TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMININ SEKTÖREL DAĞILIMI
OECD 2006 istihdam raporuna göre, Türkiye, yüzde 26,5 seviyesinde olan kadınların işgücüne katılma oranı ile 30 OECD ülkesi içinde ‘en kötü’ durumda olan ülke olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de, 2006 yılında, kentlerdeki toplam işgücü sayısı 14.882.000 iken, bunun yalnızca 3.243.000’i kadındır. Kadınlar daha çok kırda iş gücüne dâhil olurken, göç gibi etkenlerle kentlere gelen kadınlar, kırdaki gibi iş gücüne dâhil olmamaktadır. 1995 ve 2006 yılları arasında, kırda işgücüne katılım oranı, %49,3’den 2006’da %33’e düşmüştür. Bu on bir yıllık süre içinde, kentlerde ise, iş gücüne katılım oranı, %17,1 den yalnızca %19,9 a yükselmiştir. Kentlerdeki yükseliş, kırdaki düşüşün oransal olarak çok altındadır. Bu yüzden kadınların iş gücü dışına çıktıkları söylenebilir. 1995 – 2006 yılları arasında tarım sektöründeki azalış çok büyük oranlarda olurken, sanayideki istihdam artışı sınırlı kalmıştır. Türkiye’de yıllardır çözülemeyen kadınların iş gücüne katılma sorununun, 2007 yılında, TÜİK’in verilerine göre devam ettiğini görüyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2007 yılı Ocak dönemi verileri incelendiğinde, kadınların işgücüne katılma oranı, Türkiye genelinde yüzde 24 olarak görülüyor. Yani hemen her dört kadından sadece biri işgücüne katılıyor. Bu verilerin tam olarak gerçek tabloyu yansıtmadığını belirtmemiz gerekir. Tarımda çalışan kadınlar ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken, kadınların bazı kayıt dışı sektörlerde istihdam edildiğini unutmamak gerekir. Bu oranlar, TÜİK verilerine yansımamaktadır.
Kentlerdeki kadın istihdamının en fazla olduğu sektör, hizmetler sektörüdür. İmalat sektöründe ise, son on yılda, kadın istihdamı bakımından sınırlı bir artış olmuştur. İmalat sektöründe kadınların hangi iş kollarında çalıştıklarına dair TÜİK’in yaptığı bir çalışma bulunmamaktadır.
Tekstil ve Konfeksiyonun yeri
SSK’nın verilerine göre, kadınların en fazla istihdam edildikleri işkollarında başını “Tekstil ve Konfeksiyon” çekmektedir. Tekstil ve konfeksiyon, aynı zamanda kayıt dışı istihdamın da en yoğun olduğu iş koludur. İmalat sanayinde çalışan kadın işçilerin %34’ü konfeksiyon ve deri eşya işkolunda çalışmakta, tekstilde ise %17.6’sı istihdam edilmektedir. SSK’ya kayıtlı 595.158 kadın işçinin 271.686’sı tekstil ve konfeksiyonda, 202.636’sı sadece konfeksiyonda çalışmaktadır. Bu durum da göstermektedir ki, kadın istihdamında birinciliği tekstil ve konfeksiyon almaktadır. Tekstil ve konfeksiyon sektörü, DTM (Devlet ve Ticaret Müsteşarlığı) ve DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) verilerine göre, GSMH içerisinde %11, imalat sanayi üretiminde %18,7, toplam istihdamda % 11’lik paya sahiptir. Türkiye, bu verilerle, sadece yurt içinde başarılar göstermemiş, başarılarını, tekstilde dünya 10.’su olarak, konfeksiyonda ise dünya 4.’sü olarak devam ettirmiştir. TEKSİF’in verilerine göre, sektörde 2.000.000 kayıt dışı çalışan vardır. Bu da, yaklaşık olarak sektörün %80’ine denk düşmektedir. Tahmini olarak, bu rakamın yarısı kadın işçilerden oluşmaktadır. 1940’ta kurulan sendika, 18. Genel Kurulu’nu tamamlamıştır. Sümerbank’ın özelleştirilmesiyle üye sayısını hızla kaybeden sendika, 2008’de 10.000 üyeye sahiptir. Krizden dolayı; örgütlü işçilerden 3.000’i işten atılmış, 2500’ü ücretsiz izine çıkarılmıştır.
