Barış mücadelesinin somut talepleri ve yöntemleri; savaşın türü ve tarafları, emekçi kadınların da bir bileşeni olduğu emekçi sınıflar ve ezilenlerin örgütlülük düzeylerinin yanı sıra, ilgili savaşta taraf olan güçler arasındaki denge ile de belirlenir.
Barış hareketinin yakın tarihine ilişkin özelliklerine baktığımızda, farklı dönemlerde barış hareketlerinin farklı görünümler kazandığına tanık oluruz.
EMPERYALİST SAVAŞLARDA BARIŞ TAKTİĞİ VE KADIN BARIŞ MÜCADELESİ
Marksistlerin paylaşım savaşları sırasındaki barış taktikleri; esas olarak emperyalist çıkarlar uğruna her ulustan emekçi kanı dökmekten, doğayı ve kültürü yok etmekten çekinmeyen birer savaş makinesi olarak hareket eden burjuva hükümetlerine karşı isyan ve devrimci sınıf savaşı yoluyla iktidar mücadelesi olmuştur.
Emperyalist savaşlar sırasında belki özgün bir kadın barış hareketinden söz etmek mümkün değildir; ancak, Savaşa Karşı 1915 Sosyalist Kadınlar Konferansı, barış için bir kadın girişimi olarak öne çıkıyor.
1. Dünya Paylaşım Savaşı yaklaşırken, II. Enternasyonal’e bağlı sosyalist partiler, Basel Konferansı’nda, savaşın emperyalist karakterini ve her emperyalist ülkenin burjuva sınıflarının çıkarları için emekçi kanı dökülmesi anlamına geldiğini tespitle, savaş başladığında emekçi sınıfların devrimci partilerinin görevini savaşa karşı çıkma ve kendi burjuva hükümetlerine isyan ederek emekçi iktidarlarını kurmak şeklinde belirlemişlerdir.
Ancak bilindiği gibi, savaş başladıktan sonra, II. Enternasyonal üyesi Avrupa’nın sosyal demokrat partileri, Basel kararlarına uymamış ve “anayurt savunması” adı altında kendi burjuva hükümetlerini destekleme yolunu seçmişlerdi. Alman Sosyal Demokrat Parti yönetiminin bu tutumunu eleştiren sol kanadının üyeleri Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg’un da katıldığı çağrıyla, 26-28 Mart 1915’te, Bern’de, 1. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı toplandı ve bu Konferans’ta Basel Konferansı tespitleri işaret edilerek, savaş kararı kınandı. Ancak, karar, Rusya’dan gelen N. Krupskaya’nın da aralarında olduğu kadın delegeleri tarafından, yetersiz olduğu gerekçesiyle kabul edilmedi. Lenin, burjuva hükümetlerine isyan etme görevi ve bu görevi yerine getirmemenin Basel kararlarına ihanet anlamına geleceğini içermeyen bir kararın, oportünist parti önderlerini kurtarmaktan başka bir işe yaramayacağını belirterek, konferans kararlarını eleştirdi. Rusya kadın delegelerinin ve Lenin’in eleştirileri, sonraki süreçte yaşananlarla doğrulandı. Clara ve Rosa, 1. Dünya Savaşı boyunca savaşa karşı çıkan ve askerleri emre itaatsizliğe davet eden bildirileriyle bu Konferans’a katılmaları nedeniyle ve daha sonra da savaş karşıtı etkinliklerinden ötürü defalarca tutuklandılar.
1917 Rusya’sında, kadın işçiler 8 Mart gösterilerini savaşa, açlığa ve Çarlığa karşı gösterilere dönüştürdüler ve bu gösteriler, Ekim Devrimi’ni hazırlamada önemli rol oynadı. 1917 Ekim Devrimi, hem imzaladığı ilk barış anlaşmasıyla ve hem de kendisine karşı duyulan korkuyla emperyalist savaşın sona erdirilmesinde en önemli rolü oynadı.
Birinci Paylaşım Savaşı’nın yenilen emperyalist ülkeleri Almanya ve İtalya’da iktidar olan faşizm, kadınlığı, duyguların ve duygusallığın temsilcisi zayıf cins olarak aşağılamış, erkekliği ise, savaşkanlığın, soğukkanlılığın, yapıcı aklın, güçlü-ari ırkın temsilcisi olarak yüceltmiştir.
Büyük ekonomik bunalım başladığında, faşist İtalya ve Almanya’da kadınlar, Mussolini’nin kelimeleriyle “erkeğin ekmeğine el uzatan hırsızlar” olarak nitelenip, işten çıkarılmaya ve evlerinin-kocalarının hizmetçisi olarak eve dönmeye zorlanmıştır. Kamu işlerinde, eğitim kademelerinde kadınlara yönelik açık sınırlamalar getirilmiş, kızların okul harçları erkek öğrencilere oranla yüksek tutulmuş; felsefe, edebiyat, Latince gibi kimi dersler kadınlara yasaklanmıştır. Binlerce kadın da, SS’lerin cinsel hizmetine sunulmak üzere zorla genelevlere gönderilmiştir. Mussolini, bir demecinde, “kadın boyun eğmelidir, bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. Hiçbir zaman mimari bir yapıt ortaya koymuş mudur? Kadın, bütün sanatların sentezi olan mimariye yabancıdır ve yazgısı da bu noktada düğümlenmektedir” diyerek, kadınlara yönelik bakış açısını dahiyane (!)özetlemiştir.
