Sunumumda, krizin başlangıcı kabul edilen Ekim 2008’den itibaren ortaya konulan büyüme rakamlarını ve aynı zamanda, istihdam ve işsizlik oranlarını incelemeye çalışacağım. Ancak; büyüme rakamlarının neyi ifade ettiğinin daha iyi anlaşılması bakımından, tabloyu daha da küçülterek, çeşitli iş kollarındaki firmaların büyüme oranlarıyla, bu şirketlerin çalışanlarının istihdam rakamını ve ücretlerini karşılaştırmaya çalışacağım.
ABD merkezli başlayan ve giderek tüm dünyaya yayılan ekonomik kriz, bildiğimiz gibi, Türkiye’de ‘kriz bizi teğet geçti’ söylemleri ile karşılandı. Krizden Türkiye’nin etkilenmediği ya da en iyi ihtimalle, en az hasarla çıkıldığı söylendi. Bu açıklamalar karşısında, ‘gerçekten böyle midir?’ sorusunun cevabını aramak istedim. Ama gerçekten de rakamlar, bir büyümenin var olduğunu gösteriyordu. Şimdi 2. Soru, bu büyümenin nasıl bir büyüme olduğu ve kimin için bir büyüme olduğu sorularıydı.
TÜRKİYE EKONOMİSİ BÜYÜYOR!
TÜİK’in verileri, bize Türkiye’de yüksek bir büyüme oranı olduğunu söylüyor. Üretim yöntemiyle hesaplanan, gayri safi yurt içi hasıla 2010 üçüncü çeyrek sonuçlarına göre, Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ikinci ülke oldu. Dünya sıralamasına göre, Türkiye’nin ekonomisi, 26. Sıradan, 17. Sıraya yükselmiş. 2023 için ise; hedefin ilk 10’da yer almak olduğu söyleniyor. Yine Forbes dergisinin her yıl açıkladığı Türkiye’nin ilk 100 zenginlerinin servetleri ise çok dikkat çekici. Örneğin; krizin başlangıcı olarak kabul edilen 2008 Ekiminde açıklanan ilk 100 zenginin servetleri toplamı 56 milyar dolar. 2010 yılında ilk 100 zenginin toplam servetleri %55 oranında artarak, 87 milyar dolara yükseliyor. 2011 yılında açıklanan rakamlarla, ilk 100 zenginin toplam servetleri, 104 milyar dolar oluyor. Yani 3 senede (bu 3 sene, kriz dönemi) ilk 100 zenginin toplam servetleri, neredeyse %100 büyüme gösteriyor. Forbes dergisi Türkiye yayın yönetmeni, bu zenginlerin yurt dışındaki mal varlıklarının ve kamuoyunun bilmediği varlıklarının hesaba katılmadığını söyleyerek, üstünün var olduğunu ama; altının asla olamayacağını söylüyor. Zaten yayın yönetmenine de, bundan çok daha fazla servetimiz var denilerek, ismi açıklanan zenginlerden itirazlar gelmiş.
İSTİHDAM RAKAMLARI, İŞSİZLİK ORANLARI
Kriz öncesi işsiz sayısı, 2 milyon 730 bin iken Ekim 2009 ‘da ciddi bir artışla işsiz rakamı 3 milyon 299 bine ulaşıyor. Yani, krizle birlikte çalışanların büyük bir kısmı işten çıkarılıyor. 2010 ise; bu rakam 3 milyon 46 bine geriliyor. 2010 resmi işsizlik oranı ise; 11.9. Yapılan açıklamalarda işsizlik sayısında bir azalma olduğu söyleniyor. 2009 ile 2010 arasında bir azalma söz konusuysa da, rakamlardan anlaşılacağı üzere, istihdam rakamı kriz öncesinin çok daha gerisindedir. Kriz öncesi bile çok fazla olan işsizlik rakamı, kriz bizi teğet geçti söyleminin aksine, o dönemi bile yakalayamamıştır. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki; 2010 yılında istihdam edilenler özellikle tarım ve inşaat sektörü gibi güvencesi olmayan yerlerde yaygındır. Sanayi sektöründe ise, taşeron, süreli çalışma, stajyer ve esnek çalışma gibi yöntemler benimsenmiştir. Yani istihdam edilenler bile, söylenenin aksine, bu koşullarda istihdam ediliyor. Rakamlarla açıklayacak olursak, örneğin kayıt dışı çalışma, kriz öncesine göre 590 binlik bir artış göstererek, 10 milyon 500 bine ulaşmıştır. DİSK’in araştırma raporuna göre, 6 milyon da taşeron işçi bulunmaktadır.
