GİRİŞ
Bu satırları yazdığımız sırada, Sarkozy ve hükümeti ve patronlar tarafından yapılmak istenen “emeklilik reformu”na karşı verilen mücadeleler, grevlerin taşımacılık ve ulaşım sektörüne yayılması, rafineri ve petrol dolum tesislerindeki grevlerden dolayı yakıt ikmal sisteminin çok şiddetli bir şekilde etkilenmesi ile bir dönüm noktasına ulaştı. Liseli gençler güçlü bir şekilde gösterilere katılıyorlar. Geçen Mayıs ayında başlayan bu mücadelelerin geleceği için önümüzdeki günler belirleyici olacak. Ancak bu önemli sınıf çatışmasının derslerini şimdiden çıkarabiliriz.
KAPİTALİST SİSTEMİN KRİZİNİN FATURASINI HALKA ÖDETMEK İÇİN EMEKLİLİK SİSTEMİNİN YOK EDİLMESİ
2007 yılında önce ABD ve ardından bütün emperyalist ülkeler derin bir krize girdiler. Malî sistemin çöküşünü başlatan Subprimes (yüksek riskli ipotek kredileri) krizinin ardından, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere, bütün ülkelerde bir aşırı üretim krizi ortaya çıktı. Kriz, krizin faturasını işçilere ve halk kitlelerine ödetmek için kapitalist güçlerin işine yaradı. Bu da, derecesi ülkeden ülkeye farklı olmakla birlikte, az çok sıkı “kemer sıkma” planlarında kendini gösterdi. Yunanistan’da uygulamaya sokulan plan ise, en şiddetli olanıydı. “Kamu borçlarını azaltma” planları olarak adlandırılan bu planlarla, her ülkede farklı tedbirler yürürlüğe sokulmakla birlikte, hemen hepsinde aynı hedef amaçlanmaktaydı: Sermayenin gelirlerini arttırmak için halkın ve emekçilerin cebinden almak.
Fransa’da, patronlar tarafından hayata geçirilen işten çıkarma planlarından başka, Sarkozy hükümetinin planları da birçok yönde ilerliyor. Bu planlar, birçok sektörü, özellikle personel azaltılmasıyla gerçek bir “temizlik harekâtına” sahne olan kamu sektörünü etkiliyor. Patronlar ve hükümet için aslında en önemli tedbir, 2010 başında ilan edilen ve şimdi Fransa’da “karşı reform” diye adlandırılması daha uygun olan emeklilik ile ilgili olanıdır. Bu “karşı reform”, hazırlanması ve hayata geçirilmesiyle görevlendirilen çalışma bakanı Woerth’in adıyla anılıyor.
REFORMUN İÇERİĞİ
Alman faşizminin yenildiği 1945 zaferinden hemen sonra hayata geçirilen kuşaklararası dayanışmaya dayalı dipnot2 emeklilik sistemi, son yıllarda defalarca önemli kırpıntılara uğradı.
Emeklilik yasalarında birkaç temel tarih:
1945: Kuşaklararası dayanışmaya dayalı emeklilik sisteminin hayata geçirilmesi, emeklilik hakkı yaşı: 65.
1982: 37,5 yıl prim ödeme şartıyla emeklilik yaşının 60’a indirilmesi.
1993: 1. darbe: Veil-Balladur yasası:
· Emekli maaşlarının işçi ücretleri yerine tüketici fiyatlarına endekslenmesi.
· Emekli maaşlarının hesaplanmasında son 10 yıl yerine son 25 yılın ücretlerinin dikkate alınması.
· Tam emekli maaşını haketmek için prim ödeme süresinin 37,5 yıldan 40 yıla çıkarılması (özel sektör çalışanları için – çn).
1995: Dönemin başbakanı Juppé tarafından yapılmak istenen “reform”, emekçilerin mücadeleleri ile engellendi.
1996: Ek emeklilik haklarında gerileme.
