Sermaye Medyası ve Emekçi Basını

Günlük tirajı yaklaşık 4.5 milyon olan sermaye gazetelerinin ve on milyonları “izleyici” olarak ekran karşısına çeken televizyon kanallarının yaşamımızdaki yeri nedir? Bu sorunun cevabı, sermaye medyasının burjuvazinin bilinç oluşturma, etkileme ve yönlendirme faaliyetindeki yeriyle doğrudan bağlıdır ve bir süre önce açıklanan bir araştırmanın sonuçları bu bakımdan çarpıcı veriler sunmaktadır.

Ankara Üniversitesi (AÜ) İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mine Gencel Bek tarafından hazırlanan “Medya ve Toplumsal Katılım Araştırması İçerik Analizi Sonuçları” başlıklı bu araştırma, “Ocak-Ekim 2005 tarihinde Hürriyet, Sabah, Akşam ve Vatan gazetelerinde konuyla ilgili yayımlanan 16 bin 60 haberin analiz sonuçları”nı irdelemekte ve yapılan haberler içinde ilk sırayı üst sosyoekonomik durumdakiler”e ait olanların aldığını, “en alt katmandakiler”in söz konusu edildiği haberlerin oldukça az yer tuttuğunu ve “kadınların teşhir edildiği haber sayısının 1620 kadar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu araştırma, sermaye medyasının başka ülkelerde Türklere karşı gösterilen farklılıklar konusundaki duyarlılığı, kendi ülkesindeki farklı etnik kökenlerden, mezheplerden ve dini inanç gruplarından insanlara karşı taşımadığını; Türkiye’deki Kürtler, Ermeniler, Romanlar ve farklı mezheplere dair haberlerinin reddedici, saptırıcı, suçlayıcı ve aşağılayıcı içerikte olduğunu göstermektedir.[1] Söz konusu araştırma sonuçlarını destekleyen çok çeşitli veri yığınını sıralamak mümkündür ve bunların ortak noktası, sermaye medyasının, “gazetecilik ilkeleri” üzerine lafazanlığının ikiyüzlülükten ibaret olduğu ve onun emek-sermaye ilişkilerine; “ulusal” olan ile uluslararası arasındaki ilişkilere ve farklı ulus, kültür ve diller arasındaki ilişkilere yaklaşımının burjuvazi, tekeller ve emperyalizmin çıkarlarına sıkıca bağlandığıdır. Olay ve gelişmelere yaklaşımının “tipik” özelliklerini görmek için yakın dönem gelişmelerinden bazılarını veri alarak, bu medyaya kısaca bakalım:

• Sermayenin hizmetindeki yazar ve aydınların büyük çoğunluğu, paylaşılan ve “yeniden şekillendirilen” Ortadoğu’da “pay sahibi olmak için masaya oturma zorunluluğu”ndan söz ederek, sömürgeci bir politika yürüttüler ve 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmesi için koro halinde Amerikan savaş marşı söylemeye giriştiler. Siyonist gericilik Filistin Arap halkına karşı kıyım ve işgali sürdürürken, İsrail, “stratejik işbirliği yapılması gereken demokratik-laik bir ülke” olarak övgüye boğuldu. ABD başta olmak üzere Batı’nın büyük emperyalistlerinin mali-askeri, ekonomik ve politik çıkarlarının savunuculuğuyla “Türk Ulusalcılığı”nı bağdaştırabildiler.

• “Milliyetçilik”ten anladıkları Kürt düşmanlığı oldu. Şovenizmi körüklemek için her yol ve yöntemi denediler. “Şehit cenazeleri”, son on yılların en önemli istismar konularından biriydi. Sermaye medyası, halk çocuklarının çatışmalarda kırımını şovenist propaganda malzemesi olarak kullandı. “Şehitlerin emaneti” söylemi “savaş politikaları”nı beslemek amacıyla sürdürüldü ve “terörizme karşı mücadele” adına halktan ek vergi ve “katkı payları” alındı.

• Cinayet, sabotaj, spekülasyon, kadın ticareti ve tefessüh etmiş sözde sanatçı topluluğunun birbirleriyle çevirdikleri entrika ve “aldatma” serüvenleriyle çocuk ve kadın pornosu bu “medya”nın başlıca malzemesini oluşturdu. İşçi ve emekçilerin yaşamıyla ve sorunlarıyla ilgili haber ve araştırmalar ya hiç yansıtılmadı ya da ancak hükümet ve kapitalistlerin çıkarları ve politikalarına yarar sağlayacak biçimde ve daha çok da polisiye olaylar kapsamındaki  haberler şeklinde yansıtıldı. “Düşünce özgürlüğü” ve “farklı seslere açık olma”yı burjuva demokrasisinin “ölümsüz kanıtı” gösteren burjuva basın yayın organları, sistem muhalifi aydınlarla işçi ve emekçilerin ve farklı ulus ve milliyetlerin taleplerini görmezden geliyor; işçi direnişlerine, emekçilerin hak arayışına, öğrenciler başta olmak üzere gençlik kesimlerinin baskı ve haksızlıklara karşı mücadelesine, Kürtlerin hak eşitliği taleplerine ve bu yöndeki mücadeleye ya hiç yer vermiyor ya da ancak “anarşi”, “bölücülük” ve “polisle çatışma” kapsamında yer veriyorlardı.[2] Emekçilerin kitle örgütlerine ve onların yöneticileriyle ilerici aydınlara yönelik saldırı ve cinayetler, saldırgan ve tetikçilerin “genetik yapıları” ve “psikolojik sorunları”yla ilişkilendirilerek, hakim sınıflar ve politik-askeri mekanizma ile ilişkileri örtbas edildi. Cinayet yönlendiriciliğinin sermaye medyasındaki adı “vatan-millet savunuculuğu” oldu. Burjuva demokrasisinin başlıca göstergesi sayılan ‘seçme ve seçilme hakkı’ halk açısından tamamen biçimsel bir özellik göstermesine karşın, sermaye basın-yayın araçları ve burjuvazinin bu alanındaki sözcüleri, burjuva politik sistemi “halkın sistemi”(!) olarak sundular. Sermaye medyası burjuva yönetimleri, halk tarafından görevlendirilmedikleri, görevden almaların da halk tarafından değil yönetici kastın farklı klikleri ve devletin başlıca kurumlarının yönetim çevreleri arasındaki güç ve iktidar kavgaları kapsamında gerçekleştiği burjuva siyasal sistemi “demokrasi” olarak kutsadılar. Bürokratik baskıcı burjuva aygıtın halkın neyi yapacağı ya da yapamayacağını belirlemesinin kararlı ve bağnaz savunuculuğunu yaptılar.

• Susurluk olayı bağlantılı yaygın kontra örgütlenmesi ve kabarık suç dosyasını bu “medya”, olayın “sıcaklığı”, somutluğu ve yarattığı “infial” karşısında zorunlu kaldığı için gündemine almıştı. Ancak “üzerine gitme” tutumunu süreç içinde “makul düzeye çekerek” geçiştirdi; başlangıçtaki “olayın üzerine giden” tutumunu zamanla “yumuşatarak” bir süre içinde “kahraman subay”lar, “fedakar polis şefleri” ve “devlete sadık aşiret ağaları geleneği” üzerine tefrikacılık yönünde yayın faaliyetini istenene uygun olarak yeniden ayarladı.

• Hürriyet başta olmak üzere sermaye basını, Şemdinli provokasyonuyla ilgili haberleri provokatif ve şovenist bir anlayışla düzenlendi. Bombalamayı gerçekleştiren Jitemli astsubayların kimliği açık olmasına, bunlara suçüstü yapılmasına karşın,”Telefondaki linç talimatı” manşet haberiyle işyeri bombalanan kişi ve bombacılara suçüstü yapan Şemdinli halkı zan altında bırakılıyor, sözde “inandırıcı” ‘malzemeler’le süslenmiş ve ilgi çekici hale getirilmiş haberlerle olay saptırılmaya çalışılıyor ve mahkeme tarafından daha sonra 39 yıl ağır hapse mahkum edilen istihbaratçı astsubaylar “bir PKK yöneticisi ve olay yerinde bulunan örgüt üyesi arasında geçen telefon görüşmesinin bant kaydı” iddiasıyla korumaya alınıyordu.