Verilerden anlaşılacağı üzere, ekonominin genel tablosu itibariyle müthiş bir büyüme söz konusu ise de, bu büyümenin istihdam oranları ve -hatta ücretler- ile doğru bir orantı şeklinde ilerlemediği, hatta, ters orantı ile birinin artmasının diğerinin azalmasına bağlandığı anlaşılacaktır. İlk 100 zenginin, servetlerinin artışı oranında bir artış, çalışanlar bakımında söz konusu bile değildir.
OTOMOTİV SEKTÖRÜNDE NELER OLUYOR?
Bu bölümde, anlatılanların daha iyi anlaşılması bakımından, tabloyu biraz daha küçülterek otomotiv sektörünü ve bu sektörde de özel olarak Ford-Otosan şirketini incelenecektir. Neden otomotiv sektörü? Otomotiv sektörü hem kriz döneminde en çok büyüyen sektör, hem de toplam sanayi üretimindeki en büyük pazar payına sahip olması bakımından seçilmiştir.
Öncelikle, sanayi üretimine dair birkaç veri vermek gerekecektir. 2009’da, sanayi üretimi krizle birlikte %10 geriliyor. Ancak; 2010’da tekrardan %11 büyüyor. Devlet Planlama Teşkilatı 2009 verilerine göre, sanayide, brüt reel birim ücretler ise; kriz öncesine göre 8.38 geriledi. Sanayi istihdamı ise; kriz öncesi rakama hala ulaşamadı. Yani; krizle birlikte çok sayıda işçi çıkarıldı, ama üretimde artma yaşandı. Bunun anlamı; aynı iş- hatta daha fazla iş- daha az sayıda işçi ile yapılarak, maliyetler düşürülmüş ve bu şekilde de kar elde edilmiştir.
DİSK araştırma raporuna göre, otomotiv sektörü, kriz döneminden en karlı çıkan sektör, ama buna karşın ücretlerin en çok gerilediği sektör olma özelliği taşıyor. Örneğin; 2010 Ocak- Haziran aylarında, toplam sanayi üretiminde otomotiv sektörünün payı 2009’a göre 2.4 oranında arttı. Aynı dönem otomotivde 70 bin kişi işsiz kaldı.
FORD-OTOSAN BÜYÜYOR!
Bu verilerden sonra, özel olarak da Ford-Otosan şirketini incelemeye başlayabiliriz. Bu şirketin seçilmesinin sebebi de, Ford-Otosan’ın Türkiye pazarında, otomotiv sektöründe üst üste 8 kez lider olması ve en karlı işletmelerden biri olmasından dolayıdır.
Ford-Otosan, 320 bin araç üretim kapasiteli Kocaeli fabrikası ve 10 bin kamyon ve 55 bin aktarma organı üretim kapasiteli Eskişehir fabrikası olan bir işletme. İstanbul Sanayi Odasının “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2008 Raporu”na göre Türkiye’nin 3. en büyük sanayi kuruluşu olmuş. Şimdi ise, 2. en büyük sanayi kuruluşu. Yani otomotiv sektöründe liderliği bırakmayan, sanayide de liderliğe oynayan bir firma. 1997 yılında, Ford-Koç ortaklığı ile Kocaeli’de trilyonluk SEKA fidanlığında bedelsiz olarak kuruluyor. Sadece temel atılması için 20 binden fazla fidanlık kesiliyor. Bedelsiz verilmesine çok tepki oluyor, fakat Demirel “Ford için Köşkü bile veririm.” sözleriyle kararlılığını gösteriyor. Ford-Otosan, 2010 yılında kapasite kullanımı yüzde 140 arttırdı ve karını da 3’e katladı.