2003: Şu anda başbakan olan Fillon’un adıyla anılan yasa:
· 1993 yılında alınan tedbirlerin kamu çalışanlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi. Artık emekliye ayrılabilmek için 37,5 yıl prim ödeme tarihe karıştı, kamu kesimi ve özel sektör çalışanları artık 40 yıl prim ödemek zorunda.
· Emeklilik maaşlarının hesaplanmasında üç aylık dönem sayısı 160’la sınırlandığı için emeklilik maaşlarında otomatik olarak bir düşüş meydana geldi.
2007: Özellikle taşımacılık sektöründeki (SNCF ve RATP) emekçileri ilgilendiren ve bu sektörde çalışan emekçiler için bazı avantajlar içeren “istisna”ların kaldırılması.
1993’den önce; 37,5 yıl (150 adet üç aylık dönem) prim ödeyen herkes, 60 yaşına gelince, çalışırken en iyi ücret aldığı 10 yılın ücretleri üzerinden emekli maaşı hesaplanarak, tam emekli maaşı ile emeklilik hakkına sahip olabiliyordu. Emekli maaşları güncel ücretlere endeksliydi.
Bugün; herhangi bir kayba uğramaksızın tam emekli maaşı ile emeklilik hakkına sahip olabilmek için, 1952 doğumlu birinin en az 41 yıl (164 adet üç aylık dönem) prim ödemesi gerekiyor. Emekli maaşlarının hesaplanmasında, en iyi ücret aldığı 25 yılın ücretleri göz önüne alınıyor ve emekli maaşları fiyatlara endeksleniyor.
Netice; emekli maaşlarında önemli oranda ve kesintisiz bir kötüye gidiş.
Ancak Woerth-Sarkozy projesi büyük ölçekli genel bir sosyal gerilemeye tekabül ediyor. Başarılı olur da bu projeyi hayata geçirebilirlerse, şimdiden sırada bekleyen diğer sosyal gerilemelere ve reformlara kapı ardına dek açılacaktır.
Peki, nedir bunlar?
Bu proje, bizzat hükümet tarafından reformun kalbi olarak nitelenen iki esas önlem içeriyor: Birincisi, emekliye ayrılma yaşının 60’dan 62’ye çıkarılması. Ancak 62 yaşında emekliye ayrılmak için gerekli olan 41 yıl prim ödeme koşulunu yerine getiremeyenlerin emeklilik yaşı ise, 65 yaşından 67 yaşına çıkarılıyor. İkincisi ise, özellikle kamu emekçilerinden yapılan prim kesintilerinin yükseltilmesidir.
Bu “reform”un ana hedefi; emeklilik maaşlarının düşürülmesi ve tabii ki imkanı olanları, ek olarak bir özel emeklilik sigortası yapmaya zorlamaktır. Özel emeklilik sigortası pazarı, belli başlı banka ve sigorta şirketlerinin paylaşmak istedikleri önemli bir mali pazardır. Son ekonomik kriz sırasında en fazla yıkıma uğrayan alanlardan biri de, özel emeklilik sigortası tekellerinin cirit attığı “kişisel birikim yoluyla emeklilik” dipnot3 sistemi oldu. Başka bir deyişle, “kuşaklar arası dayanışmaya dayalı” sistemin savunulması için verilen mücadeleler, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi politikalarına karşı ve daha genel olarak da hükümetler tarafından uygulanmaya devam edilen neo-liberal dogmalara karşı mücadeleleri içeriyor.
Yöntem
Hükümet, Nisan ayında, içeriğini açıklamadan, sendikalarla bu konuda diyaloğa başlamayı amaçladığını söyleyerek, emeklilik sistemi reformu projesini, görüşmeler takvimini de ekleyerek açıkladı. Temmuz ayı başına kadar sendikalarla görüşmelere devam edilecek, ardından proje Meclis’e sunulacaktı. Eylül ve Ekim aylarında yasa tasarısı Meclis ve Senato’da görüşülecek ve nihayet her şey Ekim ortasında bitmiş olacaktı. Gerçekten de sendikalarla görüşmeler başladı. Hükümet, henüz hiçbir şey hakkında karar verilmediğini ve her konunun görüşmeye açık olduğunu söylemesine rağmen, önerilerinin hiçbiri dikkate alınmayan sendikalar, görüşmelerin sözde görüşmeler olduğunu kısa sürede anladılar. Hükümetin, sendika merkezleri arasında bir bölünmeyi umarak, hiç taviz vermeden, görüşüyormuş gibi yaparak zaman kazanmaya çalıştığı açıktı.