Bunalım döneminde işlerinden uzaklaştırılan kadınlar, II. Paylaşım Savaşı patlak verip erkekler askere alındığında, savaş ekonomisini sürdürmek için fabrikalara ucuz işgücü olarak çağırıldılar. İşçi kadınlar, fabrikaları kitleler halinde doldururken, burjuva katmanlardan kadınlar emperyalist orduların saflarında yerini almıştı. Burjuva, küçük burjuva katmanlardan kadınlar, şöhret, erkeklerle yarışmak gibi duygular veya milliyetçi düşüncelerle faşist/militarist kurumların kademelerini kitleler halinde doldurdular. Örneğin İngiliz ordusunda 460 bin kadın olduğu biliniyor. Bu eğilimin Türkiye’deki temsilcisi Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotu olma şöhretini, Dersim dağlarını bombalamakla kazanmıştı.
Faşizm, açıkça kadınlara düşman bir ideoloji ve politik program olmasına rağmen, kuşkusuz faşizmin hizmetinde olan kadınlar da vardı. Genç kızlar, 1929’da, Almanya’da bulunan 39 nasyonal-sosyalist öğrenim kurumunun yalnız ikisinde yer almakla birlikte, faşizme hizmete koyuldular. Burjuva sınıfından kadınların faşizme hayranlıkları ve onun önderleriyle paylaştıkları yaşama ayna tutan Anna Maria Sigmund’un “Nazi Kadınları” ismini taşıyan kitabı, bu bakımdan okunmaya değer.
II. Paylaşım Savaşı döneminde de barış hareketleri, her ülkenin içinde faşizme ve faşist işgale karşı direniş hareketleri olarak şekillenmiştir. İspanyol İç Savaşı’nda ve Dünya Savaşı boyunca faşizme karşı direniş savaşlarında işçi ve sosyalist kadınlar kitleler halinde yer aldılar. Faşist işgale karşı mücadele eden Sosyalist Sovyetler Birliğinde ise, yerel direniş hareketleri ve Kızıl Ordu’nun Alman savaş makinesine karşı yürüttüğü savaş, barış hareketinin kendisi olmuştur. Bu savaşta milyonlarca Sovyet kadını Nazi işgaline karşı savaşmıştır. “Nazi işgalinde Sovyet Kadınları” isimli kitap, bu süreçte kadınların oynadığı role işaret etmektedir. 2. Paylaşım Savaşı’nda Alman ve İtalyan faşist ordularının yenilmesi ve Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Doğu Almanya, Macaristan vb. gibi işgal altındaki ülkelerinin birçoğunda demokratik halk iktidarlarının kurulmasıyla barışa ulaşıldı.
Her iki paylaşım savaşında, sosyalist kadınlar ve devrimci partiler; barış mücadelesinin pasifizm olmadığını ileri sürerek, barışı kazanmak için emperyalist saldırganlığın arkasındaki burjuva/faşist devleti yenecek devrimci sınıf savaşına vurgu yapmışlardır.
İÇ ÇATIŞMALARDA KADIN BARIŞ HAREKETLERİ
Emperyalist savaşlar dışında kalan etnik veya dinsel temelli ulusal ve bölgesel savaşlarda; çatışmanın tarafları gibi, barış hareketlerinin talepleri ve yöntemleri de farklılık gösterir. Ulusal ve dinsel baskıya dayalı iç çatışmalar söz konusu olduğunda, sosyalistlerin; iki ulustan emekçiler arasındaki ulusal önyargıların kırılması ve birliğine hizmet etmek üzere, eşit haklara dayalı, kendi kaderini tayin hakkını da kapsayan demokratik bir barış için mücadele etmesi demokratik bir görev olup, bu görev, sosyalist kadınlar tarafından da sahiplenilecektir.
Sosyalistler; kadınların politik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda cinsiyet eşitliği için mücadeleyi de demokratik bir görev olarak benimser ve sınıf mücadelesinde kadın-erkek emekçilerin eşit birlikteliğini yaratmaya çalışır.
Çeşitli yelpazedeki feminist, kadın hakçısı hareketler de, küçük bir bölümü hariç olmak üzere, savaşa/militarizme/milliyetçiliğe karşı tutum almış ve genel olarak barış mücadelesine katılmıştır. Özellikle emekçi sınıflardan kadınların katıldığı kadın mücadelesi ile ulusal baskıya karşı mücadelenin çoğu yerde birbiriyle dayanışma içine girdiği görülmüştür.
Sosyalist, feminist, sendikal çevreden ve bağımsız çeşitli kadın örgütleri, çok çeşitli özellikleri nedeniyle, barış mücadelesinde özgün deneyimler sunmuştur. Dünyada ortaya çıkan çeşitli kadın barış hareketlerine kısaca değinerek, ülkemizdeki Kürt sorunu odaklı çatışmalar ve barış mücadelesinde kadın örgütlerinin rolüne değineceğiz.
İsrail’de kadın barış örgütleri, İsrail ve Filistinli kadınlarla birlikte birçok etkinlik organize ederek, işgalin son bulmasını ve barışın sağlanmasını talep ettiler. Ayrıca savaş, militarizm ve cinsiyetçilik arasındaki bağlara dikkat çektiler, kadın örgütleri arasında dayanışma geliştirdiler.
