Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmaması ve Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesiyle başlayan yemin krizinin önemli aktörlerinden birisiydi CHP. Millet iradesi naralarının gırla gittiği bir dönemde halkın on binlerce oyla seçtiği milletvekillerinin görevlerini yapamaz durumda tutulmaları halkın tepkisini çekmişti. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğunun Meclis boykotu CHP’yi yemin etmeme eylemine zorlarken, MHP’yi siyaseten etkisiz bir unsur haline getirdi. Ancak tutarsızlığı, sözünün arkasında duramaz hali ve “tükürdüğünü yalaması”, CHP’yi bir kez daha AKP karşısında etkisiz bir parti pozisyonuna sürükledi. CHP’nin bu hal ve tutumu, onun gerçek bir ana muhalefet olma rolünü bir kez daha sorgulanır hale getirdi.
22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan 33. Olağan CHP Kurultayı’ndan hemen önce Genel Başkan Deniz Baykal’ın bir kaset skandalıyla düşürülüp yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun getirilmesi CHP’de yeni bir dönemin başlangıcı olarak ilan edilmişti. Halkın sorunlarına değinmeyen, tek gündemi şeriat korkuluğu üzerinden Kemalist laiklik vurgusu olan elitist CHP, yerini halkın yoksulluk, işsizlik, çalışma yaşamına dair sorunlarına değinen, müzmin “laikçi” muhalif rolünden çıkarak, halkın değerlerine saygı duyan CHP’ye bırakmıştı. Böyle söyleniyordu.
Mesela aile sigortası; bu değişimin temel argümanlarındandı. Asgari ücretin altında geliri olan ailelere, asgari ücrete tamamlanacak şekilde nakit yardım yapılması öngörülüyordu. Son yıllarda küreselleşmenin bazı sonuçlarına önlem olarak, kimi reformist-küreselleşmeci sol çevreler ve Dünya Bankası gibi bazı emperyalist kurumlar, nakit gelir desteği ya da bunun daha geniş kapsamlı uygulaması olarak “vatandaşlık geliri” gibi bazı uygulamaları öneriyordu.
Hatta çalışma yaşamındaki esneklik uygulamalarından birisi olan taşeronlaştırmanın kamu sektöründe kaldırılması gibi vaatleri de vardı CHP’nin. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki taşeronların belediye şirketlerinin kapsamına alınması, bu vaadin ciddiyetinin göstergesi olarak sunuldu. Kürt sorununda da CHP türü bir açılım yapılmış, Hakkari’de, Diyarbakır’da yapılan mitinglerde Kürtlerin sempatisini kazanabilecek bazı söylemler araya sıkıştırılmıştı. Halkın sorunlarına daha yakından ilgileniliyor görüntüsü amaçlanmış, buna “yeni CHP” vurgusuyla inandırıcılık katılmak istenmişti.
CHP seçmenlerinin Baykal’ın başarısızlığa mahkum “taş kafa” muhalefet tarzına öfkesi ve tepkisi Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin temel dinamiğiydi. CHP’nin yeni olup olmamasından çok, Baykal’a yönelik antipatinin ve Kılıçdaroğlu’nun gelişinin geçmiş başarısızlıkları kapatacağı propagandası ancak geçmişe bir fermuar çekip yeniyi ilan etmekle olabilirdi. Böyle de yapıldı, ancak sonuç beklendiği gibi olmadı.