Buna paralel olarak hükümet, bakanları ve UMP’nin (Sarkozy’i destekleyen sağcı parti) akıl hocaları aracılığıyla yoğun bir ideolojik bombardımana girişti. Bu girişim, oligarşi tarafından kontrol edilen medya tarafından da yoğun bir şekilde tekrar tekrar işlendi.
“Eğer bugün bazı fedakârlıklar yapmazsak felakete doğru gideriz; ‘kuşaklar arası dayanışmaya dayalı’sistem yok olabilir; bugünün gençleri ileride hiç emekli olamayacaklar; madem ki yaşam süresi uzuyor, prim ödeme süresini uzatmak da tamamen meşrudur; günümüzün sosyal borçlarını gelecek kuşaklara devretmek adaletsizlik olur…” vb. türünden söylemleri sık sık duyduk.
Bütün basın organlarında “madem ki artık daha uzun süre yaşıyoruz, daha uzun süre çalışmamız da normaldir” cümlesiyle sanki bir mutlaklıkmış gibi tekrar tekrar karşılaştık. Aynı şekilde öne sürülen bir başka söylem de, “bütün diğer Avrupa ülkeleri emeklilik yaşını daha önceden uzattılar” söylemidir. Diğer ülkelerdeki durum ve dolayısıyla sosyal sigortalardaki tarihi farklılıklar hakkında yeterince bilgi sahibi olunmamasına rağmen, bu yalan büyük bir rahatlıkla evire çevire söylendi. Ancak bu söylemler, emekçilerin yapacakları hesaplamalar, sendikal, politik örgütler ve demokratik kitle örgütlerinin yapacakları sabırlı açıklama çalışmaları karşısında uzun süre direnemeyecekti.
MÜCADELENİN GELİŞİMİ: REFORMA İTİRAZDAN REFORMUN TAMAMEN GERİ ÇEKİLMESİ TALEBİNE
Emeklilik hakkının savunulması için mücadelelerin hazırlıkları 2009 yılında yapılan bölgesel seçimler için yürütülen kampanyaların sonuna doğru başladı. Partimizin de içinde yeraldığı sol’un toplumsal dönüşüm için “Birlik” listelerinin seçim çalışmaları çerçevesinde Paris’te yaptığı son mitingte, katılan tüm politik güçler, Sarkozy tarafından yapılmak istenen emeklilik reformuna karşı birlikte mücadele etme çağrısı yaptı ve karar aldı. Detayları hâlâ bilinmemekle birlikte, görüşmeler sırasında hükümet tarafından izlenen “göstermelik pazarlık, pazarlıksız pazarlık” yöntemi, sosyal bir gerilemeden başka birşey değildir. Birincisini sosyal-liberal Yunan hükümetinin, Avrupa Komisyonu, bankalar, IMF ve özel yatırım fonlarıyla birlikte hazırladığı ve birbiri ardına ilan edilen kemer sıkma politikaları, söylediklerimizi bir kez daha kanıtladı. Neticede, emekçiler 1 Mayıs gösterileri sırasında güçlü bir şekilde sokağa çıktılar. Sokaklarda, kemer sıkma politikalarına karşı, Yunan halkıyla dayanışma sloganları atıldı. “Onların krizinin faturasını biz ödemeyeceğiz” sloganı en geniş kitleler tarafından benimsendi ve gösterilerde atıldı.
“Emeklilik için Vatandaş Talepleri” ulusal kollektifinin inisiyatifiyle, ATTAC ve Copernic Vakfının dipnot4 4 Mayıs’ta Paris’te düzenlediği kapalı salon toplantısında, salon tamamen dolduğu gibi, yüzlerce dinleyici dışarıda kaldı. Kollektif, hükümetin planlarına karşı mücadele kampanyasını başlatarak karşı atağa girişti.
