Avrupa gençliği bir süreden beri protestolarla kendinden söz ettirmekte. Özellikle son aylarda gündeme gelen gençlik eylemleri ise, gençliğin protesto ve tepkisinin geçici olmadığı, gerisinde temelli faktörlerin rol oynamaya başladığını göstermekte. Anlaşılan o ki, Cebelitarık’ın güney kıyısından kuzeyine, ayaklanma kıvılcımı olmasa da, sermaye ve hükümetlerin saldırılarına karşı direnişe geçme ve daha önemlisi mevcut toplumsal çelişkileri kitlesel mücadeleyle aşma kıvılcımı sıçramış görünmekte.
Hiç şüphesiz, gençlik, Avrupa çapında yeni bir mücadele sürecine girmiş bulunmakta. Bu süreç şimdilik, emperyalizmin egemenlik zincirinde krizle birlikte oluşan yeni zayıf halkalar Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de daha belirgin durumda. Dolayısıyla, Avrupa’daki son gençlik eylemlerini, Arap gençliğine öykünmeye dayanan bir gençlik hevesi olarak değerlendirmek büyük bir siyasi aymazlık olacaktır.
“KAYIP BİR KUŞAK”!
Bugünkü gençlik hareketinin dinamiklerini anlayabilmek için AB’deki gençliğin ekonomik-sosyal durumuna kabaca da olsa göz atmamızda fayda vardır.
Geçtiğimiz yıl ILO, 2007-2009 dünya ekonomik krizinin gençlik üzerindeki etkisiyle ilgili şöyle bir uyarıda bulunmuştu: Yaşanan krizin ağır bir mirası, iş piyasasıyla alakası kesilen “kayıp bir kuşak” olabilir! Ve gerçekten de rakamlar çarpıcıdır: Kriz öncesinde, dünya çapında 25 yaşın altındakiler işsizlikten nüfusun ortalamasından üç misli fazla etkilenirken, krizle birlikte bu konudaki rakamlar adeta tavan yapmıştır. Sadece 2007-2009 yılları arasında işsiz gençlerin sayısı dünya ölçeğinde yaklaşık 8 milyonluk bir artış kaydetmiştir.
Avrupa da bu bakımdan bir istisna oluşturmadı. Avrupa istatistik dairesi Eurostat’ın güncel verilerine göre, AB’de her beş gençten biri işsizdir. Buna ek olarak, “çalışan yoksullar” kategorisi içerisinde yer alan emekçilerin çoğunluğunu da gençler oluşturmaktadır.
AB kendi içinde değerlendirildiğinde, Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra, PİİGS devletleri olarak tanımlanan ülkelerde, yani Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’daki gençlerin işsizlikten bugün ciddi biçimde etkilendikleri görülmekte: İspanya’daki resmi rakamlara göre, gençlik içerisindeki işsizlik oranı % 43; Yunanistan’da % 33; İrlanda ve İtalya’da % 29 ve Portekiz’de % 21’in üzerindedir. Gençliğin bu ülkelerdeki durumu kriz öncesinde zaten ağırdı, kriz ise gençliğin yaşam koşullarını hızla daha çekilmez hale getirdi.*
Ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen Yunanistan ve İspanya’daki gençliğin ekonomik durumunu özetleyecek olursak, karşımıza şöyle bir tablo çıkmakta:
Bir süreden beri Yunanistan’da “600 Avro Kuşağı”ndan söz edilmekte. Bu söylemle kastedilen, aylık brüt gelirleri 600 Avroyu geçmeyen gençlerdir. Meslek eğitimi gören her on gençten sadece biri eğitim sonrası iş bulabilmektedir. Her üç gençten biri ise, ortalama 4 ila 5 yıl boyunca iş aramaktadır. Zaten çalışan gençlerin büyük çoğunluğu, başta hizmet sektöründe olmak üzere, süreli işlerde çalışmaktadırlar. Düşük ücret ve güvencesizlik nedeniyle, birçoğu iki ya da üç işte çalışmaktadır. Bu arada 20 yaş öncesinde velilerinin evini terk edemeyen gençlerin sayısı da giderek artmakta. Ailelerin çocuklarına maddi yardımda bulunma olanakları da oldukça sınırlanmış durumda; zira Yunanistan, Avro Bölgesi’nde en düşük ücretlerin verildiği ülkelerin başında gelmekte. Her beş Yunanlıdan birisi yoksul sayılmakta. Yunanlı emekçi gençliğin yaşam koşullarının krizle birlikte daha da ağırlaştığını ise belirtmek bile gereksiz.