• Newroz öncesinde “büyük olayların çıkmasından korkuluyor”; “PKK Newroz’da vuracak!”, “bölücü örgütün provokasyonlarına dikkat” türünden haberler yapıp Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı’yla emniyet ve valiliklerin bildirilerini yayımlayan sermaye basın-yayın organları, “işinde-gücünde” emekçileri “olaylar çıkacağı” endişesine sürüklemeye ve Kürtlerin salt folklorik bir bayram olarak almayıp kurtuluş mücadelesinde siyasal bir karakter de kazandırdıkları Newroz’u büyük kitlesel katılımlarla kutlamalarına karşı tepkileri örgütlemeye çalıştılar. Newroz kutlamalarını şoven, kışkırtıcı, hedef gösterici, aşağılayıcı haber ve yorumlarla vermede birbirleriyle de yarışan gazetelerin başını Hürriyet çekti ve sansasyonel haber-analizlerle “büyük olayların çıkacağı” beklentisi yaratılmak istendi. 22 Mart tarihli gazete(ler) ilk sayfalarında “Genelkurmay’ın Nevruz kutlama mesajı” ile “peşmerge kıyafeti giydirilmiş çocuk” haberini yan yana verirlerken, sayfalarını Kürtleri aşağılayıcı yorum ve “analiz”lerle doldurmuşlardı. Holding gazeteleri yöneticileri, Bölgede, özellikle de bayramlarda görülen rengarenk giysileri “terörist” ya da “peşmerge kıyafeti” olarak gösteriyorlardı. Aralarından bazıları (örnek Mehmet Yakup Yılmaz) bir adım daha atıyor, Genelkurmay’ın afişinde “militarizmin m’sinin” olmadığını ama, “ağzından ‘barış’ sözcüğünü düşürmeyenler”in çocukları “paramiliter kılıklara sokmak”tan kaçınmadıklarını iddia ederek, militarizmi Kürtlere fatura ediyordu.

Generallerin “Nevruz” kutlamaları güleç yüzlü, düzgün giysili, sevimli kız çocuğu “figür”üyle verilirken, “peşmerge kıyafetli” Kürt çocuğu karşı figür olarak kullanılıyor;  devlet “Nevruz”larına “coşku ve sağduyunun hakim olduğu” belirtiliyor;[3] İstanbul’dakiler başta olmak üzere Kürtlerin ve tüm milliyetlerden emekçilerin ileri kesimlerinin kutlamaları “çocuk ve kadınların ileri sürüldüğü yasadışı bölücü kutlamalar” olarak gösteriliyordu.[4]

• Hürriyet, Milliyet ve Sabah gibi tekel gazeteleri ve aynı şirketlere ait televizyon kanalları, uluslararası “internet arama motoru” Google’ın coğrafya programı Google Earth’te Diyarbakır için “Kürdistan’ın başkenti” diye yazılmış olmasından hareketle, “PKK Google’ı işgal etti” başlıklı haberler (Hürriyet) yaptılar ve fakat Google yetkililerinin “Biz bir arama motoruyuz, yani internette ne varsa ona ulaşma imkanı veriyoruz” açıklamalarını da bilinçli tarzda “atladılar”. Hürriyet yöneticileri Diyarbakır Kayapınar Belediyesi tarafından yaptırılan bir havuzu “Kürdistan Havuzu” olarak gösteren haberler yaparak, DTP’li belediye başkanının saldırı hedefine alınmasına ve “zehirli mektuplar”la yok edilmeye çalışılmasına ortam hazırladılar. “Kürdistan havuzu” ve “Kürdistan başkenti” haberleri türünden provokatif haberciliğin hedefi, “ülkenin bölücü tehdit altında olduğu” düşüncesi ve önyargısı üzerinden Kürtlerin ulusal hak eşitliği için yürüttükleri mücadeleye karşı sermaye cephesini güçlendirmekti.

Sermaye basın-yayın organları (tekelleri) ve onların sorumlu yayın yönetmenleriyle başlıca yazar ve yorumcuları, Kürtlerin hak eşitliği istemi ve mücadelesini “devletin üniter yapısını bozmaya matuf bölücü eylem ve girişimi” olarak gösterirlerken, Kürtleri kalkışmaya iten nedenler üzerinde durma gereğini görmemekte ve katliamlar eşliğinde gerçekleştirilen bastırma eylemlerinin yanında yer almaktaydılar. Kürtçe’nin iki başlıca anadilden biri olarak öğrenilmesi ve öğretilmesine karşı yasakları “Anayasanın amir maddeleri”ne gönderme yaparak savunmakta; ama çeşitli ülkelerdeki Türk toplulukları için “anadilde eğitim hakkı” istemekten de geri durmamaktaydılar. Avrupa ülkelerinde “Türklerin anadil sorunu” üzerinden bu ülkelerin yöneticilerine karşı, sorunu istismara dayalı bir kavga sürdüren ve “dilini unutanın kişiliği bozulur” diye “uzman görüşü” yayımlayan sermaye gazeteleri, Kürtlerin kendi dil ve kültürlerini kullanma ve geliştirme istem ve çabalarını “tek dil, tek ulus, tek devlet” anlayışına karşı ihanetçi bir yaklaşım ve girişim olarak göstermektedirler. Jitem-MİT-Özel Harp Dairesi bağlantılı cinayet ve suikastlarının Susurluk- Şemdinli gibi yerlerde açığa çıkarıldığı, tetikçilerle V. Küçük gibi üst düzey eski generaller arasındaki ilişkilerin deşifre edildiği; Atabeyler, Sauna gibi çetelerin subay ve polis şeflerince teşkilatlandırıldıklarının açıklık kazandığı dönemlerde, Doğan Holding gazetelerinin “amiral gemisi”nin yayın yönetmeni, “derin devlet” savunuculuğu yapmaktan bir an olsun geri durmadı.

• ABD’li “eski Pentagon görevlisi M. Rubin’in açıklamaları”nı “kaynak” göstererek, Hürriyet, kışkırtıcı manşetlerle “Kürtler K. Irak’ta Türk Ordusunu Yenermiş!” haberleri yaptı.[5] Kerkük’e yönelik Türk devlet politikasını eleştiren Barzani’nin “Türkiye Kerkük’e karışırsa, biz de Diyarbakır’a karışırız” sözleri gerekçe gösterilerek, Irak Kürdistanı’na saldırı çağrıları çıkarıldı.[6]

• Amerikan sermaye medyasının yanı sıra çok sayıdaki diğer ülkenin basını ve bu arada Türkiye burjuva basın-yayın organları, Irak ve Afganistan’daki emperyalist haydutluğu -ABD yönetimiyle aynı söylem üzerinden- “özgürlük ve demokrasi götürme” girişimi olarak gösterdiler. Afganistan ve Irak’taki işgalcilere yönelik eylemler ise, bu medyanın en etkili “kalemleri” tarafından “terör” kategorisinde gösterildi.

• Hrant Dink’in katledilmesi sonrasında, holding basınının yetkili yöneticileriyle yayın yönetmenleri, örgütlü kontra güçlerin tetikçi militanlarını, onlar kendilerini ülkücü Türk milliyetçisi olarak adlandırmalarına karşın, “kahve köşelerinde zaman geçiren, mutsuz okey psikopatları” olarak gösterdiler ve şoven ırkçı propaganda desteğindeki faşist-kontra örgütlerin cinayetlerini “varoş psikopatlığı”yla izaha çalıştılar. Sermaye medyası sınıf tutumuyla hareket ediyordu ve aykırı tutumları olan yazar ve gazeteciler, bu sınıf tutumuyla araya çizdikleri sınır ölçüsünde dürüst davranabilmekteydiler.

• Sermaye medyasının faaliyeti açısından en çarpıcı örneklerden birini, sosyalizme karşı hala sürdürmekte olduğu saldırı oluşturuyor. Sosyalizmin Sovyetler Birliği pratiğinde yenilgiye uğratılması ve tek tek ülkelerde işçi sınıfı ve emekçilerin iktidar mücadelesini püskürtmek amacıyla tüm “Batılı” ve işbirlikçiliğe soyunan “Doğulu ülkeler”de seçme yazar, gazeteci ve entelektüellerin “soğuk savaş” söylemi etrafında birleştirilerek yıkıcı savaşa sürülmeleri ve edebiyat, sanat ve bilimin en etkili ve popüler temsilcileri içinden satın alınabilenlerin anti sosyalist kampanyanın öncü birlikleri olarak örgütlendirilmeleriyle elde edilen başarı üzerinden, bu saldırı, bugün de, sosyalizm henüz yeniden somut bir alternatif oluşturmamasına karşın sürdürülüyor.

