Altı ay içinde ülkeni üstünden “tanklar” iki kez geçti! Birincisinde gerekçe; “Şeriat geliyor; cumhuriyet elden gidiyor”du; ikincisinin gerekçesi ise; “Bölücü terörün kökünü kazımak”dı.
Günümüzde tankların geçmesi, gerçek tankların bir o yana bir bu yana sürülmesiyle de olmuyor her zaman. Tersine çoğu zaman “tankların geçişi” basınıyla, TV kanallarıyla, internet sitelerine konan muhtıralarla, sokaklara salınan aklı karıştırılmış kitlelerin yarattığı baskıyla,… oluyor. Gerçek tanklar ise; onların hemen arkasında mevzilenmiş ve kamufle olmaya bile pek özen göstermeden “hareketsiz”miş gibi duruyorlar.
Yani, son altı ayda cumhuriyetin çözemediği iki temel sorundaki çözümsüzlük; laisizm ve Kürt sorununun çözülmemiş olmasından gelen rejimdeki tıkanma artık sadece genel anlamada bir “asayiş” sorunu, kim kontra güçlerin provokasyonlarıyla toplumu terörize edilmesi ya da politika gündemi olmasıyla sınırlı kalmamaktadır. Tersine “olağan” oyalama, erteleme ve asimilasyon yönetmelerinin yerine giderek daha yaygın bir biçimde “özele harp” yöntemleriyle yığınların sokağa dökülerek, demokratik ve barışçı çözüm yöntemlerini savunanları sindirmek, silahtan, “askeri çözüm”den başka seçeneklerin politika alanın dışına itildiği bir süreç işletilmektedir.
Açıklamalar, cenaze törenleri, gösteriler, meclis kürsüsünün ve meclisin kullanılmasına, bayrak sallamalara eklenen büyük bir askeri harekat için birliklerin büyük bir gürültüyle yer değiştirilmesiyle Irak sınırında mevzilendirilmesi biçimindeki eylemler üstünden kamuoyunu hizaya getirilmesi çabaları bütün bir etim ayanın ikinci yarısını kapsamıştır. Ekranlardan sürdürülen pervasız savaş ve ırkçılık kışkırtması bir Kürt- Türk çatışmasını da kapsayacak girişimlerle ilerlemektedir.
KÜRT SORUNUNUN DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ SEÇENEĞİNİN YOK EDİLMESİ
İlk bakışta her kafadan bir ses çıkmaktadır ve olanlar kendiliğinden, “duyarlı vatandaşların girişimi” gibi görünmektedir. Ancak olanlar daha yakından bakıldığında ve bu senaryonun yazarı ve yönetmenlerinin tutumu değerlendirildiğinde görülmektedir ki; ilk yapılmak istenen şeylerden birisinin “Kürt sorununun demokratik çözümü” seçeneğini ortadan kaldırılması olduğu anlaşılmaktadır. Bunu içindir ki; öncelikle DTP’li vekiller ve uzunca bir zamandan beri hedefe konmuş olan seçilmiş belediye başkanları ile DTP hedefe konmuştur. Dün marjinal kimi Kürt düşmanı şovenist çevrelerden gelen belediye yönetimlerinin, DTP’nin, “terörün yatakçısı”, “teröristlerin destekçisi” olduğu suçlamalarının meclise taşınması, hatta başbakan ve bakanlarına kadar uzandığına tanık olduk. meclis kürsüsünden yapılan açıklamalar; basındaki kışkırtmalar DTP binalarının ateşe verilmesi, Kürt emekçileri saldırılması, Kürtlerin kimliklerini saklamaya zorlanmasına kadar vardı. DTP milletvekilleri hakkında açılmış davaların yasa dışı bir biçimde sürdürülmesi ve “PKK’ye terörist demeyen teröristtir” baskısı giderek yoğunlaşmaktadır. Dahası, uzunca bir zamandan beri bölge illerinden ve batıdaki illerden Kürt gençlerinin yeniden dağlara gitmeye başladığı haberleri gelmektedir.
