ABD Terörüne Karşı Küba’yı Savunmak

11 Eylül 2001’de, İkiz Kuleler’e yapılan saldırının ardından, ABD Başkanı George W. Bush, bütün ülkelerin yöneticilerine bir çağrıda bulunmuş ve onları terörizmle savaşta saflarını belirlemeye çağırmıştı: “Uluslararası terörizmle savaşta ya ABD’nin yanında olursunuz ya da teröristlerin.” Bu çağrı üzerine, daha sonra ABD tarafından “şer ekseni” olarak nitelendirilen ülkeler hariç, hemen bütün ülkelerin yöneticileri hizaya gelerek, “uluslararası terörizme karşı savaşta aynı safta yer alacakları”nı açıklamışlardı.

Bu çağrının ardından ABD, İngiltere ile birlikte Afganistan ve Irak’ı işgal ederken, Avrupa ülkeleri ve Türkiye’de Terörle Mücadele Yasaları çıkarıldı. Terörle savaş gerekçe gösterilerek hazırlanan bu yasalar, bireysel özgürlüklerin ve İngiltere örneğinde olduğu gibi, yaşam hakkının yok edilmesi ile sonuçlandı (Londra’da bir genç, sırt çantasıyla metro istasyonunda koşarken polisler tarafından “terörist” sayılarak öldürüldü).

Peki, bütün dünyayı terörizme karşı savaşa çağıran ABD’de, terörizme karşı savaştığınız için tutuklanmanız mümkün müdür? Eğer, söz konusu terörist saldırılar Küba’ya karşıysa ve siz ABD’nin Miami eyaletinde bu saldırılara karşı etkinliklerde bulunuyorsanız, bu sorunun yanıtı “evet”tir. Bundan 9 yıl önce, 12 Eylül 1998’de, beş Kübalı yurtsever, ülkelerine yönelik terörist saldırılar hakkında bilgi toplamak üzere gittikleri Miami’de, FBI tarafından tutuklandı. Casuslukla suçlanan Kübalılar, hiçbir somut delil bulunamamasına rağmen ömür boyu hapse varan cezalara çarptırıldılar.

BEŞ KÜBALI MİAMİ’DE NE ARIYORDU?

1959 yılında Küba’da antiemperyalist halk iktidarı kurulduğunda, Küba’da yaşayan hemen tüm ABD işbirlikçileri Miami’ye kaçtı ve orada kurdukları kontra örgütleri ile Küba’ya yönelik terörist faaliyetlere başladılar. Bu örgütler, ABD’den gördükleri destekle, 47 yılda üç binden fazla insanın ölümüne neden oldular. Küba Hükümetinin tüm girişimlerine karşın, ABD hükümeti Miami’deki bu terör örgütlerine karşı önlem almadığı için, Küba hükümeti kendi vatandaşlarını, bu saldırıları önlemeye yönelik bilgi almak için görevlendirdi.

Gerardo Hernández (Dış İlişkiler Uzmanı), Antonio Guerrero (İnşaat Mühendisi), Ramón Labañino (Ekonomist), René González (Uçuş Eğitmeni) ve Fernando González (Dış İlişkiler Uzmanı), bu amaçla Miami’ye giden ve 1998 yılında FBI tarafından tutuklanarak, 8 Haziran 2001’de, Miami’deki federal mahkeme tarafından 14 bin sayfa dava tutanağı sonrası, ömür boyu hapse varan cezalara çarptırılan beş Kübalı yurtsever.

Beş Kübalı’nın tutuklanma gerekçesi, “ABD karşıtı çalışmalarda bulunmak, ABD askeri üslerini gözetlemek ve ulusal güvenliği tehdit etmek” olarak açıklandı. Fakat Kübalılar, verdikleri ifadelerde, “Miami’de bulunma nedenlerinin ülkelerine yönelik terörist saldırıları engellemek için bu eyalette konuşlanan Küba karşıtı terörist grupların faaliyetlerini izlemek olduğunu” belirttiler. Miami’de bulunma gerekçelerinin ABD’ye yönelik herhangi bir eylemi içermediğini vurgulayan Kübalılar, hiçbir kimseye zarar vermediklerinin ve Miami’de bulundukları süre içinde silah kullanmadıklarının da altını çizdiler.