KONFEKSİYONDA KADIN EMEĞİNİN TERCİH EDİLMESİ
Konfeksiyon sektörü, ülke ekonomisinde önemli bir yerde durmakta ve kadın istihdamının da en yoğun olarak görüldüğü alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi neden kadın emeğinin tercih edildiğini inceleyeceğiz. Türkiye’de rekabet gücü yüksek sektörlerin başında konfeksiyon sektörü gelmektedir. Bugün dışsatımda en büyük payı alan bu sektör, rekabet gücünü artırmak için maliyetlerini azaltmak zorundadır. Maliyet hesaplarında % 30-40’lık paya sahip olan işçilik ücretleri, ucuz iş gücüne talebi artırmaktadır. Engels, İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu kitabında, tekstil işçileri için söylediği, “Kol etkinliği, güç harcama, makinelerin kullanılmasıyla su ve buhar gücüne aktarıldığı ölçüde daha az erkeğin istihdamına gereksinim olur; kadınlar aslında daha ucuza çalıştıkları ve bu iş dallarında daha iyi çalıştıkları için onlar istihdam edilir” sözleri hâlâ geçerlidir. Bugün de, teknolojik gelişmelere rağmen emek yoğun karakterini koruyan konfeksiyon sektöründe, kadın, hâlâ ucuz işgücü olarak görülmektedir. Kadınların ucuz iş gücü olarak değerlendirilmelerinin arkasında yatan iki sebep vardır. Bunlardan birincisi, kadınların fiziksel yapısıdır. Kadınların doğurganlık özelliği, aybaşı günlerinde verimliliklerinin düşeceği ön yargısı, onların daha az ücretle istihdam edilmelerine neden olmaktadır. İkinci sebep ise, ataerkil toplumda kadınların toplumsal rolleriyle ilgilidir. Kadınlara yönelik yapılmış araştırmaların çoğunda, kadınların erkeklerden daha az ücretle çalıştığı ortaya çıkmıştır. Erkekler, aile için ekmek parası kazanan işçi olarak kabul edildiğinden, onun aldığı ücret, aileyi geçindiren ücret olarak görülmektedir. Kadının aldığı ücret ise, aile geçimine katkı sağlayan ücret olarak görüldüğü için, daha düşük olabilmektedir. Kadınların ucuz işgücü olmaları yanında, onlara uygun görülen toplumsal özellikler de, sektörün kadın emeğine olan yoğun talebinde etkilidir. Yapılan araştırmalarda ve bizim de Balgat Tekstil Havzasında yaptığımız alan araştırmasında, işverenler, genellikle kadınları dikiş işine daha yatkın, düzenli, titiz, uyumlu, istekli, sabırlı, ince fikirli, estetiğe önem verdiklerini düşündükleri için, bu sektörde istihdam edilmeye daha uygun olduklarını belirttiler. İşverenlerin söylediklerinden de anlaşılacağı gibi, kadınlar, esnek, sosyal güvencesiz, izin kullanmadan, zor koşullar altında çalıştırılmaya ses çıkarmamaktadır. Konfeksiyonda işçi kadınlar, sosyal yaşamları olmadan, beceri gerektiren işlerde istihdam edilmekte; bu yüzden tercih edilmektedirler. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, temizleme, model çıkarma, dikiş gibi işlere kadınların eli daha yatkındır. Ayrıca konfeksiyon, son derece monoton işlerin yapıldığı ve formel eğitimin zorunlu olmadığı bir sektördür. Erkeklere oranla kadınlar, bu tür işlerde daha çok tercih edilir.
KADINLAR NEDEN KONFEKSİYONU TERCİH EDİYOR?