Seçilmiş belediye yönetimleri, milletvekilleri, DTP’nin varlığı; gerek içerdeki demokrat çevrelerden gerekse bu uluslar arası planda sorunun barışçıl çözümünden yana olan mihraklar tarafından; “Türkiye bu seçilmiş temsilcilerle oturup konuşarak Kürt sorun çözüm konusunda adım atabilir” fikirin öne çıkarılmasın getirmektedir. Sorunun “askeri çözümü”nden, daha doğrusu yüz yıllık çözümsüzlükte ısrar edenler şimdi; fırsat ele geçmişken bu seçeneği yeniden gömmek istemektedirler. Ve bu seçeneği gömebilirlerse, Kuzey Irak’a sefer için cephe gerisini de sağlam alacaklarını düşünmektedirler. Bu yüzdendir ki; DTP. Milletvekilleri ve belediye yönetimleri üstünde yaratılan baskıyı sadece bu çevreyi ve seçilmiş temsilcileri sindirmekten öte; herkes için giderek daha çok meşru bir çözüm seçeneği olan bu odağı tasfiye etme amaçlı olarak görmek gerekir.
Bu da özellikle Türk kökenli aydınlar, demokratlar, ilerici çevrelerin bu legal seçeneği savunması, seçilmiş temsilcilerin sindirilmesinin önlenmesi için gerekli çabayı gösterme yükümlülüğünü getirmektedir. Çünkü; seçilmiş vekillerin varlığı ve legal siyaset alanı sadece Kürtler için değil Türk kökenli demokratlar ve halk için de, Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasında son derece önemli bir dayanaktır.
‘SINIR ÖTESİ’ ASKERİ BİR HAREKATTA AMAÇ NE?
Hakkari’de 12 askerin yaşamanı kaybedip, 16’sının yalandığı, 8’nin de esir alındığı çatışmanın arkasından yürütülen kampanya ve AKP Hükümeti’nin meclisten sınır ötesi için harekat için yetki almasıyla operasyonu “içeriye” dönük yanı da yeni bir safhaya geçmiş bulunmaktadır.
“Sınır ötesine sefer” düzenlenmesinde birleşen siyasi odakların “stratejileri” farklı ve öyle görünmektedir; giderek üstünde çatışacak kadar da farklılaşacaktır.
Hükümet, meclisten; “PKK’ye yönelik bir operasyon için sınır ötesine asker göndermek için” için yetki almıştır. Öyle anlaşılmaktadır ki; Genelkurmay’ın da isteği bu doğrultudadır. Ancak sokaklara dökülen kitleleri yönlendiren CHP-MHP merkezili şoven milliyetçi odaklar ve devletin içindeki (asker ve sivil) kimi güçler ise, bu yetkiyi yeterli bulmamakta; “Hayır operasyonu hedefi sadece PKK olamaz; asıl hedef Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi olmalıdır” diyorlar. CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal; bu tezi net biçimde açıkladı. Baykal, bugüne kadar terörle mücadelenin yanlış bir strateji üstünden yüründüğünü; “asıl görülmesi gerekenin PKK değil PKK üstünden Türkiye’yi karşı örtülü bir savaş yürütüldüğü, bu savaşın arkasında bazı devletlerin olduğu (ABD ve Avrupa ülkeleri kast ediliyor olmalı) ve Irak’taki Kürt bölgesi yönetiminin terörü besleyip destekleyen güç olarak ilk hedefe konması gereken güç olduğunu” iddia ediyor. Dolayısıyla CHP’ye göre “sınır ötesi” bir operasyon her şeyden önce Kuzey Irak’taki Kürt yönetimin de hedef almalıdır. Yani oradaki “devlet oluşumu”nu da tahrip edecek, bir askeri harekat olarak girilmelidir Kuzey Irak’a!
Elbette söylenen budur. Ama biraz daha yakından bakıldığında Baykal’ın Kuzey Irak’a müdahale ile Kuzey Irak’ta istikrarsızlık yaratılmasıyla aslında sadece Barzani ve Talabani’yi “hizaya getirmek”le de yetinilmeyeceğini, tersine burada Kürtlerin de merkezi Irak gibi bataklığa dönüştürülerek istikrarın TSK tarafından sağlanması dışındaki seçenekleri ortadan kaldırmayı amaçladığını, Baykal’ın eski Kerkük-Musul üstünde egemenlik iddialarını yenilediğini anlamak için çok derin siyasi analizler yapmak gerekmez.
MHP, bu CHP girişimine destek vermekte; basında ünlü kalemler bu doğrultuda yazıp çizmektedir. Ve yaratılan baskı AKP içinde de benzer seslerin yükselmesine; resmiyette olmasa da Kuzey Irak Kürt yönetiminin, Barzani ve Talabani’nin asıl hedef olduğu giderek güç kazanmaktadır.