1961’de Domuzlar Körfezi çıkarmasıyla başlayan karşı devrim hareketi, 40 yıldan fazla bir süre, CIA’nın para ve eğitim desteğiyle ayakta kaldı. Silahlı saldırı, suikast, turistik tesislerin bombalanması ve şeker kamışı tarlalarına biyolojik saldırı gibi eylemlerle uzayıp giden terörist faaliyetlerin kaynağı olan; Miami’de yerleşik; Omega 7, Alpha 66, Brothers to the Rescue, Brigada 2506 ve Commandos F4 gibi Küba karşıtı, karşı devrimci grupların, Küba ve diğer ülkelerdeki birçok öldürme ve yaralama faaliyetlerini önlemek için, Miami’de bulunuyordu beş Kübalı.

Kübalılar, ABD’nin kendi iç mevzuatı açısından bile bütünüyle skandal sayılabilecek bir yargılama sonucunda, ömür boyu hapse varan çok ağır cezalara çarptırıldılar. Öyle ki, ABD 11. Atlanta Temyiz Mahkemesi, beş Kübalı için verilen kararları 9 Ağustos 2005 tarihinde bozarak, “Gerçekleştirilen dava, yasalarca öngörülen şartları yerine getirmemiştir” hükmünü verdi. Öte yandan, Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, beş Kübalı’nın tutukluluk hallerine son vermek için ABD Hükümetine çağrıda bulundu. Buna karşın  Kübalılar, bütünüyle yasa dışı olarak, sadece çok tehlikeli suçlulara uygulanan azami güvenlik koşulları altında tutulmaya devam ediliyor.

1976 yılında Küba Hava Yolları’na ait bir uçağın düşürülmesinden sorumlu olan Orlando Bosch ve Luís Posada Carriles gibi “tescilli” teröristler ise, Bush yönetimi tarafından destekleniyor. 73 kişilik Küba uçağını bombalayan Carriles, 1985 yılında, Venezüella hapishanesinden kaçırılmıştı. Venezüella ‘dan kaçtıktan sonra El Salvador’da bir gazeteye konuşan Carriles, “Dünyanın her yerinde uluslararası komünizme ve Castro’ya karşı savaş” doktrini içinde yer aldığını söylerken, CIA’daki görevine geri döndüğünün sinyalini veriyordu. ABD’ye yasa dışı yollardan girmekten yargılandığı duruşmadaysa, Carriles, CIA ile 25 yıldan fazla zamandır çalışmakta olduğunu itiraf etmişti ki, bu dönem, 1976’da bir Küba uçağını Barbados üzerinde düşürme planlarını hazırladığı dönemi de içeriyor. Bir süredir ABD’de cezaevinde tutulan ve Venezüella’nın iade talebi reddedilen Posada Carriles, geçtiğimiz hafta, Teksas’ın El Paso kenti federal yargıcı Kathleen Cardone tarafından kefaletle serbest bırakıldı. Bu gelişme karşısında, Küba yönetimi, ABD hükümetini teröre karşı savaşta ikiyüzlü davranmakla, itirafçı suçluları koruyarak, uluslararası yasaları ihlal etmekle ve beş Kübalı’yı haksız yere hapsetmekle suçladı.

“EN BÜYÜK TERÖRİST ABD”

ABD, bir yandan Küba Lideri Fidel Castro’ya karşı suikast planları hazırlayan (bugüne kadar Castro’ya 638 kez suikast girişiminde bulunulduğu ifade ediliyor), diğer yandan da Küba halkına yönelik bombalı saldırı, tarım alanlarının ve içme sularının zehirlenmesi gibi eylemleri gerçekleştiren terörist gruplara milyarlarca dolarlık destek sağlıyor.