Emperyalist burjuvazinin başını çektiği bu saldırı, ideolojik planda, bugün bu “ilk” büyük başarı üzerinden sürdürülmekle kalmıyor, ondan alınan güçle, Amerikan barbarlığının “Ortadoğu’da daha demokratik bir düzen kurmaya çalıştığı” üzerine güçlü bir propaganda yürütülüyor, birçok yazar-gazeteci bu yönde misyoner faaliyeti sürdürüyor; “yerel gericilikler ve diktatör yöneticilerin kötülüğü” kanıt gösterilerek, emperyalist sömürgeci saldırı ve işgaller aklanmaya çalışılıyor. Aynı temel üzerinde ve aynı gerici anlayış temelinde Taliban kuvvetlerinin revizyonist  S. B’ne karşı eylemleri “özgürlük savaşı” olarak onurlandırılırken; ABD-NATO kuvvetlerine karşı savaşları “ezilmesi gereken terör” olarak gösteriliyor. Sermaye medyasına göre, Amerikan uşağı cunta yönetimleri “demokratik”; Saddam gibi  Beyaz Saray-Pentagon karargahlarıyla çelişkiye düşen yöneticiler ise “yıkılması gereken zalim diktatörler”dir!

• ABD dünyadaki tüm nükleer, biyolojik ve kimyasal kitle imha silahlarının yarıdan fazlasını elinde tuttuğu halde, “İran’ın kitle imha silahları üretmek üzere olduğu” propagandasıyla Amerikan emperyalizminin suçları unutturulmaya ve aklanmaya çalışıldı. ABD’nin Nikaragua’ya; Guantanamo’ya, Irak ve Afganistan’a askeri zor yoluyla müdahale etmesi “demokratik ve barışçı bir harekat” olarak gösterildi.

MEDYANIN TEKELCİ KARAKTERİ

Sermaye basın-yayın faaliyeti Türkiye’de de tekelci karakter kazanmıştır.[7] “Medya” şirketleri, basın-yayınla sınırlı olmayan; enerji üretimi ve dağıtımından bankacılık işlemlerine kadar genişleyen bir faaliyet yürütmektedirler. Az sayıdaki tekelci “medya grupları” çok sayıda gazeteye, radyo ve televizyon kanalına sahiptirler ve bu gruplar, üretimden dağıtıma tüm aşamalarında “ürün”ü ellerinde tutmaktadırlar. Tekel, maliyet ve fiyat düşürme olanağıyla rekabet gücünü artırmakta, ideolojik-politik yönlendirme olanağını daha da genişletmekte; medya tekeli ve ekonominin farklı sektörlerindeki faaliyet, ona öteki gruplar ve hükümetle ilişkilerinde önemli avantajlar sağlamaktadır.[8] Başlıca dört gurup; Doğan grubu, Çukurova grubu, Ciner-Bilgin grubu (TMSF eliyle hükümet denetimine girdi) ve “İslami basın”, basın-yayın tekelini ellerinde tutuyorlar. Tekelleşme, pazar kavgalarını ve buna bağlanan politik manevraları daha da sertleştirmiştir. Kısa bir süre önce TMSF tarafından “borçlarına karşılık” denilerek, Bilgin-Ciner medya grubuna el konması, bu kavga kapsamında gündeme geldi. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Yönetim Kurulu, bu durumu, “medya sahiplerinin medya dışı ticari alanlarla, siyaset ve finans sektörüyle ilişkilerinin” sonucu olarak değerlendirirken; Sabah’ın yetkili yazar ve yöneticileri, Bilgin (ve Ciner) grubu “medya”ya el konmasının sektördeki ve bugün artık ekonominin öteki birçok sektöründe faaliyet yürüten basın-yayın tekelleri arasındaki pazar kavgasının sonuçlarından biri olduğunu itiraf ettiler.[9] Sabah Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, “Sabah’a el konulmasını şampanya ile kutlayan rakipler”den söz ederken, gazetenin başyazarı Mehmet Barlas “Eğer Sabah’ın bu dönemde rekabet ortamından çekildiğini düşünenler varsa yanılıyorlar” diyordu. Doğan Holding gazeteleri adına E. Özkök de “Medya şantajları”na işaret eden makalesinde, Sabah-ATV grubuna el konmasını “çok haklı” gördüğünü yazdı.[10] Devlet tekeli durumundaki TRT ile hükümeti destekleyen ve hükümetçe de kontrol edilen “İslami basın” (Kanal 7, Samanyolu TV, Zaman gazetesi, Feza Yayıncılık, Albayraklar ve diğerleri) hükümet politikalarını desteklemektedirler. Sabah-ATV’ye TMSF tarafından el konulmasıyla, daha önce yine aynı kurum tarafından hükümetin emrine alınan Uzan grubuna ait gazete ve televizyonlarla birlikte, AKP ve hükümeti tarafından kontrol altına alınan medyanın etki gücü ve alanı daha da genişlemiştir. Doğan grubu ise, hükümetle şirket alış verişi, vergi indirimi ve ihale kolaylığı karşılığı destek ilişkilerine sahiptir.

Sermaye medyasının tekelci karakteri, özellikle son 10-15 yılda daha da belirginleşmiştir. Tekelci yapı, Murdoch gibi uluslararası bir basın patronunun TGRT’yi satın alması ve Hürriyet’in yurt dışına 360 milyon dolar değerinde yatırım yapmasıyla daha geniş bir alanda pazarı kontrol gücüne ulaşmıştır. Bunun sonucu olarak pazar payı üzerine kavga kızışmış; hükümetlerle ve Genelkurmay başta olmak üzere devletin başlıca diğer  kurumlarıyla ilişkilerin geliştirilmesi yönünde daha fazla adım atılmış,[11] “medyanın yeri”nin “dördüncü kuvvet”ten “birinci kuvvet”e doğru yukarıya çekilmesi için daha iddialı hale gelinmiştir.

Sermaye medyası, özellikle tekelci konumda olanıyla büyük etki ve olanak genişliğine ulaşmış; tekelci karakteri etki sahasını genişletmiş ve ideolojik-politik etkisini artırmıştır. Tekelleşmesi, kapitalist piyasadan beslenme olanaklarını artırmış; gerici karakteri yoğunluk kazanmış; emekçilerin ve tüm ezilenlerin karşısındaki mevzilenmesi daha keskin biçimler almış ve netleşmiştir. Holdinglerle iç içe ve çoğu kez onlardan birinin dolaysız faaliyet alanlarından biri olarak bu medya, sahip olduğu güç ve olanakları halk kitlelerine karşı; halkın sisteme bağlı tutulması amacıyla kullanmaktadır. Pazar ilişkileri ve reklamın rolünden yararlanarak, yurttaş eğilimlerini yönlendirmeye çalışmakta ve bunun için devlet ve hükümet kurulları yanında emekçilere karşı savaşmaktadır. Kitlelere “verileni alma, sunulanı tüketme” dışında olanak tanımamakta; “vatandaş”ı tüketici, müşteri konumuna itmekte; emekçilerin kültürel-ideolojik ‘şekillenmeleri’ için sistemin baskı aygıtı ve araçlarıyla beraber ‘düşünce yönlendirici’ öteki mekanizmalarının da katılımıyla, kesintisiz bir çalışma yürütmektedir.

SERMAYE MEDYASININ İŞLEVİ

Sermaye medyası, egemen sınıfın çıkarlarının ifadesi olan politika, program ve anlayışların topluma hakim düşünce haline gelmesi ve öyle kalmasını temel işlev olarak üstlenmiştir. O, hakim ideolojinin yeniden ve yeniden üretilmesinin günün her saatinde faal, en önemli araçlarından biridir. Olgu ve gelişmeleri bu amaca bağlayarak haberleştirmekte ve irdelemektedir. Burjuva basın-yayın tekelleri muazzam sermaye gücüne, matbaalar ve telekomünikasyon tekeline dayanarak satın aldıkları yazar ve sanatçılarla bilim insanlarının büyük kesimlerinin yeteneklerini halka ve taleplerine karşı seferber ederek, işçi-emekçi basını ve iletişim teknolojisinin halk yararına kullanılmasının önüne güçlü barikatlar örmüşlerdir. İktidar-holding-banka-medya-siyaset ilişkilerindeki tekelleşme, “kurtlar sofrasındaki kapışma”yı daha da sertleştirirken, “Halkın haber alma ve bilgi edinme hakkı” üzerine burjuva söylemi ikiyüzlülüğün ötesine geçmemekte; medyanın mevzileri üzerinden işçi sınıfı ve emekçilere karşı çok yönlü “savaş” yürütülmektedir.