TÜRKİYE’Yİ TECRİT EDİP BÖLÜNMEYE GÖTÜRECEK BİR YOL
Hükmet ve Genelkurmay’ın CHP’nin dillendirdiği stratejiyle ciddi bir çelişkileri yoktur. Onlar da; milliyetçi-Osmanlıcı Kerkük-Musul hayalleriyle içli-dışlıdırlar. Ama, sınırlı davranma konusundaki hassasiyetlerin iki nedeni vardır. Bunlardan birincisi, Irak’ta ABD ile karşı karşıya gelerek ABD ile “stratejik ittifakları”nın bozulması endişesidir. Nitekim Erdoğan’dan sonra Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın da; “Askeri harekatın Bush’la görüşmeden sonra olacağı” açıklaması, (eğer bu açıklamalar yakın bir askeri harekatı gizleme amaçlı değilse), bu çekinmenin bir itirafıdır.
Hükmet ve Genelkurmay’ın hassasiyetin ikinci nedeni ise; bölgeye yapılacak bir askeri harekatın askeri bakımdan da başarısız, büyük kayıplara yol açan ve Türkiye’yi Kuzey Irak’ta kalmaya, Irak’taki büyük bataklığa çeken bir asker harekata dönüşmesi ihtimalidir. Ve elbette daha da önemlisi; hükmet ve askerin bu harekatın altında kalma ihtimalidir.
Elbette ki; Kuzey Irak’a yönelik bir askeri harekatın Kürt yönetimini çökertmeye ve Irak’a yönelik egemen güçlerin, Osmanlıcı ve milliyetçi odakların emperyal hayallerinin yön verdiği bir harekata dönüşmesi sadece bu harekatın siyasi ve askeri sorumluları bakımından değil tüm ülkenin kaderini etkileyecek gelişmelere yol açacaktır. Çünkü böyle bir durumda bölgedeki tüm Kürtler, Araplar, İranlılar bütün ülke hükümetleri ve halkları Türkiye’nin karşısında olacaktır. Avrupa ve tüm diğer ülkelerin de Türkiye’ye karşı tavır alması kaçınılmazdır. İçerde ise; bütün ülke altüst olacağından, bugün sokaklarda “Kuzey Irak’a sefer çağrısı yapan aklı karışık ”kalabalıkların” bile bu bölünüp biribirne karşı mücadeleye gireceğinden şüphe duymak için hiç bir olumlu neden kalmayacaktır. Türkiye’ni “tek dostu” da muhtemelen Irak’ta Türkiye’yi kendi yarattığı bataklığında kendi yanında bulan ABD olacaktır. Bu tablo, ne yazık ki Türkiye’nin milliyetçi, emperyal hayaller peşinde koşan güçler tarafından bölünmesin tablosudur ve Yugoslavya, Rusya ve öteki ülkelerin bölünmesine de pek çok bakımdan benzemektedir.
Bu yüzden Kuzey Irak’a bir askeri harekat ve bu harekatın Kuzey Irak yönetimini çökertmesi, Türkiye’nin bölünmeye sürüklenmesinin de en kestirme yoludur. Bu yüzden de bugün demokrasi güçleri Kuzey Irak’a bir askeri harekata karşı çıkarken, sadece Türk-Kürt kardeşliğin zedelenmemsi için değil, doğrudan Türkiye’nin Kürt sorunun demokratik çözüm olanaklarını ortadan kaldırması ve ülkeni bir kaosa sürüklenmesin önün kesmek için çaba harcamaktadırlar. Yığınların bu doğrultuda aydınlatılması ve gerçeklerin cesaretle açıklanmasının önemi de buradadır.
ŞOVÖEN-MİLLYETÇİ ODAKLARIN ANTİ AMERKANCILIĞI SAHTEDİR
Bugün, ”sınır ötesi harekat”ı savunan güç odaklarının tezlerini temelinde, “PKK ve onun eylemlerinin içerde değil sınır ötesinde, Kuzey Irak’ta olduğu” tezine dayanmaktadır. Oysa gerçek tam tersinedir. Çünkü sorun kaynağı; yüz yılı aşkın bir zamandan beri, “Kürt sorununun çözülememiş olması”dır. Bu varsayım, egemenlerin “terörizmle mücadele” adına Irak’a, Suriye’ye müdahalesini getirdiği gibi, içerde de dışardan beslenen terörizm, “Türkiye’nin bölünmesi için yabancılarla işbirliği yapan teröristler” suçlamasıyla Kürt sorunu asimilasyon ve baskıya indirgenmesine dayanarak kullanılmaktadır.