Kübalılar ise, “uluslararası terörizme karşı dünya çapında savaş başlatan” ABD’nin dünyadaki en büyük terörist olduğunun farkında. Özellikle beş Kübalı’nın yeniden yargılanması ve serbest bırakılmasına yönelik uluslararası alanda yürütülen kampanya ve Posada Carriles’in ABD tarafından serbest bırakılmak istenmesine karşı Latin Amerika ülkelerinde yükselen tepkiler, Küba’nın son dönemdeki propagandasının önemli bir ayağını oluşturuyor. Küba’nın bir diğer propaganda malzemesi olan “Enerji Devrimi” de, yine özellikle ABD ile arasındaki çatışmadan payını alıyor.

Küba’da düzenlenen “Beş Kahramanla Dayanışma İçin Uluslararası Gençlik Buluşması”nın amacı da, 9 yıldır ABD tarafından cezaevinde tutulan beş Kübalı ile dayanışma ağlarının genişletilmesi ve diğer ülkelerde yaşayan insanların dikkatinin bu konuya çekilmesini sağlamaktı. Genç Komünistler Birliği (UJC)’nin ev sahipliğinde, Başkent Havana’da, Pedagojik Kongre Merkezi Salonu’nda gerçekleşen buluşmaya, 49 ülkeden 500’e yakın delege katıldı. İki gün süren konferansta, tutuklu Kübalıların aileleri ve avukatlarının yanı sıra Küba Komünist Partisi (PCC) yöneticileri de yer aldı. Kübalılar, özellikle “terörle savaş” konusunda ABD’nin ikiyüzlü tutumuna vurgu yaptılar. Gerek Gençlik Buluşması süresince, gerekse sonrasında konuştuğumuz Kübalıların ABD’nin Küba karşıtı terör saldırılarına destek verdiği konusunda bir kuşkuları bulunmuyor.

DEVRİM SAVUNMA KOMİTELERİ

Devrim Savunma Komiteleri (Comités de Defensa de la Revolución), ABD’nin saldırılarına karşı “Küba Devrimini korumak” amacıyla 28 Eylül 1960’da kurulmuş. Tüm ülke çapında, sokak sokak örgütlenen bu komiteler, çift yönlü bir sistem içerisinde çalışıyorlar. Bir yandan, aşağıdan yukarıya doğru belirlenen delegeler aracılığıyla halkın alınan kararlara katılımını amaçlayan bu komiteler, diğer yandan da, hırsızlık, yolsuzluk ve olası saldırılara karşı güvenlik güçleriyle ortak hareket ediyorlar. Küba Komünist Partisi delegeleri de, bu komitelerin temsilcileri tarafından belirleniyor.

Tek partili sisteme sahip olmalarına rağmen, “Size göre demokrasi nedir?” sorusuna Kübalıların hiç tereddüt etmeden “Bize göre demokrasi katılımdır” cevabını vermeleri de, Devrim Savunma Komiteleri’nin işleyiş mekanizması ile doğrudan ilişkili. Bu komiteler, sadece delegelerin seçimi ya da bazı kararların alınması sürecinde değil, sorunların tespiti ve çözümü konusunda da etki ve yetkiye sahipler. Konut sorunundan, çocukların süt ihtiyacına, kimsesiz ve yaşlıların bakımından iş sorununa kadar, hemen hemen tüm sorunlarda, bu komiteler devreye giriyor. Sorunu tespit ederek bir üst komiteye bildiren temsilciler, ihtiyaçların karşılanması ve kullanılan malzemelerin denetimi sürecinde de aktif rol alıyorlar. Bu arada, komite temsilcilerinin herhangi bir ücret almadığını, halk tarafından başarısız olduğu düşünülen bir temsilcinin, herhangi bir süre sınırlaması olmadan hemen görevden geri alınabildiğini de belirtelim.