Büyük basımevleri ve teknolojik yeniliklerle donatılmış matbaa olanaklarına sahip olan sermaye “medyası”, burjuvazinin halkla ilişkiler ağının en etkin ve sürekli faal aygıtlarından birini oluşturur ve sistemin en etkin kurumlarından biri olarak, kitlelerin bilinç biçimlerinin şekillendirilmesinde devletin dolaysız eğitim kurumlarının faaliyetiyle birleşir. Burjuva basın-yayın organları egemen sınıfın ideolojik-politik ve kültürel hakimiyetinin ifadesi olan egemen düşüncenin yeniden üretimine güncel-kesintisiz faaliyet üzerinden katılırlar. Sağlıktan eğitime; iş ve çalışma olanağından enerji tüketimine; çalışma koşullarından söz, basın ve örgütlenme hakkına kadar her şeyi denetimde tutan burjuva yönetici kast, ‘düşünce dünyası’nın sınırlarını belirleme olanağını da elinde tutmaktadır. Burjuva basın-yayın organları ve şirketleri, bu güç, olanak ve mevzilerden yararlanarak, egemen düşünce ve kültürün hakimiyetini politik-askeri üst tabaka ile birlikte sağlamaya çalışırlar. Üretimin ve tüketimin “anahtarı”nı elinde tutan kapitalist-tekelci azınlık, “düşünsel faaliyet ve değişim”in kriterlerini belirleme hakkını kendisinde görür ve oluşturduğu ve süreklilik göstermesi için iletişim aygıtları aracıyla kesintisiz yeniden ürettiği kültürel değerler ve düşünsel yargılar “sistemi” dışındaki her davranışı, ezilmesi gereken aykırılık olarak gösterirken, sermaye basın-yayın aygıtı egemen politik yapının savunusunu yapar, özel teşvikler ve reklam desteğiyle güçlenir, ayrıcalıklardan yararlanır ve “sahibinin sesi” olarak davranır. Maddi-manevi tüm alanların burjuva sınıf egemenliği için değerlendirilmesini öngörmekle kalmaz, kendisi de dolaysız sermaye faaliyeti olarak gerçekleşir ve üretim sürecinde sermayenin genişleyen yeniden hareketi olarak, kendini her gün yeniden üretirken, hedef kitlelerin etki altına alınmasının tüm yöntemlerini kullanır. Bu medyada politik yorum ve analizler sermaye çıkarları gözetilerek yapılır; iktisadi yapı, “işverenlerin büyük fedakarlıklar pahasına çalışma olanakları yaratmaları” ve “şirket güvenliği” üzerinden tahlil edilir ve emekçilerin “sadakatinin mutlak gerekliliği”nin “iş olanağı” için kaçınılmaz olduğu propaganda edilir. İşçi ve emekçilerin kendi emeklerinin ürününden daha iyi bir yaşam için yararlanma istekleri, aykırı-zararlı istemler olarak gösterilir; taleplerinde direttiklerinde ise, kapitalistlerin yanında saf tutularak, açıktan saldırıya girişilir; “aldatılmışlıklar”, “ülke çıkarlarına zarar”, “halkın yoksulluğu ve  yüksek işsizlik oranını dikkate almama vb.” propagandasıyla emekçi mücadelesi etkisizleştirilip dağıtılmaya çalışılır.

Burjuva basın-yayınında temel sorun ve hedef, işçi ve emekçilerin burjuva sınıf egemenliği altında tutulmasının sağlanmasına nasıl katılacağıdır. Olay, olgu ve gelişmeler bu amaçla olduklarından farklı gösterilir; emekçilerin sisteme ve güçlerine yedeklenmeleri için promosyondan ikiyüzlülüğe; açık saldırıdan hileye kadar her yol ve yöntem denenir. Sorunların kaynağının mevcut sistem ve üretim ilişkilerinde olduğunun üzerini örterek, bunları “kaçınılamaz kader” gösteren ‘ortak’ yayıncılık çizgisiyle “tek ses, tek kanal” durumuna gelmiş olan ve büyük oranda merkezi “protokol haberciliği” yapan bu medyada, işçi sorunları, ancak “işletme çıkarı ve rekabet gücüne sahip olma” kapsamında; öğrenciler başta olmak üzere gençlik sorunları, polisiye olaylar, kapkaç eylemleri, hırsızlık ve uyuşturucu kullanımı çerçevesinde; kadın sorunu, geleneksel-”töre”sel baskı ve yasaklar çemberinde yaşanan “namus cinayetleri”; ‘fuhuş’ haberleri ve ‘kadın skandalları’ kapsamında yer alabilir. Sermaye basın-yayın organları ve aygıtının görevlileri, sosyal hakların gaspını “halkın daha iyi olanaklara sahip olması” gerekçesine; askeri harcamaların savunma hedefini aşan devasa artışını “ülke güvenliği” ihtiyacına; din kurumlarına devlet bütçesinden ayrılan büyük payları “vatandaşların dini vazifelerini layıkıyla yerine getirme zorunluluğu”na bağlarlar. Sermaye basını, gençliğin kapitalist çıkarlar için yedeklenmesine özel gayret gösterir ve bireycilik, yozlaşma ve yabancılaşma “kültürü”nün gelişmesi ve dayanışma ve “toplumsal sorumluluk” yerine bireyci-egoist tutumun; umutsuzluk ve güvensizliğin hakim olması için çaba gösterir. İşgalcileri “mazlum”; ülkelerini savunanları “terörist” gösteren sermaye medyası, iktisadi-mali bağlar üzerinden uluslararası sermayeye ve emperyalizme bağlanmıştır.

Burjuva basın-yayın aracılığıyla sürdürülen sermaye propagandası, “geleneksel fikir ve anlayış”ları, güncel gelişmelere bağlı yeniden şekillendirerek bugüne taşımaktadır. Toplumun yönetilmesi ve yönlendirilmesi için gelişmelerin “geleneğe uygun” izahı “yenilik” olarak sunulmakta, bilginin oluşmasında kullanılan olgu ve gelişmeler, burjuva çıkarlara uydurularak yorumlanmaktadır. “Astroloji ve falcılık uzmanları”nın yalanlarıyla dini önyargıların sürdürülmesine hizmet eden tefrikalar, büyük sermaye gazetelerinin vazgeçilmezleri arasındadır.[12]

Egemen medya, emperyalist burjuva kültürün hakimiyetini güçlendirmeye hizmet eden bir yayıncılık yapmakta, ancak ülke içindeki farklı kültürler söz konusu olduğunda, “çağdaşlık” ya da “üniter devlet ve ulusal bütünlük” adına bu kültürlerin baskılanıp engellenmesini istemekte; engelleyici “düşünsel-politik” ortamın güçlenmesi için  çaba göstermekte, emperyalist kültürün yeniden üretilmesine aracılık yaparken, ezilen ulus ve farklı milliyetlerden halkların kültürlerine karşı kılıç kuşanmaktadır. O, sermaye düzenine “tehdit” ya da “potansiyel tehlike” olarak görülen hedefleri belirlemeyi; bu hedeflere yönelik faşist-gerici ve kontra merkezli saldırıları kışkırtan bir yayın çizgisi izlemeyi; saldırıların gerçekleşmesi durumunda da, ‘kurban ve mağdur’ları ve onları sahiplenenleri suçlama ve “provokasyon” haberlerini öne çıkarmayı tipik yayıncılık taktiği edinmiştir.