Masaya önce yüzde 30, sonra yüzde 40’la oturan CHP’nin yenisi, yüzde 30’un altını başarısızlık ilan edip, yüzde 26’lık oy oranıyla kendi kazdığı kuyuya kendisi düştü. Oy oranını arttırmasına rağmen, bunca yenilik nakaratının karşılığını bulmadığı açığa çıktı. AKP’nin eskisi CHP’nin yenisine yetti. Burjuva siyaset arenasının içinde süregelen kavgada AKP ve CHP’nin sınıfsal dayanaklarında fazla fark olmasa da, AKP’nin oylarını arttırması ve CHP’nin seçimlerde hedeflediği oy miktarının epeyce altında kalmasında bazı faktörler etkili olmuştur. Bu faktörlerin toplamı ve bloğun etkisi; CHP’nin, Mecliste AKP’den sonra en fazla milletvekiline sahip olmasına rağmen, gerçek bir ana muhalefet partisi olma özelliğini ortadan kaldırmıştır. Daha önce böyle bir niteliği var mıydı? Bunu burada tartışacak değiliz. Meselemiz, CHP’nin seçimlerdeki başarısızlığı ve gerçek bir muhalefet odağı olmadığı, yeni dönemde bu görevin Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğuna düştüğüdür. Bunun sebeplerinden dikkat çekici bazıları şöyle sıralanabilir:
1. CHP, AKP’NİN “DEMOKRASİ” MİNDERİNDE GÜREŞMİŞTİR
Burjuva demokrasisinin en önemli özelliği yığınların demokrasi dışında bırakılması, yönetim erkinin seçim dolayımıyla sermayenin temsilcileri arasında paylaştırılmasıdır. Seçimler, sermaye partilerinin iktidarı kurulabilecekse anlamlı, değilse gereksizdir. Dahası demokrasi, esas olarak halkın oy verme ve sözde kendi temsilcilerini seçme, seçilmişlerin dört sene boyunca halk adına gereğini yapma pratiğine indirgenmiştir. Demokrasi mücadelesinin daha köklü bir geleneğe sahip olduğu kimi ülkelerde bunu aşan yanları olsa da, burjuva demokrasisinin temel özelliği halkın yönetim organlarının dışında bırakılması, ekonomik ve sosyal eşitsizliklere dayanarak (yasal eşitlik olsa bile –ki Türkiye’de bu da yoktur–) fiili siyasal eşitsizliklerin oluşturulmasıdır.
Siyaseti Meclis’le tanımlamak, Meclis’le sınırlamak, Meclis’in dışında halkın mücadelesini gereksiz, tahrik edici, provokasyon unsuru saymak Türkiye’de egemen demokrasi algısının önemli bir bileşenedir. Bu burjuva gerici anlayışa göre; Kürt hareketi eğer gerçekten demokrat olacaksa, halkın mücadelesini, tepkisini, eylem ve gösterilerini bir kenara bırakmalı, Meclis’te faaliyetlerini sürdürmeli, hatta Meclis’in tüzük ve yönetmeliklerinin dışına da çıkmamalıdır. Meclis’in dışında yapılacak her şey demokrasi dışıdır. Başbakanın yaptığı bir açıklama Diyarbakır’da protesto edilirse, halk sokağa çıkar, yürüyüş yaparsa “provokasyondur, terör örgütünün işidir”, öğrenciler parasız eğitim ister, eylem yaparsa “illegal örgütlerin faaliyetidir”. Seçimler ve Meclis sınırlarının dışında ne olursa demokrasiye karşı ve aykırıdır.
CHP, tıpkı AKP gibi; demokrasiyi halk yığınlarının dışında, onun bizzat yönetim işlevine katılmasının çeşitli “demokratik” biçimlerle engellenmesi olarak algıladığı için AKP’nin güçlü olduğu bir alana, yani Meclis’in sınırları içinde “mücadeleye” teslim olmuştur. Bu sınırı bir kez kabul edince, millet iradesini seçimlerde liderlerin belirlediği milletvekillerinin seçilmesiyle oluşturulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin faaliyetlerine indirgeyince, millet iradesinin temsilcisi kaçınılmaz olarak AKP olup çıkmıştır.