EKONOMİK BASKI ARACI OLARAK AMBARGO

Öte yandan, ABD’nin Küba üzerindeki baskısı sadece terörist saldırılara destek vermekle de sınırlı değil. ABD tarafından yıllardır uygulanan ekonomik ambargo, Küba’nın ayakta kalmasına yönelik en büyük tehditlerden biri durumunda. Birleşmiş Milletler’in ABD aleyhine aldığı kararlara rağmen, uygulanan ambargonun kapsamı her geçen yıl daha da genişliyor.

ABD Başkanı George W. Bush, Özgür Küba’ya Yardım Komisyonu’nun Küba karşıtı planını 2004 yazında kabul etmişti. Planın ikinci versiyonu ise, 2 Haziran 2005’ten 10 Ekim 2006 tarihine kadarki Küba karşıtı çalışmaları içeriyor. ABD Dışişlerine bağlı Küba İlişkileri Şefi Kevin Whitaker, Temmuz 2005’te, bu yönde belirli bir ilerleme kaydettikleri açıklamasında bulunmuştu. Whitetaker, ABD’lilerin Küba seyahatlerinin seyrekleşmesinden, Küba kökenli ailelerin Küba’ya gönderdiği paranın yüzde altmış oranında azalmasından ve ABD’nin Küba’ya yönelik iç karışıklık çıkarma amaçlı televizyon yayınlarından övgüyle söz ederken, Bush yönetimi, söz konusu komisyona, 2005 yılı için 8,9 milyon dolarlık, 2006 yılı içinse 15 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. Adalet Bakanlığı da, 1967 yılından itibaren mallarına el konan ABD şirketleri ve vatandaşlarının hukuki haklarını arama bahanesiyle Küba üzerine ayrı bir program başlattı. Hazine Bakanlığı’na bağlı Dış Aktifleri Kontrol Ofisi’nin (OFAC) Küba’ya tur düzenleyen seyahat acenteleri üzerinde kontrolünü artırması sebebiyle, geçen yıl, 26 firmanın lisansı iptal edildi. OFAC, aralarında Küba’nın da bulunduğu bazı ülkelerle ilgili kısıtlamalara uymayan ABD bankalarına ceza kesilmesini öngören yeni düzenlemeleri yürürlüğe soktu. ABD’nin Küba temsilcisi Ilena Ros-Lehtinen, Küba petrol sektörüne yatırım yapanların ABD bölgesine girmesini yasaklama amaçlı bir belgeyi BM’ye sundu. 2005 yılında OFAC, sekiz ABD şirketine toplam 44,2 milyar dolarlık ve Küba’ya seyahat ederek ablukayı delen 487 ABD vatandaşına da 529 bin 743 dolarlık ceza kesti. Tahminlere göre, 1961’den 2005’e kadar ablukanın neden olduğu ekonomik zarar, 86 milyar doların üzerinde. Gıda endüstrisindeki zarar ise, 62,9 milyon dolar civarında ve bu miktar, ülkenin süt endüstrisinin yenilenme ve kısmi modernleşme ihtiyacını karşılayacak büyüklükte. Benzer bir durum, abluka nedeniyle adaya giremeyen kuluçka makineleri ve kümes hayvanları endüstrisindeki teknik araç gereç için de geçerli. 2006 yılında, sağlık sektöründeki kaybın 48,6 milyon dolar seviyesinde olduğu ve bu durumun diyaliz, radyoterapi ve AIDS tedavisi gören hastaları olumsuz etkilediği belirtiliyor. Zirai ilaç ve ekipmanlarındaki ambargo da yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Ülkenin öğretim gereçleri konusunda 9,8 milyon dolarlık bir kaybı olduğu belirtilirken, 4,4 milyon dolar değerinde kitap ve okul malzemesi eksiği olduğu da kaydediliyor.