“Sınır ötesi operasyon” söz konusu olduğunda; çeşitli milliyetçi odaklar, bir yandan ABD’nin Irak’a müdahalesine meşruiyet sağlayan bir dayanak olarak gösterilirken ABD’nin Türkiye’nin böyle bir girişimine karşı çıkması ise; anti Amerikancı bir tepki olarak gösterilmektedir. Dolayısıyla son 50 yıllık yakın tarihte oluşup şekillenen anti emperyalizm ve anti Amerikancılık şimdi sınır ötesi bir harekatın dayanağı olarak, en kaşarlanmış Amerikancılar tarafından istismar edilmektedir. Ve özellikle sokağa çıkan yığınlar anti emperyalist sloganlar atarken başbakan, Genelkurmay Başkanı ve öteki yetkililer; “Amerika Irak’ta ne arıyorsa biz de Kuzey Irak’ta onu arıyoruz” demeye gelen, asla anti emperyalist olmayan bir anti Amerikancılık yapmaktadırlar.
Başka bir ifadeyle milliyetçiliği, şovenizmi kışkırtarak sonuç almaya çalışan güç odakları, anti Amerikancılığı (AB karşıtlığını) da kullanmaktadır.
İlk bakışta bu söylem ve gösterilerde atılan sloganlar anti emperyalist bir tepkiyle karşı karşıya olunduğu duygusu uyandırmaktadır. Ama, gerçek tamamen tersidir. Çünkü bu güçler, Amerikan ve Avrupa karşıtlığı, Türkiye’nin “sınır ötesi harekatı”nı izin vermemesi ya da bunların “PKK’ye destek verdikleri” gibi gerekçelere dayanmaktadır.Bu yüzden de onlar, Türkiye’nin anti emperyalist mücadele geleneğinin en temel talepleri olan NATO’dan çıkılması, ABD üslerin kapatılması ve ABD ile askeri anlaşmaların iptal edilmesi, İsrail’le askeri işbirliği anlaşmalarının ilga edilmesi, ABD’nin bölgeden çekilmesi gibi taleplerden uzak durmaktadırlar. Eğer ABD, Türkiye’nin Kuzey Irak’a asker göndermesine karşı durmasa, Irak’taki kırıntılardan yararlandırmak için cimri davranmasa (Başbakan Erdoğan bunu; “ABD bizi bölgedeki işlere karıştırmamak için özel bir çaba harcıyor” diye yakınıyor), milliyetçilerin ne anti Amerikancılığı, ne anti emperyalizmi kalacaktır. Tersine onların milliyetçiliği, bütün geçmişlerinde emperyalizme hizmet sunmuş, kariyerlerini komünizme karşı mücadele içinde yapmış olan (milliyetçi, sosyal demokrat, asker ve sivil çeşitli kişi ve çevreler) bu odakların üstünde anti Amerikancılık çok iğreti durmaktadır. Bunların anti Amerikancılığı öyle sahtedir ki; Kuzey Irak’a ambargo kararı alıp, oradaki sivil,yaşlı, çocuk Kürtlerin yiyecek içeceğini, elektriğini kesmekte bir sakınca görmezken Amerikan askerlerinin lojistik ihtiyaçlarına yönelik olarak bir ambargo yada kısıtlama asla akıllarına gelmemektedir. Çünkü sokağa çıkan yığınlarını arkasındaki güç odakları, son 60 yılda ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesinin onların dünya egemenliğinin ileri karakolu olarak görev yapmayı strateji olarak kabul etmişlerdir. Onu içindir ki; en zor durumda bile “stratejik ortağımız ABD” demekte ısrar etmektedirler.
Kaldırılan toz duman; bu gerçeklerin üstünü örtmekte, hayt huytla gerçekler saptırılmaktadır. Bu yüzden de, nüfusun çok büyük çoğunluğu anti Amerikancı bir tutumdan yana olmasına karşın, bu türden bir anti Amerikancılık ABD’nin çıkarlarına hiç bir zarar vermemektedir. Dahası bu politika orta ve uzun vadede Türkiye’yi ABD’nin kucağına kayıtsız koşulsuz düşmesinin taşlarını da döşemektedir.
