Stalin: Sorularınızı almış bulunuyoruz. Önce bunları yanıtlayacak, ardından kendi görüşlerimi açıklayacağım.
Bu tartışmaların akşam vakti yapılması tuhaf görülebilir. Gün boyunca çok meşgulüz, çalışıyoruz. Ancak akşam altıdan sonra boş kalabiliyoruz.
Tartışmalarımızın oldukça uzun sürmesi de belki yadırganacaktır. Fakat aksi takdirde görevlerimizi yerine getirmemiz olanaksız. Merkez Komitemiz, partinize yardımcı olmak ve tavsiyelerde bulunmak üzere bizi görevlendirdi. Partiniz ve halkınız hakkında çok az şey biliyoruz ve bu görevi hakkıyla yerine getirmeye büyük önem veriyoruz.
Partinize karşı duyduğumuz ahlaki sorumluluk gereği, size kolayca tavsiyelerde bulunamayız. Önce, sizlerle birlikte, somut veriler ışığında bilgilenmek, sonra tavsiyelerde bulunmak isteriz.
Bir dizi soru yöneltmemizi tuhaf karşılayabilir, kendinizi sorguda gibi hissedebilirsiniz. Ama bu durumda başka türlü davranamazdık. Belgeler eksiksiz bir tablo ortaya koymakta yetersiz kalıyor; o yüzden böyle bir yönteme başvurmak zorunda kaldık. Koşullar bizi buna mecbur kıldı. Şimdi meselenin özüne gelelim.
Hindistan devriminin yakın geleceği hakkındaki görüşümüzü soruyorsunuz.
Biz Ruslar, bunun esas olarak bir tarım [toprak] devrimi olduğunu düşünüyoruz. Bu, feodal mülkiyetin tasfiye edilmesi ve toprağın köylüler arasında bölüştürülmesi, toprağın onların bireysel mülkü haline gelmesi demektir. Köylülerin özel mülkiyetinin tanınması için feodal mülkiyetin tasfiye edilmesi demektir. Açıktır ki bunların hiçbir sosyalizmi gerektirmez. Biz Hindistan’ın sosyalist devrim aşamasında olduğunu düşünmüyoruz. Daha sonra ele alacağımız Çin [devriminin] yolundan, yani milli burjuvazinin mülkiyetine el konulmayan anti-feodal bir toprak devriminden söz ediyoruz. Bu, burjuva demokratik devrimdir; diğer bir deyişle demokratik halk devriminin birinci aşamasıdır. Çin’den önce Doğu Avrupa ülkelerinde başlayan demokratik halk devriminin iki aşaması vardır. Birinci aşama, toprak devrimi ya da toprak reformudur, nasıl adlandırmak isterseniz. Avrupa’daki halk demokrasisi ülkeleri, savaştan sonraki ilk birkaç yıl içinde bu birinci aşamayı geçtiler. Çin halkı bu birinci aşamada bulunuyor. Hindistan bu aşamaya yaklaşıyor. Demokratik devrimin ikinci aşaması, Doğu Avrupa ülkelerinde görüldüğü gibi, milli burjuvazinin mülksüzleştirilmesi noktasına ulaşan toprak devrimi ile karakterize olur. Bu, sosyalist devrimin başlangıcıdır. Avrupa’daki tüm halk demokrasisi ülkelerinde makineler, fabrikalar, bankalar kamulaştırıldı ve devletin eline verildi. Çin henüz bu ikinci aşamanın uzağında. Bu aşama Hindistan’a daha da uzak, yani Hindistan bu aşamanın daha da uzağında.
Çin devriminin gelişim yolu üzerine Kominform gazetesinde yayınlanan başyazıdan söz ettiniz. Bu yazı, Hindistan’ın sosyalist devrim yolunda olduğunu savunan Ronadive’nin makale ve konuşmalarına karşı polemik amacıyla yazıldı. Biz Rus komünistleri, bu tezin çok tehlikeli olduğunu düşündük ve buna karşı çıkarak, Hindistan’ın Çin’in yolunda, yani demokratik halk devriminin birinci aşamasında olduğunu vurgulamaya karar verdik. Bu, tüm köylülerin ve kulakların feodal beylere karşı ayaklanması için devrimci cephenizi kurmanız açısından büyük önem taşıyor. İngiliz emperyalistleri ile işbirlikçi burjuvaziden oluşan bloğu izole etmek için. İngiliz emperyalizmine karşı milli burjuvazinin tüm ilerici katmanlarının içinde yer aldığı bir halk ayaklanması gereklidir. Sizin içinizde tüm emperyalistlerin, İngiliz ve Amerikan emperyalizminin bir vuruşta ülkeden sürülüp atılmaları gerektiği düşüncesi ağır basıyor. Böyle genel bir cephe kurmak olanaksızdır. Ulusal cephenin öldürücü darbesi ister istemez İngiliz emperyalizmine yönelik olmak zorundadır. Bırakın, Amerikalılar da dahil, diğer emperyalistler sizin onlarla bir sorununuz olmadığını düşünsünler. Tüm emperyalistlerin sizin eylemlerinize karşı birleşmemeleri ve aralarındaki ayrılıklardan yararlanabilmeniz için bu gereklidir. Sonra, eğer Amerikalılar da savaşa girmek isterlerse, Hindistan’ın birleşik ulusal cephesi onlara karşı da eyleme geçmek zorundadır.