Türkiye’de gerek hükümet ve sermaye güçleri, gerekse liberal sol tarafından “özgürlük projesi” olarak ilan edilen Avrupa Birliği de, tarihinde ilk kez, bir ülkeye karşı ortak karar almaya hazırlanıyor. Küba’ya yönelik ABD ambargosunu genişletmeye hazırlanan AB ülkelerinin gerekçesi, “Küba’da demokratik bir sistem tesis etmek.

İNTERNETE SANSÜR!

Küba’da internet ulaşımının yaygın olmadığını, var olan yerlerde de bağlantının çok yavaş olduğunu söylediğimizde, akla gelen ilk soru, “Bu problemin kaynağının, internet erişimi üzerinde Castro yönetiminin uyguladığı sansür olup olmadığı” oluyor. Ayrıca dünya kamuoyuna bu yönde açıklamalar da yapılmış; Küba’da bazı internet sitelerine erişime sansür uygulandığı söylenmişti. Ancak durum, söylenenlerin tam tersi. Etrafı deniz altı internet kablolarıyla çevrili olmasına rağmen, ABD ambargosu nedeniyle, Küba bu kablolara erişemiyor. Uydu üzerinden internet bağlantısı ise dört kat daha pahalı ve 1996’dan beri aynı bant genişliği kullanılıyor. Kübalı yetkilileriyse, kuşkusuz anlaşılır nedenlerle, internetin, doktorlar, bilim insanları, öğrenciler, teknisyenler, araştırma kuruluşları ve aydınlar tarafından yaygın olarak kullanılmasına öncelik veriyor. Bu durum, internet üzerinde sansür tartışmalarının yoğunlaştığı günlerde ayrı bir önem taşıyor. Bir yandan, Türkiye gibi “demokratik” ülkelerde, internet sitelerini kapatmak için mahkeme kararına bile gerek duymayan sansür yasakları çıkarılıyor. Diğer yandan, “iletişim çağı”, “küreselleşen dünyada bilginin önemi” gibi nutuklar atan “demokrasi havarileri”, Kübalıların internet erişimini dahi engelleyen ABD’ye karşı tek bir kelime etmiyorlar.

KÜBA ABD İÇİN TEHDİT OLABİLİR Mİ?

Peki, ABD’nin Küba’ya yönelik bu saldırılarının altında ne yatıyor? 300 milyona yaklaşan nüfusu, dünyanın dört bir yanında askeri operasyonlar gerçekleştirebilen ve gerçekleştiren ordusu ve dünya ekonomisine yön veren gücü ve politikalarıyla emperyalist bir hegemonyaya sahip olan ABD için, 11 milyon nüfusa sahip küçük bir ada ülkesi nasıl bir tehdit oluşturabilir?

Küba’nın ABD’ye yönelik askeri bir saldırıda bulunmasının ya da ekonomik olarak onunla rekabete girmesinin mümkün olmadığı açık. Ancak yine de Küba, ABD için büyük bir tehdit oluşturuyor. Çünkü dünya kamuoyu için, Küba, ABD tarafından propagandası yapılan “yeni dünya düzeni”ne karşı başka bir “düzen”i temsil ediyor. ABD, var olan bütün eksikliklerine rağmen, Kübalıların sosyalizm, eşitlik ve devrim gibi kavramlardan bahsetmelerine bile tahammül gösteremiyor. Öte yandan, ABD’nin hemen yanı başındaki küçük bir ada ülkesine bile söz geçirememesi, dünya liderliği iddiasına dair inandırıcılığını yitirmesine neden oluyor.