CHP demokrasiyi böyle anlayınca, halk iktidarı ve millet iradesi Meclis’le, Meclis içindeki siyasetle sınırlı olunca, 2007 seçimlerinde yüzde 47 alan AKP zaten millet iradesinin temsilcisi oluyor. Dolayısıyla CHP, demokrasiyi AKP’nin anladığı gibi yorumlayarak, gerçek bir alternatif olarak ortaya çıkamadığı gibi AKP’nin güçlü olduğu bir zeminde siyasal arenaya dahil oluyor. ‘Rakibinin minderinde güreşen’ CHP, kolayca el enseye gelip tuş oluyor.
Burjuva demokrasisi anlayışının tek bir biçimi yoktur. Benzer türevleri vardır. Ancak hepsinin ortak yanı halk yığınlarının siyasal yönetime katılmasının engellenmesidir. Bununla birlikte burjuva demokratların bir kısmı bireysel ve toplumsal bazı hakları tanır, bunların uygulanmasını burjuva toplumun devamının bir gereği olarak kabul eder. Burada tartışmayacağımız çeşitli nedenlerle Türkiye siyasal rejiminde böyle bir demokrasi anlayışı egemen olmamış, kurumsallaşmamıştır. CHP türü demokratizm ise, tıpkı AKP’ninki gibi, demokrasi düşmanlığıdır. Bireysel ve toplumsal hakların büyük bir kısmını savunmaktan acizdir. Bu nedenle AKP’nin anti-demokratik uygulamaları karşısında ciddi bir muhalefet olamamıştır. Örneğin Başbakan Erdoğan kesin bir dille “anadilde eğitimle bana gelmeyin” dediğinde, CHP bunun karşısında tek bir kelime söyleyemediği gibi, geri bir mevziden “bireysel hak” savunması bile yapamamıştır.
Ergenekon tutuklamaları sürecinde, CHP bu davaların kontrgerilla, çete örgütlenmeleri, faili meçhul cinayetler, Kürt halkına yönelik saldırıların teşhir edilmesi ve sorumluların yargılanması talebiyle ilerletilmesi yerine, Baykalcı Ergenekon avukatlığı çizgisini devam ettirmiştir. Darbelerden, askeri yönetimlerden mağdur olmuş, devletin “derin” faaliyetlerinden rahatsız milyonlarca insanı karşısına alarak, geçmişin üzerini örten bir anti-demokratizmin temsilcisi olmuştur. AKP’nin Ergenekon davaları sürecini sonuca bağlamayan ve onu göstermelik bir demokrasiciliğe indirgeyen yaklaşımı karşısında, CHP’nin yenisi, tıpkı eskisi gibi avukatlığa soyunmuş, Ergenekon tutuklularını milletvekili adayı göstermeye kadar yol almıştır.
CHP, burjuva demokrasisi açısından bile kabul edilemeyecek bir demokrasi anlayışıyla, başka bir deyişle demokrasi düşmanlığıyla, AKP’nin mevzisinde kalmış, anti-demokratik uygulamalar karşısında ne bireysel ne de toplumsal hakları savunamamıştır. CHP’nin bu tutumu, AKP’nin tüm demokrasi düşmanı yaklaşımına rağmen kendisini demokrasi şampiyonu ilan etmesini kolaylaştırmış, CHP, yenisi de dahil, demokrasi karşıtı konumunu sürdürmüştür.
2. KÜRT SORUNUNA GELENEKSEL BAKIŞ
CHP’nin yenisinde, eski Kürt politikasında bazı tutarsızlıkların ötesinde bir yenilik bulmak mümkün değildir. Kürt sorununun, Kürt halkının ulusal kimliği ve hakların tanınmasıyla çözülmesini değil, asıl olarak askeri operasyonlar, savaş ve baskıyla çözümsüzlüğün devamını savunmuştur. Kürt sorunu ekonomik geri kalmışlığın sonucu olarak tarif edilmiş, bir halkın yok sayılması, dili ve kültürünün baskı altına alınması görmezden gelinmiştir.