Sendikalar, emekçileri 23 Mayıs’ta greve ve gösteri yapmaya çağırdılar. Fransa’nın büyük kentlerinin hemen hepsinde yapılan gösterilere katılım oldukça yüksek oldu. Sendikalar, yaz tatilinden hemen önce, 27 Haziran için yeniden bir çağrıda bulundular. Ülkenin hemen her yerinde ortaya çıkan ve gelişen “emeklilik kollektifleri” aracılığıyla hareket giderek güçlendi. 27 Haziran gösterisinin ardından, aynı akşam, bütün sendika merkezleri tarafından 7 Eylül bir sonraki randevunun tarihi olarak belirlendi. Uzun zamandan bu yana, ilk defa, yeni dönem için mücadele tarihi iki ay öncesinden belirlendi ve aynı gün için grev çağrısı yapıldı.
Yaz ayları boyunca, aynı zamanda hükümet partisi UMP’nin saymanı olan çalışma bakanı Woerth ile ülkenin en zenginlerinden olan lüks tüketim malları tekeli L’Oreal’in varisi arasındaki yolsuzluk ilişkilerinin gün ışığına çıkmasından ibaret olan “Woerth skandalı” patlak verdi. Basın; çalışma bakanının L’Oreal tekeli patronu olan Bettencourt’a milyonlarca euro tutarında bir vergi indirimi sağladığını, bakanın eşinin de, Bettencourt’un dev servetinin bir kısmını idare eden bir malî kuruluşta idareci olarak çalıştığını ortaya çıkardı. Yine bayan Bettencourt’un UMP’nin önemli malî destekçilerinden olduğu, politik iktidara yakın bir yüksek hakimin, Rus matruşkaları gibi, iş içinden başka işler çıkan adli bir dosyadan sorumlu olduğu ortaya çıktı. Olanlar; en zenginlerin daha da zenginleşmesini sağlamak için özellikle Sarkozy ve hükümeti tarafından hayata geçirilen mekanizmalar ve devletin yüksek kademeleri ve oligarşi arasında hergün karşılaştığımız sıkı ilişkilerin somut bir örneğidir. Partimizin söylediği gibi, “bu hükümet, tamamen zenginlerin, oligarşinin, büyük hissedarların hizmetindedir.”
Skandalların neticesinde, çalışma bakanı Woerth, emeklilik reformu projesini idare etme meşruiyetini yitirdiği için, bir süre sonra reformun gidişatı ile doğrudan Sarkozy ve danışmanları ilgilenmeye başladılar. Partimiz de dahil olmak üzere, birçok dernek ve örgütü birleştiren “Emeklilik için Vatandaş Talepleri Kollektifi”, tatil beldeleri de dahil olmak üzere, yerel olarak kampanyayı devam ettirmek için militanların kullanması amacıyla ulusal çapta propaganda malzemelerini (afiş, pul, bildiri vb.) ve bilgiyi sunuyordu. Amacımız son derece açıktı; 7 Ekim’de 27 Haziran’dan daha kalabalık olmaktı.
GÖÇMEN KARŞITI SÖYLEMLER VE GÜVENLİK SORUNLARI ÜZERİNDEN GÜNDEM DEĞİŞTİRME ÇABALARI İŞE YARAMADI
Bir yandan hükümet skandallarla çalkalanır, öte yandan emeklilik hakkını savunmak için mücadele örgütlenirken, Sarkozy, Grenoble kentindeki bir adi suç olayını bahane ederek, Ağustos ayı ortalarında sert bir konuşma yaptı. Konuşmasında, bir kez daha, asayiş sorunu ile göçmenler arasında paralellik kurarak, yabancıları potansiyel suçlu ilan etti.
Aynı zamanda, konuşmasında, Romanların sınırdışı edileceğini ilan ederken, yoksul banliyölerinin gençleri ile suçlular arasında da paralellik kurdu ve bazı suç işleyenlerin vatandaşlıktan atılmasını önerdi.