Benzer bir tablo İspanya’da da mevcut. Orada da “Mileuristas” fenomeninden, yani brüt 1000 Avro’yu geçmeyen, son derece vasıflı genç işçilerden söz edilmekte. Çalışanlar kategorisinde yer alan bu “şanslı” gençlerin önemli bir bölümü, aldıkları ücret bir daire kiralamalarına yetmediğinden, aileleriyle birlikte yaşamak zorunda kalmaktalar. Son kriz ülkeyi öylesine derinden sarsmıştır ki, gelinen yerde hemen hemen her iki İspanyol gencinden biri işsizdir. Olanağı olan birçok genç, öğrenimini uzatmaya çalışarak bu sancılı dönemi atlatmaya çalışmakta. Olanağı olmayanlar arasında ise, yurtdışına göç edenlerin sayısı giderek artmakta. Özellikle en vasıflı olanları ülkeyi terk etmekte. Ekim 2007 ile Ekim 2010 arasında 205 bini aşkın genç İspanya’dan başka bir Avrupa ülkesine göç etmiştir. Portekiz ve İrlanda gençliğinin durumu da az çok benzer bir tablo sunmakta.
Gençliğin yaşam koşullarındaki bariz kötüleşme hemen hemen tüm Avrupa ülkelerini kapsamakta. Bu genel trend açısından Almanya ve Fransa bile bir istisna oluşturmuyor. Avrupa’nın tüm ülkelerinde; işsizler arasında, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde ve sosyal kısıtlamaların kendisinden ve sonuçlarından etkilenmede gençler ilk sırada yer alıyorlar. Üniversite mezunu olmak (“yüksek gelirli rahat bir yaşamın anahtarı”!); meslek eğitimini tamamlamak (“altın bilezik”!); önceleri az çok güvenceli bir iş ve nispeten rahat bir yaşam sağlayabilen bu tür konumlar, son 10-15 yıldır zaten bu anlamlarını yitirmeye başlamışlardı. Son ekonomik kriz ise, tedricen seyreden bu kötü gidişatı her bakımdan hızlandırmış bulunuyor.
Dolayısıyla, ekonomik ve sosyal yaşamdaki bu ciddi kötüleşme, sadece işçi gençliği değil, üniversiteli/akademisyen genç kesimi de derinden sarstı. Genç aydın kesim, üniversiteyi bitirmesine ve hatta mesleğinde bir iş bulması durumunda dahi, orta sınıfa mensup ailesinin yaşam seviyesine artık zor ulaşacağını görmektedir! Hayal ve umutlar yıkılmakta, gelecek korkusu ve endişesi artmakta. Ve bu belirsizlik, belirli ve güvenli bir hayat özlemini arttırmakta. Ve kaçınılmaz bir şekilde, gençliğin dünyayı algılama ve dünyaya bakışı da değişime uğramakta; ezberler bozulmakta. Denilebilir ki, bugünlerde, Avrupa’daki gençliğin sosyal-kültürel yaşamı ve düşünce dünyası, 68 gençlik hareketinden bu yana, en ciddi ve taşıdığı potansiyel bakımından ondan da büyük bir kırılmayı yaşamakta.
YUNANİSTAN VE İSPANYA ÖRNEKLERİNİN FARKLI ANLAMLARI
Avrupa’daki bugünkü gençlik hareketinde kendisini henüz yeni yeni hissettiren eğilimi daha görünür kılabilmek açısından, son yılların iki önemli gençlik olayını kıyaslamak aydınlatıcı olacaktır. Birincisi, Yunanistan’da Aralık 2008’de patlak veren gençlik isyanı iken, ikincisi geçtiğimiz aylarda kendisinden söz ettiren İspanya’daki “öfkeliler”in 15 Mayıs Hareketi’dir.
Aralarındaki fark dikkate değerdir: Birincisinde; dünya ekonomik krizinin ortasındayken, 15 yaşındaki Alexis Grigoropoulos’un bir polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine patlayan öfkenin hızla bir gençlik isyanına dönüşmesi söz konusu. Burada, gençliğin kendi yaşam koşullarına ve toplumsal sorunlara ilişkin politik bir tutumu ve değerlendirmesi zayıftır. Adeta bir öfke kusması yaşanmıştır.
