“Tanrı parçacığı”ndan “büyük patlama”ya fizikte metafizik

İsviçre’deki dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarı CERN’de yapılan deneylerin ilk sonuçları iki ay önce açıklandı. Açıklamayı yapan bilim insanları, yeni bir atom altı parçacık bulduklarının ilk işaretlerini aldıklarını söylediler. Sözü edilen parçacık, uzun süredir aranan ve kendisiyle etkileştiğinde maddeye kütle kazandıran Higgs bozonu. Ancak parçacık henüz kesin olarak bulunmuş değil. Her şey yolunda gider de deneyler beklenen sonuçları verir ve açıklanan ilk gözlemler doğrulanırsa maddenin kütle sorunu adı verilen fiziğin önemli bir sorunu daha çözülmüş olacak.

Medya’da “Tanrı Parçacığı” denilen Higgs Bozonu’nun ilk belirtileri ortaya çıktı çıkmasına ama, deney sonuçlarının açıklanmasının çok öncesinde, CERN’de yapılmakta olan deneyler hakkında bir yığın demagoji ve yanlış bilgi ortalıkta dolanıyordu. Deneyler sırasında koca bir kara delik oluşup hızla her şeyi yutup yok edeceğini, böylece dünyanın sonunun yani kıyametin geleceğini iddia edenler de vardı; bu deneylerin büyük patlama teorisini kanıtlayacağını öne sürenler de; çalışmaların tanrının işaretlerini gösterip, evrenin “başlangıcı”nı yani yaratılışı açığa koyacağını söyleyenler de;. Uzun süredir konuyla ilgili etrafta öylesine yoğun bir toz duman var ki, neyin bulunduğu ya da bulunmakta olduğunu konunun dışındakilerin anlaması neredeyse olanaksız. Konunun uzmanları da açıklamalarını teknik kavram ve matematiksel terimlere boğunca konunun anlaşılması daha bir zor hale geliyor. Öyle bir yanılsama yaratılmış durumda ki, “tanrı parçacığı” diye lanse edilen Higgs Bozonu sanki “maddeyi yoktan var eden” tanrının sihirli değneği. “Ol” deyince her şeyi yaratan bir şey.

Oysa olay hiç de karmaşık değil, aksine çok açık. Higgs bozunu iddia edilenlerden hiç biri değil çünkü. CERN’de bulunmakta olan olan parçacık, kuantumun atom altı dünyasında, maddenin enerjiye, enerjinin de maddeye dönüşürken etkileşimde bulunarak kütle kazandığı ya da kaybettiği çok küçük bir parçacık. Kısacası, metafiziği ve mistisizmi fiziğe daha fazla sokuşturmak için ısrarla ve bilinçli bir biçimde “tanrı parçacığı” denilen Higgs Bozonu ne sihir, ne de keramet; doğanın işleyiş mekanizmalarından birinin daha açıklanması. Hepsi bu, fazlası değil.

Higgs bozonu’nu açıklarken büyük fizikçi Einstein’dan söz etmeden geçmek doğru olmaz. Einstein genç yaşlarında iki önemli Kurama imza attı: Özel Görelilik Kuramı ve Genel Görelilik Kuramı. Bunlardan Özel Görelilik Kuramı çok yüksek hızlar ve enerji ve maddenin birbirlerine dönüşmeleriyle; Genel Görelilik Kuramı ise kütle çekimiyle ilgilidir.