Ghosh: Tüm dünya fiili olarak Amerikan emperyalizmine karşı savaşırken ve Amerika anti-demokratik kampın başını çekerken, bizim neden yalnızca İngiliz emperyalizmine karşı mücadele etmemiz gerektiğini anlayamadım.
Stalin: Nedeni çok basit. Ülkeniz Amerika’ya değil İngiltere’ye bağımlı ve ulusal bağımsızlığı elde etmek için Ulusal Birleşik Cephe Amerika’yla değil, İngiltere’yle savaşmak zorunda. Bu, sizin ulusal özgünlüğünüz. Hindistan kimden yarı yarıya kurtuldu? İngiltere’den, Amerika’dan değil. Hindistan, İngiltere’yle birlikte Milletler Cemiyeti’nin bir parçası, Amerika’yla birlikte değil. Ordunuzdaki subaylar ve uzmanlar Amerikalı değil, İngiliz. Bunlar, tarihsel olgular ve bunları hesaba katmamak olmaz. Demek istediğim şu ki, parti, dünya çapında emperyalizme karşı mücadelenin bütün görevlerini sırtlanmak zorunda değil. Yalnızca tek bir görevi üstlenip yerine getirmesi gerekiyor: İngiliz emperyalizminden kurtulmak. Hindistan’ın ulusal görevi budur. Ayrıca feodal sınıfları da göz önünde bulundurmak zorundayız. Açık ki, kulaklar düşmanımızdır. Fakat feodal beyler dururken kulaklara karşı mücadele etmek anlamsız olur. Aynı anda hem kulaklarla, hem de feodal beylerle mücadele etmek akıllıca olmaz. Sizin değil, düşmanın tecrit olacağı bir cephe kurmak gerek. Buna, komünist partinin mücadelesini kolaylaştıracak bir taktik diyebiliriz. Aklı başında hiç kimse, taşıyamayacağı kadar yükün altına girmez. Tek bir görevi omuzlamak gerek: Feodalizmin ve İngiliz emperyalizminin kalıntılarının tasfiye edilmesi. Feodal beyleri tecrit etmek, feodalizmi tasfiye etmek ve İngiliz emperyalizmini kovmak için, şimdilik, diğer emperyalist güçlere yönelmeyin. Eğer böyle davranırsanız, işleri kolaylaştırırsınız. Sonra, eğer Amerikalılar işinize burunlarını sokmaya kalkarlarsa, o zaman onlara karşı da savaşmak gerekir. Fakat bu durumda, halk, saldıran tarafın siz değil, onlar olduğunu bilecektir. Amerikalılarla ve kulaklarla savaşacağınız zaman da gelecek, ama daha sonra. Her şeyin bir sırası var.
Ghosh: Şimdi anlıyorum.
Dange: Tüm bunlar, Amerikan emperyalistlerine karşı propaganda ve ajitasyon çalışmalarını engelleyebilir mi?
Stalin: Elbette hayır. Onlar halkın düşmanıdır ve onlara karşı mücadele etmek gerekir.
Dange: Bu soruyu sormamın nedeni hiç kimsenin bu çizgiyi Amerikan emperyalizmine karşı mücadelede oportünizm olarak yorumlamaması içindi.
Stalin: Düşmanı akıllıca tecrit etmek gerekir. Siz Amerikalılara değil, İngiliz emperyalistlerine karşı devrim mücadelesi veriyorsunuz. Eğer Amerikalılar duruma müdahale ederlerse, o zaman işler değişir.
Rao: Kulakların küçük bir bölümü feodal sömürüye katılıyor, toprak kiralayıp tefecilik yapıyorlar. Genelde toprak sahipleri sınıfının bir parçasını oluşturuyorlar.
Stalin: Bu önemli değil. Feodal beylerin tasfiye edilmesi genel görevi yanında, bu, özel bir görev olarak kalıyor. Propaganda yaparken, zengin köylüleri değil, feodal beyleri hedef alın. Kulakları feodal beylerle birleşmeye iten siz olmamalısınız. Feodal beylere bir müttefik yaratmayın. Kulakların köylerde geniş bir nüfuzu var. Köylüler, kulakların kendi yetenekleri sayesinde zenginleştiklerini düşünüyor. Kulaklara köylüleri sizden koparma fırsatı vermemek gerek. Sizin feodal beyleriniz soylular sınıfından değil mi?
Rao: Evet.
Stalin: Köylüler soyluları sevmez. Feodal beylere köylüler arasında bir müttefik bulma olanağı vermemek için bunu anlamak gerekir.
Punnaiah: Kendi aramızda, milli burjuvazi meselesinde bir kafa karışıklığı var. Milli burjuvazi derken, kastedilen, tam olarak ne olmalıdır?
