlar” gerici demagojisine sarılan egemen sınıflar ve MGK tarafından çizildiği, bu tartışmalarda sisteme radikal eleştirilere yer olmadığı, “sistem dışına taşan” görüşlere anında müdahale edilip kesildiği bilinen bir şeydir. Gene yerel radyo ve TV kanallarının faaliyetlerinin sınırları mevcut yasa ve anayasa maddeleriyle belirlenmiş olup, birçok durumda buna ek olarak milli güvenlik adına vali, polis şefleri ve DGM savcılarının fiili müdahaleleriyle bu yayınların egemen sınıfların çıkarlarına ve onların egemenlik sisteminin devamına hizmet etmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu radyo ve TV kanallarında en fazla hükümet uygulamalarına reformist eleştiriler yöneltilebilmekte ve bazılarında “devrimci halk müziğinden parçalar verilmektedir. İletişim ve propaganda araçlarını, burjuva egemenliği koşullarından ayrı ele almanın olanağı yoktur. Onların işçi ve emekçilerin mücadelesinin platformları olarak kullanılabilmeleri ancak yığın hareketinin yükselme koşullarında mümkündür. Bugün bazı yerel istasyonlarda yansıyan nispi muhalif çabalan küçümsememek, ama aynı zamanda yanıltıcı abartmalardan kaçınmak zorunludur. İşçi ve emekçilerin ve onların çıkarlarını savunan devrimci basın ve yayınının ağır faşist baskı ve yasaklarla karşı karşıya olduğu gerçeğini gizleyen “iletişim alanında kendini ifade etme özgürlüğü bulunduğu” biçimindeki iddialar, ezilen kitlelerin yanıltılmasına hizmet etmektedir.
Burjuva basın yayın organları ve burjuva propagandası geniş işçi ve emekçi yığınlarının temel toplumsal sorunlarının üstünü örterek, mevcut kölelik sisteminin devamı için sürekli yapay “ilgi” konulan öne çıkarmakta; işçilerin ve tüm ezilenlerin kendi çıkarları ve kurtuluşları için mücadeleye atılmalarını engellemeye, mevcut devleti ve sömürü sistemini sorgulamalarına, iletişim araçlarının burjuvazi ve toprak ağaların elinde olmasından kaynaklanan sömürü ve baskıyı kaynaklarıyla birlikte ortadan kaldırmak üzere örgütlü politik eyleme geçmelerine set çekmeye çalışmaktadır. Sözgelimi tümüyle emekçilerin sırtlarından beslenen ordu, polis ve tüm devlet asalakları bürokrasisinin, emekçiler iradesine rağmen ve bu iradeye karşı bir baskı ve sindirme aracı olarak toplumun tepesinde yer aldığını gizlemek; işçilerin, köylülerin, memurların, öğrencilerin her eylemine karşı bu güçlerin seferber olmasının sorgulanıp, onların gerçek işlevinin görülmesini engellemek, bu basının birincil görevidir. İşçi ve emekçi halk yığınları açlık ve sefalete mahkûmken, milletvekillerinin, subayların, polis şeflerinin ve üst bürokratların ayrıcalıklı -şatafatlı yaşamı; halk iradesine ve halka karşı sürekli suç işlemelerine rağmen bulundukları mevkilerde kalmaları ve kovuşturulmamaları; hiçbir hakları olmadığı halde on milyonlarca emekçinin nasıl yaşayacakları konusunda kararlar alıp uygulamaları vb.nin sorgulanıp bütün bunlara son vermeyi hedefleyen bir halk hareketinin gelişmesini engellemek bu basının temel görevidir.
Özetle; bilim ve teknikteki gelişmeler, bunun bir alanı olarak iletişim ve propaganda araçları alanındaki yenilikler burjuvazinin elinde, işçi ve emekçi halk yığınlarına karşı bir silah olarak kullanılmaktadır. Bilimsel gelişmelerden gerçek anlamıyla yararlanmak, ancak proletarya iktidarı koşullarında mümkün olabilecektir. Bugün ise, ancak devrimci kitle muhalefetini yükseltme ve yaygınlaştırma yoluyla bu araçlardan belirli oranda ama daha etkin tarzda yararlanmanın yolu açılabilir. Bilimsel-teknolojik buluşları ve iletişim alanındaki gelişmeleri sınıflı toplum gerçeği dışında değerlendirmenin olanağı yoktur.

Ocak 1995

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