Bu güçlerin, Amerika’ya ve onu stratejik hedeflerine karşı olması çok güçtür., olan; kendisine yeni bir strateji de belirlemek zorundadır. Bunun ön koşulu ise; komşu ülkelerle eften püften çelişkileri bir yana bırakarak komşularla barışı; kendi iç sorunların çözerek ülke içinde kardeşleşmeyi ve huzuru sağlamaktır. Bununun bugünkü anlamı ise, kendi Kürtleriyle eşitlik ve kardeşlik temelinde anlaşmak ve Kuzey Irak Kürtleriyle dostluk ve kardeşliği geliştiren bir barışçı tutum; bu barışçı tutumun zeminini de ulusların kendi kaderlerini tayin üstüne oturtmaktır. Bu çerçevede, Kürtlerle, İranlılarla, Araplarla, Ermenistan’la,Yunanistan’la dostluk ve bölge sorunların çözümünde ortaklaşma bölgedeki anlaşmazlıkların bölge ülkeleri arasındaki yapılacak görüşmelerle çözülmesi için inisiyatif almak, bugün Amerikan karşıtlığının tek seçeneğidir. Böylece kendi bölgesinde barışı içinde halkların birliğini esas alan ve bir anti Amerikan bir mücadele cephesi de oluşturan bir Türkiye ABD’ye karşı bir tutum alabilir.
Aksi halde; ırkçı milliyetçi duyguların kışkırtılması üstünden bir anti Amerikancılık bir yandan kamuoyunu aldatma, halka karşı takiye olacağı gibi, ülkeyi de içerde iç çatışmalara, kargaşaya dışarıda da kanlı maceralara sürüklemek anlamına gelir.
EGEMEN GÜÇLERİN POLİTKASINI TARTIŞMAYA AÇAMAK
Özel harp yöntemleriyle psikolojik bir savaş yürütüldüğü bir gerçektir. Bu savaşı yürütmekte amaç, Kuzey Irak’tan çok içeride sonuç almaktır. Sonuçta Kuzey Irak’a asker çıkarılmasa bile “içeriyi” sanki bir dış savaş yürütülüyormuş gibi “düzenlemek”tir. Nitekim, daha şimdiden MHP-CHP cenahından, şiddet ve savaş politikasının basındaki uzantılarından “sıkı yönetim ilan edelim”, “OHAL ilan edelim” teklifleri gelmeye başlamıştır bile.
Bu psikolojik savaşta amacın, halkın olup bitenler üstüne düşünmesini, bunca acının, yıllardır başımıza yağan bunca belanın hangi politikaların sonucu olduğunu, bu politikaları kimlerin oluşturup uyguladığını düşünmeden sokaklara çıkıp; “daha çok ölüm, daha çok şiddet, daha çok şehit” diye bağırmasıdır. Sanki bugüne kadar Kuzey Irak’a hiç operasyon yapılmamış gibi ve sanki bu asker ölümleri, cenazeler 20 yıldır olmuyormuş gibi davranmasıdır halkın. Oyunun yazar ve yöneticileri, yığınların böyle sorular sormasını önleyecek darbeleri üst üste indirmektedir. “Bu ölümler olmasın artık” diyenlerin bile üstüne çullanılmaktadır.
Kuşkusuz ki; milliyetçilikle zehirlenip kafası karıştırılan kalabalıklarla normal bir diyalogun kurumasının, olayları açık yüreklilikle konuşlanın zorluğu ortadadır. zorluğu ortadadır. Bu yüzden de yığınlar içindeki aydınlatma faaliyetinin geleneksel araç ve yöntemleriyle sürdürmenin yetmeyeceği, tersine çoğu zaman her duruma uygun araç ve üslup geliştirme zorunluluğu da ortadadır. Bunu için de yukarıdaki şiddet ve sınır ötesi operasyona (operasyonlara) dayanan politikaların eleştirilmesi, bu politikaların üstündeki cilanın kazınarak altındaki halkları biri birine karşı kışkırtmaya dayalı, Türkiye’yi bölünmeye doğru sürükleyen gerçeğin gösterilmesi son derece önemlidir. Bunu için de; bu politikan temeli olan varsayımları tartışmaya açmak, bunları her kesim halkın içende tartışılmasını sağlamak bugün yapılacak en önemli iştir.
Örneğin;
– Çeyrek yüzyıldır süren çatışmalar, ölümler, köy boşaltmalar, yakılıp yıkılmaların kökleri Kuzey Irak’ta mıdır yoksa Türkiye’nin içindeki sorunlar mı buna yol açmaktadır?