Stalin: Emperyalizmin politikası bir başka ülkeyi fethetme politikasıdır. Sizin milli burjuvaziniz gerçekten de bir başka ülkeyi fethetmeyi düşünüyor mu? Oysa İngiliz emperyalizmi Hindistan’a egemen durumda. Milli burjuvazi –ordu ve büyük burjuvazi– sizin milli sömürücülerinizdir. Sizin, onların varlığına değil, yabancı düşmana, İngiliz emperyalistlerine karşı olduğunuzu söylemek gerek. Milli burjuvazinin saflarında sizinle müttefik olduğunu düşünen pek çok unsur vardır. Büyük milli burjuvazi ise emperyalizmle işbirliği içinde; ama o, bu sınıfın yalnızca ve üstelik küçük bir parçasını oluşturuyor. Burjuvazi, temelde, Hindistan’ın tam bağımsızlığı mücadelesinde sizi destekleme eğiliminde. Feodalizmin tasfiyesinden yana. Bunda çıkarı var. Burjuvazinin pazara ihtiyacı var, iyi bir pazara. Eğer köylüler toprağı ele geçirirlerse, onun için bir iç Pazar, alım gücüne sahip bir halk oluşacak. Bunları görmek gerek. Milli burjuvazinin İngilizlerin safına katılmamaları sizin yararınıza olacak. İşleri öyle düzenlemeli ki, İngilizler Hindistan’da yeni müttefikler edinemesinler. Çin’de burjuvaziyi mülksüzleştirmek için bir girişimde bulunulmadı. Sadece Japonların Çin’deki mülkleri millileştirildi. Amerikan şirketleri millileştirilmedi, çalışmaya devam ediyor. Sizin devriminiz Çin tipi bir devrimse, şimdilik kendi burjuvazinizi İngiliz emperyalistlerinin safına itecek adımlardan kaçınmalısınız. Sizin Hindistan’a özgü yolunuz budur. Çin’de milli burjuvazi ülkeyi terk etmedi. Fiilen Amerikan emperyalizmine karşı çıkıyor ve Çin halk yönetimini destekliyor. Bu, Çin’de Amerikan emperyalistlerinin tecrit edildiği anlamına gelir. Hindistan’ın bölünmesi meselesine gelince; bu, İngiliz emperyalistleri tarafından tertiplenen bir oyundur. Eğer bir eylem programı hazırlanıyorsa, burada Pakistan, Hindistan ve Seylan arasında birlik sağlanmasına ihtiyaç olduğu belirtilmelidir: Yapay olarak birbirinden ayrılan bu üç devlet yakınlaşacak ve bu yaklaşma söz konusu devletlerin birleşmesiyle taçlanacaktır. Bu yakınlaşma fikrini savunmalısınız; halk bu konuda sizi destekleyecektir. Pakistan ve Seylan’daki elit zümreler buna karşı çıkacak, ama halk onlara kuşkuyla bakacaktır. Özellikle Bengal’de ayrılığın ne kadar yapay olduğu gün gibi ortadadır. Bengal eyaleti ilk fırsatta Pakistan’dan ayrılacaktır.
Dange: Biz milli burjuvazi kavramını daima orta burjuvazi anlamına kullandık. Hindistan’da büyük burjuvazi İngiliz emperyalistlerinin safında yer alıyor.
Stalin: Hindistan’da yalnızca İngilizlere ait olan bankalar var mı?
Dange: Evet. Hindistan’da hem İngiliz bankaları var, hem de karma sermayeli bankalar var. Programımızda büyük burjuvazinin, yani bürokratik sermayenin millileştirileceği iddiası var.
Stalin: Bürokratik sermaye değil, sınai-ticari sermaye. Çin’de bürokratik sermaye, devlet eliyle geliştirildi. Bu, devlete bağlı bir sermayedir ve sanayiyle çok az bağı vardır. Sun ailesi ve diğerleri Amerikalılara tanınan ayrıcalıklı kontratlar sayesinde sermayelerini arttırdılar. Çin’de büyük sanayicilerin ve tüccarların çıkarlarına dokunulmadı. Amerikan ve İngiliz banka sermayesiyle ortaklık içinde olsalar da büyük sanayicileri ve tüccarları mülksüzleştirmenizi önermem. Düşmanla işbirliği yapanların mülklerine el konulacak demek daha doğru olur. Devriminiz alev aldığında, hiç kuşkunuz olmasın, bu büyük kapitalistlerin bir kısmı kaçacaktır. Bu durumda onları hain ilan edip mallarına el koyun, ama büyük burjuvaziyi yalnızca İngiliz sermayesiyle ortaklık içinde oldukları için mülksüzleştirmenizi önermem. Programınızda büyük burjuvaziyi mülksüzleştirmeyi içeren bir madde varsa, bunu iptal etmek gerekir. Yeni bir program veya bir eylem programı hazırlamalısınız. Büyük burjuvaziyi tarafsızlaştırmak ve tüm milli burjuvazinin onda dokuzunu ondan ayrı tutmak sizin açınızdan daha doğru olur. Gereksiz yere yeni düşmanlar edinmemelisiniz. Yeterince düşmanınız var. Büyük burjuvazinize de sıra gelecek ve o zaman onunla savaşacaksınız. Devrimin sorunları aşama aşama çözülür. Aşamalar birbirine karıştırılmamalıdır. Aşamaların neler olduğuna karar vermek ve düşmanla ayrı ayrı dövüşmek gerekir: Bugün biriyle, yarın diğeriyle. Yeterince güçlendiğinizde hepsiyle çarpışabilirsiniz. Ama henüz güçsüzsünüz. Halkınız bizim devrimimizi kopya ediyor, fakat ikisinin aşamaları farklı. Diğer kardeş partilerin deneyimleri eleştirel bir gözle ele alınmalı ve Hindistan’’n kendine özgü koşullarına uyarlanmalı. Sizi soldan eleştirecekler; bunları önemsememelisiniz. Buharin ve Troçki, Lenin’i soldan eleştirdiler, ama alay konusu oldular. Ronadive, Mao Ze-dung’u soldan eleştirdi, ama haklı olan Mao’ydu: O, ülkesinin koşulları nasıl gerektiriyorsa öyle davrandı. Kendi çizginizi izleyin ve aşırı solcuların yaygaralarını ciddiye almayın.
Şimdi ikinci soruya geçelim, Çin [devriminin] yolu sorusuna.