Burjuvazinin ayrıcalıklarla ödüllendirilmiş sözcüleri arasında olan sermaye medyasının yönetici görevlileri, ayrıcalıklı burjuva konum ve toplumsal etkiden yararlanmak için, toplumsal ilişki ve gelişmeleri egemen sınıfın “değerleri” süzgecinden geçirirler, yayıncılık çizgilerini buna uyarlar; hazırlanan ‘belgesel’leri, düzenlenen açık oturum’ları, yapılan programların içeriğini, haberlerin seçilişi ve sunuluş sırasını buna göre ayarlarlar. İşletme menajerleri olarak on binlerce dolar karşılığı çalışan asalak üst tabaka, halkın ve emekçilerin yaşamıyla araya kalın bir duvar örmüştür ve tekelci gericiliğin çıkarlarının savunucusu olarak medyayı şekillendirmeye ve kullanmaya çalışmaktadır. Sermaye medyasının tutumu ve yayın çizgisi, egemen sınıfın elindeki güç ve sınıf savaşı aracı olmasından ayrı tutulamaz.[13]

Burjuva gazeteci ve yazarları, emekçileri kuşatan burjuva kültürel etkiyi “makul çoğunluğun aklı selim tutumu” ve “geleneklere bağlılığı” olarak kutsamakta; emekçilerin kendi hakları için ve özellikle de sermayeden bağımsız politik mücadelesini ise “felaket” olarak göstermektedirler.

Sermaye medyası, burjuva partileriyle sistemin sürdürülmesi ortak paydası üzerinden  çıkar ilişkilerine sahiptir ve seçim dönemleri dahil, parti ve hükümetlerle ilişkiler bu çıkarlar temelinde kurulmaktadır. Sermaye gazeteleri ve televizyon kanalları için öncelikli olan “ilke”, pazarda daha fazla pay kapmaya olanak sağlayacak, uluslararası sermayeyle ilişkileri geliştirecek, yeni teşvik olanakları sağlayacak parti ve hükümetlerin yanında olmaktır.[14]

Sermaye medyası, kiminde kendini bütün öteki siyasal-kültürel vb. kurumların yerine koyarak, kiminde de onların üzerindeki bir güç gibi her alanda ve her konuda müdahaleci-yönlendirici işleve soyunarak, kurumlar ve kesimlerle ilişkilerini, haber-haber yorum düzeyini aşan “kurumsal ilişkiler” haline getirmiş, güç ve etkisini artırmıştır. Pazar payının büyütülmesi, vergi indirimi-teşvik primi, ihale kolaylığı, resmi reklam ‘havuzu’ndan yararlanma ve resmi haber kaynaklarına ulaşma kolaylığı gibi çok çeşitli avantajlar için devlet ve hükümetlerle ilişkiler iyi tutulmakta, “devlet medyası olma” bir gururlanma, üstünlük ve ayrıcalık sayılmaktadır. “Karşılık” ise, baskı ve zorbalığın kaçınılmaz ve gerekli gösterilmesi, halkın yaşamının olduğundan başka tanıtılması, emekçilerin örgütlenmesi ve mücadelesinin “ülke çıkarlarına olmadığı” yönünde planlı bir faaliyet yürütülmesiyle verilmektedir.[15] En önemli özelliklerinden biri, hükümet ve devletin politikaları ve uygulamalarını gerekçelendirerek desteklemesi ve bu politikalara karşı tepkinin büyümesini önlemek üzere, emekçi kitleleri iknaya çalışmasıdır. Burjuvazinin örgütlü öteki ideolojik aygıtlarıyla birlikte, ancak daha faal ve etkili olarak, işçi sınıfı ve emekçilerin hak arayışlarına, Kürtlerin ulusal hak eşitliği mücadelesine, gençlik kitlelerinin daha iyi bir gelecek için gösterdikleri çabaya karşı, “anarşizm”, “terörizm”, “bölücülük”, “ülke çıkarlarının gözetilmemesi”, “ihanet” vb. üzerine söylemi, karalama ve etkisiz kılma amaçlı propagandayı esas almıştır.

Medya-hükümet ilişkilerinin seyri, sermaye gruplarıyla hükümetin ve farklı tekel gruplarının birbirleriyle ilişkilerine göre değişkenlik gösterir. Kapitalistler arası pazar ve kaynak kapma ve daha fazla kâr için kavgaların alan ve araçlarından biri de, sermaye medyasıdır. “Halkın haber ve bilgi edinme hakkı, kamu yararı, yurttaş hakları, dayanışma vb. değerler”in yerine “değişim”, “iş bitiricilik, özelleştirme, köşe dönme” gibi sözüm ona postmodern değerlerin yerleşmesi/yerleştirilmesinde, sermaye medyası önemli bir rol oynamış, karşılığında da medya patronlarıyla şirket menajerleri büyük paralar kazanmışlardır.[16] Çoğu “eski” ve dönme “solcu” olan 25-75 bin dolar maaşlı profesyonel çakallar takımı yönetiminde, “düşünce ve kol emekçileri”nin omuzları üzerinden ve onların da emek güçlerini sömürerek, işçi sınıfı ve kent ve kırın yoksullarıyla tüm ezilenleri kendi durumlarının gerçek bilgisi ve bu durumdan kurtuluşun mücadelesinden uzak tutmak amaçlı bir yabancılaştırma savaşı yürütülmektedir. TV kanallarının en popüler ve kesintisiz yayın programlarını büyük çoğunluğu, halkın yaşamına yabancı ve halk kitlelerini aşağılayan bir asalak tabakanın mensubu olan “magazin dünyasının ünlüleri”nin tefessüh etmiş yaşamları ve onların dedikodu tefrikaları oluşturuyor. Her biri ötekini değişik biçimlerde tekrarlayan “yerli” diziler, ‘kadın skandalları’ üzerine programlar, bunlara eşlik etmektedir. Emperyalist büyük güçlerle uluslararası tekellerin bağımlı ülkelere dayattıkları iktisadi, siyasi, mali ve askeri politikaları “küreselleşme gereği” göstererek, kitlelere yoksullaşma, açlık ve işsizlik getiren bu uygulamaların benimsenmesi doğrultusunda faaliyet yürütmektedir.

Tekelci basın, grubunun çıkarlarını her şeyin başına alarak, devlet ve hükümetle ve kapitalist parti fraksiyonlarıyla ilişkilerini bu çıkarlar üzerinden düzenlemekte; ancak varlığının kapitalist sömürüye ve burjuva sınıf egemenliğine bağlı olduğunun bilinciyle, burjuvazinin “ortak sınıf çıkarı”nı savunmayı da ihmal etmemektedir. Sermaye basını, ideolojik-politik mücadele alanında burjuvazinin en önemli araçlarından biridir ve işçi sınıfı ve emekçilerin burjuva dünya görüşü doğrultusunda sorunlara ve gelişmelere bakmalarını sağlamak ve böylece burjuva sınıf hakimiyeti ve kapitalist çıkarlar tarafından belirlenen sınırların aşılmasını engellemek, bu basının asli görevleri arasındadır. Bu amaçla en geri-ilkel önyargıları “diriltmek” ten kaçınmaz; emekçilerin bilincinin bu düzeyde kalması için çaba gösterir; “bilinç çarpıklığı” sağlayarak kitlelerin kendilerine ve kendi güç ve örgütlerine güvensizliğini sağlamaya çalışır. Sermaye basınının laiklik-şeriatçılık ‘çelişkisi’ne; milliyet-mezhep ilişkilerindeki sorunlu duruma yaklaşımı; işçilerle kapitalistler arasındaki çıkar karşıtlığına dayalıdır; dönemsel gelişmelere ve iktidar kavgalarına bağlanan tutum değişiklikleri, burjuvazinin sınıf egemenliği ve sınıfsal çıkarları söz konusu olduğunda, geri plana itilmekte ve sınıf çıkarlarının savunusu esas alınmaktadır.