Özel Görelilik Kuramında Einstein, madde ve enerjinin eşitliğini ve birbirlerine dönüşebildiklerini gösterdi. Maddenin içinde sıkışmış muazzam boyutlarda bir enerji bulunur. Örneğin, 1 gram maddenin içinde 2 bin ton petrol yakıldığında ortaya çıkan enerjiye eşit enerji bulunur. Enstein’in ünlü E=mc2 denklemiyle madde içine sıkışmış enerji miktarı hesaplanabilir; maddenin enerjiye, enerjinin de maddeye dönüştükleri kanıtlanabilir. Nitekim Eisntein’dan sonra bunun böyle yapılan deneylerle gösterildi. Büyük bilgin bu kuramıyla, çok büyük hızlarda (ışık hızında) hareket eden bir cismin kütlesinin giderek arttığını ortaya koydu. O zamana dek hızı ne olursa olsun maddenin kütlesinin hiç değişmeyeceği sanılıyordu. Einstein tersini gösterdi. Çok büyük hızlara erişildiğinde enerji maddeye dönüşüyor, hızla hareket eden maddenin kütlesi sürekli artıyordu. Aynı biçimde yine yüksek hızlarda madde de dönüşüyordu. Yani yok olduğu söylenen madde aslında yok olmuyor, biçim değiştirerek maddenin bir başka biçimi olan enerjiye dönüşüyordu. Daha sonra yapılan deneylerle, gamma ışınlarının ışık enerjisini maddeye dönüştürerek proton ve pozitron adlı iki ayrı atom parçacığını ortaya çıkardıkları gösterildi. Yine, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları Einstein’ın, maddenin içine sıkışmış dev boyutlardaki enerji öngörüsünden yola çıkılarak yapıldı

Einstein’ın Özel Görelelik Kuramında, enerjinin maddeye dönüşürken, örneğin gamma ışınından proton ve pozitron oluştuğunda, proton ve pozitronun nasıl kütle kazandığı (aynı biçimde 1 adet protonla 1 adet pozitron’dan da 2 adet gamma ışını oluştuğunda kütlenin nasıl “kaybolduğu”) açıklanamıyordu. Fizikteki bu açığı gören felsefi idealistler ve dini çevreler buraya hemen tanrının elini sokuşturuyorlardı.

Kütle sahibi maddelerin, yine maddenin bir başka biçimi olan enerjiden dönüşürken nasıl kütle kazandığı sorusu uzun yıllardır fizikte önemli soruların başında geliyordu. Bunu açıklamak için çeşitli tezler ortaya atıldı. Bu tezlerden birisi de İngiliz teorik fizikçisi Peter Higgs’e aitti. İngiliz fizikçi, 1964 yılında ortaya attığı tezinde, bilinen evrendeki büyük boşluklarda “Higgs Alanı” adını verdiği enerji alanları ve bunların içinde de “Higgs Bozonu” adını verdiği atom altı parçacıklarının bulunduğunu; maddenin bu alandaki Higgs Bozonuyla etkileşime girerek kütle kazandığını öne sürmüştü.* Sürmesine sürmüştü ama bugüne dek Higgs’in bu hipotezi deneysel verilerle gösterilememişti. CERN deneylerinin hedeflerinden biri de Higgs Bozonunu deneysel olarak göstermekti, ki, bugün bu yapıldı, yapılıyor. CERN’de gösterilmekte olan, Peter Higgs’in neredeyse 50 yıl önce ortaya attığı tezlerin deneysel olarak ortaya konulmasıdır.

CERN deneyleri bu mekanizmayı ortaya çıkarmaya başladı; yani Einstein’ın modeliında açıklanamayan enerjinin maddeye dönüşürken nasıl kütle kazandığının yanıtı verilmeye başlandı. Açıklanmaya başlanan mekanizmaya göre, kütle kazanımı ya da yitiminin Higgs Bozonu yoluyla oluyor. Bulunmakta olan budur, daha başka bir şey değil.

Bugün CERN deneyleri bir kez daha gösteriyor ki, maddenin oluşumunu sağlayan doğaüstü bir güç değil, doğanın bir gücü! Üstelik çok çok küçük bir parça. Enerjiye kütle kazandırarak bildiğimiz maddeyi oluşturan bir başka madde. Kısacası CERN deneyleri, doğada hiçbir şeyin varken yok olmadığı ya da yoktan var edilmediğini bir kez daha göstermiştir. Bu da, söylenenlerin aksine metafiziğin ve dinin değil diyalektik materyalizmin, bilimin zaferidir.