Politik ve toplumsal alanda Çin yolundan bahsetmiştim. Bir toprak devriminden söz ediyoruz. Silahlı mücadeleye gelince; Çinlilerin silahlı mücadeleden değil, silahlı devrimden söz ettiklerini belirtmiştik. Onlar bunu –kurtarılmış bölgeler ve kurtuluş ordusuyla birlikte– bir partizan savaşı olarak görüyorlardı. “Silahlı mücadele” ifadesi, ilk kez Kominform gazetelerinde kullanıldı. Silahlı mücadele, partizan savaşından çok daha geniş bir anlama sahiptir: O, köylülerin partizan savaşının işçilerin genel grevleri ve ayaklanmalarıyla birleşmesidir. Boyutları bakımından partizan savaşı silahlı mücadeleden daha sınırlıdır. [Peki] Çin’de silahlı devrim nasıl başladı?
1926-27’de Çinli yoldaşlar, Kuomintang’la bağlarını kopardılar. Kuomintang’a karşı 40-50 bin kişilik bir ordu kurduktan sonra onlardan ayrıldılar. Partizan savaşının temeli bu orduydu. Şehirlerden ve demir yollarından uzak bölgelerde, ormanlarda ve dağlarda saklandılar. Elbette, Çin Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi ve ona bağlı olarak her yerde partinin kadroları vardı. Çin Kurtuluş Ordusu’nun üyeleri, kolayca kuşatılabileceklerinden şehirlerde konuşlanamıyordu. Kuşatılıp imha edilmemek için şehirlere ve demir yollarına uzak alanlara çekilip buralarda çok sayıda özgür [kurtarılmış] partizan bölgeleri kurdular. Kuşatıldıklarında, kuşatmayı yararak eski bölgeleri terk ettiler ve çatışmaya girmekten kaçınarak, yeni kurtarılmış bölgeler kurdular. Böylece, Çin komünistleri giderek şehirlerden ve işçilerden uzaklaştılar. Mao Ze Dung, kuşkusuz işçilerle ilişkileri koparmak istemiyordu, ama partizan savaşı onu bu noktaya götürdü ve şehirlerle bağını yitirdi. Bu, acı verici bir zorunluluktu. Sonunda Yenan’a yerleşip uzun süre burada barındılar. Köylülerle ilişkiye geçtiler; onlara toprak devrimini nasıl yapacaklarını öğrettiler. Halk ordusunun saflarını genişlettiler ve onu önemli bir güç haline getirdiler. Fakat, tüm bu dönem boyunca, partizan savaşına özgü olumsuzluklardan da kaçamadılar.
Kurtarılmış bölge nedir? O, devlet içinde [tamamen yalıtılmış] bir adadır. Ulaşabileceği başka bir bölge, bir çıkış yolu yoktur. Kuşatıldığında cephe gerisinde yaslanabileceği bir hinterlandı yoktur. Nitekim, tam da böyle oldu. Yenan kuşatıldı ve Çinliler büyük kayıplar vererek orayı terk ettiler. Çinli komünistler Mançurya’ya gitmeye karar vermeselerdi, bu durum uzun süre böyle devam edebilirdi. Mançurya’ya gidince hızla toparlandılar. Arkalarında artık sağlam bir hinterlant, dost bir devletin güvenli toprakları vardı. Bulundukları yer [yalıtılmış] bir ada değil, bir yanı Sovyetler Birliği’ne uzanan bir yarımadaydı. Bundan böyle Chiang Kai-Shek artık Çin partizanlarını kuşatma olanağından yoksundu. Ve ancak bu ateşkes döneminin ardından, Çinliler kuzeyden güneye doğru saldırıya geçme imkanı buldular. Tarihsel süreç budur. Bundan ne sonuç çıkar? Köylülerin partizan savaşı önemli bir konudur ve devrim için büyük bir kazanımdır. Çinliler, bu alanda devrimci pratiğe, özellikle geri kalmış ülkeler açısından, yeni katkılar yaptılar. Ve elbette, nüfusun %80-90’ını köylülerin oluşturduğu bir ülkede komünist yönetimi kendi mücadelesinin cephaneliğine dahil etmek zorundadır. Burası tartışılmaz. Fakat, Çinli yoldaşların deneyiminden çıkarılması gereken bir ders daha var. Kurtarılmış bölgeleriyle birlikte partizan savaşının aynı zamanda olumsuz yanları da vardır: Partizan bölgeleri [yalıtılmış] adalardır ve daima kuşatılma tehlikesiyle yüz yüzedir. Ancak geride yaslanılabilecek güvenli bir hinterland bulunabilirse, yani komşu dost bir devletin desteği alınıp, burası sağlam bir hinterland yapılabilirse, bu kuşatmaları yarma şansı vardır. Çinlilerin Mançurya’ya gitme kararı çok doğruydu. Eğer bunu yapmasalardı, işler bu şekilde sonuçlanmazdı. Partizan savaşında zaferi elde etmek için yeterli güçler yoktur. Partizan savaşı, eğer dost bir komşu devletin desteğini alabilirse zafere götürür. Çinli yoldaşların, Mançurya’ya ulaşmadan, kuşatılma korkusuyla saldırıda bulunmak istememeleri ve ancak Mançurya’ya vardıktan sonra saldırıya geçip Chiang Kai-Shek birliklerini bozguna uğratmaları, son derece karakteristiktir. Partizan savaşının bu olumsuz yanlarını da dikkate almak zorundayız.