İkincisinde ise, yani İspanya’daki 15 Mayıs Hareketi’nde ise tersine, öfke şiddete değil bilinçli bir eylem ve harekete dönüşmüştür. Yunanistan’daki gibi, gençlik eylemi emekçi kitlelerin desteğini giderek yitirmemiş, aksine bu destek giderek artmıştır, öylesine ki, kendilerini “işsiz, evsiz, güvencesiz ve korkusuz” olarak tanımlayan İspanyol gençliğinin eylemi adeta bir halk hareketine dönüşmüştür.
Hemen belirtelim ki, ikisi arasındaki esas farkın, birisinin şiddetli diğerinin şiddetsiz olması değildir; bu, son derece yüzeysel bir değerlendirme olacaktır. Aralarındaki asıl farkı oluşturan ve dolayısıyla İspanya’daki “öfkeliler”in hareketindeki yeni unsuru da koşullayan şu iki önemli olgu ve gelişmedir: Birincisi, ekonomik krizin toplumsal sonuçları ve bu büyük krizin büyük faturasının başta gençlik olmak üzere emekçi halka çıkartıldığı gerçeğinin giderek daha geniş kitlelerce görünür hale gelmesi. İkincisi ise, Arap coğrafyasında yaşanan ve önemli bir dinamiğini gençliğin oluşturduğu halk ayaklanmalarının sunduğu çarpıcı ve bir o kadar da öğretici örnektir.
Avrupa’daki gençlik açısından, özellikle de Akdeniz’e kıyısı olan Avrupa ülkelerinin gençliği açısından, belirtilen son iki olgu ve gelişme, bariz bir çelişkiye işaret etmekteydi: Avrupa’da mali sermaye, hükümetleri ve AB eliyle, krizin faturasını emekçilere çıkartırken, ne Avrupa Sendikalar Birliği, ne de ilgili ülkelerdeki büyük sendikal konfederasyonlar ciddi bir mücadeleyi örgütlüyorlardı. Aynı şekilde, yerleşik burjuva partileri de, iş mali sermayeyi kurtarmaya gelince büyük bir “devlet sorumluluğuyla” hareket ediyorlardı! Dahası, Fransa’da olduğu gibi, üç ayda yedi kez genel greve gidilmesine rağmen, esasta bir şey değişmiyordu; tepki ve mücadeleler sonuçsuz kalıyordu! Öte yandan ama, Magrip’te “rejimler yıkılıyor”, “tarih yazılıyor”du!
Hiç şüphesiz, olup bitenler Avrupa gençliğinin algısı açısından oldukça sarsıcı ve tezat bir duruma işaret ediyordu. Nitekim Arap gençliği; iş, sosyal refah ve demokrasi olmadığı için yürüyordu ve siyasal özgürlüğün yoksunluğu koşullarında belirli bir sonuç alabiliyordu. Avrupa gençliği ise, demokratik tepkisini son yıllarda artan bir sesle dile getiriyordu: 2006’da Fransa’da yeni iş yasası CPE’ye, geçen yıl ise emeklilik reformuna karşı; Hollanda, İngiltere ve İtalya’da üniversiteli gençlik, kısıtlamalara ve harçlara karşı geçtiğimiz sonbahardan beri büyük kitlesel eylemler gerçekleştiriyordu, ancak demokrasi ve siyasal özgürlüğe rağmen talepleri karşılanmıyor, sonuç alınamıyordu! Dolayısıyla, ekonomik ve sosyal koşullarından zaten hoşnutsuz olan Avrupa gençliği, İspanya örneğinde olduğu gibi, artık demokrasisinden de hoşnutsuzluk duyar oluyordu. Ve işte Arap gençliğinin siyasal özgürlük mücadelesi, olay ve gelişmelerin bu biraradalığında, Avrupa gençliğine, içinde yaşadığı demokrasinin sınırlılığını ve biçimselliğini de görünür kılmaktaydı!
“GERÇEK DEMOKRASİ, ŞİMDİ!”
İspanya örneği üzerinde daha ayrıntılı durmanın yararı var. Gelişmeleri kaba hatlarıyla hatırlayalım: 15 Mayıs’ta ana kitlesi gençlik olan yüz bini aşkın insan, “Gerçek demokrasi, şimdi!” şiarıyla ülkenin meydanlarını işgal eder. Madrid’in Puerta del Sol Meydanı 4 hafta boyunca gençliğin işgali altında kalır. 4 hafta sonra ise, meydandaki binlerce gencin ortak kararıyla meydanlar boşaltılır. Ama eylemlere son vermek için değil, çalışmaları semtlere kaydırmak için! (Bu arada bu hareket Yunanistan ve Fransa’ya da sıçrar; Avrupa’nın birçok ülkesinde gençler, bu hareketle dayanışma eylemleri düzenler.)