CERN’in son açıklama ve bulguları “Büyük Patlama” iddialarını çürütüyor olmasına karşın belirtilen çevreler son bulguların Büyük Patlama modeline işaret ettiğini ifade etmeye devam ediyorlar. Modeli çürüten bunca bulguya olmasına, buna karşılık model lehine neredeyse hiçbir bulgu ve gözlem olmamasına rağmen, yalnızca halk arasında ve medyada değil fizik bilim çevrelerinin önemli kısmında da evrenin açıklaması hala “yamalı bir bohça” olan “Büyük Patlama” modeliyle yapılıyor. Öyle ki, Özgürlük Dünyasının bir önceki sayısında yer alan “Higgs Bozonu ve Yeni Fizik: Genel Bir Bakış” adlı yazısında Dicle Üniversitesi fizik profesörlerinden İrfan Açıkgöz de Büyük Patlama modelini evrenin tek açıklaması gibi gösteriyor. Profesör Açıkgöz, yazısında, “Bilim insanları, evrenimizin 14.9 milyar yıl önce büyük bir patlama (Big Bang) sonucunda oluşmaya başladığı konusunda hemen hemen hem fikirdir. Bugüne değin yapılan çalışmalar (teorik ve deneysel), başlangıca doğru evrenin oluşumunu anlamaya yöneliktir. Astrofizikçilerin diliyle söylersek, bu yönde atılan her ileri adım bizi evrenin başlangıcına bir adım daha yaklaştırmaktadır.” diyor. Bütün bunlar, ister istemez, “Büyük Patlama” denilen modelin kısaca da olsa ele alınmasını gerektiriyor.

BÜYÜK PATLAMA MODELİ NEYİN MODELİ?

Büyük patlama kuramcılarına göre, evren yaklaşık 15 milyar (14.9 milyar) yıl önce büyük bir patlamayla meydana geldi. Bundan önce hiçbir şey yoktu. Herşey bir anda ve yoktan oluştu. İddialara göre patlama anında bugün evrende bulunan herşey tek bir noktada, toplu iğne başından çok daha küçük bir noktada yoğunlaşmıştı. Bir gün geldi öyle güçlü bir patlama oldu ki, o noktadaki her şey bir anda yayılıp evreni doldurdu. Bu patlamayla ortaya çıkan genişleme hala sürüyor. Bu yayılma sırasında galaksi ve yıldız kümeleri, gezegenler, güneş ve dünyamız meydana geldi. Büyük patlamacılara göre bir gün gelecek herşey yine o noktaya toplanıp büyük bir çatırtıyla yok olacak. Ne evren kalacak, ne madde, ne uzay, ne de zaman. Yoktan var olan madde, yine yokluğa karışacak.(!)

Büyük patlama ve büyük çatırtı teorileri aslında, bütün büyük dinlerin sözünü ettiği yaradılış ve kıyamet efsanelerinin daha inandırıcı bir başka söylemle tekrarlanmalarından öte bir şey değil. Tarih boyunca evrenin ne zaman yaratılmış olduğu hep merak edildi. Bütün dinler bu soruya bir yaradılış efsanesiyle cevap verdiler. Hep aynı şey söyleniyordu: O; ol demişti ve her şey olmuştu. Ama bir tarih veremiyorlardı. Tarih vermek, sonraları başladı. Ortaçağın Yahudi alimleri yaratılış tarihini M.Ö. 3760 olarak belirlediler. Bu yüzden Yahudi takvimi bu tarihte başlar. Daha sonra 1658’de, Usser adlı piskopos evrenin M.Ö. 4004 yılında yaratıldığını söyledi.

Ancak milyonlarca yıl öncesinde yaşamış canlılar, milyarlık yaşlarda oluşumlar bulununca, bu iddialar bütün inanırlılıklarını yitirdiler. Bilimsel bulgularla örtüşen yeni bir yaradılış efsanesi gerekiyordu. Tam da burada “Büyük Patlama” modeli imdata yetişti.