Hindistan’da devrimin zaferi için partizan savaşının yeterli olduğu söyleniyor. Bu yanlıştır. Çin’de, Hindistan’a göre çok daha elverişli koşullar vardı. Çin’de, Hindistan’daki gibi yaygın bir demiryolu ağı yoktu. Çinli partizanlar bu elverişli durumdan yararlandılar. Sizin açınızdan partizan savaşının zafere ulaşma olasılığı daha düşük. Sınai ilişkiler bakımından Hindistan Çin’den daha gelişmiş durumda. Bu, kalkınma açısından iyi bir şey, ama partizan savaşı açısından bakıldığında, elverişli bir durum değil. Ne kadar çok müfreze oluşturulup, ne kadar çok kurtarılmış bölge kurulursa kurulsun, bunlar tecrit olacaklardır. SSCB, Çinli partizanlar için güvenilir bir komşu devletti; sizin böyle güvenilir bir komşunuz yok. Afganistan, İran ve Tibet, Çinli komünistlerin henüz ulaşamadıkları bölgeler… SSCB gibi bir hinterland yok. Bu yüzden, bir çıkış bulmak gerek.
Sizin partizan savaşına ihtiyacınız var mı? Evet, hiç kuşkusuz var.
[Peki] Kurtarılmış bölgeleriniz ve bir Kurtuluş Ordunuz var mı?
Böyle bölgeleriniz olacak ve muhtemelen benzer bir ordu kuracaksınız. Fakat zafer için bunlar yetmez. Partizan savaşını işçilerin devrimci eylemiyle birleştirmek zorundasınız. Bu olmadan, tek başına partizan savaşıyla zafere ulaşamazsınız. Eğer, Hintli yoldaşlar demiryolu işçileriyle ciddi genel grevler örgütleyip, hayatı ve hükümeti felç etmeyi başarırlarsa, bunun partizan savaşına muazzam katkısı olacaktır. Köylüleri ele alalım… Eğer onlara: “Bu sizin partizan savaşınız, onu siz yürütmek zorundasınız” derseniz, size şu yanıtı vereceklerdir: “Neden böylesine zorlu bir savaşın bütün yükü bizim omuzlarımıza biniyor? İşçiler ne yapacak?” Devrimin bütün yükünü tek başına sırtlanmaya razı olmayacaklardır. Köylü akıllıdır; başına gelen bütün kötülüklerin şehirden çıktığını bilir: Vergiler vs. Şehirlerde kendisine müttefik bulmak isteyecektir. Ona yükü işçilerle birlikte omuzlayacağını söylerseniz, bunu anlayacak ve kabul edecektir. Rusya’da böyle oldu. Yalnızca köylüler arasında çalışma yapıp partizan birlikleri oluşturmakla yetinmek yerine, bunların yanı sıra işçi sınıfının bağrında da yoğun bir çalışma yürütmeli, işçilerden oluşan silahlı birlikler de kurmalı, fabrika ve demiryolu işçilerinin katıldığı genel grevler hazırlamalı ve şehirlerde işçi örgütleri oluşturmalısınız.
Bu iki akım birleştiğinde zafere kesin gözüyle bakılabilir. Rusya’da, 1905’te, Çar’ın halka ödünler verdiğini, Duma’yı ve başka bir dizi özgürlüğü tanıdığını biliyorsunuz. Çar geri çekilmek zorunda kaldı. Çar’ı korkutan neydi? Demiryolu işçilerinin grevleri. Başkentin kırsalla irtibatı kesilmişti. Demiryolu işçileri yalnızca işçi delegelerin geçişine izin veriyor, malların ve başka şeylerin girişini engelliyorlardı. Demiryolu işçilerinin grevlerinin devrim açısından önemi büyüktü ve partizan birliklerine çok yardımcı oldu.
Ayrıca garnizonlarda, askerler arasında yapılan çalışmayı da unutmamak gerek. 1917’de askerler arasında öyle yoğun bir propaganda yaptık ki, garnizon bizim safımıza geçti.
Askerlerin fikrini değiştiren neydi? Toprak sorunu. Bu öyle güçlü bir silahtı ki, Çar’ın muhafızları olan Kazaklar bile buna direnemediler. Doğru (verimli) bir politik çalışma yürütmek için, devrimci bir ruh hali (atmosfer) oluşturup yaymak ve gerici çevreler arasındaki farklılıkları kızıştırmak gerekir.
Çin yolu Çin için iyiydi. Ama Hindistan için yeterli değildir. Burada, proletaryanın şehirlerdeki mücadelesini köylülerin mücadelesiyle birleştirmek gerekir. Bazıları, Çinli yoldaşların bu birleşmeye karşı olduğunu sanıyorlar. Bu, yanlış bir düşüncedir. Ordusu Nanchino’ya doğru hareket ederken, Şangay işçileri grev yapsaydı ya da silah fabrikalarında çalışan işçiler üretimi durdursaydı, Mao Ze Dung buna üzülür müydü? Elbette hayır. Bunların yapılamamasının nedeni, Mao Ze Dung’un şehirlerle ilişkisinin kesilmiş olmasıydı. Kuşku yok ki, demiryolu işçilerinin grev yapmaları ve Chiang Kai-Shek’in takviye olanağından yoksun kalması, Mao Ze Dung’un hoşuna giderdi. Ne var ki, işçilerle bağları kopmuştu. Bu, ideal bir durum değil, acı verici bir zorunluluktu. İdeal olan, sizin, Çinlilerin yapamadığı şeyi yapmaya çalışmanızdır: Köylü savaşını işçilerin mücadelesiyle birleştirmek.