19 Haziran’da ise, ülke çapında “Avro istikrar paketi”ne karşı büyük bir eylem gerçekleşir. Ülke çapında 80 kentte eylemler olur. Madrid’in köy ve çevresinden gelen yüz binler, 6 koldan parlamentoya doğru yürür. “Onların krizini biz ödemeyeceğiz!”; “Gençlik geleceksiz!” vb. sloganlar öne çıkar. Yürüyüşlere çağrı yapanlar, esasta “Gerçek demokrasi, şimdi!” hareketi, “halk meclisleri” ve “işçi komiteleri”dir. “Halk meclisleri”, Puerta del Sol Meydanı’nın bir aylık işgali boyunca, Madrid’in çeşitli semt, banliyö ve köylerinin meydanlarında oluşan meclislerdir. “İşçi komiteleri” ise, geçtiğimiz Eylül ayındaki genel grevden sonra sol sendikacı çevrelerince Madrid’in bazı işçi semtlerinde kurulan komitelerdir.
Gençliğin “öfkeliler” hareketinin geniş halk kitlelerini harekete geçirebildiği, tüm bu eylemler boyunca görülür. 19 Haziran eylemi yaşlısı ve genciyle, emeklisi ve üniversitelisiyle, emekçilerin aileleriyle katıldığı bir halk eylemine dönüşür. (Bu arada “öfkeliler”, eylemlerine devam edeceklerini, 15 Ekim’de Avrupa çapında, hatta başarılırsa dünya çapında bir eylem örgütlemek istediklerini açıkladılar.)
15 Mayıs Hareketi’nden bir aktivist bu tabloyu şöyle yorumlar: “Dört ay öncesinde Facebook’da yalnızca 20 kişiyle ‘Gerçek demokrasi, şimdi!’ adlı platformumuzu oluşturduk. Bundan beri hareket durmaksızın büyüyor. 15 Mayıs’ta, yani hareketin kendisini 15 Mayıs hareketi olarak ilan ettikten sonra, tüm İspanya’da 130 bin insan sokaklara çıkmıştı. Bugün ise yalnızca Madrid’de yüz binlerceyiz! Halkı uyandırmayı, sosyal bilinci canlandırmayı başardık.”
Kuşkusuz, bu gençlik hareketinin içinde farklı siyasi akımlar şu veya bu düzeyde yer alıyorlar. Ancak tayin edici değiller. Zaten bu kendiliğinden hareketin en yaygın sloganlarından birisinin “bizi temsil etmiyorlar” sloganı olması da bir raslantı değildir. Gençler, “bizi temsil etmiyorlar” derken, kastettikleri düzen partileri, merkezi ve yerel meclisler ve başta sendikalar olmak üzere mesleki örgütlerdir!
“Gerçek demokrasi, şimdi!” platformunun manifestosuna baktığımızda da şunları not edebiliriz:
> Farklı siyasi eğilim ve görüşlerden gelen gençlerin ortak özelliği; mevcut siyasete ve ekonomik ve toplumsal koşullara öfke duymak;
> Ancak bir araya gelindiğinde, durum değiştirilebilir; daha iyi bir toplum yaratılabilir;
> Modern bir toplumun öncelikleri: Eşitlik, ilerleme, dayanışma, kültürel özgürlük, kalıcı gelişme, insanların refah ve mutluluğu;
> Talep edilen haklar: Konut, iş, kültür, sağlık, eğitim, politik katılım, özgür bireysel gelişme ve tüketim hakkı;
> Mevcut hükümet ve ekonomik sistem insani bir ilerlemenin önünde engeller oluşturuyor. “Mevcut sistemin amacı, ekonomik olup olmadığına, toplumun refahını artırıp artırmadığına bakmaksızın, para birikimidir”;
> “Toplum olarak geleceğimizi artık soyut bir ekonomik sisteme teslim etmemeyi öğrenirsek, hepimizin zararını gördüğü istismarı ortadan kaldırırız”;
> “Bize etik bir devrim gerek. Parayı insanın üstünde tutmaktansa, yeniden kendi hizmetimize sokmalıyız. Bizler ürün değil, insanız.”…
“Arap Dünyasında Ayaklanma” adlı kitapta, halk isyanları, son büyük ekonomik krizin emperyalist kapitalizmin genel bunalımında teşkil ettiği yeni ağırlaşma sürecinin bölgedeki toplumsal çelişkiler temelinde bir dışavurumu olarak saptanmış ve isyanlarda rol oynayan çelişkiler ve ilişkilerin uluslararası dolayımları dikkate alındığında, bu gelişme ve olayların salt Arap coğrafyasına özgü olmadıkları ve başka bölge ve ülkelerde de gerçekleşebileceğine dikkat çekilmişti.** Bu bağlamda, özellikle de İspanya’daki gençlik hareketinin yukarda özetlenen özelliklerine bakıldığında, görülen şudur: Gençliğin dert edinip çözümünü talep ettiği sorunlar oldukça geniş bir alanı kapsamakta. Ve gençliğin bu sorunlarla ilgili mücadelesinin de gelip geçici bir protesto hareketi olmadığı görülmekte. Nitekim hemen hemen tüm ileri kapitalist ülkelerde, sistem gençliğe gelecek sunamayacak bir durumda ise ve dahası bunun böyle olduğu giderek daha geniş gençlik kitlelerince de algılanıyorsa ve öte yandan toplumsal sorunlar, gençlik kitlelerinin karşısına kapitalist sistemin genel bunalımındaki yeni bir ağırlaşmanın koşulladığı karmaşayla çıkıyorsa; daha temelli bir hareketlenmenin mayalanma koşulları alabildiğine genişliyor demektir.