Dünya halklarının kurtuluşu olarak ilan edilen “yeni dünya düzeni”nin, tüm gerici burjuva emperyalist propagandalara rağmen, dünyada yaşanan açlık, işsizlik ve yoksulluğu çözmek bir yana, daha da artırması karşısında, Küba’da yaşananlar, emperyalist yalanların teşhiri açısından önem taşıyor:

2006 yılı verilerine göre, 11 milyon 382 bin nüfusa sahip olan Küba’da ortalama ömür, erkeklerde 75, kadınlarda ise 79 yıl. Nüfusun yüzde 95’inin okur yazar olduğu Küba’da, ilköğretimden üniversiteye kadar eğitimin tüm basamakları, devlet tarafından ve herkese ücretsiz olarak sunuluyor. Ayrıca üniversite öğrencilerine aylık ödeme de yapılıyor. Adada 1958’de bir milyon kişi okuma-yazma bilmiyordu ve bir milyondan fazla kişi de, okur-yazarlığını günlük hayatta kullanamıyordu. Bugün ise, her on bir Küba vatandaşından biri üniversite mezunu. 1961’den beri Küba üniversitelerinden mezun olan yabancı öğrenci sayısı ise, 47 binden fazla.

1959’da Küba’da işsizlik oranı yüzde 24 iken, 2006 yılında, bu oran yüzde 1,9’a düşürüldü. Yine 1959’da elektrik sağlanan ev oranı yüzde 56’yı ancak bulurken, 2006’da, elektrik hizmetleri bütün evlerin yüzde 95,56’sına ulaşır hale geldi.

Sağlık hizmetleri ise, Küba halkı için adeta bir gurur kaynağı durumunda. Küba’da her 159 kişiye bir doktor düşüyor. Bu oran, 1958 yılında her 1,076 kişiye bir doktor şeklindeydi. Yine 1958’de 27 bin 052 kişiye bir dişçi düşerken, bugün, her 1,066 kişiye bir dişçi düşüyor. Halk sağlığına ilişkin göstergeler, ortalama yaşam süresinin 77 yıl olduğunu gösteriyor. Bu açıdan Küba, dünyada ortalama yaşam süresi en yüksek 25 ülke arasında yer alıyor. 1950–55 arasındaki dönemde, bu rakam 59,6 yıl olarak tahmin ediliyordu. Bebek ölümleri ise, binde 5,5 ile Latin Amerika’daki en düşük oranda seyrediyor. Elli beş yıl önce, Küba’da bebek ölümleri, binde 118 olarak bildiriliyordu. Küba, tıpkı eğitim gibi, sağlık hizmetlerini de halka ücretsiz olarak sunarken, yetiştirdiği sağlık personeliyle, diğer Latin Amerika ülkelerindeki sağlık sorunlarının çözümüne de yardımcı oluyor. Örneğin Venezüella’da 261 muayenehane ve 341 sağlık ocağında 8 bin Kübalı personel görev yapıyor. Küba’nın yardımıyla, 15 milyon Venezüellalı, ücretsiz sağlık hizmetine kavuşmuş durumda.

Bu rakamlar, devletin eğitim ve sağlık gibi alanlardan elini çekmesiyle ve kamu kuruluşlarının özelleştirilmesiyle halkın refaha ulaşacağı yönündeki neo-liberal politikalara verilen bir yanıt durumunda. Çünkü, söz konusu neo-liberal politikaların merkez üssü olan ABD’de halkın eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanı, ABD ambargosu altındaki Küba’nın çok gerisinde kalmış durumda. Küba’da istisnasız herkes sosyal güvenlik güvencesi altındayken, ABD’de nüfusun yüzde 15’i, sosyal güvenlik şemsiyesinin dışında kalmış durumda.

Küba’da çevre ve çevreyi koruma sorunu da önemli bir gelişme gösteriyor. 1959’da Küba topraklarının sadece yüzde 14’ü ormanla kaplıyken, bugün, hükümetin yürüttüğü ağaçlandırma çalışmaları sayesinde, bu oran yüzde 24’e tırmandı. Küba, orman alanlarında artış görülen tek ülke durumunda. Ayrıca Küba yönetimi tarafından ilan edilen Enerji Devrimi ile, küresel ısınmaya karşı mücadele konusunda ciddi adımlar atılacağı açıklandı (Küba’nın Enerji Devrimi ile ilgili ayrıntıları Günseli Bayram’ın “yazının başlığı neyse o” başlıklı yazısında bulabilirsiniz).