Dange: Biz, partizan savaşı teorisini, adeta işçi sınıfının katılımını gerektirmeyen bir teoriye dönüştürmüştük.
Stalin: Mao Ze Dung bunu bilseydi sizi cehenneme yollardı! (Gülüşmeler) Şimdi bir sonraki soruna geçelim. Tıpkı Chiang Kai-Shek’in Kuomintang hükümetinin ve Fransa’daki mevcut Pleven hükümetinin Amerikan emperyalizminin kuklası olması gibi, Nehru hükümetinin de İngiliz emperyalizminin kuklası olduğu söylenebilir mi?
Benim düşünceme göre, Chiang Kai-Shek, Çin’de bulunduğu sırada, bir kukla olarak nitelenemezdi. Farmosa’ya gittiğinde kukla oldu. Nehru hükümetinin de kukla olduğu söylenemez. Tüm kökler halkın içinde. Bao Dai hükümeti gibi değil…. Bao Dai gerçekten de kuklaydı. Bundan şu sonuç çıkar: Hindistan’da partizan savaşını mücadelenin temel biçimi olarak görmek imkansızdır; mücadelenin en yüksek biçimi demek belki de daha doğru olur. En yüksek mücadele biçimine gelinceye kadar, [verilmesi gereken] çeşitli mücadele biçimleri var. Köylüler için toprak sahiplerini boykot; tarım işçileri için grevler. Kiraladıkları toprağı işleyenler için: İş yavaşlatma, toprak sahipleriyle bireysel çalışmalar, toprak işgalleri ve nihayet mücadelenin en yüksek biçimi olarak partizan savaşı. İşçi sınıfı için: Yerel grevler, sektörel grevler, politik grevler, ayaklanmanın ön hazırlığı olarak politik genel grev ve nihayet mücadelenin en yüksek biçimi olarak silahlı ayaklanma. O halde, partizan savaşının kırlarda mücadelenin temel biçimi olduğunu söylemek imkansızdır. Kırlarda iç savaşın tam anlamıyla gelişmekte olduğunu söylemek de yanlıştır. Telangana’da topraklar işgal edildi; ama bu, “her şey tamam” anlamına gelmez. Bu, mücadelenin yükselişe geçtiğini gösterir; ama mücadelenin temel biçimi değildir. Hindistan, henüz bunun uzağındadır. Köylü, küçük sorunlar uğruna mücadele etmeyi öğrenmek zorundadır: Kira bedelinin indirilmesi, toprak sahibine ödenen ürün kotasının düşürülmesi vb. Gerekli olan, daha şimdiden silahlı mücadeleden bahsetmek değil, küçük sorunlar üzerinde kadroları eğitmektir. Geniş boyutlu bir silahlı mücadeleye başlarsanız, büyük güçlüklerle karşılaşırsınız. Çünkü partiniz henüz zayıf. Partinizin güçlenmesi, kitle mücadelesini doğru yöne kanalize etmesi, hatta zaman zaman kitleleri frenlemesi gerek.
Biz 1917’de nasıl [nereden] başladık? Orduda ve donanmada çok sayıda sempatizanımız vardı. Moskova ve Leningrad Sovyetleri elimizdeydi. Buna rağmen, emekçilerin devrimci hareketini engelledik. Onlar, Geçici Hükümet’in dağıtılması talebini ileri sürüyorlardı. Fakat bu, bizim planlarımıza uygun değildi, çünkü Leningrad garnizonunu henüz ele geçirememiştik. Temmuz ayında, 40-50 bin kişinin çalıştığı büyük Patilov atölyelerindeki işçiler, denizcilerin ve askerlerin birleşmesini sağlayan gösterilere başladılar. Geçici Hükümet’in yıkılmasını istiyorlardı. Taleplerini Merkez Komite’ye sundular. Onları frenledik. Çünkü, ciddi bir ayaklanma için gerekli hazırlıkların tamamlanmadığını biliyorduk. Ayaklanma için nesnel koşullar uygundu; kitleler mücadele için öne atılıyorlardı. Fakat öznel koşullar uygun değildi; parti henüz hazır değildi.
Ayaklanma meselesi, ancak Eylül ayında gündeme alındı. Ayaklanmayı örgütlemeye karar verdik, fakat bunu gizlilik içinde yapacaktık. Vakti gelmeden hasında hiçbir şey yayınlamadık. Politik Büro’nun üyeleri olan Kamanev ve Zinovyev, basında, maceracılık olarak niteledikleri ayaklanmaya karşı çıktıkları zaman, Lenin onları hain olarak adlandırdı ve planlarımızı düşmana ifşa ettiklerini söyledi. Bu yüzden ayaklanma sözünü asla dillendirmeyin; aksi takdirde ayaklanmanın şaşırtma faktörü eksik kalır.
Yoldaş Rao, halka gidelim ve ayaklanma konusunda ona danışalım diyor. Bu, asla yapılmamalı. Planlarınızdan yüksek sesle bahsetmeyin, yoksa hepinizi tutuklarlar. Varsayalım ki köylüler: “Evet, ayaklanmamız gerek” desinler. Bu, halkın peşine takılacağımız ve kitle kuyrukçuluğu yapacağımız anlamına gelmez. Yönetmek demek, halkı kendi davanıza kazanmanız demektir. Halk, zaman zaman, kendi bölgesindeki olgu ve gelişmelerden yola çıkarak, ayaklanmaya hazır olduğunu söyler. Ama kusursuz bir ayaklanmayı hayata geçirmek için tüm bir ülkenin koşulları göz önünde bulundurulmak zorundadır. Buna, Merkez Komite’nin karar vermesi gerekir.