2000 yılında 2. İntifada`nın başlamasından sonra, İsrailli ve Filistinli kadınlar tarafından adil barış ve İsrail`in demokratikleşmesi talepleri etrafında BARIŞ İÇİN KADIN KOALİSYONU oluşturuldu. Barış İçin Kadın Koalisyonu içinde Bat Shalom, “militarist devlete feminist ret” sloganı etrafında örgütlenen New Profile (Yeni Yüz), 2001 Nobel Barış ödülüne de aday gösterilen Siyahlı Kadınlar, Özgürlük ve Barış İçin Kadınlar Birliği gibi kadın örgütleri yer alıyor. Bu örgütler savaşın ve işgalin sona erdirilmesi, 1967 sınırlarına geri dönülmesi, tüm İsrail vatandaşları için eşit hakların sağlanması, devletin militarizasyonunun ortadan kaldırılması, mülteci sorununun çözümü, kadınların barış görüşmelerine aktif katılımının sağlanması gibi talepler ileri sürüyor. Koalisyon, gösteriler, kampanyalar ve eğitim seminerleri gibi etkinlikler yapıyor ve üye örgütlerin çalışmalarını destekliyor, işgal altındaki Filistin topraklarında yaşayan Filistinli kadınlarla dayanışma ve işbirliği sağlamaya çalışıyor. Koalisyon, uluslararası düzeyde İsrail barış hareketinin sözcülüğünü yapıyor. Dünya çapında 200 şehirde barış için çalışan örgütlerle işbirliği geliştiren geniş bir ağa sahipler ve İsrail`de yapılan barış eylemleri dünya çapında destek eylemleriyle tamamlanıyor.
Filistinli kadınlarca oluşturulan Kudüs Kadın Merkezi, savaş mağduru kadınlara yönelik, savaşın etkilerini azaltma yönünde destek-terapi projeleri ile tanınıyor. Öte yandan politik bir talep olarak, Birleşmiş Milletler`in 1325 sayılı kararının uygulanmasını ve işgalin sona erdirilmesini talep etmekte. Filistinli kadınlar, barış mücadelesinin, işgalden kurtuluş için direnişçi-militan eylemleri de kapsadığına dikkat çekiyor.
İrlanda iç savaşında ortaya çıkan Kadın Destek Ağı, Belfastlı işçi sınıfından kadınların geliştirdiği bir hareket olup, Katoliklerle Protestanların yaşadığı semtlerdeki kadın toplum merkezleri aracılığıyla, Katolik ve Protestan cemaatler içindeki kadınların yaşadıkları ortak sorunları ve deneyimleri öne çıkararak, barış için birlik oluşturulmasında önemli bir rol oynadı.
Bosna Hersek savaşı sırasında, Zenitsa şehrindeki Medica Kadın Terapi Merkezi, şoven-milliyetçi saldırganlığın rutini haline gelen tecavüz, ölüm ve yağma gibi sorunları yaşamış kadın ve çocuklara destek vermek üzere, Bosnalı Müslüman, Sırp ve Hırvat kadınlar tarafından kurulmuş, savaştaki kadın hakikatlerinin bir bölümünün tanığı bir merkez. Bu merkez, kadınların birbirine benzeyen gerçeklerini öne çıkararak, bir dayanışma geliştirdi. Ayrıca, Siyahlı Kadınlar olarak anılan uluslararası kadın barış örgütü, Bosna savaşında da tecavüzlere dikkat çekerek, barış için mücadele etti.
Kıbrıs’ta, 1999 yılında, Kadın Araştırmaları Merkezi, Yurtsever Kadınlar Birliği, Barış ve Federal Çözüm İçin Kadın Hareketi tarafından oluşturulan Kadınların Barış İçin Sivil Girişimi; Kıbrıslı Türk ve Rum kadınlar arasında anlayış ve işbirliği, Kıbrıs-Türkiye-Yunanistan kadınları arasında bağlar oluşturmak ve barış kültürünü geliştirmek amacıyla kuruldu. ÇAĞ-SEN kadın komitesi ve KTÖS kadın bürosu gibi çeşitli sendikaların kadın bürolarını/komitelerini de içine alarak, Kıbrıs’ta yeniden başlayan görüşmeler sürecine yönelik sokak etkinlikleri düzenledi. Uzun yıllar militarist çatışma kültürü içinde yaşayan Kıbrıs Türk toplumunda, barış kültürünün oluşturulması ve barış süreçlerine kadınların aktif biçimde katılımını sağlamak amacıyla seminerler, atölye ve eğitim çalışmaları düzenledi.
“Kıbrıs sorununun çözümünde her iki toplumun temel insani ihtiyaçlarının karşılanması, toplumların kültürel farklılıklar kadar ortak yönlerine de saygı göstererek, 9 bin yıllık tarihimizin zenginliği olarak teşvik edilmeleri gerektiğine inanıyoruz. Etnik nefrete dayalı bir Kıbrıs yerine, çok kültürlü, farklı etnik grupların barış içinde paylaşacağı bir adanın ancak barış için uğraş veren kadınların da karar mekanizmalarına katılımıyla mümkün olabileceğine inanıyoruz. Bizler, silahsızlandırılmış bir adada, gelecek ya da savaş korkusu olmaksızın yaşamak, çocuklarımızı göç yollarına başka ülkelere göndermek zorunda kalmamak istiyoruz. Şovenizmden, militarizmden, kin ve nefretten arınmış bir adada yaşamak istiyoruz. Artık yeter! Anlaşın! Çözün! İmzalayın!” sözleri, Kadınların Barış İçin Sivil Girişiminin bir yazılı materyalinde yer aldı.