– “Kürt sorunu” gibi devasa bir sorun, “terör ve “bölücülük” suçlamalarıyla geçiştirilebilir mi?
– 15-20 milyon Kürt’ün isteklerini ciddiye alarak onlarla konuşmak, sorunun nasıl çözüleceğini onlarla birilikte belirlemek gerekmez mi; böyle bir şey Türkiye’yi küçültür mü, yoksa uluslar arası alanda onu yüceltir mi?
– Kendi Kürtleriyle konuşmayıp, sorunu Irak Hükümeti’yle, ABD ile AB ile görüşerek, uluslar arası bir sorun haline dönüştürmek, Türkiye’nin bu emperyalist, gerici güçler tarafından köşeye sıkıştırılmasına fırsat vermez mi?
– Kendi Kürtleriyle konuşmayı kabul etmeyen Türkiye, dışarıda da Irak Kürtlerinin liderleriyle de görüşmeyi kabul etmeyerek; Kürtler adına ABD’yle Irak merkezi hükümetiyle konuşurken, Irak Kürtlerinin meşru temsilcilerine, “aşiret reisleri”, “Ortadoğu’nun dansözler” filan gibi sıfatlarla aşağılaması sorunların çözümünü zorlaştırdığı gibi, aynı zamanda Kürt düşmanlığını da kışkırtmıyor mu?
……
Yığınları sokaklara döken ve bugün Kürt sorunu sorun olarak bile reddeden ya da çözümü Irak’a asker çıkarmakta gören güçlerin; bu soruların yanıtlarını, hatta böyle düşüncelerin soru halline getirilmesini bile istemediği apaçıktır. Elbette bu soruların sayısı çoğaltılabilir? Ama gidişat öyledir ki; eğer CHP, MHP, ayak sürüyerek onlara katılan AKP ve öteki milliyetçi şoven güç odaklarının amacı; dışarıda “sınır ötesi operasyon” adına Türkiye’nin Irak’taki çatışmaya sürüklenmesi yanı sıra, içeride de bir Kürt-Türk çatışmasına kadar gerilimi tırmandırmaktır. Lafta, bu çevreler, “böyle bir çatışmaya karşı” olduklarını söylemektedirler. Ama bu odakların girdikleri yolun kaçınılmaz sonucu budur. Elbette bu yol, Türkiye’nin gerçekten bölünmesine giden, yakın tarihte sınanarak görülmüş en popüler yoldur.
BARIŞI VE DEMOKRASİYİ SAVUNMAKTA ISRAR ETMEK
Son çeyrek yüzyılda ülkelerde bölünmeyi yaratan, milliyetçi azınlıkların başkaldırması değil, bu azınlıkların, ezilen ulusların istemelerini ezmek için ezen ulus milliyetçiliğini şahlandıran milliyetçiler olmuştur. Hem Rusya’da , hem Yugosylavya’da, hem Irak’ta hem de tüm diğer ülkelerde böyle olmuştur.
Onun içidir ki; bugün Türkiye’yi bölünmeye sürükleyen de; Kürtler cenahından gelen tepkiler, milliyetçi eğilimler değil asıl olarak CHP, MHP gibi partilerin dillendirdiği ama devletin ideolojisi olarak da 80 yıldır yürürlükte olan politikalarıdır.
Açıktır egemen güç odakların, ayrıntıda farklılıkları olsa da üstünde uzlaştıkları politika bölücü politikalardır. Bu politikaların amaçları doğrultusunda sokağa dökülenler de Türkiye’nin bölünmesini çabuklaştıranların değirmenine su taşımaktadırlar.
Ancak şu da bir gerçektir ki; bugün milliyetçi şoven odakların etkilediği kesimlere yanıldıklarını göstermek, en azından işler sarpa sardığında dönüp benimseyebilecekleri gerçekleri bugünden onların arasında tartıştırmak sadece bugün için değil orta vadede yığınların kazanılması bakımından son derece önemlidir. Barış ve demokrasiyi, halkların kardeşliğini savunmakta ısrar etmek; bu mücadeleyi karşıt politikalar etrafında birlemiş güçlerin mücadelesi olarak ele almak, mücadeleyi böyle bir aydınlatma faaliyetinin yoğunlaştırılması temeline oturtmak günümüz koşullarında önem kazanmış bulunmaktadır.