Yapılan araştırmalarda ve bizim de Balgat Tekstil Havzasında yaptığımız alan araştırmasında, kadınlara, “sizce kadınlar için hangi meslekler uygundur?” diye sorduğumuzda, genelde devlet memurluğu, öğretmenlik gibi kendi işlerine kıyasla daha düzenli ve garantili mesleklerin kadınlar için daha uygun olduğunu düşündüklerini belirttiler. “Peki siz neden konfeksiyon sektöründe çalışıyorsunuz?” diye sorduğumuzda ise, genelde, “elime yatkın”, “zamanında dikiş nakış kursuna gitmiştim”, “küçüklükten beri dikişe meraklıyım” ya da “bilmiyorum” gibi yanıtlar aldık. Konfeksiyonda çalışan kadın profilinin genel olarak kırdan kente göç etmiş ve tek maaşla geçinemeyen ailelere sahip bireylerden oluştuğunu düşünürsek, kadınların, kendi ekonomik özgürlüklerini kazanmaktan ziyade aile geçimine katkıda bulunmak amacıyla işgücüne katıldıklarını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, kadınlar, toplum ve aileleri tarafından “kadın işi” olarak görülen dikiş işine ve dolayısıyla konfeksiyon sektörüne yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla aldığımız cevaplar da göstermektedir ki, kadınlar, kendilerine uygun görülen toplumsal rollerinin dışında meslek tercihi yapamamakta, bu yüzden konfeksiyona yönelmektedirler. Ayrıca yaşlılık, çocuklu olma, ailenin izin vermemesi gibi çeşitli nedenlerle dışarıda iş bulma olanağı sınırlı olan kadınlar için, konfeksiyon sektörü evde çalışabilme olanağı sağladığı için de, kadınlar tarafından tercih edilme nedeni olmaktadır.
KONFEKSİYONDA ÜRETİM ÖRGÜTLENİŞİ VE KAYIT DIŞI ÇALIŞTIRMA
Konfeksiyonda üretim örgütlenmesi çok çeşitlilik göstermektedir. Konfeksiyon sektöründe yaygın olarak görülen üretim şekilleri fason ve taşeronluk uygulamalarıdır. Fason üretim, biri diğerine göre ekonomik üstünlüğe sahip iki firma arasındaki ilişki sonucu, küçük firmanın, büyük firma için, anlaştıkları türde, miktarda ve kalitede sürekli olacak şekilde üretim yapması ve bu üretimi anlaştıkları tarihte teslim etmesidir. Daha önce atölyelerde işçi olarak çalışmış ve o işte ustalaşmış, firmalarla fason ilişki bağlantısı kurmuş, deneyimli işçiler veya ana firma sahiplerinin akrabaları kendileri için 15–20 makineden oluşan atölyeler açıyor. Atölyeler, genelde çevre, çöküntü semtler dediğimiz semtlerdeki merdiven altı, sağlıksız yerlerde açılıyor. Çoğunluğunun imar iskânı bile yok.
Diğer yandan taşeron ise, “işletmenin faaliyet alanının tamamen dışında, özel uzmanlık gerektiren bir işin görülmesi olarak işletmeler için oldukça da yararlı bir uygulama” biçiminde başlamıştır. Ancak, günümüzde, asıl işlere yardımcı işlerden başka, asıl üretim alanlarına da alt işveren uygulamaları girmiştir. Aynı fabrikada aynı işi yapan iki işçi farklı kurumlara bağlı olarak çalıştırılabilmekte, farklı maaş ve sosyal güvenlik uygulamaları ile karşı karşıya kalabilmektedir. Konfeksiyon sektöründe taşeron işçi çalıştırma ve fason dışındaki bir diğer üretim biçimi ise, evde çalıştırmadır. Ana firma, genelde makine gerektirmeyen, yoğunlukla el becerisi isteyen iplik temizliği, nakış ve aksesuar gibi işleri evde çalıştırdığı kadınlara yaptırmaktadır. İşveren, böylece hem sigorta, vergi gibi maliyetlerden kurtulmakta, hem de çalışanların tüm haklarını elinden almaktadır. Evde çalıştırma yoluyla sadece işveren değil, devlet de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemekte, geleceği oluşturacak yeni kuşakların bakımı ve yetiştirilmesi görevini aile içindeki kadına devretmektedir. Böylece aile içindeki kadın, aslında bütün bir toplumun ve devletin görevi olan hem insan soyunun hem de iş gücünün yeniden üretimindeki temel rolü tek başına üstlenmektedir.*** Evde çalıştırmanın bir başka boyutu ise, kadınların sınıf bilinçlerinin oluşmaması ya da bir araya gelip hak arama mücadelesi verememeleridir.