ABD’de, Vietnam işgali boyunca, ciddi bir barış hareketi yürüten iki kadın derneğinden biri WILPF ve diğeri 1961 yılında kurulan WSP oldu. Kadın örgütleri, kitle eylemleri düzenlemekten imza toplamaya, ilanlar bastırmak, konferans örgütlemek, Kongre’ye baskı yapmak, barış yanlısı adayları ve Vicdani Redçiler’i desteklemek yollarına başvurdular.
WILPF, Amerikalı askerlerin Vietnam’dan kayıtsız şartsız geri çekilmesini ve “onurlu bir barış” sağlanmasını istedi ve bu amaçla Washington’da kitle gösterileri yapma kararı aldı. 1965 başında “Amerikalı Kadınlara Hitap” başlıklı bir bildiri kaleme alarak, bunu Başkan’ın karısına ve pek çok kadın örgütüne gönderdi, New York Times gazetesinde savaş karşıtı bir reklam yayınlattı. 1965 ve 1966 yılları arasında çeşitli ülkelerde savaş karşıtı uluslararası gösteriler düzenledi. ABD’de 15-16 Ekim Vietnam İş Bırakma eylemlerini düzenleyen koalisyon içinde yer aldı. Şubat 1967′de, “Artan Şiddet Dalgasına Kadınların Tepkisi” adıyla düzenlediği konferansta, savaşta uygulanan şiddetle kadınlara uygulanan şiddet arasında ilişki kuran bir söylem geliştirdi. 1968’deki bir gösteride dağıttığı el ilanlarının başlığında “Tüm Kadınlar Erkeklerin Savaşının Kurbanıdır”yazıyordu. Temmuz 1970′de Washington’da düzenlediği “Kadınlar Acil Vietnam Konferansı”na pek çok kadın örgütünün liderleri katıldı ve savaşı sonlandırmak için Kongre’ye baskı yapmanın yollarını tartıştı. Yerel, eyalet ve ülke çapında barış yanlısı adayları destekleyip, savaş yanlılarına karşı kampanyalar düzenleyen WILPF’li kadınlar, 8 Mart 1971 Dünya Kadınlar Günü’nde, bir kez daha Beyaz Saray önünde eylem yaptılar. Başkan Nixon’a, savaşı sonlandırmasını isteyen sekiz bin el yapımı kart ve yine Başkan’a verilmek üzere siyah çerçeve içine alınmış, başlığında “her gün 300 Vietnamlı’nın ölümüne ağlıyoruz” yazan broşürler gönderdiler.
Diğer kadın örgütü WSP, benzer eylemler örgütlemenin yanı sıra, 1965’te Güney Vietnamlı NLF ve komünist Kuzey Vietnam’dan kadın delegelerle gerçekleştirdiği toplantı sonunda, ABD’nin Vietnam’daki askeri müdahalesine karşı ortak bir bildiri imzaladılar. WSP’li kadınlar savaş boyunca genç erkeklerin askere alınmalarına karşı çıktı ve Vicdani Redçiler’in haklarını savundular.
Kadınlar, 1964 yılında başlattıkları Cumartesi günleri Askerlik Büroları önünde sessizce bekleme eylemlerini, 1967-1970 yılları arasında da sürdürdüler. Başını WILPF ve WSP’nin çektiği çok sayıda kadın örgütü, Kongre’nin açılış günü 15 Ocak 1968′de, Jeanette Rankin Köprüsü adı altında bir protesto gösterisi düzenledi. ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine ve 1941′de Japonya’ya savaş açmasına karşı oy kullanan tek Kongre üyesi Jeanette Rankin’e ait “on bin kadın savaşı bitirmek için tutuklanma riskine girerse savaş biter” sözüne cevap mahiyetinde bu isimle anılan yürüyüşe katılan binlerce kadının sözcüsü olarak Jeanette Rankin ve Coretta Stott King, Kongre ve Senato Grup liderlerine Asya’daki savaşın bitirilmesi ve ülkede savaş yaralarını sarma sürecinin başlatılmasını isteyen dilekçeler sundular. Savaşın sona ermesinin ardından kadın örgütleri, Vietnam Savaşı asker kaçakları için genel af ilan edilmesi konuları üzerinde çalışma yürüttüler.
KÜRT SORUNUNDA DEMOKRATİK ÇÖZÜM VE AKP’NİN KÜRT AÇILIMINDA GELİNEN NOKTA
“Açılım” sözü telaffuz edildiğinden bu yana geçen kaos ve karmaşa içinde; açık ve dolaylı yaklaşımlarla, tarafların tutumu belli olmuştur. CHP ve MHP, mevcut statünün hiçbir şekilde tartışılmasını istememektedirler. 26 yıllık çatışma, sınır içi ve sınır ötesi operasyonların sürdürülmesinden yanadırlar ve Kürt demokratik siyasetinin parlamento içindeki varlığına da tahammülleri yoktur.