Burjuva basın-yayın kurum ve kuruluşlarının olay ve gelişmeler karşısındaki tutumları, “derin” ilişkilerin; siyasi-iktisadi-mali ve askeri bağlantıların çerçevesi içinde belirlenmekte ve gelişmektedir. Gazete yöneticilerinin büyük çoğunluğu, patronlarının çıkarları gereği, sermayenin politik askeri ve mali kurumlarıyla gönüllü-adanmış ilişki içindedirler ve bu ilişkiden olası en fazla çıkarı sağlamaya çalışmaktadırlar. Gazete ve TV kanallarının iktidara yakın olmaları, hükümet politikaları yönünde kullanılmaları ve devlet ve hükümet politikalarının eleştirilmesinden geri tutulmaları, politik-askeri kasta önemli avantajlar sağladığı gibi, basın-yayın tekellerine de çok yönlü avantajlar sağlamaktadır. Onlar arasında kimi zaman yaşanan sorunlar ise, karşılıklı bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, güç ilişkileri ve dönemsel önceliklere ilişkin farklı tutumlardan kaynaklanmaktadır. Siyasetten sanata, spordan ticarete birçok alanda faaliyet yürüten burjuva medyası, elinde tuttuğu gücü halka karşı kullanmakta; “gazetecilik meslek ilkeleri” söylemi burjuva çıkarların için örtüsü olmakta; birey olarak dürüst, objektif haber yapmaya ve olaylara nesnel olarak bakmaya çalışan, halktan yana tutum belirleyen gazeteci, muhabir ve öteki emekçilerin tutumu ise, ancak bir aykırılık olarak ortaya çıkmaktadır.

SERMAYE MEDYASININ ANTİ DEMOKRATİK KARAKTERİ

Kitle iletişim araçlarındaki gelişmenin demokrasinin topluma yaygınlaştırılmasının göstergesi olduğu iddiası, bu araçların kimin elinde, hangi sınıf, grup veya kesimin çıkarları yönünde ve kime karşı kullanıldığı sorusu ve sorununu göz ardı etmektedir. Demokrasiyi burjuva anlamıyla dahi emekçi kitlelerin dışında ve onlar adına sözüm ona seçilmiş kişi ve kurumlar eliyle; görece “toplumun üzerinde” şekillenmiş devlet kurumları eliyle gerçekleştirilir gösteren bu anlayış anti demokratiktir ve burjuva gazeteciliği, televizyonculuğu ve genel olarak burjuva yayıncılığı, bu anti demokratik siyasal, sosyal sistemin savunusunu üstlenmiştir. Bu basının önde gelen yazar ve gazetecilerinin; aydın ve sanatçıların büyük çoğunluğu, sermaye sisteminin eklentisi durumundadırlar ve burjuva bürokratik yönetim aygıtına adapte olmuşlardır. Halkla aralarında kalın duvarlar vardır; kitleleri, yönlendirilmesi gereken “cahil topluluklar” olarak görürler. Burjuva ayrıcalıklarının korunması için, işsizlik, açlık, yoksulluk, sosyal ve politik hak yoksunluğu ve savaşları, pazar kavgaları ve kapitalist üretim sisteminin ürünü ve sonuçları olmaktan çıkararak, kişi ve grupların tutumları ya da “ülkenin zor durumu” ile ilişkilendirirler.

“Demokrasi ve insan hakları” sermaye medyasının en önemli istismar konusu olmakla birlikte, onun tekelci konumu, antidemokratik oluşunu belirleyen temel olgudur.  Sermaye medyası denetlediği pazar payı, yapısı ve uluslararası bağlantılarıyla tekelci ve anti demokratiktir. Ekonominin çok sayıda sektöründe faaliyet yürüten; sınai, ticari, mali, enformal işletme halinde çalışan basın-yayın iletişim kurumlarının “demokrasi ve insan hakları” anlayışı, tekelci burjuvazi yönetimindeki kapitalist aygıtın anti demokratizmine denk düşmektedir. Burjuva (esas olarak tekelci) azınlığı için demokrasi, burjuvazinin işçi ve emekçi kitleleri üzerindeki baskıcı diktasının devamı anlamına gelmekte; iletişim araçları tekeline sahip olma; bu ve “kendine yandaş medya” aracıyla emekçilerin düşünce ve kültür dünyasını denetleme ve yönetme, hükmedenlerin ve onların medyasının önemli hedeflerinden birini oluşturmaktadır. Pazar ve etki alanı mücadelesi “medya” alanını da kapsamakta; “el koyma”,el değiştirme” ve yutma operasyonları, bu kavganın ürünü olarak yaşanmaktadır. Sadece kitleleri etki altına alma ve yönlendirme aracı olarak değil, reklam pastasından büyük pay kapma; ticari, sınai ve mali piyasaya uygun ürünlerle girerek rakipleri püskürtme amacıyla da, medya, kapışma aracı ve alanı olmaktadır. Medya patronları, çıkarları gereği sermaye partileri ve hükümetleriyle işbirliğine giderken, yine çıkarları gerektirdiğinde, bunlardan bazılarıyla daha fazla yakın durarak, ötekilere karşı “çamur atma” da dahil kavga yürütmekten kaçınmamaktadır. İktidar kavgasında medya tekeli, ya doğrudan elde tutularak ya da çıkarlar üzerinden “ittifaklar”a gidilerek, etkin biçimde kullanılmaktadır.[17]

Sermaye medyası, sisteme muhalif gazete, televizyon kanalı ve radyoların engellenmesi, sansür duvarı ve polis baskısıyla kuşatılması karşısında da susarak, baskıyı görmezden gelmekle kalmıyor, suçlayıcı, teşhir edici yayınlarıyla, saldırı cephesinde yer alıp güç veriyor. Bu medya ve onun sorumlu yöneticileri, hükümet sözcüleriyle askeri üst yöneticilerin, “ülke yararı”nı ileri sürerek gelişmelerin haberleştirilmesinde “dikkatli ve özenli davranılması” istemlerinde somutlaşan doğrudan müdahale ve oto sansürü kabullenmişler; yayın durdurma-toplatma ve polis tehdidi ve saldırılarıyla ülke ve dünya gerçeklerinin ortaya konmasına yönelik oluşturulan idari-polisiye barikatın yanında yer almışlar; bazen Kıbrıs, bazen Kürt ve Ermeni sorunu, bazen Ege-Yunan ya da Ortadoğu ve Kafkasya ile ilgili hassasiyetler gerekçesiyle olay ve gelişmeleri saptırarak, egemenler yararına haberleştirmişler, ‘baş yazar’lar Başbakan yanağı okşamaktan, genel yayın yönetmenleri hükümet yalakalığı yapmaktan kaçınmamışlardır. “Kamu yararı” adına ve “ahlakî, dinsel vb. değerlerin korunması” iddiasıyla, basın, edebiyat, sanat ve bilim alanında söz, yazı veya resim gösteriminin ve dağıtımının egemenler ve hükümetleri tarafından izne bağlanması, denetlenmesi veya tümden yasaklanmasına ya susarak destek vermişler ya da doğrudan savunarak ortak olmuşlardır.

Baskı sadece emekçilerden yana sesleri kısmak için yapılan düzenlemelerle değil, politik-askeri üst bürokrasiyle sermaye grupları arasındaki ilişkiler temelinde gündeme gelen tehdit, şantaj ve olanak kısıtlayıcı uygulama ve tutumlar olarak da gerçekleşmekte; muhalif basına yönelik saldırı ve engelleme olarak şekillenmektedir.[18] Basın tekellerinin varlığı, yerel-küçük basın-yayın organlarının üzerinde reklam olanağını sınırlama, haber kaynakları üzerinde baskı oluşturma vb. biçiminde baskı oluşmasına yol açmaktadır.[19] Maddi temeli medya sermayesinin siyasi iktidar ile kredi ve ihale ilişkilerinde yatan sansür, yazılacak ve gösterilecek olanın sınırlarını belirlemekte; buna oto sansürün “perdeleme ve karartma”sı eklenmektedir. Sermaye medyasının “amiral gemisi” olarak gösterilen Doğan grubu gazeteleri ve gazetecilerinin Gündem gazetesinin kapatılmasını, Güncel’in yayınının ve Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesinin dağıtımının durdurulmasını “anti demokratik” bir uygulama olarak dahi görmemeleri ve suskun kalarak geçiştirmeleri, medya-iktidar ortaklığındaki sansürün göstergesiydi.[20] Baskı ve engelleme, Anayasa ve basın kanununa aykırıydı; “ticaret serbestisi”ne uygun düşmüyordu, ama “demokrasi” ve “girişim özgürlüğü” üzerine papağanca lakırdıyı eksik etmeyen ve “piyasa” önünde secdeye kapanan tekel beslemeleri, yine de seslerini çıkarmadılar ve işaret fişeği generaller tarafından atılan saldırı akınına katılmakta gecikmediler.