Hiç kuşku yok ki, 15 Mayıs gençlik hareketi, başlangıçtaki taleplerinde (seçim yasasının reformu ve yolsuzlukla mücadele) süreç içerisinde bir genişleme kaydetmiş olsa da, henüz naif ve öfke duyduğu toplumsal sorun ve çelişkilerin nedenleri ve çözümü konusunda doğru bir bilinçten yoksundur. Örneğin bu hareketin aktivistlerinden birisi olup biteni şöyle açıklıyordu: “Henüz bir devrim olmadı. Ama benim için bir hayal gerçek oldu: Halkın uyanmasını sağladık. Bir tür bilincin devrimini gerçekleştirdik.”
Biliyoruz ki, bilinçteki devrim, otomatikman devrimci bilinç anlamına gelmez. Fakat bu anlamı olmadığında da, bunun ilk adımı, önkoşulu olabilir. Başka bir deyişle, yüz yüze olduğumuz, gençliğin siyasal uyanışı sürecidir. Siyasal uyanış ama, her zaman, belirli bir pozisyondan uyanış olduğundan, haliyle başlangıçta, uyanılan o pozisyonun sınırlılıklarını taşır. “Bilincin devrimi” burada, uyanışın kendisidir. Devrimci bilinç haline gelebilmesi için halihazırdaki pozisyonun değişimi gerekmektedir.
Aslında, tarihsel bakımdan değerlendirecek olursak; içinden geçtiğimiz dönem, burjuva ideolojisinin ve özelde de liberalizmin hegemonyasında yeniden büyük bir kırılma safhasına geçişi ifade etmekte. Gençlik, bir yönüyle de, toplumun sismografıdır (depremyazarı). O bize, bu kırılmanın ilk işaretlerini yansıtmaktadır.
Hatırlatmak gerekir ki, bugünkü burjuva ideolojisi ve liberalizmi, komünizmi alt etmiş olma üzerinden “yenilediği” tez ve ideallerle hegemonyasını tahkim etmiş bir ideolojidir. Ne var ki, bu tez ve idealler artık kapitalist toplum ve dünyanın bariz olgularıyla büyük bir tezat oluşturmakta; “yenilenen”*** bu fikirler, günümüzün yeni “hür” kapitalist dünyasının ortaya çıkardığı devasa çelişkilerle hiçbir şekilde örtüşmemekte. Gençliğin bugün görmeye başladığı, ideallerle gerçekliğin arasındaki bu büyük tezat, bu bariz örtüşmemedir.
Bilindiği gibi, SB ve Doğu Blok’un çöküşü üzerinden yenilenen burjuva hegemonya, gençliğin, tarihe bakışı bir anlamsızlık olarak içselleştirmesini sağlamaya çalışmıştır. Oysa bilinçteki devrimin devrimci bilinç olabilmesi için tarihsel süreklilik olmazsa olmazdır. Zira öfke duyulan şeylerin öncesi, arka planı, kısacası oluşumu hakkında bir irdeleme ve fikir olmaksızın, gerçek bir değişimi içeren bir alternatif de ortaya çıkartılamayacaktır.