Konfeksiyon sektöründe önemli olgulardan biri de, kayıt dışı çalıştırmadır. Türkiye’de kayıt dışı çalıştırmanın en yoğun olduğu sektörlerden biri konfeksiyondur. Sektörde, %80’e varan oranda, 2 milyonu aşkın kayıt dışı çalışan olduğu tahmin edilmektedir. Kayıt dışı çalıştırma ile işverenler ve fason üreticiler vergi vermeme, faturasız mal satma ve sigorta primi ödememe gibi uygulamalarla iş gücünü % 40 oranında daha ucuza çalışmaktadırlar.**** Bir diğer ilginç nokta ise, bazı fason firmaların kendilerinin dahi kayıt dışı olmalarıdır. Özellikle kriz dönemlerinde artan işsizlik baskısı işçilerin gelecek kaygısının önüne geçmekte ve onları kayıt dışı çalışmaya mecbur bırakmaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz üretim örgütlenişi ve kayıt dışı çalıştırma ile işverenler, bir yandan maliyetlerini düşürüp kârlarını artırırken, öte yandan işçilerin sendikalaşmalarını engellemektedirler. Özellikle fason firmalarda çalışan kadınlar, işyerlerinde maaş alamama, sigortaların ödenmemesi gibi nedenlerle sık iş değiştiriyorlar. Ayrıca fason firmalarda çalışan sayısı ana firmalara göre daha az ya da çalışanlar işverenin akrabalarından oluşuyor. Bu nedenlerden dolayı, fasonlarda sendikalaşma oldukça güçleşmektedir. Kendisi kayıtsız olan veya kayıt dışı işçi çalıştıran fasonlarda işçilerin sosyal güvencesi olmadığı için, bir sendikaya üye olmaları da mümkün değildir. Taşeron işçi çalıştıran ana firmada ise, kayıtlı işçiler sendikalaşabilseler bile, taşeron işçiler sendika üyesi olamıyorlar. Evde çalıştırılan kadınların da herhangi bir sosyal güvencesi olmadığı ve sınıf bilinci taşımadıkları için sendikalı olmaları mümkün olmuyor.
Balgat tekstil havzasında yaptığımız alan araştırmasında gördük ki, sendikasızlaşmanın bir başka boyutu ise, sendikaların bu alanda yeterli çalışma yürütmemeleridir. Sektörde en çok üyeye sahip Tekstil, Örme ve Giyim İşçileri Sendikası’nın (TEKSİF) Balgat’ta örgütlü olduğu tek bir atölye bulunmamakta ve sendikanın adı dahi bölgede bilinmemektedir. Bu durumun sebebini TEKSİF yetkililerine sorduğumuzda, “Bu alanda örgütlenmek çok zor” yanıtını aldık.
BALGAT TEKSTİL HAVZASINDA YAPTIĞIMIZ ALAN ARAŞTIRMASI VE GÖZLEMLERİMİZ
Balgat tekstil havzasında 150 civarında tekstil firması bulunmakta ve tam olarak bilinmemekle beraber 20.000 civarında işçi istihdam edilmektedir. Dörtel, Desen, Ekol, Seçil, Modailgi gibi büyük firmaların yanında çok sayıda tabelalı veya tabelasız fason üretim yapan atölyeler bulunmaktadır. Ana firmalar, genelde alt katları mağaza olarak kullanılan ve iş merkezi görünümünde yüksek katlı binalardır. Üst katlarında atölyelerin olduğu ve buralarda üretim yapıldığı, siyah camlı olmaları nedeniyle ilk bakışta anlaşılmamaktadır. Fason üretim yerleri ise, genelde apartmanların ve firmaların alt katlarında oldukları için, aynı durum buralar için de geçerlidir. Sadece işe giriş ve çıkış saatlerinde firmaların içinde üretim yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kadın işçilerle yaptığımız görüşmelerin ayrıntılarına geçmeden önce, alanda karşılaştığımız güçlüklerden bahsetmek istiyoruz. Öncelikle okulumuzdan aldığımız izin kâğıdımız olmasına rağmen, bazı firmaların (Desen, EKOL, SEMENTA) kapısından bile giremedik ya da bir yetkili ile görüşemedik. İçeri alındığımızda ise, işçilerin dikkatini dağıtacağımız gerekçesiyle, mesai saatleri içinde görüşme yapamayacağımız, ancak mola vakitlerinde gelirsek görüşebileceğimiz söylendi. Mola vakitlerinde işyerlerine gittiğimizde ise, şeflerin gözetiminde ve onların belirlediği işçilerle görüşme yapmak durumunda kaldığımız için, çok sağlıklı yanıtlar alamadık. Bu nedenle, genelde iş çıkışlarında işçilerin evlerine giderek görüşmelerimizi yapmaya çalıştık.