Herhalde Ford-Otosan’ın kuruluşundan itibaren verilen bu bilgiler ne kadar büyüdüğünü göstermesi bakımından yeterli olmuştur. Özellikle de kriz dönemine dair verilen veriler, katlanarak bir büyüme elde ettiğini gösteriyor. Şimdi aynı dönemde, yani kriz döneminde “Ford-Otosan çalışanlarının durumu ne oldu?” diye bir soru sormak yerinde olacaktır. Maalesef Ford-Otosan sahipleri için çizilen bu parlak tabloyu, çalışanları için çizmek pek mümkün değil. Birkaç örnek ve veri vermek bile bu tabloyu anlaşılır kılacaktır. Örneğin; kriz öncesi 7500 çalışanı olan Ford, bu rakamı kriz sonrası 5300’e indiriyor. Çalışma saatleri 9 saat ve mesai olduğunda 11,5 saati ve bazen de 15 saati buluyor. Şirketle imzalanan Toplu İş Sözleşmesi’ne göre, 11 saatten fazla çalışılması yasa dışı. Krizle birlikte mesai ücretleri kesiliyor. Kriz döneminde aylarca ücretsiz izin sistemi uygulandı ve hala da uygulanıyor. Ücretsiz izinlerle, maaşlar %24 oranında kesiliyor. Ücretler, otomotiv sektörünün en düşük ücreti. Lider şirket olmasına rağmen, asgari ücret civarı bir maaş alınıyor. Kriz döneminde, çalışma saatleri arttırıldığı gibi, çalışma temposu da arttırıldı. 90 saniyede bir araba çıkması gerekirken, bant hızıyla oynanıp, 60-70 saniyeye düşürüldü. Üretimdeki bant hızı arttırılarak, 3 işçinin yapması gereken işi 1 işçi yapar oldu. Çaya, yemeğe ve tuvalete hızla gitmek zorunda kalıyorlar. Bir Ford işçisi, Evrensel gazetesine verdiği bir röportajında bu durumu şu sözleriyle aktarıyor:
“Tuvalete gidebilmek için yerimize birisini bulmak zorundayız, bulamazsak tuvalete gidemeyiz. İshal olup da iki kere tuvalete gitmeyi zaten düşünemeyiz bile. Yemek arası yarım saat; 10 dakikası yolda geçiveriyor. 20 dakikada alelacele mideyi doldurup işe koşturuyoruz. Bir dakika geç kalamayız, kalırsak sarı kart, iki sarı kart bir kırmızı kart eder, sonra da kapı dışarı. İşe vardiya girişinden 30 dakika geç gelirsek bekçi içeri almıyor; kapıdan dahi giremiyoruz. İş günü bitip eve vardığımda canım çıkmış oluyor. Yemek yedikten sonra ister istemez uyuya kalıyorum. Vardiya sistemi de işçinin dengesini, psikolojisini bozan başka bir etken. Vardiya haftasının başında uyku düzenini değiştirmek zorunda kaldığım için 3-4 saatlik uykuyla işe geliyorum. Sonraki iki-üç gün orta vaziyette, son günlerde ise tam alışıyorum, vardiyan gene değişiyor, tekrar baştan. İşçinin hayatı ters dönüyor. Aile yaşamı ve sosyal hayatım kalmıyor.”
Otomotiv sektöründe en çok büyüyerek lider şirket olan Ford-Otosan’ın bu büyümesinden, çalışanlarına, işten atma, ücretsiz izin, esnek ve ağır çalışma koşulları düştü. Kendi işçilerini çalışması için Arçelik’e ödünç veren Ford-Otosan, çalışanlarını sanki bir meta gibi, köle gibi görüyor. Yani Ford-Otosan büyüyor, ama çalışanlarının durumu iyice kötüleşiyor. Aslında çalışanlarının durumu kötüleştiği için Ford-Otosan büyüyor. Yani işten çıkararak, daha az işçi ile daha çok iş yaparak, ücret kesintileri yaparak, kısaca iş gücü maliyetlerini düşürerek ve daha çok çalıştırarak zenginleşiyor. Hükümetten aldığı destek ve kredi fonu yardımları da cabası.
SONUÇ YERİNE
Anlatılan Ford-Otosan örneği, sadece bu şirkete özgü değildir. Örneğin Mercedes Benz üreticisi Daimler, 2010 yılında karını yüzde 24 arttırmış ancak; aynı dönemde ücretlerde gerileme, zorunlu izin ve yoğun çalışma temposu koşulları uygulanmıştır. Yani kriz, tam da Başbakan’ın dediği gibi teğet geçmiş ve ekonomi hiç olmadığı kadar büyümüştür. Ancak; bu ekonomik büyüme, kriz döneminde emekçilere ağır bir fatura olarak yüklenmiş ve bu sayede zenginler servetlerine servet eklemiştir. Yani kriz, holding sahipleri tarafından bir fırsat olarak görülmüş ve bu fırsat sonuna kadar kullanılmıştır ve kullanılıyor. Başbakan’ın “biz” dediği kesim için kriz teğet geçmişse de, geri kalan kesimler için ağır yaşam koşullarına dönüşmüştür. Son dönemde tartışılan yasa tasarılarını da – torba yasa- bu kapsamda değerlendirmeliyiz. Tüm bu adaletsizliklerin ortadan kalkması için de, toplumun tüm kesimlerinin – sendikalar, öğrenciler vs- birlikte yaptırım uygulayan bir güç oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle sendikaların; artık, salt protestocu tutumu bırakıp, daha etkin ve geri adım attırıcı yöntemler uygulaması gerekir.