AKP’nin “demokratik açılım” ile Kürt sorununu çözme konusunda verdiği vaatler, Kürt halkının önemli bir kısmı üzerinde etkili olmuştur. AKP’nin giderek milliyetçi bir söylemi öne çıkartması, “tek dil”, “tek millet” baskısı bu umutları azaltıp Kürt ulusal hareketine yönelimi arttırsa da, Kürt halkı üzerindeki etkisi yok sayılamaz. Son dönemdeki “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” yaklaşımına rağmen, AKP’nin Kürt sorununu çözmeyecek olsa bile çözme vaadinin, CHP’nin Kürt sorununu ekonomik soruna indirgeyen, savaş ve operasyonları kutsayan yaklaşımından çok daha etkili olduğu söylenebilir.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si bu durumu kırmak için bir iki umutsuz adım atmıştı. Örneğin Dersim’de “genel af”tan bahsetmişti. Barış için genel affın gerekli olduğunu söylemişti. Ancak, üstünden saatler geçmişken, “genel af” ifadesinin yanlış anlaşıldığı, genel af denilenin genel af olmadığı uzun uzun açıklandı. Kürt halkının birazcık sempatisini kazanacak bir söylem bile kabullenilemedi.
CHP’nin Hakkari mitinginde kürsüden özerklik sözü veren Kılıçdaroğlu, yine benzer şekilde çark etti. Mitinge katılanların coşkuyla karşıladığı özerklik vaadi, mitingden sonra yeniden tanımlandı. Söylenenin kitlelerin alkışını almayı amaçlayan, içi boş bir vaat olduğu ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu’nun CHP’sini yeni yapması beklenen birkaç iddia da, ifade edilmesinden birkaç saat sonra geri alındı.
Ülkenin en mücadeleci ve dinamik kesimi olarak Kürt halkı, CHP’nin bu inkarcı tutumunu elbette benimseyemezdi. Özgürlük mücadelesi veren Kürt halkının ve Kürt ulusal hareketini doğrudan desteklemeyen Kürtlerin kendi dil ve kültürleri konusunda bu kadar duyarsız, net bir şey söylemekten aciz CHP’yi bölgede yüzde bir-ikiye mahkum etmesi kaçınılmazdı.
3. İNANDIRICILIK SORUNU
AKP ülkenin temel sorunlarını gündeme getirmiş, ancak bu gündemleştirme istismar ve halkı yedekleme çabasından öteye gitmemiştir. Kürt açılımı, Alevi çalıştayları akla ilk gelen örneklerdendir. AKP, bu projelerle Kürtlerin taleplerini karşılamaktan çok, Kürt siyasal hareketini tasfiyeyi, Alevilerin isteklerine yanıt vermektense, muhalif Alevi hareketini parçalamayı hedeflemiştir. Ekonomik ve sosyal problemler karşısındaki yaklaşımı ise, genel olarak ekonomik büyüme rakamlarının “baş döndürücülüğüyle”, yoksulluk ve işsizliği savsaklamak olmuştur.
CHP, AKP’nin hegemonyasını oluşturmaya çalıştığı, ama beceremediği bu sorunların dışında, özellikle seçim döneminde ekonomik ve sosyal sorunları gündemine almıştır. En önemli vaatlerinden birisi olarak, özellikle çalışan üyesi olmayan ailelere yönelik Aile Sigortası projesini açıklamıştır. Ülkenin en dikkat çekilen sorunlarından birisi olarak işsizliğe yönelik böyle bir çözüm, işsizlik sorununu çözmeyi değil, onu istismar ederek ötelemeyi önermektedir. Buna rağmen yığınların önemli bir sorununu gündeme getiriyor ve kendince bir çözüm önerisi sunuyordu.