Balgat’ta yaptığımız alan araştırmamızın amacı profil çıkarmaktan ziyade eğilim belirleme olduğu için, çok sayıda işçi ile kısa görüşme yerine az sayıda işçi ile uzun görüşme yapmayı tercih ettik. Seçil, EKOL, Plaka, MODAİLGİ ana firmalarından sekiz işçi ve iki fason atölyesinden iki işçi olmak üzere, toplam on kadın işçi ile evlerinde görüşme yaptık. Görüşmelerimizde, kadın işçilerin sınıf bilinçlerini, sendikalaşmaya bakış açılarını ve bu olguların kriz döneminde değişip değişmediğini gözlemlemeye çalıştık. Öncelikle ana firmada ve fasonda çalışan kadın işçilere çalışma koşullarının nasıl olduğunu sorduk. İlk başta hepsi iyi olduğunu söylerken, görüşme ilerledikçe sorunlarını anlatmaya başladılar. Balgat’ta bulunan konfeksiyon firmaları, günde 10–12 saat arasında üretim yapıyor. Kadınların bu yönüyle 8 saatlik iş günü uygulamasından habersiz olduklarını, haberdarlarsa da, buna bir tepki göstermediklerini öğrendik. Ayrıca bazı ana firmalar ve fason firmalarda Cumartesi günleri üretime devam edilirken, işçilere mesai ücreti verilmediği söylendi. Ana firmalarda kameralar ile işçilerin sürekli gözetim altında tutulduklarını, bu yüzden kendilerini rahatsız hissettiklerini öğrendik. Ayrıca kadın işçiler, şeflerin neredeyse tamamının erkek olmasından dolayı, bazı özel şikâyetlerini paylaşamadıklarını söylediler. Özetle, ana firma ve fasonlarda sıkça karşılaşılan sorunları, uzun saatler çalışma, mesai ücreti alamama ya da az alma, gözetim altında tutulma, şeflerin erkek olması olarak sıralayabiliriz. Fason firmalarda ise, çalışma mekânından kaynaklanan sağlıksız koşulları da belirtmek gerekir. Genelde merdiven altında bulunan fason firmalarda, soğuk mekânlarda havalandırma sistemi bulunmuyor, çok dar alanlarda fazla sayıda işçi çalışıyor, iş güvenliği önlemleri yok, sürekli şefin gözetimi altında bulunuyorlar. Buna karşılık ana firmalarda koşulların nispeten daha iyi olduğu söylenebilir. Ardından kadınlara, işyerindeki çalışma arkadaşlarıyla ilişkilerinin nasıl olduğunu sorduk. Genelde samimi ilişkiler kuramadıklarını, bunu isteseler dahi, hem işin yoğunluğundan dolayı zaman bulamadıklarını, hem de dedikodular yüzünden arkadaşlık ilişkisi kuramadıklarını söylediler. Çalışma koşulları ve iş arkadaşlarıyla ilişkilerini öğrendikten sonra, idari personel ya da farklı nedenlerle çalışma yaşamında karşılarına çıkan sorunlara karşı neler yaptıklarını öğrenmek istedik. Maaş alamama, zamların verilmemesi, izinlerde sıkıntı çıkması ya da doğum, hamilelik gibi dönemlerde yapılan muameleler ile ilgili sorunlarda, kadınlar, genellikle diğer işçilerle birlikte hareket etmeyip, bireysel olarak tepkilerini gösteriyorlar. Ayrıca bazı firmaların akraba ve tanıdıklarını istihdama yönelik politikalarından dolayı, buralarda çalışan işçilerin haksızlıklara tepki göstermeyi bir ‘ayıp’ olarak gördükleri söylenebilir. İşçilerin tavrında dikkatimizi çeken bir diğer önemli nokta ise, kendilerinin asıl üretici olduklarının farkında olmamaları ve patronları, onlara adeta iyilik yapan insanlar olarak görmeleridir. İşverenlerden ve kendilerinden bahsederken sınıf temelli bir ayrıştırmaya gitmeyip, duygusal kavramlaştırma yaptıklarını gözlemledik. Özellikle kriz dolayısıyla zam alamamalarını, işten çıkarma yerine patronun bulduğu bir çözüm yolu olarak benimsemekte ve rahatsızlık duymamaktadırlar. Krizin asıl sorumlusunu devlet ve hükümet olarak görmekte, ancak sermaye ve hükümetin ilişkisini görmezden gelerek, patronların asıl mağdur olduğunu düşünmektedirler. Çalışma hayatındaki sorunlara bireysel çözüm aramaları, iş arkadaşlarıyla sınıfsal bir bağ kuramamaları ve emek-sermaye çelişkisini adlandıramamaları nedeniyle, Balgat’ta görüşme yaptığımız kadın işçilerin sınıf bilinçlerinin gelişkin olmadığını söyleyebiliriz.