AKP’nin çözümünün; bazı yerleşim yerlerinin isimlerinin iadesi, siyasi partilerin Türkçe dışındaki dilleri kullanmasına yönelik değişiklikler, özel televizyon kuruluşlarının da Kürtçe yayın yapmasına olanak tanımak ve Üniversite bünyesinde Kürdoloji Enstitüsü kurulması ile sınırlı bir açılımdan ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Esasen bu “açılım” da, Kürt dilini yok saymanın bir başka versiyonu olan “yaşayan diller” enstitülerine dönüştürülmüştür. AKP, bu çerçeveyi, bir yandan Kürt silahlı gruplarının Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve ABD desteğinde baskılanması ve bir yandan TCK’da mevcut pişmanlık hükümlerinin iyileştirilmesi suretiyle silahlı grupların tasfiyesiyle tamamlanmasını ummaktadır. Anayasal değişikliklerden bahsedilmekte, ancak bu değişikliklerin en fazla bireysel hakları güvenceye alan bir çeşit “eşit vatandaşlık” zemini olduğu anlaşılmaktadır. Elbette AKP’nin Kürt sorununa ilişkin “terör” tanımı devam ediyor. Hükümet tarafından “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” ve bu müsteşarlığın bünyesinde “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” oluşturulmasına yönelik bir yasa tasarısı da Meclis’in gündemine getiriliyor. ABD-Kuzey Irak Kürt Yönetimi-Türkiye arasında bir üçlü koordinasyon oluşturulması da bilinen yaklaşımlar arasında.
Parlamento içinde temsil edilen ve dışında kalan Kürt demokratik siyasetinin, farklı siyasal yelpaze ve demokratik kurumlarda temsil edilen Kürtlerin üzerinde ortaklaştığı talepler ise belli olmuştur: Anadilde eğitim, yerel yönetimler düzeyinde özerklik, Kürtçe’nin kamusal hizmet dili olarak kabulü, etnik vurgulardan arınmış eşit yurttaşlık temeline dayalı demokratik Anayasa. Kürt kurumları ve siyasetçilerinin muhatap alınarak çözümün geliştirilmesi de talepler arasındadır, Öcalan’ın da sorunun çözümünde etkili bir özne olduğunun da dikkate alınması ve önerilerinin tartışılmasını istemektedir Kürt demokratik hareketi.
Emek Partisi başta olmak üzere, pek çok demokratik siyasi parti ve oluşum, demokrat aydın, sanatçı, barış aktivisti ve kadın örgütü de, anadilde eğitim, demokratik Anayasa, demokratik temsile izin veren bir Siyasi Partiler ve seçim yasası, özerklikten yerel yönetimlerin çeşitli düzeylerde güçlendirilmesine uzanan bir yelpaze içinde özerklik taleplerini destekliyor.
Kürt demokratik siyasetinin, Habur karşılamasında ortaya çıktığı üzere, AKP açılımı ile yetinmeyeceği ve demokratik çözüm için kitle potansiyeli görülünce, açılımın başlangıcında ortaya konan düşük yoğunluklu “diyalog” politikası sona erdirildi. Daha önce de, her toplumsal değişim dönemeçlerinde egemenlere çok hizmet görmüş kontrgerilla harekete geçirildi. CHP ve MHP’nin de katkılarıyla sivil reaksiyon, kitle kışkırtmaları, linç girişimleri dahil, her yolla Kürt demokratik hareketi baskı altına alınmaya çalışıldı. AKP Hükümeti ve devlet “çekirdeği”nin özenle hazırladığı bu siyasi iklimde, AKP’nin Kürt açılımı; Kürt demokratik siyasetini, Kürt demokratik kurumlarını tasfiye olarak ilerlemeye devam etti. DTP kapatıldı, Kürt politikacılar, Belediye başkanları, sivil toplum örgütü yöneticileri, gençler, çocuklar kitlesel tutuklamalara tabi tutuldu. Kürt demokratik hareketinin çeşitli düzeylerdeki aktivistlerine rehine muamelesi yapılıyor. Açılım yapılması için onların susması isteniyor. Çocuklar için Adalet Çağrıcıları başta olmak üzere, birçok siyasi parti, aydın, kadın örgütü ve benzeri kurumların baskı ve talepleriyle gündeme gelen, TMK mağduru çocukların yargılanmasına ilişkin kısmi iyileştirmeler içeren yasa düzenlemesi; Öcalan’ın tutukluluk koşulları için çocukların da içinde yer aldığı gösteriler yapılması gerekçe gösterilerek, aynı rehine muamelesi anlayışıyla, askıya alındı.
Bu süreçte, bir yandan da, hakim sınıf klikleri arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi sürmektedir. “Askeri vesayet”-“sivil vesayet” tartışmaları ardında, CHP, MHP, Anayasa Mahkemesi, üst yargı bürokrasisi, TSK ve bir kısım medya; diğer yanda bir kısım üst yargı bürokrasisi, Polis gücü, AKP ve bir kısım medyanın dahil olduğu iki odak arasındaki hakimiyet mücadelesinin en önemli yönlerinden biri de, Kürt sorununa ilişkin çözüm metotlarıdır. Bir taraf 80 yıllık politika ve çözüm yönteminde ısrar ederken, diğer taraf en az tavizle ve esas olarak Ortadoğu’da “bölge gücü” olma hedefini destekleyen, ama asla eşitlik temelli olmayan bir çözüm tasarlamaktadır. Bu çözümün engeli olarak gördüğü Kürt demokratik siyasetini yine statükocuların geleneksel şiddet yöntemlerine başvurarak tasfiye etmek ve bu şekilde “Kürtsüz Kürt çözümü” gerçekleştirmek istemektedir. Bu yaklaşımda, mağdur ve çaresiz Kürt sevilirken, politik özne olan Kürt, istenmeyen ve mümkünse yok edilmesi gereken Kürt olarak değerlendirilmektedir.