Bu konuşma derhal tepkilere neden oldu. Geniş bir kesim, bu konuşmayı, emeklilik hakkının savunulması için yükselen mücadelelere çevrilmiş olan dikkatleri başka yerlere çevirmek için yapılmış kaba bir girişim olarak niteledi. Sarkozy, politikalarına muhalif olan kitle hareketini etkisizleştirmek için, bir yandan korkuyu ince ince işleyerek, öte yandan da kendini asayişin koruyucusu gibi göstererek, “halk” diye adlandırdığı en geri kesimlere sesleniyordu.
Ancak hile saklanamayacak kadar büyüktü ve özellikle halkın bilinç düzeyi çok yükselmişti. Nihayet manevra başarısızlığa uğradı. Demokratik hakları ve göçmen haklarını savunma örgütlerinin öncülüğünde sendikalar, dernekler ve sol politik partilerin katılımıyla 4 Eylül’de “devlet ırkçılığı”na Dipnot5 karşı bir protesto gösterisi için çağrı yapıldı. Gösteriye çağrı için dağıtılan bildiride, demokratik talepler için hazırlanan bu mücadele ile emeklilik hakkının savunulması konusunda sosyal talepler için hazırlanmakta olan mücadele arasındaki bağlantıya vurgu yapıldı. Paris’te ve taşrada yapılan gösterilerde yaklaşık 150 bin kişi sokaklardaydı. Bu gösterilere katılanların birçoğu, Sarkozy ve hükümetinin halk düşmanı gerici politikalarının bu iki yönü arasında bağlantı kurarak, 7 Eylül’de tekrar sokakta buluşma randevusu verdiler.
7 Eylül’de yapılan grev ve gösterilere, ülkenin 200 kentinde yaklaşık 2 milyon emekçi katıldı. Tatiller henüz tamamen bitmemişken, hemen Eylül ayının başında yapılan bir gösteriye bu denli bir katılımı ülkemizde uzun bir zamandan bu yana görmemiştik. Özellikle kamu kesimi başta olmak üzere, bazı kesimlerden emekçiler sürekli grevden bahsetmeye başladılar. Hükümet ve onun ardındaki MEDEF ile emekçiler arasında başlayan mücadelede emekçilerin güç dengesini kendi lehlerine arttırmalarının gerekliliği şüphe götürmüyordu.
Bu ölçekte bir toplumsal harekette, amaçlar ve araçlar üzerine yürütülen mücadele, sahte radikal eğilimler ve reformist eğilimler arasında sürdürülüyor.
Bizzat hareketin içinde, hareketin hedeflerine, taleplerine, mücadele biçimleri ve özellikle kazanmak için imkanların seferber edilmesine yönelik tutumlar birbirleriyle mücadele ettiler. Bu tutumları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Mücadele biçimleri konusunda:
· Birbirini takip eden grev günleri yeterli değil, süresiz genel grev ilan edilmelidir,
İçerik ve şekil konusunda:
· Emekçileri ve en geniş kitleleri bu mücadeleye kazanmak gerekir, zira bu “reform” onları da ilgilendiriyor, sendikal mücadeleyi desteklemeleri gerekir.
· Projenin iyileştirilmesi için değil, tamamen geri çekilmesi için mücadele edilmelidir.
Bu politik güçlerin bir kısmı, özellikle Troçkistler, kendilerini diğer gruplardan ayırdetmak için genel grev çağrısı yaptılar. Kendi taraftarı olan sendika örgütlerinin ve sendikacıların bu konuyu bir prensip meselesi olarak öne sürmeleri konusunda ısrarcı oldular. Troçkistler bu sloganı, eskiden beri her mücadele sırasında, mücadelenin öteki güçlerini, özellikle CGT’yi reddetmek için, halkın karşısında gösteriş yaparak ileri sürüyorlar. Ancak bizzat kendileri ve etkiledikleri güçlerin hiçbiri de aslında bu hedefi gerçekleştirebilme yeteneğinde değiller.