Yine emekli maaşlarının düşüklüğü, çeşitli kurumlardan emekliler arasındaki eşitsizlikler, sayısı on milyona yakın emeklinin büyük bir kısmını ilgilendiren bir konuydu. Kılıçdaroğlu bunları gündemine aldı, mitinglerinde bol bol gönderme yaptı. Keza kamuda taşeronluğun kaldırılması da, özellikle taşeron belediye işçileri için önemli bir talepti. Çiftçilerin taban fiyatlarına ilişkin talepleri de mitinglerin diğer bir gündemiydi. Bütün bunları gündeme getirmesi, CHP’nin belki bir yeniliği sayılabilir.
Ancak sınıflar ve partiler arasındaki ilişkiyi doğru kurmak gerekir. CHP gibi bir sermaye partisi halkın yaşam ve çalışma koşullarına dair sorunları dile getiriyorsa, bunda, taleplerin yakıcı hale gelmesi, yığınların bu konuda belli bir mücadele ve ilgi düzeyine ulaşmasının etkisi vardır (bu mutlak bir zorunluluk değildir). Diğer yandan CHP’nin çözüm önerileri sermayeyi karşısına alan bir yaklaşım sunmadığından, sermayenin diğer taleplerini karşılayacak bir durumda sermayeyi hiç rahatsız etmeyebilir. Sermaye medyasının bu konudaki rahatlığı bunun bir örneğidir. Zaten, Dünya Bankası gibi emperyalist kurumlar halkın işsizlik ve ağır yaşam koşullarına karşı ayaklanmasına önlem olarak nakit gelir desteği gibi sosyal yardım paketlerini hükümetlere önermektedir.
Buna rağmen CHP’nin söylemleri halkın dikkatini çekebilir, sorunlarına bir çözüm olarak görülebilirdi. Ancak, bu vaatler kabul görmedi. Çünkü, CHP’nin tarzında bir inandırıcılık sorunu vardır. CHP “Allah bir” dese Müslüman düşünür. Bunda CHP’nin politika tarzı, yığınlardan uzaklığı, geleneksel Cumhuriyet elitinin küçümseyici, halkı sadece oy deposu olarak gören yaklaşımının etkisi vardır. Dahası, 12 Eylül darbesi de dahil darbecilere karşı net bir tutum alamaması, askerle olağandışı pratik ve duygusal ilişkisi ve halkın değerlerine yabancı olması da etkilidir. Diğer yandan parti içi bölünmüşlük, iktidar kavgaları, birinin söylediğini diğerinin yalanlaması da, CHP’nin güvenilirliğini bir kez daha sorgulanır hale getirmektedir. Sonuç olarak, CHP, halkın sorunlarının bir kısmını gündeme almasına rağmen, onun halk düşmanı geçmişi ve bugünü, beklediği oyu almasını engellemiştir.
4. SÖZÜNÜN ARKASINDA DURAMAMA
Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin yeniliği nedir diye aranırsa, yeni bir politik hattan çok ortaya bazı sloganların atılıp geri çekilmesinden bahsedilebilir. Söz konusu olan, CHP’nin sınıfsal mevzisini değiştirmesi değil elbette. Ancak, aynı sınıfsal mevzi içinde köklü bir burjuva söylem değişiminden de bahsetmek mümkün değil. Buna rağmen, şunu da kabul etmek gerekir ki; CHP geleneksel “sınıfsız kaynaşmış kitle” yaklaşımını terk etmemekle birlikte, “kaynaşmış kitle” içinde ekonomik ve sosyal sorunların olabileceğini kabul etmiştir. Bahsedilen teorik-felsefi bir tartışma-çıkarsama değil, tamamen pragmatik bir yaklaşımla kitlelerin ilgisini ve dikkatini çekebilmektir.
Bu da, kitleler nezdinde, bugün söylediğini yarın geri çeken, sözünün arkasında duramayan bir CHP modeli çizmekte, CHP kendine oy veren kesimlerden de tepkiler almaktadır. Son olarak tutuklu vekillerin serbest bırakılmasıyla ilgili kesin olarak yemin etmeyeceğini açıklayan CHP, vekiller serbest bırakılmadan ve AKP bu konuda ciddiye alınacak bir çaba göstermeden geri adım atmış, Erdoğan’ın bozuk saat misali ifadesiyle “tükürdüğünü yalamıştır”.