Başka bir deyişle; kapitalist toplumsal gerçekliğin burjuvazinin kendi normatif ilkeleriyle (eşitlik, özgürlük, sosyal adalet vb.) çelişkisinin bariz bir şekilde ortaya çıkması karşısında; güncel toplumsal çelişkilere öfke duyan, ancak gelenek ile güncellik arasındaki kırılmayı kapitalist güncelliği aşan tarihsel bir perspektifle ele alamayan ve bu anlamda tarihsiz bir “şimdiki zaman”a hapsolmuş bir gençlik durmaktadır. Bir taraftaki örtüşmemeye diğer taraftaki örtüşme karşılık gelmekte. Fakat açıktır ki, bu tür bir durum, muhafaza edilemez, kalıcı kılınamaz bir durumdur. Çünkü “şimdiki zaman”ın ideolojik zincirleri ne denli görünmez ise de, maddi-toplumsal olgu ve çelişkileri de artık o denli hissedilirdir; verdiği acılar, ister istemez, düşünsel zincirleri de farkedilir kılmaktadır.
Zaten şu dikkat çekmekte: İdeolojik plandaki hegemonya ve hapsetmeler ne kadar etkin olsa da, öfke ve mücadelenin neden ve dinamikleri, ister istemez, bu ideolojik zincirleri zorlamakta: Tarih ve tarihsel eylem biçimleri, bir şekilde gündeme gelmekte. Örneğin eylem biçimlerinde, meydanları ele geçirme (tek başına Madrid’de aynı anda 100 semt toplantıları gerçekleşiyordu), konseyler olarak örgütlenme, Franko faşizminin uygulama ve provokasyonlarının hatırlanması vb. olaylar, bu tür düşünsel sınır ve zincirlerin zorlandığının ifadesidir aynı zamanda.
Ve işte bu böyle olduğu için; yani, ilkeler ile gerçekliğin örtüşmemesinin görünür hale gelmesiyle ideolojik hegemonyada beliren kırılma yeni bir sorgulamayı tetiklediği için, olup biteni burjuva ideolojisi sınırları içerisinde yeniden anlamlandırmak burjuva ideologlarının gençlik hareketi karşısındaki ana çabası haline gelir. Örneğin bir taraftan, İspanya’daki gençlik hareketi, burjuva demokrasisinin ciddi bir “temsiliyet krizi” içerisinde oluşuna kanıt kabul edilir, öte taraftan ama, “demek 200 yıl önce başlayan demokratik devrim hala devam ediyor” denilir! Gençliğe böylelikle, burjuva ilkeler ile gerçeklik arasındaki çelişkiyi, burjuva ilkelerini bizzat gerçekleştirerek çözme öğüdü verilir! Kapitalizmin toplumsal gerçekliğinin, ilkesinden sapmasını, ilkeye yeniden sahip çıkarak engelleme çağrısı yapılır!
GENÇLİĞİN MÜCADELESİ VE GENÇLİK İÇİN MÜCADELE
Bugünkü gençlik kuşağı, “sosyalizmsiz bir dünya”nın gençlik kuşağıdır. Aynı zamanda, liberalizmin (ve onunla birlikte bir süreliğine suni talep yaratma ekonomi politikasının) şaha kalktığı bir dönemin kuşağı. Öte yandan ama, emperyalist kapitalist sisteminin ikinci en büyük ekonomik krizinin tanığı ve doğrudan kurbanı olan bir kuşaktır. Kapitalizmin tarihi boyunca belki de hiçbir gençlik kuşağının dünya resmi, bu denli kısa bir sürede altüst olmayla yüz yüze gelmemiştir.
Günümüz gençliğinin mücadele hedefleri ile (iş, eğitim, sosyal refah ve güvence, gerçek temsiliyet ve söz hakkı vb.) ideolojik şekillenişindeki tarihsel sınırlanmışlık arasında öylesine çelişkili bir korelasyon bulunmakta ki, sosyalizmin gençlik hareketinin gündemine girmesi bir yerde kaçınılmazdır. Hatta sosyalizmle, Avrupa’nın 68 gençlik hareketinden çok daha sağlıklı bir zeminde buluşabilir. Avrupa 68’in gençliği, tabiri caiz ise, kafa üstü gitmeye yeltendi; kafa üstü duran bugünkü gençlik hareketinin önünde en azından ayakları üstüne dikilme olanağı bulunmaktadır. Nitekim, bugünkü gençlik hareketinde ne “devrim fetişizmi”, ne de “protesto ideolojisi” var; ne “devrim macerası”nın, ne de “büyük reddin” peşindedir!**** Bununla birlikte, gerçek yaşam ve sınıf mücadelelerine çok daha yakın, onun içinde ve dinamiklerinden biridir. Mayalanmakta olan gençlik hareketi, her şeyden önce, salt bir üniversite hareketi değildir; yoksul-işsiz işçi gençlik bir tarafa; üniversiteden mezun olmuş, bir süre çalışmış veya doğrudan işsiz kalmış genç aydın emekçiler bu hareketin önemli bir yapı taşıdır. Kaldı ki, bugünün koşullarında, üniversiteli gençliğin büyük bir kısmı, en azından düne göre çok daha büyük bir oranı, öğreniminin yanı sıra çalışmak zorundadır. İşte, kapitalizmde atılan her adım, bu sistemin temel çelişkisi nedeniyle, kendi karşıtını bağrında taşıyarak gerçekleştiğinden, üniversiteleri doğrudan piyasanın emrine sokma girişiminin bir başka sonucu da, çalışma ile üniversite yaşamının bu gençlik kuşağında çok daha fazla iç içe geçmesi olmuştur.