Hintli yoldaşlar: Evet, doğru.
Stalin: Parti örgütünün, sadakatinden kuşku duyulan bir üye hakkında ölüm cezası verip veremeyeceğini soruyorsunuz. Hayır veremez. Lenin, daima, Merkez Komite’nin verebileceği en ağır cezanın partiden ihraç etme olduğunu öğretmiştir. Fakat parti iktidardayken bazı üyeler devrim yasalarını çiğnemişlerse, o zaman hükümet, onları yargılanmaları için mahkemeye sevk eder.
Bazı belgelerinizden açıkça anlaşılıyor ki, yoldaşlarınız, düşmanla çatışmalarında sık sık bireysel terörizme eğilim gösteriyorlar. Eğer biz Rus yoldaşlarınıza ne düşündüğümüzü sorarsanız, size, partinin daima bireysel terörizmi reddeden bir ruhla eğitildiğini söylemek zorundayız. Eğer halkımız bir toprak sahibine karşı mücadele ediyorsa ve bu kişi bir arbede sonucunda öldürülürse, yığınların bu mücadeleye katılmaları ölçüsünde söz konusu olayı bireysel terörizm olarak görmeyiz. Fakat parti, bir toprak sahibini öldürmek amacıyla terörist birlikler kuruyor ve bu birlikler kitlelerin katılımı olmaksızın bu işi yapıyorsa, tıpkı bireysel terörizme karşı olduğumuz gibi, bunun da kesinlikle karşısında oluruz. Bu tür eylemler bireysel terörizmdir; kitlelerin eyleme geçme ruhunu öldürür, onları pasifizm ruhuyla eğitir. Üstelik halk, meseleyi şöyle yorumlar: “Biz aktif görevler üstlenebilecek düzeyde değiliz, bizim adımıza eylem yapan kahramanlar var.” Böylece, bir yanda “kahramanlar”, diğer yanda mücadeleye katılmayan yığınlar görürüz. Yığınların eyleminin hazırlanması ve örgütlenmesi açısından bakıldığında, bu düşünce tarzı çok tehlikelidir. Rusya’da böyle bir parti vardı: Sosyalist Devrimciler Partisi. Bunlar, önemli bakanları terörize etmek için özel müfrezeler kurmuşlardı. Biz, her zaman bu partinin karşısında olduk. Bu parti, zamanla, yığınlar içindeki güvenilirliğini tamamen kaybetti. Biz, “kahramanlar ve yığınlar” teorisine karşıyız.
Hindistan’da toprağın kamulaştırılması meselesini pratikte nasıl ele almak gerektiğini de soruyorsunuz.
Bu aşamada böyle bir iddiada bulunmamalısınız. Bir yandan toprağın büyük toprak sahipleri arasında bölüşülmesini isterken aynı zamanda devletin bu toprağa el koyması gerektiğini söylüyorsunuz. Hiçbir halk demokrasisi ülkesinde, hatta Çin’de bile, kamulaştırma yapılacağı ilan edilmedi. Halk demokrasisi ülkelerinde nasıl bir düzenleme yapıldı? Toprağın alınıp satılması yasaklandı. Kamulaştırmaya yaklaşmak için atılması gereken adım budur. Toprağı, yalnızca devlet satın alabilir. Toprağın bireylerin elinde toplanması durdurulmalıdır. Şimdiden kamulaştırma yapılacağını ilan etmek, size zarar verir. Bazı yoldaşlarınız Hindistan’da iç savaşın başlatılması gerektiğini düşünüyor. Bunu konuşmak için daha erken. İş savaş koşulları giderek olgunlaşıyor, fakat henüz o aşamaya gelinmedi.
[Peki] Şimdi ne yapmak gerek?
Program benzeri bir şey ya da daha açık ifade etmek gerekirse, bir eylem platformu oluşturmanız iyi olur. Kuşkusuz aranızda farklılıklar olacaktır. Bizim aramızda da farklılıklar vardı; fakat çoğunluğun aldığı her kararı yasa olarak kabul ettik. Çoğunluğun aldığı kararlara katılmayan yoldaşlar bile, bu kararları sadakat ile hayata geçirerek, partinin tam bir irade birliği içinde hareket etmesini sağladılar. Herkesin tartışmalara katılmasını istiyorsunuz. Bu arzunuz, barış zamanlarında anlaşılır; ama bugün devrimci bir durum olgunlaşmakta ve böyle bir lüksünüz yok. Bu yüzden partinizde bu kadar az militan var. Sonu gelmez tartışmalarınız yığınların kafasını karıştırdı. Bolşevikler 1903-1912 döneminde, Çarlık koşullarının izin verdiği ölçüde, açık tartışmalar yürüttüler. Amacımız Menşevikleri partiden atmaktı; çünkü izlediğimiz çizgi gereği onlardan kopmak zorundaydık. Ama siz, partinin kendi içinde düşmanları olduğu bir durumda değilsiniz. Biz, 1912’de Menşevikleri partiden atıp onlardan arınmış kendi partimizi kurduğumuzda, parti artık homojendi [yekpareydi]. Elbette farklılıklar vardı: Sınırlı ortamlarda toplanıyor, sorunları tartışıyor ve sonra hepimiz çoğunluğun aldığı kararlar doğrultusunda hareket ediyorduk. Bolşevikler iktidara geldikten sonra, Troçki, partinin gündeme almak istemediği bir tartışma açmak istedi. Troçki, provokatörce davranarak, partinin gerçekleri kabul etmeye yanaşmadığını ve tartışmayı reddettiğini ilan etti. Tartışmayı açtık ve Troçki’yi bozguna uğrattık. Ama bu, tüm partinin karşı olduğu bir tartışmaydı. Eğer parti az çok homojense ve ideolojik birliğe sahipse, o zaman bu partinin tartışmaya ihtiyacı yoktur. Tartışma basın üzerinden değil, sınırlı çevrelerde yürütülmelidir. Sonra, çoğunluğun aldığı karar yasa haline gelir.