LATİN AMERİKA İLE İLİŞKİLER

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından “yalnız” kalan Küba acısından son yıllarda Latin Amerika ülkelerinde kurulan halkçı iktidarlar büyük önem taşıyor. Küba’nın varlığı, bu ülkelerdeki yönetimler açısından bir güven kaynağı olurken, tersinden, özellikle Venezüella ile kurulan ekonomik ilişkiler de Küba için can simidi oldu.

2007 yılı başında imzalanan 16 işbirliği anlaşmasıyla, Küba ve Venezüella arasındaki ilişkiler, onları stratejik ittifak konumuna yakınlaştıran yeni bir seviyeye ulaştı. Bu anlaşmalar; petrol, çelik endüstrisi, turizm ve iletişim alanlarını kapsıyor. Venezüella’nın başkenti Caracas’taki Miraflores Sarayı’nda yapılan imza töreninde konuşan Venezuela Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro’ya göre, bu anlaşmalar, ekonomik sorunların ötesinde, halkı merkeze koyan bir bölgesel entegrasyon planı olan –ve ABD hegemonyasının aracı Amerikalar Serbest Ticaret Anlaşması’nın alternatifi olarak geliştirilmekte olan– “Latin Amerika ve Karayipler için Bolivarcı Alternatif”i (ALBA) güçlendirmeye katkıda bulunmayı amaçlıyor.  İmza törenine katılan Küba Başkan Yardımcısı Carlos Lage, konuşmasında, 2001 ile 2006 yılları arasında yapılan karşılıklı anlaşmaların kapsamının, 36,6 milyondan 840 milyon dolara yükseldiğini ve daha da yükseleceğini belirtti. Anlaşmalar, işletilmekte olan dokuz ortaklığa ek olarak, çeşitli alanlarda 12 yeni ortaklığın kurulmasının zeminini hazırlıyor. Bu projeler, gemi ve liman modernizasyonu ve inşasını, deniz taşımacılığı ve demir yolları için kurumların kiralanmasını, sigorta ve turizm alanlarını içerdiği gibi, ortak petrol arama çalışmalarını ve Karayipler, Orta ve Güney Amerika’ya da uzanan uluslararası telekomünikasyon sisteminin bir parçası olarak sualtı fiber optik kabloların döşenmesini de kapsıyor.

EKONOMİK ÖNLEMLER!

Uygulanan ambargolar, bir yandan Küba halkı için küçümsenemez zorlukta şartlar dayatırken, diğer yandan da Castro yönetimini, ambargo nedeniyle bozulan ekonomiyi ayakta tutabilmek için sosyalizmle uzaktan bile ilişkisiz ekonomik önlemleri uygulamaya itti.

Hükümet, son dönemde bütçe açığını kapatma, işgücü teşvikini çoğaltma ve gıda, tüketim maddeleri ve servis kısıntılarını azaltma yönünde bir dizi “reform”a girişmiş durumda. Bakanlar Kurulu Yürütme Komitesi Sekreteri Carlos Lage Davila, Küba’nın, petrol üretimini bu yıl, 2006’ya göre, 100 bin ton arttıracağını söyledi. Ancak, 2007 boyunca açılacağı duyurulan 39 yeni kuyudan en az 11’inin Küba Petrol Kurumu tarafından, diğerlerinin ise, yabancı ortaklıklar tarafından gerçekleştirileceği belirtiliyor.

Venezüella ve Bolivya’da hidrokarbon alanında devletleştirme operasyonları yapılırken, Küba’da petrol üretiminde yabancı şirketlerin devreye girmesi, Küba’ya yönelik “sosyalizm tartışmaları”na yeni bir boyut kazandıracak gibi görünüyor.