Ayrıca, gelinen yerde birçok mesleğin sosyal statüsü ile ekonomik konumu örtüşmemekte; doktor, mühendis, avukat, öğretmen vb. meslek sahipleri, emekçilere nispeten daha yakın bir yaşam sürdürmekte. Bu arada belirtelim ki, gençliğin ekonomik sosyal konumundaki değişiklikler, gençlik ile işçi hareketi arasındaki ilişki bakımından da önemsiz değildir. Bu bağlamda gençlik hareketinin işçi hareketine yapabileceği etki İspanya örneğinde görülürken, tersi etki geçtiğimiz yıl Fransa’da emeklilik reformuna karşı verilen mücadelede görüldü…
Kısacası, çok daha dünyevi olan bu gençlik, hakkını talep etmekte! Büyük oranda tüketim kredilerine dayanan ve “anını yaşa!”, “dert edinme!” vb. suni talebi pazarlamaya dönük sloganlarla kandırılan ve aynı zamanda ufku daraltılan gençlik, şimdi yüz yüze geldiği kapitalizmin çıplak gerçekliği karşısında aldatıldığını hissederek öfkeyle ‘parasız eğitim, iş, müreffeh bir yaşam benim hakkımdır’ diye haykırmakta!
Açıktır ki, etik tepki ve öfke, ahlaki protesto ve başkaldırı; bütün bunlar, gerekli oldukları kadar yetersizdirler de. Dolayısıyla Avrupa gençliğinin önünde, bir taraftan mücadele taleplerinde genişleme (İspanyol gençliği, bir yerde, Avrupa gençliğinin gireceği yönelimi öncelemiş bulunuyor) süreci dururken, diğer taraftan talep ettiği yaşamın kapitalist sistemle ne anlamda ve nereye kadar bağdaşıp bağdaşamayacağını özdeneyimiyle kavrama süreci bulunmaktadır.
Bugün, siyasal uyanış sürecinde bulunan gençliğin gözlemleri değil sorun olan; sorun, bu gözlemlerden doğru politik sonuçlar çıkartıp çıkartamamasındadır. Başka bir deyişle, günümüz gençliğinin olağanüstü bir yardıma ihtiyacı var. Bu yardımı gerçek anlamda yapabilecek yegane siyasal güç ise, sosyalistlerdir.
Elbette sosyalistlerin görevi; ne bugünkü gençliğin naifliği, siyasal illüzyonları ve yanlışları karşısında bilgiçlik taslamak veya sekter davranmak (örneğin Yunanistan’daki gençliğin, “bizi temsil etmiyorsunuz!” haykırışına, aslında onların çıkarlarını bir şekilde temsil eden PAME gibi mücadeleci sendikal güçleri de dahil etmesini, Yunanistan Komünist Partisi/KKE bu hareketin dışında olmayı kabullenmekle karşılamış ve gençliğin bu hareketinin yanlışlarından kendi yanlışlarına mazeret bulmuştur!), ne de ama marjinalleşmemek adına hareketin bilinç düzeyini yükseltme çalışmasından vazgeçmek ya da bu çalışmayı unutmaktır. Mali sermayenin ve devletinin iktidarını yıkmadan “gerçek demokrasi”nin ne “şimdi” ne de sonradan gerçekleşmeyeceği açıktır. Fakat bu böyledir diye, gençliğin halihazırdaki bilinç düzeyi ile ileri sürdüğü taleplerine sahip çıkmamak, hatta onun haklı talep ve istemlerini doğru formüle etmesine yardımcı olmak yerine, teoriyle onun pratiğine dudak bükmek, anlamsız ve esasta da sorumluluk almaktan kaçınmaktır. Burjuva ideolojisi ve onun normatif sınırları içerisinde sorunlarına çare arayan bir gençlik hareketi karşısında, çalışmayı “devrimin gerekliliği” ve “kapitalizm yıkılmadan olmaz”lığı üzerine ahkam kesmeye oturtmak, aslında bu hareket açısından somut olarak hiçbir şey söylememek demektir. Bütünün bir anda değişimi istemiyle ortaya çıkmak, herhangi bir tekil istemde bulunmamaktır ve dolayısıyla objektif olarak hiçbir değişiklik istememektir.