Sadece tutuklu vekiller konusunda değil, CHP hangi konuda halkın ilgisini çekebilecek bir girişimde bulunsa çark etmiş, geri basmıştır. Genel af konusunda böyledir, özerklik konusunda böyledir. CHP için dün dündür, bugün bugün. Dün söylediğinin önemi yoktur, bugün rahatlıkla tersini söyleyebilmektedir. Böyle bir tarzın da hem dediğinin arkasında durmak, sözünün eri olmak gibi değerleri olan, hem vaatlerde ciddiyet, inandırıcılık arayan halk yığınlarında etkili olması beklenemez. CHP’nin seçim başarısızlığının nedenlerinden birisi de budur.
5. AKP’NİN “İCRAATÇILIĞI” VE CHP’NİN LAFAZANLIĞI
Seçimlere hazırlanırken AKP’nin en önemli argümanlarından birisi “icraatçılığı” ve “iş bitiriciliği” ise, CHP’nin dezavantajı alternatif çözümler üretemeyen müzmin muhalif hali ve inandırıcı olmayan vaatleriydi. AKP, bütün seçim sürecini, çarpıtılmış ve ezilen sınıfların durumu gizleyen genel istatisksel veriler ve esas itibarıyla belediyecilik icraatlarının propagandasıyla geçirdi dense çok da yanlış olmaz. Halkın doğrudan gözlemleyebileceği icraatlar, halkın temel sorunlarının bir kenara bırakılmasını gizleyebilmiştir. Dahası halkın temel sorunları siyasetin dışında ve genel olarak piyasanın etkinliğinde konular olarak ele alınmış, hükümetin elinde olan meseleler ise yollar, hastaneler vb. inşa faaliyetlerine indirgenmiştir.
Örneğin yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, çalışma yaşamındaki kuralsızlık ve keyfilik, kısacası halkın günlük yaşamını etkileyen sorun ve sıkıntılarıyla hükümet politikaları arasında yeterli bir ilişki kurulamamıştır. Ekonomik sorunlarla siyasal iktidar arasındaki ilişki çözülememiş, AKP günlük yaşamsal sorunlar ile iktidar arasındaki bağı gözlerden saklamayı becermiştir. İşsizlik gündeme geldiğinde, AKP bunu dünyanın tamamında çözülememiş bir sorun olarak tanımlamış, inişli-çıkışlı rakamlarla kriz-başarı ikilemini dayatmıştır. Yoksulluğu ise, düzensiz ve bir hak olarak tanımlanamayan, genellikle seçim öncesine denk gelen sosyal yardım uygulamalarıyla istismar etmiş, böylece yoksulluğun teşhirini ve küçük yardımları seçim propagandasının malzemesi yapmıştır.
Ekonomi politikası ve siyaset, halkın yaşamsal sorunlarından uzaklaştırılarak, daha çok belediyeci icraatlar olarak nitelenebilecek bir takım görsel yapılaşmalar ve kapitalist sistemin ve ticari serbestleşmesinin ihtiyaçlarını karşılamaya dönük düzenlemelerle sınırlandı. Örneğin büyük park alanları, mahallelerde çocuk parkı, çevre düzenlemeleri, piknik ve mesire alanları, büyük köprüler, cafcaflı havuz-şelaleler gibi göze hoş gelen inşa faaliyetleri, genel bir gözle bakıldığında ilgi çekiciydi. Keza çokça övülen duble yollar, hava alanları sayısı ve uçak taşımacılığındaki gelişmeler, internet ve bilgisayar kullanımındaki artış gibi çağın ve teknolojik düzeyin gerektirdiği gelişmeler de, bizzat AKP’nin başarı ve icraatı olarak kabul ettirilmiştir.