Hiçbir faydası olmayan bu kısır polemik karşısında partimiz, genel grev çağrısı yapmadan önce gerçekten güçlü bir grev hareketinin doğması için çalışılması gerektiğini savundu.
Öte yandan genel grev meselesi bir amaç değil, sadece bir araçtır. Mücadelenin bir üst boyuta başarıyla geçebilmesi için gerekli koşulları yaratmaya çalışmak gerekir. Zira kitleler tarafından takip edilmeyecek olan bir genel grev çağrısı yapmanın mücadeleye zararı büyük olur.
Bu koşulları yaratmak için, hem grevlerin ve gösterilerin kamu ve özel sektör işyerlerinde işçi hareketine yerleşmesi, hem de halkın yaşadığı semtlerin sakinlerinin kolayca katılabildikleri, özellikle Cumartesi günü yapılan gösterilere kitle halinde katılmaları için çağırarak halk kitlelerini kazanmaya çalışmak gerekir.
Gerçekten de, Cumartesi günü yapılan gösterilerde her defasında halk kitlelerinin kitlesel olarak katılımıyla iki ila üç milyon arasında emekçinin sokağa döküldüğünü, hafta içinde yapılan ve emekçilerin grev yaparak katılabildiği gösterilere de aynı miktarda katılımın olduğunu gözlemledik. Bunun anlamı, toplam olarak gösterilere iki ila üç milyondan daha fazla sayıda insanın katıldığıdır. Yapılan bütün gösterilere katılan göstericilerin söylediği gibi, “her gösteride yeni yüzler” ile karşılaşıldı. Yapılan bütün kamuoyu yoklamaları bunu doğruluyor; kamuoyu, büyük bir çoğunlukla, hayatın normal akışını etkileyen grevler ve gösteriler de dahil olmak üzere, mücadeleden yanaydı ve bu eğilim zaman içinde güçlenmeye devam etti.
CGT yönetimi, bizzat kendisinin saflarında giderek yükselen bu talepler karşısında genel grev çağrısı yapmayı tamamen ihtimal dışı bırakmadı, ancak bunun için aktif bir çalışma da yapmadı. Aslında tepki o kadar güçlüydü ve “reform”un tamamen reddedilmesi fikri ülkede öylesine çoğunluktaydı ki, sendika merkezlerinin tamamı, bu özellikleri dikkate almak zorundaydı ve bu nedenle de, oluşturulan sendikal birliği herhangi bir nedenle bozmanın ya da mücadeleye son verme çağrısı yapmanın sorumluluğunu taşımaya cesaret edemediler.
7 Eylül’de yapılan gösterilerin başarılı olmasından sonra, militanlar, kitlelerin bu atılımını daha da geliştirmek için yakın bir tarihte yeni bir grev ve gösteri tarihinin belirlenmesini bekliyorlardı. Ancak, ertesi gün sendika merkezleri arasında yapılan toplantıda bir sonraki etabın tarihi olarak 23 Eylül belirlenince, bir hayal kırıklığı yaşandı. Buna rağmen, “Emeklilik için Vatandaş Talepleri” kollektifi 23 Eylül’ün başarısı için bütün gücüyle çalışmaya devam etti. Sendika militanları, 7 Eylül ile 23 Eylül arasında, 23 Eylül günü yapılacak olan grev ve gösterilerin başarısı için tüm güçleriyle seferber oldular. Yine başından beri mücadeleye katılan kadınlar kitleler halinde seferber oldular. Başlangıçta çekingen bir şekilde mücadeleye katılan gençler, gün geçtikçe daha kararlı ve daha kitlesel olarak mücadeledeki yerlerini aldılar. 18-20 yaşındaki bir genci, o yaşta kendisi için oldukça uzak görünen bir tarih için seferber etmek göründüğü kadar kolay değildir. Ancak yine, gençlerin kendi çıkarları için daha yaşlılarla birlikte mücadele etmesi gerektiğine ikna etmek için gerekli söylemleri geliştirildi ve dile getirildi.