Bütün bu gelişmeler; hakim güç odaklarının mücadelesine bel bağlamayan; ancak bu mücadelenin ortaya çıkardığı belge ve bilgileri demokrasi mücadelesinde değerlendirebilen bir yetenekle hareket etmeyi gerektiriyor. Demokratik çözümün gerçek güvencesinin Türkiye emekçi sınıflarının, kadınların, gençliğin ve eşitlik isteyen Kürt halkının, Demokratik Türkiye hedefine bağlanan ortak barış mücadelesi olduğu bir kez daha görülmüştür.
Bir kadın barış hareketi; büyük kadın yığınlarının barış mücadelesinin aktif bir bileşeni haline getirilmesinin yaratacağı büyük olanaklar, kadınların genellikle savaşın aktif tarafı olmaması, savaşta yaşanan kadın deneyimlerinin büyük ölçüde erkeklerden farklı olması, kadınların çözüm önerilerinin ve analizlerinin görünür kılınması, kadınların bir araya gelme yöntem ve araçlarının farklılığı gibi pek çok özgünlükleriyle, barış mücadelesine çok şey katabilir ve yeni yaklaşımlar getirebilir.
KADIN BARIŞ HAREKETİNİN ÖZELLİKLERİ
Savaşın diğer özellikleri yanında aynı zamanda cinsiyetçi karakteri, kadın üzerindeki taciz, tecavüz vb. cinsel ve cinsiyetçi şiddetin boyutlanarak sürdürülmesi anlamına geldiği için ve bu boyutun kadının eşitlik-özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, bir kadın barış hareketinin barış mücadelesine katkısı vazgeçilmez önemdedir. Savaş sadece Kürt kadınları üzerinde böylesi bir etkide bulunmuş değildir, aynı zamanda ülkenin Batısında yaşayan Türk ve diğer kadınlar üzerindeki cinsel şiddet de boyutlanmıştır. Son 7 yılda kadın cinayetlerinin %1400 artması, Antalya’da gece kulübünde çalışan bir kadının polis kılığında zorla kaçırılarak günlerce tecavüze uğraması, Kürt illerinde askerliğini tamamlayan bir gencin Zonguldak’ta karısı ve ailesini öldürmesi örneklerden sadece birkaçıdır.
Savaşın kadın emeği sömürüsünü daha da ağırlaştırması, kadın odaklı barış mücadelesinin dikkat çekmesi gereken başka bir boyutudur. Ücretlerin düşürülmesi, iş saatlerinin artırılması, işten atmalar ve sosyal hakların ortadan kaldırılması, kadın ve erkek emekçiler için, savaş dönemlerinin ortak özellikleridir. Savaşın maliyeti, emek sömürüsü artırılarak finanse edilmektedir. Yoksulluk ve açlık dalga dalga yayılmaktadır. Ancak, büyüyen hoşnutsuzluğun yönü, sermaye ve egemenler tarafından çeşitli şekillerde halk yığınlarına çevrilmeye çalışılır. Bunlardan biri de, kadın ve erkek emekçileri karşı karşıya getirmektir. Savaş sürecinde, bir yandan da cinsiyetçi-eril değerler pompalanarak, kadınlar işgücü piyasasından çekilip eve hapsedilmeye çalışılır. Bu şekilde işsizlik karşısındaki baskı, kadınlara yönlendirilerek dengelenmeye çalışılır. Yakın hafızamızda, AKP Hükümeti’nin ekonomi bakanının, işsizliğin nedeni olarak kadın işçileri göstermesini hatırlarız. Öte yandan kadın emeği, daha düşük ücret ve daha ağır sömürü şartlarında erkek emekçinin ücretini de baskılama gayesiyle işgücü piyasasına çekilir. Her iki eğilimin de çeşitli örneklerini Türk sermaye sınıfı sergilemiştir. Bu süreçler, aynı zamanda, hakim kadınlık ve erkeklik değerlerinin kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden üretim süreci olarak da karakterize olur.
Kuşkusuz bu eğilimler, sadece savaş zamanlarına özgü değildir, barış zamanlarında da kadın ve erkek emekçi arasındaki rekabet, kapitalist için işgücü piyasasının yönetilmesinin araçlarından biridir. Ancak, savaş sürecinde emek sömürüsünün daha da yoğunlaşması, hakim cinsiyetçi toplumsal değerler ve işbölümünün yeniden üretilmesi ve hatta daha da gericileşmesi nedeniyle kadınların yükünün olağanüstü ağırlaşması gerçeği karşısında; kadın barış hareketinin bu yöne de dikkat çekmesi özellikle gereklidir. Barış için Kadın İnisiyatifi’nin Aralık ayı boyunca yaptığı “barış noktası” eylemlerinde, savaş bütçesine karşı talepler de çok doğru biçimde ileri sürülmüş ve bütçede kadın emeğinin korunması ve şiddete karşı kurumların desteklenmesi, kadının sosyal-ekonomik-kültürel gelişimi için kaynak ayrılması talep edilmiştir.