1929’da Edwin Hubble yeni bir güçlü teleskop kullanarak, evrenin daha önce sanıldığından çok daha büyük olduğunu gösterdi. Üstelik, daha önce gözlemlenmemiş bir olguyu da fark etti: Evrendeki cisimler ışık spektrumunda ışığın frekansını kırmızıya doğru kayıyorlardı yani bizden uzaklaşıyorlardı. Işık, hareket eden bir kaynaktan gözümüze geldiğinde frekansında bir değişim olur. Bu durum, spektrum renkleriyle ifade edilebilir. Bir kaynak bize doğru yaklaşırken, bu kaynaktan çıkan ışığın frekansının, spektrumun yüksek frekans tarafına yani mor renge doğru kaydığını görürüz. Kaynak bizden uzaklaştığındaysa, spektrumun düşük frekans tarafına yani kırmızı renge doğru bir kayma görürüz. İlk defa Avusturyalı Christian Doppler tarafından geliştirilen ve daha sonra “Doppler Etkisi” olarak adlandırılan bu teorinin astronomiye büyük katkıları vardı. Yıldızlar, gözlemcilere karanlık bir zemin üzerindeki bir ışık deseni olarak görünür. Birçok yıldızın spektrumunun kırmızıya doğru bir kayma gösterdiğini fark eden Hubble’ın gözlemleri, galaksilerin, uzaklıklarıyla doğru orantılı bir hızla bizden uzaklaşmakta olduğu fikrini doğurdu. Hubble evrenin genişlediğini düşünmemiş olsa da, bu yasa Hubble Yasası olarak tanındı.

“Genişleyen evren” hipotezi işte sadece bu yıldızların bizden uzaklaşması gözlemi üzerinde inşa edilmişti. Buradan, eğer evren şimdi genişliyorsa, geçmişte daha küçük olmalıydı fikri doğdu. Buradan da, evrenin tek bir yoğunlaşmış madde çekirdeği olarak başlamış olması gerektiği hipotezi ortaya çıktı. Bütün Büyük Patlama modeli bu kadarcık bir gözlem ve akıl yürütme üzerine inşa edildi, hala da öyle. Böylesine “büyük” bir model, işte böylesine, neredeyse yok denecek ölçülerde küçük bilimsel dayanak ve gözlemlere “dayanıyor. Aslında yukarıda belirtildiği gibi Büyük patlama düşüncesi Hubble’ın fikri de değildi. Bu fikir daha önce Rus matematikçisi Alexander Friedmann tarafından 1922’de ortaya atılmıştı. Daha sonra Belçikalı rahip ve Katolik üniversitesinde fizik profesörü olan Georges Lemaitre ilk defa 1927’de “kozmik yumurta” fikrini ortaya attı.

Aslında Büyük Patlama, bir kuram değil yamalı bir bohçadır. Çünkü tek bir Büyük Patlama modeli yoktur, böyle en az beş ayrı model vardır. Ancak hepsinde de ortak yan, her şeyin bir anda yoktan var edilmesi ve mutlaka bir yaradılış anı bulunmasıdır.

Belirttiğimiz gibi, Hubble önce ilk teoriler 1922’de Friedmann ve 1927’de de Lemaitre tarafından öne sürüldü ama ikisi de hemen çürütüldüler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra teori başka bir biçim altında ortaya atıldı ama yine çürütüldü. İtibarını kaybeden teori, İkinci Dünya Savaşından sonra yeni bir biçim altında George Gamow ve diğerleri tarafından yeniden canlandırıldı. Yine çürütüldü ama bu kez terk edilmedi. Gamov’un teorisi çürütülünce başka biri çıkıp teoriye yeni yamalar yaptı. Robert Dick “salınan evren” modelini ekledi. Fred Hoyle, Arnas Penzias ve Robert Wilson, yine Robert Dick ve P. Peebles, Alan Guth, Stephen Hawking ve Roger Penrose… Yanlışları gösterilince sürekli birileri ortaya çıkıp teoriyi yeni bir biçime sokup yeni bir yama yamadı. Günümüze dek bu hep böyle geldi.