İşte bu koşullarda gerçekleşen 23 Eylül gösterilerinin hemen ardından, sendikalar, bir sonraki gösteriyi, bir Cumartesiye denk getirecek biçimde, 2 Ekim olarak belirlediler. Gösterinin Cumartesi günü yapılması; grev yapması zor (işten atılma korkusunun yüksek oluşundan dolayı-çn) olan küçük işletmelerin işçilerinin, kadınların, güvencesiz işlerde çalışan gençlerin diğer bütün işçilerle birlikte gösteriye katılmasına olanak sağlayacaktı. Birçok sendikacı, bu inisiyatife karşı olmasalar bile en azından şüpheyle yaklaştılar. Ancak partimiz, sadece sendikal mücadelenin değil, geniş ölçekli toplumsal bir mücadelenin gerçeklerine cevap verdiği için, bu inisiyatifi destekledi ve savundu. Bu mücadele, “geleneksel” sendikal mücadeleler içinde bulunmayan kesimler de dahil olmak üzere, toplumun tüm güçlerini ilgilendiriyordu. Bu nedenle, Cumartesiye denk gelen 2 Ekim’de, kortejlerde, çocuklarıyla birlikte anneleri, gençleri, iş güvencesi olmayan emekçileri ve hatta üst düzey çalışanları diğer emekçilerle yan yana görmek mümkün oldu.
BU MÜCADELELER İÇİNDE PARTİMİZİN ÇALIŞMASI: NEYİ SAVUNDUK? NASIL ÇALIŞTIK?
Bölgesel seçimler için oluşturulan “Birlikte” Dipnot6 listesiyle çalışmalarına aktif olarak katıldığımız seçim kampanyasının hemen ardından, partimiz emeklilik hakkının savunulması için verilen mücadelelere başından bu yana katıldı. Mayıs ayında tüm örgütlerini, bu meselenin önemi hakkında bilgilendirdi. Aynı dönemde yapılan Merkez Komitesi toplantısında, kendi adıyla ve etkilediği kitle örgütleri aracılığıyla bütün güçlerini seferber ederek bu konuda ulusal bir kampanya yürütmeye karar verdi.
Partimiz, kendi adıyla, ancak ulusal çapta “Emeklilik için Vatandaş Talepleri” kollektiflerinde ve yerel olarak oluşturulacak olan kollektiflerin saflarında bir kampanya yürütmeye karar verdi.
Bu mücadelenin kazanması için parti militanları, hücreler, bir propaganda ve ajitasyon çalışmasına giriştiler. Ancak kitleler içinde olduğu kadar, kendi saflarımızda da kendini pek ifade etmeyen, ancak varolduğunu hissettiren, hükümetin “reform”u geçirmek için (insan ömrü uzadığı için çalışma süresininde buna paralel olarak uzatılması gerektiği şeklinde) “demografik” söylemler kullanacağından dolayı başarılı olamayacağımız düşüncesine karşı mücadele etmek gerekti. Partimiz, hiçbir şeyin henüz bitmediğini ve kaybettiğimiz mücadelelerin girişmekten kaçtığımız mücadeleler olduğu fikrini savundu. Gösterilerin giderek genişlemesi ve halk kitlelerinin açık desteği karşısında, hiçbir şeyin önceden belli olmadığı ve gerekli imkanları kullanarak ve yaratarak hükümetin bu “reformu”nu geri püskürtmenin mümkün olduğu düşüncesi yerleşmeye başladı. Bu reformun somut sonuçları ve etkileri, yaratacağı eşitsizlikler (varolduğu iddia edilen emeklilik kasasındaki cari açık; %80 oranında emekçilerden yapılacak kesintiler, %20 oranında da sermayeden yapılacak kesintilerle karşılanacak), büyük çoğunluğu şimdikinden daha az bir emeklilik maaşı için 67 yaşını beklemek zorunda kalacak olan çalışan kadınlar aleyhine ortaya çıkacak sonuçlar üzerine yapılan bilgilendirme, açıklama çalışmaları buna eklendi. “Emeklilik için Vatandaş Talepleri” kollektifi ükenin tamamında 500’den fazla halk toplantıları düzenledi. Bu toplantılardan bazılarına, Toulouse’da olduğu gibi, 1700 kişi katıldı.