Savaş, aslında hakim sınıf ve iktidar kurumlarının kendi sınıf çıkarları ve egemenlik için yürüttüğü bir şeyken, bütün toplumun ya da en azından büyük bölümünün savaşı onaylamak üzere kazanılmasına ihtiyaç vardır. İster iç savaş olsun, isterse devletler arası savaşta, hakim sınıflar tarafından, her toplumun birbirinden az çok farklı olan tarihi ve geleneklerinin egemen sınıfın çıkarlarına hizmet edecek gerici unsurları yardıma çağırılır. Bu geleneksel değerlerin birçoğunun kadın üzerindeki cinsiyetçi egemenliği pekiştiren değerler olduğu bilinmektedir. Milliyetçi ve militarist değerler, tek tipleştirme, tüm toplumun emir ve komuta zincirine dahil edilmek üzere askerileştirilmesi/militarizasyonu için geçmişten gelen geleneksel hiyerarşi biçimlerinin hepsine ihtiyaç duyar, onu güncelin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yoğurur ve topluma yeniden sunar. Cinsiyetçi hiyerarşinin, aile değerlerinin yeniden ve yeni biçimde kutsanması da, bu geleneksel değerlere dahil olup, milliyetçi, militarist değerlerle iç içe geçerek, birbirini güçlendirerek, kadının eşitlik ve özgürlük yönünde ilerleyen hareketini, kazanımlarını da tehdit eder. Barış için mücadelenin, bu nedenlerle kadın özgürlüğüne ilişkin talepleri de içermesi, kadın barış hareketinin ilgi alanında yer almaktadır.
Savaşın sürdürülmesi için topluma yöneltilen kışkırtma, ordu, koruculuk, özel tim vb. savaş kurumlarının erkek karakteri, büyük ölçüde, aynı zamanda erkekliğin kışkırtılmasıyla birlikte yol alır. Her zafer ve yenilgi, kadın bedeni üzerindeki erkek egemenliği ile bağ kurularak, savaşan erkek beynine kazınır. Erkeğin cinsel egemenliğine göndermeler yapan kavramlar, terimler, küfür ve argolar, savaşçı militarist dilin de vazgeçemeyeceği argümanlarıdır. Fatih Altaylı ve Serdar Turgut’un televizyon ekranı ve gazete sayfalarından geliştirdiği militarist söylemin, cinsiyetçi söylemle ayrılmaz şekilde bütünleşmesi örneğinde görüldüğü gibi, savaşın her aşamasında hakim erkeklik değerleri yeniden üretilir ve kışkırtılır.
Sadece savaş zamanında özgürlük taleplerinin savunulması bakımından değil, barışın kurulma döneminde kadın hareketinin kazanımlarının korunması ve ilerletilmesi bakımından da, kadın barış hareketinin güçlendirilmesi zorunludur. Kadınlar, çoğu kez savaş dönemlerinde en ağır bedeli ödemesine, en büyük acılara ve fedakarlıklara katlanmalarına, bir çok kez barış için savaşmalarına rağmen, barış sürecinde kadınların talepleri, en kolay vazgeçilen, göz ardı edilen veya düpedüz feda/berdel edilen unsurlar haline gelmektedir. 1789 Büyük Fransız Devrimi’nde, kadınlar çok büyük rol oynamış ve büyük kitle kahramanlıkları göstermiş olmasına rağmen, örgütleri ilk kapatılan, Meclis’te ilk sesi susturulan ve uzun yıllar seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılan kesim olmuştur. Kuzey Irak Kürt yönetiminin, barış sürecinde kabul ettiği yasalardan birinin kadınları erkek karşısında ikincilleştiren ve cinsel köle haline getiren, kadınları erkek çıkarları için berdel etmenin örneği olan çok eşlilik yasasını kabul etmesi örneği, barış sürecinde kadınların kendi örgütleriyle barışın kurulmasına katılımının önemini bir kez daha göstermektedir.
Kuşkusuz bu konu üzerine daha çok şey söylenebilir ve söylenmelidir, ancak sayfa sınırlılığını gözeterek burada sözlerimizi noktalayalım.
BARIŞ HAREKETLERİ VE BARIŞ İÇİN KADIN İNİSİYATİFİ
İçinde bulunduğumuz süreçte, Türkiye Barış Meclisi, Barış İçin Sanatçılar, Aydın girişimi vb. pek çok barış hareketi bulunduğu gibi, çeşitli kadın barış hareketleri de ortaya çıkmıştır.
Evlatlarını savaşta kaybetmiş ya da kaybetme tehlikesi yaşayan Kürt annelerinin barış ve demokratik çözüm talepli Barış Anaları hareketi, tıpkı 12 Eylül cuntası ve devamında evlatlarını kaybeden Cumartesi Anneleri gibi, Arjantinli Mayıs Meydanı Anneleri’nden esinlenmiş, annelik üzerinden kurgulanmış kadın barış hareketidir. Irak savaşına karşı Cindy’nin önderlik ettiği Amerikalı asker anneleri hareketi de, benzer niteliktedir.
Ancak, salt annelik üzerinden ifade edilen bir kadın barış hareketi, kadın hareketinin barış mücadelesiyle ilişkisini izah etmekte yetersiz kalır. Kuşkusuz annelerin barış mücadelesi son derece önemlidir ve naif bir “annelik eleştirisi” ile ötelenemez. Onu reddetmeyen, ancak onunla da yetinmeyen kadınların eşitlik ve özgürlük talepleriyle çakışan bir yaklaşım, bugünün modern, kent merkezli, işçi-kamu emekçisi-aydın-sanatçı-semt emekçisi kadının odağında yer aldığı kadın barış hareketine cevap olabilir. Esasen bu ihtiyaç, Barış İçin Kadın İnisiyatifi’nin düzenlediği forumun sonuç bildirgesinde, “savaşla birlikte daha yoksul, daha işsiz, daha fazla cinsel şiddete maruz kalan kadın gerçeğine ve ezilen cinsin ezilen ulusla dayanışmasına” dikkat çekilerek ifadelendirilmiştir.