Devrim Savunma Komitesi içinde temsilci olarak çalışan ve yanı sıra komitede yer almayan Kübalılar’ın “Sizin için sosyalizm ne ifade ediyor” sorusuna verdikleri yanıt da düşündürücüydü. “Sosyalizm dayanışma demektir” mealindeki yanıtlar, Küba’da uygulanan sistemin niteliği hakkında ipuçlarını içerisinde barındırıyor aslında. Kuşkusuz sosyalizmin halk arasında “olumlu” bir çağrışım yapması, “ideal bir sitem olarak değerlendirilmesi” önemlidir. Fakat sosyalizm tanımının işçi-emekçi terimlerini kapsamayan genel bir dayanışma fikriyle ifade edilmesi, Küba’nın tarihsel gerçeklerinden bağımsız düşünülemez. İşçi sınıfın örgütlenmesi ve mücadelesi üzerinden değil, ama az sayıda silahlı devrimcinin çabası ve onlarla birlikte hareket eden halkın mücadelesi ile kurulan Küba Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin de etkisiyle sosyalizm fikriyle tanışmıştı. Ama gerek Castro yönetiminin, gerekse Sovyetler Birliği’nin tutumlarıyla, Küba ekonomisi, sanayileşme yerine tarım üzerine kurulmuştu.

Sanayiinin ve işçi sınıfının gelişmediği, büyük ölçüde tarıma dayalı Küba ekonomisi için turizmin bir kurtarıcı olması, sistem açısından da sancılı bir sürecin dayanağı oldu. Turizmle birlikte, bir yandan yabancı sermaye ve özel sektörün ekonomideki payı artarken, diğer yandan Kübalılar, kapitalizmin tüketimi kışkırtıcı tuzaklarıyla tanıştılar.

KOMÜNİSTLER VE KÜBA

Hem Küba’daki mevcut durum, hem de Latin Amerika’daki “21. yüzyıl sosyalizmi” tartışmaları dikkate alındığında, Küba’nın “proletarya diktatörlüğü” fikri ve pratiğinden oldukça uzak olduğu açıktır. Diğer yandan, kimi çevreler tarafından Çin ve Kuzey Kore ile birlikte aynı grupta değerlendirilse de, Küba, bu ülkelerden farklı özelliklere sahiptir. Gerek ABD’ye karşı verdiği antiemperyalist mücadele, bu mücadelenin halkçı niteliği ve Küba halkının anti-emperyalist tutumlarının Küba’nın mevcut sistemi ve politikalarının asıl dayanağı oluşu, gerekse diğer Latin Amerika ülkeleriyle ilişkileri ve halkın yaşam standartları açısından değerlendirildiğinde, Küba’nın Çin ve K. Kore’yle karşılaştırılamayacağı ortadadır. Küba’nın anti-emperyalist ve halkçı pozisyonuna karşılık, Çin anti-emperyalizmi de çoktan bir yana bırakmış, vahşi kapitalizmin bir örneği, Kore ise, halkçılıkla ilişkisi kalmamış bir hanedanlık egemenliği olarak belirmektedir.

İçeriği tartışmalı olsa bile Latin Amerika ülkelerinde son yıllarda yükselen “sosyalizm rüzgarı” bakımından Küba esin ve güven kaynağı olmuş, tüm baskılara rağmen ABD’ye karşı yürüttüğü antiemperyalist mücadele ile de ezilen halkların sevgisini kazanmıştır ki, bu anti-emperyalist halkçı niteliği, Küba Devrimi’nin olduğu kadar, onun kıta çapındaki etkisinin de asıl tanımlayanıdır. Küba’nın sürdürdüğü anti-emperyalist mücadelenin güçlenmesi ve başarıyla sonuçlanması; tüm dünya işçilerinin, halklarının ve ezilenlerin isteğidir. Bu anti-emperyalist direnişin en tutarlı savunucuları ise kuşkusuz komünistler olacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