Sermaye medyasının emekçilere ve haklarına karşı tutumun kapitalist çıkarlar ve sermayenin yönetici kurumlarının politikaları doğrultusunda belirlenmesinin bir biçimi de, sermayenin gazete ve televizyon “sektörü”nde çalışan emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi çabalarına karşı gösterilen reddedici tutumdur. Sermaye ‘medyası’nda muhabir, matbaa çalışanı, fotoğrafçı, ‘sekreter’ vb. olarak çalışan emekçilerle işletme patronları ve yöneticileri arasında sömüren-sömürülen; ezen-ezilen ilişkisi en keskin biçimiyle yaşanmakta ve bu durumun basın emekçileri tarafından “içselleştirilmesi” için çok yönlü baskı uygulanmaktadır. “İletişim sektörü”nde çalışanların çok büyük kesimi sosyal güvencelerden yoksundur ve örgütlenme çabaları baskı ve işten atma tehdidiyle engellenmektedir. Sendikalaşma çalışmaları nedeniyle veya yaptığı haberin, çektiği fotoğrafın çarpıtılmadan kullanılmasını istediği; kendi ‘ürünü’nün patronlarla hükümetin ya da “güvenlik güçleri”yle savcıların istekleri yönünde istismar edilmesine karşı düşünce özgürlüğü mücadelesine giriştiği için çok sayıda gazete çalışanı işten atılmıştır.

SERMAYE MEDYASINA KARŞI EMEKÇİ BASINI: AYDINLANMA, ÖRGÜTLENME VE MÜCADELE ARACI OLARAK YAZILI-GÖRSEL BASININ ÖNEMİ

Kitle iletişim araçları, toplumsal ilişkilerin hangi yönde nasıl ve hangi sınıf ya da sınıfların çıkarları doğrultusunda şekilleneceği bakımından önemli bir işleve sahiptirler. Toplumsal alana ya da doğaya ilişkin bilginin, -ki o olay ve gelişmelerin, insanın birey ve topluluk halindeki ilişkilerinin; kavgaları ve barışlarının; çelişki ve uzlaşmalarının; kültürleri, dilleri ve alışkanlıklarının ’bütünü’nden oluşur- “paylaşılması” ya da bazı sınıf ve kesimler tarafından diğer bazılarına karşı kullanılmasında, iletişim araçları çok büyük role sahiptirler.

Tarih boyunca ezen ve ezilen sınıflar arasındaki mücadele ekonomik alanda olanla kalmamış, ideolojik-politik tüm alanlara yayılarak, yeni ve devrimci sınıfın kendi iktidarını kurması için hayatın tüm alanlarına ilişkin söylenecek sözü ve yapacak işi olması zorunluluğuna bağlı olarak, çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Kapitalizmin ve emperyalist aşamasının, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki mücadelede, ideolojik-politik olanı en temel alanlardan biri durumuna getirmesi, bunun gereği olarak propaganda, ajitasyon ve siyasal teşhirin önemini artırmış; sömürülüp ezilenler, ancak bunun gereğini yerine getirdikleri oranda bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolunda ilerleyebilmişlerdir.

İletişim teknolojisindeki gelişmeleri tekelinde bulunduran egemen sınıf ve temsilcileri, elleri altındaki araçlara ve sahip oldukları olanaklara rağmen, işçi sınıfı ve emekçilerin teknolojik ilerleme ve iletişim tekniğindeki gelişmelerden yararlanmalarını, bunları insanlığı kurtuluşa götürecek mücadelenin yol ve yöntemlerinin ortak tutum haline getirilmesi için kullanmalarını engelleyemezler. İşçi sınıfı ve emekçiler, iletişim ve haberleşme araçlarından kapitalist üretim sürecinde tuttukları üretici konum nedeniyle yararlanma olanağı yaratabildikleri gibi, güç ve olanaklarını birleştirip seferber ettiklerinde, bu araçları burjuvaziyle savaşlarında etkili tarzda kullanabilmekte; kendi basın-yayın araçlarını oluşturabilmektedirler. Burjuva ideolojisi, politikası ve kültürel etkisini aşabilecek bir fikri zenginlik ve bilgi edinilmesi olanağını yaratabilmek için, işçi ve emekçilerin kendi propaganda araçlarını geliştirip güçlendirmeye ve çeşitlendirmeye ihtiyaçları bugün daha da artmıştır. Burjuvazi, başlıca basımevlerini, büyük matbaa komplekslerini, radyo, tv şebekelerini, uydu kanallarını, İnternet ağını, sinema ve sanat-edebiyat “kurumları”nı, kağıt fabrikalarıyla iletişim ve ulaşım araçlarını elinde tutarken, işçi ve emekçilerin, yazılı ve görsel basın-yayın araçlarına sahip olmakla kalmayan, ama onları, toplumsal yaşamın gerçek yansısının araçları olarak kullanmasını da bilen, burjuva ve polis baskısının her türünü ve emperyalist tahakkümü sergileyerek, ona karşı halkın öfkesini büyüten, halkın kültürel-zihinsel açıdan gelişmesine ve bilimsel gelişmelerden yararlanmasına yardımcı olan bir yayıncılığa duyulan ihtiyaç artmıştır.

En genel tanımıyla işçi basını (yazılı- görsel), içeriğini, yayın çizgisini ve günlük faaliyetlerini (eylemini) işçi ve emekçilerin sınıf bilinciyle donanmaları ve birleşmiş kitle gücüyle sermaye karşısında yer almaları ihtiyacı üzerinden belirlenmek zorundadır. İşçi-emekçi basın-yayın organları, işçi sınıfı ve ezilenlere kurtuluşun yolunu gösteren, gücün kendi örgütlü birliğinde olduğunu görmesine yardımcı olan araçlarıdır. Bu kapsamdaki işlevin yerine getirilmesi için ise, başlıca olarak sınıfın uluslar arası (ve ulusal) mücadele deneyimi ve tecrübesi “miras” edinilmeli; kendi tarihinden öğrenilmeli, bilim ve teknikteki gelişmelerden olabilir en ileri düzeyde yararlanılmalıdır. İşçi sınıfının bağımsız politik bilince ulaşması için burjuvaziyle cepheden kapışmayı esas alan mücadelesinde, yazılı-görsel; çok çeşitlenmiş düşünce ve bilinç oluşturma araçlarını etkin biçimde kullanmayı başarması; araçlarını çeşitlendirip geliştirmesi büyük bir önem taşımaktadır. Basın-yayın araçlarımız, işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesindeki öncü ve temel rolünü layıkıyla yerine getirmesine hizmet eden aydınlatıcı, örgütleyici ve seferber edici işlevlerini mümkün en ileri düzeyde ve en iyi tarzda yerine getirmek için, yayın çizgisi ve içeriğini toplumun tüm ezilen kesimlerinin hak ve çıkarlarının savunusunu esas alarak belirlemişlerdir ve bunun gereği olarak da, emekçilerin kitle gücü, olanakları ve yaşamlarından güç alma-beslenme; haberciliğinden propaganda kapsamı ve içeriğine, konuların tespitinde hareketin gereksinmelerini ve hareketi ileriye taşıyacak bakış açısını esas almayı daha ileriden başarmak zorundadırlar. Basın-yayınımızın can damarı, kitlelerin yaşamının tüm alanlarında atmaktadır. Fabrika, işyeri, semt, kent ve kır; çalışma ve yaşam alanları haber ve belge kaynağımızdır.