Kürt demokratik örgütlenmelerinin en önemli bileşenlerinden biri olan Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH), AKP’nin Kürt açılımı/tasfiyesi sürecinde en çok saldırıya uğrayanlardan biri oldu. KESK gibi emek örgütlerinde, insan hakları ve kadın örgütlerinde, yerel yönetimler ve parti örgütlerinde yer alan Kürt kadınları tehdit edildi, gözaltına alındı, tutuklandı, kimileyin cinsel saldırıya uğradı.
İşte bu gelişmelerin yaşandığı dönemde, Türkiye’nin birçok yerinden kadınlar, 31 Mayıs 2009 tarihinde “söyleyecek sözümüz, çözümü geliştirecek gücümüz var” sloganıyla Diyarbakır’da buluşarak, kadın dayanışmasını gerçekleştirdiler. Burada, barış ve Kürt sorununun demokratik çözümü için görüş ve önerilerini, daha çok da duygularını paylaştılar. Diyarbakır’da ortaya çıkan önerilerle, barış için kadınların sözünü ve eylemini ortaklaştırarak sürekliliği sağlayan bir örgütlülüğe dönüştürme fikriyle, Haziran’da Ankara’da bir araya gelindi. İstanbul, Ankara, Diyarbakır ve İzmir’den temsilcilerin katılımıyla bir merkezi koordinasyon oluşturuldu ve şenlik, forum, imza kampanyası, barış nöbeti vb. bir dizi karar alındı. Daha sonra bu kararlar, İstanbul Barış ve Demokrasi için Kadın Platformu tarafından geliştirildi. Bu platform, kendisini Barış için Kadın İnisiyatifi’nin İstanbul grubu olarak tanımladı ve çalışmalarını bu şekilde sürdürmeye karar verdi.
Kadınlar, 8-9 Ağustos’ta, Berçelan yaylası ve Taksim’de eşzamanlı barış buluşması gerçekleştirdiler. 23 Ağustos’ta İstanbul Maçka Parkı’nda barış şenliği ve 17-18 Ekim’de yine İstanbul Tabip Odası Salonu’nda bir barış forumu düzenlediler. Forum öncesinde atölye çalışmaları, forum sonrası çeşitli toplantılarla, farklı kadın grupları ve kişilikleriyle görüş alışverişleri düzenlendi. 10 Kasım’da barış görüşmeleri sırasında Meclis önünde bir açıklama yapılarak, kadınların barış talebi vekillere iletildi. Aralık ayı boyunca kadınlar, “barış için ısrar ediyoruz” sloganıyla “barış noktası” eylemleri yaptılar.
Barış İçin Kadın İnisiyatifi, politik-ideolojik bileşimi itibariyle sosyalist, sosyalist-feminist, bağımsız feminist, yeşil, anti-kapitalist, demokratik kadın grupları ve Kürt hareketinden kadınları; örgütsel bileşimi itibariyle dernek-kooperatif vb. türünde çeşitli kadın örgütlerini, siyasi partilerin kadın yapılarını, sendika ve meslek örgütlerinin kadın komisyonlarını, aydın-sanatçı-akademisyen tek tek kadın kişiliklerini içeriyor.
Bu geniş yelpazeye yayılan kadın bileşiminin kendini tarifte, eylem ve etkinlik seçiminde, taleplerin ortaklaştırılmasında sorun yaşayacağı düşünülebilir. Ancak, kadın gruplarının bileşimi itibariyle demokratik taleplerde ortaklaşmanın daha kolay, eylem ve etkinlik seçiminde ortaklaşmanın daha zor olduğunu gözlemliyoruz. Zira, bu kadın gruplarının çalışma alışkanlıkları birbirinden farklıdır ve bu, etkinlik seçimlerine yansımaktadır.
Barış talebini sahiplenen kadın örgütlerinin aktif unsurları ve aydın-sanatçı-popüler kadın kişilikleriyle hızlı etkinlikler kotarma ile işçi-semt emekçisi-kamu emekçisi vb. kadın kitlesinin çoğunluğunun barış mücadelesine katılımını sağlayacak etkinlik ve yöntem üzerinde yoğunlaşmaya ilişkin çelişki ve farklı yönelimler asıl sorun olarak öne çıkmaktadır. Esasen bu iki yönteme de ihtiyaç olduğu konusunda görüş birliği de vardır, ancak alışkanlıkların pratikte dönüşmesi kolay olmamaktadır. Bir diğer sorun, çok sayıda kurumun birlikte hareket ederken, etkinlik ve talepleri kendi çalışma alanlarına, ilişki içinde olduğu kadın kitlelerine yeterince taşıyamamasıdır. Ortak çalışmanın gerçek bir kazanıma dönüşmesi için katılımcı kurumları oluşturan kadın kitlesinin de çalışmaları sahiplenmesi gerekiyor.
Zaten barış istemini belli etmiş olan Kürt kadınına seslenme kolaycılığı, Türk ve diğer kadınların barış mücadelesine kazanılması için yöntem, dil ve araçlar geliştirilmesindeki yetersizlik, asıl sorunlar olarak ortada durmaktadır ve bu yönde gelişmeye, güçlenmeye ihtiyaç vardır. Kadın barış hareketini geliştirmenin bir unsuru da, bugün itibariyle İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da şekillenmiş olan hareketi belli başlı büyük kentler başta olmak üzere Türkiye geneline yaymaktır.