İşçinin, örneğin, fabrikada patronun baskısına öfke duyar ve onun uygulamalarına karşı kin beslerken AKP oy vermesi, yaşam ve siyaset, ekonomi ve siyaset arasındaki bağın kurulamaması (sınıf partisinin bu bağı kurmayı sağlayacak propaganda ve ajitasyonu önemlidir), CHP’nin de bu bağı kurmaktan uzak genel geçer söylemleri ve soyut-laikçi propagandası, AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştür. Çünkü AKP’nin yaptığı yol, köprü, çevre düzenlemeleri zemininde değil (elbette bu konuda halkın öncelikleri ve bunların nasıl yapıldığı, nasıl bir taşeron ve sermaye aktarım mekanizması kurulduğu teşhir edilmelidir), halkın günlük çalışma ve yaşam koşullarının siyasal iktidarla bağının kurulmasıyla gerçek bir muhalefet örgütlenebilir. Elbette böyle bir muhalefet yalnızca AKP’nin değil bir bütün olarak sermayenin ve onun bir aracı olarak devlet aygıtının sınıfsal niteliğinin teşhirini, buna karşı bir mücadeleyi öngörür ki, “herkes için CHP”nin sınıfsal karakteri buna uygun değildir.
Durum bu olunca, CHP de, tıpkı AKP gibi, sermayeyi karşısına alması gereken meselelerde söz söylemekten uzak duracaksa, CHP gibi lafazan bir parti yerine AKP gibi icraatçı görünümü kuvvetli olan bir parti daha makbul oluyor. İşçi ve emekçilerin önemli bir kısmı da, AKP ve CHP arasında bir tercihe zorlandığında, çalışma ve yaşam koşullarında köklü bir iyileştirmeyi gündeme getirmeyen iki partiden “istikrar” vurgusu da yapan, icraatçı AKP’yi tercih ediyor.
ANA MUHALEFET BOŞLUĞU VE BLOK
CHP seçimlerde yüzde 26 oranında oy alıp 135 milletvekili çıkarması nedeniyle Meclis’te ikinci büyük parti, dolayısıyla resmi olarak ana muhalefet partisidir. Ancak CHP, ekonomik programı, ülkenin temel sorunlarına yaklaşımı, demokrasi anlayışı ve geleneksel siyaset tarzıyla AKP’de ifadesini bulan sermaye iktidarının karşısında az çok ciddiye alınacak bir muhalefet odağı olamamaktadır. Örneğin CHP’nin ekonomi politikası, işçi sınıfı ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarına dair perspektifi AKP’ninkinden farklı değildir. Kürt sorunu ve laiklik konusunda AKP’den ileri ve halkın taleplerini karşılayacak, yığınların desteğini alacak bir yaklaşım geliştirmemektedir. Bu anlamda CHP, AKP’den ciddi bir kopuşu sağlamadığı gibi, her önemli meselede özü itibarıyla AKP’yle birleşmektedir. Libya’ya müdahale için çıkarılan tezkere konusunda AKP, CHP ve MHP’nin anlaşması, emperyalizm ve sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda bu partiler arasında hiçbir farkın kalmadığının göstergesidir.
12 Haziran seçimleri sonrasında, CHP’nin yenisiyle AKP arasında ciddi bir fark kalmadığı gibi, halkın acil talep ve sorunlarının yanında geçmeyen, istismarın ötesinde bir mücadele hattı örgütlemekten aciz CHP’nin ana muhalefet partisi olması beklenemez. Kürt halkının, emekçilerin, Alevilerin, çevreciler ve kadınların taleplerini gerçek anlamda içeren, bir yönüyle bu talep sahiplerinin dinamik mücadelesini bünyesinde barındıran, bu anlamda emperyalizm ve sermayenin saldırılarına karşı gerçek bir direnişi örgütleyebilecek tek güç Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğudur. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz yeni dönemin gerçek ana muhalefet partisi blok olacaktır.