Sisteme karşı mücadele, günlük ya da süreli; yazılı ve görsel; sınıf mücadelesinin tüm sorunlarına ilişkin tutum belirleyen; sorunları irdeleyen, nedenleri, kaynakları ve sonuçlarını  sergileyen ve çözüm yolları gösteren propaganda, ajitasyon ve siyasal teşhir araçlarını daha da güçlendirmemizi ve zenginleştirmemizi zorunlu kılıyor. Burjuvazinin işçi ve emekçilerin bu mücadele araçlarına karşı sabırsızlığı ve saldırganlığı dahi, tek başına, onları daha etkili tarzda, daha ustaca kullanmamızın önemine işaret ediyor. İşçi sınıfının, kent ve kır emekçilerinin, ezilen ulus ve milliyetlerin, kadın ve gençlerin taleplerine sahip çıkarak, onların demokratik, anti emperyalist mücadelesinin, bu mücadelenin güçlendirilmesini ve ilerletilmesini amaçlayan örgütlenmesinin ve kültürel alandaki ilerlemelerinin gerçekleşmesi için, bugün var olanı aşan iletişim araçlarına gerek doğmuştur ve emekçilerin doğrudan kendilerine ait televizyon yayıncılığı, bu gereklilik kapsamında gündeme gelmiştir. Bu yenisiyle birlikte, emekçilerin tüm basın-yayın-iletişim araçlarının yetkinlikle kullanılması, en başta işçi sınıfı, kent ve kır emekçileri olmak üzere tüm ezilenlerin yaşamıyla birleşmeyi gerektirmektedir ve burada görev ve sorumluluk, özellikle işçi ve emekçilerin ileri kesimleriyle ilerici-halktan yana aydınlara düşmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşamının tüm alanlarının; kentlerin sosyal-kültürel dokusunun; kültürel-sanatsal tarihi birikim ve gelişmenin bu yayıncılığın konularını oluşturması; işçi sınıfının uluslararası mücadele deneyiminin tecrübesine sahip olmayı içeren yayın faaliyetinin amacına ulaşmasına yardımcı olacaktır. Toplumsal sorunları gündeme getirme; emekçilerin doğa ve yaşamın bilgisine ulaşmalarına yardım ve demokratik ilişkilerin tesisine hizmet etme vb. emekçi basınının sorumluluğudur.



[1] Evrensel 27.03.07

[2]Büyük kentlerin çok katlı-yüksek binalarına ya da boğaz köprüsünün koruganlarına tırmanarak kendilerini aşağı atmakla “dikkat çekmeye çalışan”ların dramına ilişkin çok örnek verilebilir. Bunun gibi bir örnek de Filipinler’de yaşandı. Filipinlerde bir okul müdürü, ilgili ‘merciler’e defalarca baş vurmasına karşın okullarının sorunlarıyla ilgilenmeyen ve bu sorunlara yer vermeyen ‘medya’nın tutumunu protesto amacıyla okul öğrencilerini bir otobüse doldurarak onları “rehin tutma eylemi” düzenleyince, haberlere konu olabildi.

[3]Yurtta Nevruz coşkusu” (Bugün), “Nevruz ateşi dostluk için yandı” (Gözcü), “Nazım’lı Nevruz kutlaması” (Hürriyet), “Bir nevruz böyle geçti…” (Milliyet), “Başbakan yaktı, Bakan Koç atladı” (Posta), “Nevruz neşesi” (Star), “Nevruz’da sağduyu galip geldi” (Zaman)

[4]Vatan: “Olaysız Nevruz’a Apo gölgesi”; Cumhuriyet: “Zana yine geriyor”; Güneş: “Zana zırvası”; Tercüman: “İyice azdılar.”

[5] Washington mahreçli haber, CIA ajanı olduğu çeşitli çevrelerce ileri sürülen K. Cindemir imzalıydı.

[6] 10-11-12 Nisan 07 tarihli ve sonraki gazeteler

[7] Tekel dışı yerel ve yaygın ve bölgesel bazı basın-yayın organlarının olduğu elbette bir gerçektir.

[8] ABD’de Murdok, İtalya’da Berlusconi, Türkiye’de Aydın Doğan, Almanya’da Axel Springer vb.

[9] ATV-Sabah’a fon tarafından el konduğu günlerde, Hürriyet, “Türk basınında küresel devrim” diye sunduğu yeni bir yatırıma imza atarak Rusya ve Doğu Avrupa’da basılı ve internet üzerinden seri ilancılık yapan en büyük kuruluş TME’nin yüzde 67.3’ünü 336 milyon dolar karşılığı satın aldı. Bu yatırım, aynı zamanda “Türklerin bugüne kadar yurtdışında gerçekleştirdiği en büyük satın alma” olarak duyuruldu.

[10] Hürriyet, 04.04.07

[11] Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Özkök, “adım ‘Genelkurmay’a yakın gazeteci’ olarak lanse edildiği için herhangi bir kompleksim yok. Tıpkı Hürriyet için ‘devletin gazetesi’ diyenlerin sözlerinden hiçbir rahatsızlık duymadığım gibi…” diye yazmakta sakınca görmüyor. (30 Mart 2007)

[12] Bir süre önce, Rusya’dan İzmir Hayvanat Bahçesi’ne hediye edilmiş Golyat adlı aslanın “Allah diye naralar attığı” haberleri en etkili sermaye gazetelerinde ve televizyon kanallarında günün “flaş haberi” olarak yer alabildi.

[13] Prof Emre Kongar’ın, “Kuvayı Medya” dergisinin 12 Ekim 1998 tarihli 122’nci sayısını kaynak göstererek, 22 Ekim 1998 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan makalesinde açıkladığına göre, o günün “rayiç bedelleri” üzerinden Güneri Cıvaoğlu, (Milliyet- Kanal D) 50.000 dolar; Fatih Çekirge (Uzan Ailesi) 40.000 dolar ; Ali Kırca (atv) 40.000 dolar; Mehmet Ali Birand, (EKO tv) 30.000 dolar; Gülgûn Feyman (İnterstar) 30.000 dolar; Aydın Özdalga (Kanal E) 30.000 dolar; Ufuk Güldemir (İnterstar) 25.000 dolar; Mehmet Barlas (Zaman) 25.000 dolar; Reha Muhtar (Show tv) 25.000 dolar; Savaş Ay (Yeni Yüzyıl, atv) 20.000 dolar ve Rauf Tamer (Sabah) 15.000 dolar maaş almaktaydılar. Ek avantalar bir yana, bu yüksek maaşlar, bugün çok daha yukarıya çekilmiştir.

[14] TRT Genel Müdürlüğü’nün, Milli Eğitim bakanlığı ve bağlı kurumlarla ‘sektör’lerin, üniversite yönetimlerinin  “kamu hizmeti” adına yürüttükleri faaliyetin önemli bir kesimi de buna eklenebilir.

[15] Doğan grubu, hükümetle ilişkilerini iyi tutmak için eleştirel makaleler yayınlayan “Gözcü” gazetesini kapattı.

[16] Holding gazeteleri ve tv’lerinde sorumlu düzeyde görev alanların maaşları.

[17] Doğan ve Ciner grubu gazeteleri arasındaki rekabette, bu gruplara bağlı çalışan gazeteci yazarların büyük bir kesiminin patronlarının emrinde pazar kapma kavgasına katılmaları, gazete sayfalarıyla makalelerin içeriğini buna göre düzenlemeleri, sermaye basınının karakteri, yapısı ve işlevi açısından çarpıcı bir gösterge oldu.

[18] T. Erdoğan’ın 2003 yılının son saatlerinde, Başbakan sıfatıyla Karabük’teki yaşlılar ve çocuk yurdunu ziyareti sırasında, Vatan gazetesi muhabiri Nuri Sefa Erdem’in “Sayın Başbakan, iki yurtta da bazı çocuk ve yaşlılar uyandırılarak sizin için ikinci kez yılbaşı kutladılar. Biliyor muydunuz?” sorusuna karşı,  parmağını gazetecinin yüzüne doğru sallayarak, “İyi niyetli değilsin, edepsizlik ediyorsun” diye karşılık vermesi, Erdem’in “Sayın Başbakan, edebimle soru soruyorum; iyi niyetliyim, bu insanlara üzüldüğüm için bu soruyu soruyorum” diye sorusunu yinelemesi üzerine, geri dönerek “Edepsizlik ediyorsun. Sus, konuşma. Edepsiz, hadi oradan!” diye bağırması ve koruma görevlilerinin “Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun, Başbakan’la ne biçim konuşuyorsun?” diye bağırıp, Nuri Sefa Erdem’i tartaklayarak çocuk yuvasının giriş holüne götürmeleri, bu baskının örneklerinden biridir.

[19] 545 günlük yayın süresi içinde ‘Yeniden ÖZGÜR GÜNDEM’ gazetesi aleyhine Türk Ceza Yasası’nın 159 ve 169’uncu maddeleri ile Terörle Mücadele Yasası’nın 7/2’nci maddesinden 315 dava açıldı; sonuçlandırılan 174 davada 293 gün kapatma ve 478 milyar lira para cezası verildi.

[20] RTÜK’ün radyo-tv yayınlarını durdurma; kitap-gazete ve dergi toplatma; film gösterimi yasaklama kararları, İHD bültenlerinin ‘demirbaş’ haberleri arasında yer almaya devam ediyor.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