Tekil talepleri doğru ya da yanlış kılan; bütünle ilişkisi, bütündeki yeri ve etkisi, bütünün değişimindeki rolüdür (burada bütünle kastedilen, kapitalist sistemin kendisidir). İşin bu nesnel boyutunun yanı sıra, bir de bu talepleri ileri sürenlerin bütünün kendisi hakkındaki bilinci dikkate alınmak zorundadır. Demek oluyor ki, doğru talepleri formüle etme ve bunlar uğruna mücadeleyi örgütlemede yardım, her zaman, talep edilen şeylerin yoksunluğunun nedeni ve niçini üzerinden bütünün kendisi hakkında doğru bir bilinç oluşturmayla birleşmek zorunda. Çalışmadaki bu bütünlük, her defasında yeniden ve çalışmanın ana karakteri olarak sürekli kılınamadığı vakit, gerçek bir önderlik yardımı da gerçekleşmemiş olur. Kısacası, somut talepler uğruna mücadele, mücadele eden kitlelerin bilinç düzeyini sürekli yükseltme görevini dışlamaz, tersine, bütünlüklü bir anlayışla gerçekleştiğinde, talepler temelindeki mücadele, bunun en verimli ve somut vesilesidir…
Gençliğin siyasal uyanışını koşullayan çelişkilere, bu çelişkiler hakkında gençliğin halihazırdaki bilincine ve burjuva ideologlarının getirmeye çalıştığı yeni anlamlandırmalara dikkat çekildi. Böylesi tarihsel süreçlerde, başta sosyalist gençlerin kendilerini ve gençlik hareketi içerisindeki çalışmalarını yenilemeleri, gençliğin mücadelesinin talep ettiği yeni yetenek ve donanımı hızla kazanmak için olağanüstü bir çabayla öne çıkmaları, hem işçi sınıfına ve hem de tarihe karşı sorumluluklarının bir gereğidir.
Gençliğin mücadelesi, gençliği kazanma mücadelesinde yeni olanaklar anlamını taşır. Bu olanakların gerçeğe dönüşmesi, salt gençliğin mücadelesiyle olacak bir iş değildir, gençlik için mücadeleyi de olağanüstü yükseltmeyi gerektirmektedir. Şu kesindir ki, gençliğin siyasal uyanışı, aynı zamanda, sosyalist çalışma için de bir meydan okumadır.
* Rakamlar: International Labour Office, Global Employment Trends for Youth; Auğustos 2010 ve Eurostat’ın 01.03.2011 tarihli basın bildirgesinden aktaran 04/11 tarihli BdiP dergisi.
** Arap Dünyasında Ayaklanma, Evrensel Basım Yayın, 2. baskı, sf. 120-123
*** Aslında fikri bakımdan gerçek bir yenilenme söz konusu değildir. “Yenilenme”, esasta, kendi ideolojisinin doğruluğunun kanıtını karşıt tarafın, yani sosyalizmin, yenilgisinde keşfetmekten ibaret!]
**** Avrupa 68’indeki “sosyalizm”, esasta, kurulu düzeni ret düzeyine indirgenmiştir. Özellikle Frankfurt Okulu bu konuda olumsuz bir rol oynamıştır. Frankfurt Okulu’nun teorisyenleri Horkheimer ve Adorno’nun “eleştirel teorisi”nin açmazı da bu yetersizliği olmuştur: Hegel’deki yadsıma kavramı, esasta olumsuzlama boyutuyla sınırlanmış (diyalektik de esasta olumsuzlama olarak); belirli bir yadsımanın yerine belirsiz yadsıma geçtiğinden, etik, ahlaki ve politik olarak yadsınanın somut alternatifi de konulmamıştır. Haliyle, yadsınması gereken şeyin kalıcılaşmasına varılmıştır. Özellikle Avrupa 68’i deneyimi, başka şeylerin yanı sıra, salt olanın reddi tutumunun son derece yetersiz olduğunu ortaya koymuştur.