Objektif sınırlarının bilincinde olan partimiz, grevin gerekliliği konusundaki bilinci arttırmak için etkilediği işçi kesimlerinde çalıştı. Koşulların olgunlaştığı yerlerde, ciddi ve sabırlı bir açıklama çalışmasının neticesinde daha geniş kitleleri katma kaygısıyla grev ilan edilebilmesi için onları teşvik etti.
Militanlarının bulunduğu bütün şehirlerde; standları, bayrakları, pankartları, bildirileri ve sloganlarıyla gösterilerin hepsine katıldı. Partimizin kullandığı ve kollektifin sloganı haline gelen “ne bir gün fazla çalışma, ne de bir lira daha az maaş, Woerth-Sarkozy projesi geri çekilsin” sloganı, tüm gösterilerde sık sık haykırılan popüler bir slogan haline geldi. Merkezi yayın organımız, geçen Haziran ayından bu yana sayfalarını geniş ölçüde bu konuya ilişkin yapılan açıklamalara ve izlenecek çizgi ile ilgili makalelere ayırdı. Bütün bu mücadelelerin içinde yer alan partinin kaygısı, daha fazla sayıda emekçiyi, yoksul semtlerin halk kitlelerini bu mücadeleye kazanmak için, slogan ya da izlenecek yön şeklinde eylem olanaklarını sunacak biçimde, ruh halleri ve taleplerini bireştirmek için, emekçilerin en bilinçli kesimlerine yakın olmaktı. Kitlelerden kopmamak, ancak her defasında bir adım daha ileri gitmeleri için kitlelere yardım etmek – partimizin hayata geçirmeye, mücadele içinde yerine getirmeyi öğrenmeye çalıştığı şey işte budur.
Başta Sosyalist Parti olmak üzere, reformist güçler, mücadeleyi tamamen sağın hakimiyetinde olan parlamentodaki görüşmelerde milletvekili ve senatörleri desteklemekle sınırlamak istese de, bu mücadeleler sırasında yeniden itibar kazandı. Esas olarak bu partilerin ufkunda, 2011’de yapılacak olan kantonal seçimler ve ardından 2012’de yapılacak olan parlamento ve başkanlık seçimleri var. Giderek yükseleceği açık olan Sarkozy karşıtı dalgadan faydalanmayı umuyorlar.
Partimiz için, seçimler önemlidir, ancak, sistemden kopuşun gerekliliği düşüncesini ilerletmeye hizmet etmelidir. Ve bu kopuş, sınıf partisinin devrimci idaresi altında seferber olmadan, sınıf mücadelesine büyük oranda bölükleri katmadan gerçekleşemez.
Sistemden kopuşun gerekliliği, sosyal gerilemelere tekabül eden bu “reform”a karşı verilen güncel mücadeleler içinde gün ışığına çıkarılabilir. Zira, emperyalist kapitalist sistemin krizinin faturasını bize ödetmek amacıyla; tekellerin, oligarşinin ve tamamen onun hizmetinde olan devletin politikalarının merkezinde bu “reform” vardır. Başka bir deyişle, bu mücadelenin etkileri ve sonuçları çok önemlidir.
Bu mücadeleler, aynı zamanda, bu sistemden devrimci bir kopuş için bir halk cephesi oluşturma politikamızın inşaasını hayata geçirmek için bir fırsattır da.
Bu muazzam ölçekteki mücadelede (12 Ekim’de yapılan gösterilere katılanların sayısı 3 milyonu geçti), partimiz, bu “reform”a karşı verilen mücadelelerin mümkün olabildiğince ileri gitmesi için bütün gücüyle daha da güçlendirmek için çalışıyor. Ancak partimiz, mevcut sistemden devrimci bir kopuşun gerekliliği bilincini büyütmek amacıyla, bu savaşımın merkezindeki meselelerin yani istediğimiz toplum tipinin geniş bir şekilde tartışılması için de çalışıyor.