Kadınların işçilik deneyimlerini ve işverenlerle ilişkilerini dinledikten sonra, onlara “Sendikalı mısınız?” sorusunu sorduk. Aldığımız cevaplar, “Hayır, Hiç düşünmedim, Bilmiyorum, Gerek duymadım” şeklindeydi. Yalnızca fason firmada sosyal güvencesiz çalışan bir kadın işçiden, “Değilim, ama olmak isterdim” yanıtını aldık. “Gerek duymadım” diyenler, zaten haklarını aldıklarını belirttiler, fakat genelde sekiz saatlik iş günü, kreş hakkı, doğum izni gibi haklarının ya farkında değillerdi ya da çevrelerinde böyle deneyimler yaşanmadığı için, bu hakları elde etmeye yönelik talepte bulunmuyorlardı. Ayrıca sınıf bilinçlerinin gelişkin olmamasına sebep olan olguları, sendikalara mesafeli durmalarının da sebepleri olarak sıralayabiliriz. “TEKSİF’ i biliyor musunuz?” sorusuna ise, hiçbir kadın işçiden olumlu yanıt almadık. Hiçbiri daha önce duymamıştı. Böylece sunumumuz içinde bahsettiğimiz, TEKSİF’in bu alana yönelik bir çalışmasının olmadığını görmüş olduk.
Sendikalarla ilgili sorularımızı yönelttikten sonra, ekonomik krize ilişkin, krizden nasıl etkilendikleri, krizi nasıl yorumladıkları ve krizle birlikte örgütlü veya örgütsüz mücadeleye nasıl baktıklarını öğrenmeye yönelik sorular sorduk. “Ekonomik krizden sonra çalışma koşullarınızda bir değişiklik oldu mu?” diye sorduğumuzda, bazı firmaların üretim miktarını azalttıklarını ve işten çıkarma yaptıklarını, bazı firmaların ise sürümden kazanmak amacıyla üretimi artırdıklarını ve işçileri daha esnek çalıştırdıklarını öğrendik. Ücretlerinde bir değişiklik olup olmadığını sorduğumuzda ise, maaşlarında bir değişiklik olmadığını, fakat zam alamadıklarını söylediler. “Buna karşı bir tepki gösterdiniz mi?” sorusuna ise, “hayır, işten çıkarılmaktansa az da olsa bir maaş almak daha iyidir” gibi yanıtlar aldık. Böylece işsiz kalma korkusunun işçileri her şeye razı olmaya itmekte olduğunu gözlemledik. Krizle birlikte bir milyon tekstil işçisinin işten çıkarıldığını belirtip, bu konuda kendi geleceklerini nasıl gördüklerini sorduk, genelde “olabilir, belli olmaz, yarın bir gün bizim de başımıza gelebilir” şeklinde kaderci yanıtlar aldık. Bu belirsizliğin işverenler tarafından yaratıldığını ve kullanıldığını düşünmekteyiz. İşten çıkarılma tehdidi altında işçiler “düşük performans”lı olmamak için daha fazla çalışıyor ve daha fazla sömürülüyorlar. Çünkü işçilerden aldığımız cevaplara göre, işverenler, ilk önce düşük performans gösteren ve ses çıkaran, yani kendileri için tehdit olabilecek işçileri işten çıkarıyorlar. Ayrıca işverenlerin işçiler üzerinde yarattığı “kriz dışardan geldi, sorumlusu biz değiliz, bu yüzden bu krizi hep birlikte çok çalışarak atlatacağız” algısı, işçilere daha fazla çalışma sorumluluğu yüklemektedir. Bu algı ile birlikte aslında firma sahiplerinin kâr düzeninin yarattığı krizin yükü işçilere çıkarılmak istenmektedir. Ardından işçilere “kriz dolayısıyla işten çıkarılma, maaşın verilmemesi veya zam alamama gibi durumlarda hak arama eylemleri olsa katılır mısınız?” diye sorduğumuzda, bir işçi dışında hepsinden olumlu yanıt aldık. Hatta çevrelerindekileri de katılmaları konusunda teşvik edebilecekleri ve iki işçiden de böyle bir oluşumda öncü olabilecekleri yanıtını aldık. “Peki, böyle bir hak arama mücadelesi sendika aracılığıyla olsa destek verir misiniz?” diye sorduğumuzda ise, tereddütlü olmakla birlikte genellikle olumlu yanıt aldık. Böylece gözlemlerimizin başında değindiğimiz “Balgat’taki kadın işçilerin sınıf bilinçlerinin gelişkin olmadığı” olgusunun, yapılacak bir örgütlü çalışma ile sınıfsal bir mücadeleye evrilebileceğini, ancak böyle bir çalışma yapılmadığında ise, örgütsüz toplumsal eylemlere katılma eğilimlerinin yüksek olduğunu gözlemledik.