Ghosh: Stalin yoldaş haklı. Açık tartışma bizim için çok uygun değil.
Stalin: Bizim partimizin 5 milyon 600 bin aktif üyesi ve 800 bin aday üyesi var. Adaylık ne anlama geliyor? Yıllar önce de, yeni üyeleri partiye kabul etmek yerine, partiye katılmak isteyenleri sınıyorduk. Bazılarının 4-5 yıl beklemede kaldığı oluyordu. Onları sınıyor ve eğitiyorduk. Çoğu hemen partiye üye olmak istiyordu, fakat önce sınanmak ve eğitilmek zorundaydılar. Temel bir sosyalist eğitim gereklidir; üyeliğe kabul bundan sonra gelir. Bizim pratiğimiz adaylık kurumunun yararlı olduğunu kanıtladı. Parti içinde geniş bir sempatizan tabakamız var. Fakat partiyi yeni üyelerle aşırı kalabalıklaştırıp parti saflarını şişirmemeliyiz. Aslolan, üye sayısı değil, üyeliğe kabul edilenlerin niteliğidir.
Bana, hangi koşullarda partizan savaşını başlatmak gerektiğini soruyorsunuz. İleri kapitalist ülkelerde partizan savaşı çok büyük önem taşımaz. Bu ülkelerde, partizanlar çabucak yakalanırlar. Partizan savaşı, özellikle yarı gelişmiş ve geri kalmış ülkelerde anlamlıdır. Örneğin ABD’de veya Almanya’da partizan savaşına başlamak çok zordur. Bu iki ülkede de çok sayıda büyük şehir, gelişmiş bir demiryolu ağı, sanayi havzaları vardır ve bu koşullarda partizanlar kısa sürede yakalanırlar. Halk yığınlarının onları kahraman, kahramanların da kendilerini yığınların iradesinin uygulayıcıları olarak görmeleri yerine, yığınları edilgenliğe değil, etkin bir biçimde eyleme geçirmeye sevk eden bir tarzda çalışmak gerekir. Her halükarda, Telengana’da başlayan şeyi desteklemek gerekir. Bunlar, savaşın ilk tomurcuklarıdır. Fakat yalnızca partizan savaşına bel bağlamamak gerek. Bu, elbette mücadeleye yardımcı olur, ama zaman zaman da kendisi yardıma gerek duyar.
Halk arasında, işçiler arasında, ordu içinde, aydınlar arasında ve köylüler arasında ciddi ve yaygın bir çalışma yürütmek gerekir. Eğer işçiler arasından silahlı birlikler oluşturursanız, bunlar zamanı geldiğinde, genel bir karışıklık durumunda, yönetim organlarının denetimini ele geçirebilirler. Leningrad’da bizim Kızıl Muhafızlarımız vardı. Onları eğittik ve bu işçiler ayaklanma sırasında bizim için ne kadar yararlı olduklarını Kışlık Sarayı ele geçirerek gösterdiler. Köylülerimiz, işçi sınıfından büyük yardım gördü. Köylüler, genelde, toplumun tüm sınıfları içinde işçi sınıfına büyük bir güven duyarlar. Bu iki mücadele biçimini, işçilerin ve köylülerin mücadelesini, köylülerin uyanışı ile işçilerin yürüyüşünü birleştirmek gerekir.
Endonezya’da olanları hatırlarsınız. Endonezya Komünist Partisi yöneticileri iyi yöneticilerdi, ama gelişmeler onları olgunlaşmamış bir ayaklanma içinde yer almaya sürükledi. Yiğit, yürekli adamlardı, ama provokasyona geldiler ve imha oldular.
Bir eylem programı veya platformu oluşturmanız iyi olur. Bu programın ya da platformun odağına toprak devrimini koyun.
Bana Nehru’nun dış siyasetinin karakterini soruyorsunuz. Nehru, çelişkilerden kendi lehine yararlanmaya çalışan manevralı [zikzaklı] bir siyaset izliyor ve Amerikan politikasına karşı olduğunu göstermeye çalışıyor. Nehru hükümeti, icraatlarıyla, İngiltere’yi ve Amerika’yı karşı karşıya getiriyor.
(Rao, Dange, Ghosh ve Punnaiah yoldaşlar Stalin yoldaşa tartışmalar için teşekkür ettiler ve Stalin yoldaşın talimatları temelinde tüm faaliyetlerini yeniden gözden geçireceklerini ve onun talimatlarına uygun şekilde hareket edeceklerini belirttiler.)
Stalin: Size talimat vermedim. Benimkisi yalnızca tavsiye. Bunları kabul edebilirsiniz de, etmeyebilirsiniz de.
(Görüşme üç saatten fazla sürdü)
Transkripsiyon: V. Grigoryan, 10.2.1951
İmza: V. Grigoryan
Daktilo: RGASPI F.Op. 11D. 310, LL. 71-86