Sonuç olarak, Balgat Tekstil Havzasında yaptığımız alan araştırmasında, görüşme yaptığımız kadın konfeksiyon işçilerinin sınıf bilinçlerini, sendikal mücadeleye bakış açılarını ve ekonomik kriz ile birlikte değişen eğilimlerini gözlemlemeye çalıştık. İşçilerin kadın olmasından kaynaklı, ucuz iş gücü olarak değerlendirildiğini ve toplumsal özellikleri yüzünden sektörde tercih edildiklerini söylemiştik. Ayrıca konfeksiyon sektörünün dağınık örgütlenmesi nedeniyle sendikal mücadelenin yürütülmesinin önündeki engelleri de anlatmıştık. Balgat’ta yapılan görüşmelerden çıkardığımız sonuçla birlikte kadın konfeksiyon işçilerinin yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı sınıf bilinçlerinin gelişkin olmadığını da, sendikal mücadeleden çeşitli nedenlerle uzak durduklarına eklemek gerekir. Ancak, ekonomik kriz dönemlerinde işçilerin birlikte hareket etme eğilimi güçlenirken, bu durum dışarıdan gelecek örgütlü müdahale ile sendikal bir mücadeleye dönüştürülebilir.
EK
Sektörde yürütülecek mücadele, kadın işçilerin kreş hakkı, doğum ve süt izinleri, 8 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret ve özellikle kayıt dışı çalıştırılmama, sigortaların düzenli yatırılması gibi temel taleplerin propagandası çevresinde başlamalıdır. Balgat’ta çalışan kadın işçiler, Ankara’nın çeşitli yerlerinden işyerlerine servislerle getirilmektedir. Mamak, Keçiören ve Sincan’da oturan işçi sayısı fazladır, özellikle bu semtlerde servis duraklarında bildiri ve gazete dağıtımı yoluyla aydınlatma faaliyeti yürütülmeli ve semtlerde gazete aboneliği yoluyla işçilere ulaşılmalıdır. Kriz döneminde işçilerde oluşan her şeye razı olma algısının değiştirilmesi ve sermayenin krizinin teşhir edilmesi gerekmektedir. Ancak Balgat’ta özellikle fason atölyelerde işçi sayısı az olduğu için yapılacak çalışmalar son derece dikkatli yürütülmelidir. Ayrıca kayıt dışı atölyelerin Çalışma Bakanlığı’na şikâyet edilmesi ve takibinin yapılması gerekmektedir. Sektörde çalışma yapan TEKSİF’in bir an önce bölgede ‘Sendikalı olmak anayasal haktır’ şiarıyla çalışmaya başlayıp, işçilerin güvenini kazanması ve örgütlenme faaliyetlerine başlaması zorunludur. Kısacası, bu bölgede emek ve demokrasi güçleri tarafından yürütülecek bir çalışma sonuçsuz kalmayacaktır.
Toksöz, G. Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu (ILO, 2006)’ndan yararlanılmıştır.
*5–7 Mart 2009 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 7.si düzenlenen Türkiye Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresi’nde yaptığımız sunumun metnidir.
**Emel Demir- ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü 2. Sınıf
Burcu Yılmaz – ODTÜ İktisat Bölümü 2. Sınıf
*** DİSK/AR Raporu Devlette ve Toplumda Kadının Yeri, 1999
**** TEKSİF, Türk Tekstil-Konfeksiyon Sektörünün Sorunları ve Çözüm Önerilerine İlişkin Görüşlerimiz, 2008