Bugün savunulan teorinin de bir sürü sorunu var. Örneğin bu teoriye göre, evrende şu kadar madde olması; her uzay metreküpünde on atomluk bir yoğunluk bulunması gerekir. Oysa gözlenebilen evrende söylenen miktarın ancak yüzde biri kadar madde, yani bir metreküpte on değil, on metreküpte bir atomluk yoğunluk bulunuyor. Geri kalan maddenin nerede olduğu açıklanamıyor.

Teorinin ikinci, ama çok daha büyük bir baş ağrısı daha var: 15 milyar yıl önce gerçekleştiği söylenen büyük patlama anından önce evrende hiç bir şey olmaması, 15 milyardan daha yaşlı bir şey bulunmaması gerekir. Oysa 1986’da Havai Üniversitesi’nden Brent Tully devasa bir galaksi kümesi keşfetti. Bu kümenin oluşabilmesi için en az 80 ile 100 milyar yıl geçmesi gerektiği hesaplandı. Teori herşeyin 15 milyar yıl önce oluştuğunu söylüyor ama neredeyse 100 milyar yaşında oluşumlar var. Bir tek bu kanıt bile teoriyi yerle bir ediyor.

Modelin üzerinde yükseldiği “genişleyen evren” modeli yukarıda belirtildiği gibi gök cisimlerinin, yıldız ve galaksilerin bizden uzaklaşıyor olduğu gözlemine dayanıyor. Bu uzaklaşmayı açıklamak için gök cisimlerinin birbirilerini ittiği gibi bilimde yeri olmayan bir görüş ortaya atıyorlar. Oysa gök cisimlerinin itim gücü yoktur, çekim gücü vardır. Kaldı ki, yıldız ve galaksilerin birbirlerinden ve bizden uzaklaşıyor olmaları mutlaka bir genişleme olduğu anlamına mı gelir? Sonsuz, ucu sonu olmayan bir boşlukta dolaşan bu cisimler birbirlerinden açılarak evrenin henüz bilmediğimiz, gözleyemediğimiz bir başka bölgesine doğru yol alıyor olamazlar mı?

Modelin bütün dayanağı kapalı evren modelidir. Onlara göre, evren sınırları, başı ve sonu belli olan bir genişliktir. Bunu da Einstein’ın Genel Görelelik kuramına dayandırıyorlar. Genel görelilik kuramında Einstein, atom altı dünyasının küçüklüğü yerine çok büyük uzaklıklar ve büyüklüklerle ilgilendi, yıldızlar ve gezegenlerin hareketini inceledi. Uzay sanıldığı gibi boş değildir; değişik boyut ve biçimlerde maddeyle doludur. Maddesiz bir alan söz konusu değildir. Çok büyük cisimlerin yine çok büyük kütle çekim güçleri vardır ve bu devasa kütle çekimi, kendisi de bir madde olan ışığı hareket halindeyken kırıp eğer.

Einstein’ın bu kuramından yola çıkılarak, sınırları olan kapalı evren modeli kanıtlanmaya çalışılıyor. Einstein’a göre kütle çekim gücü çevresindekileri çekerek eğip büker. Bu eğme ve bükme evreni birbirinin üzerine kıvırarak küre, yumurta, bükülmüş oluklu levha, vb vb haline getirir diyorlar. Çok büyük cisimlerin güçlü çekim güçleriyle öteki cisimleri çekip eğdikleri doğrudur. Ancak bunun için evrendeki cisimlerin dağılımlarının her yerde aynı olması gerekir. Oysa bugüne dek yapılan bütün gözlemler evrendeki dağılımın düzensiz olduğunu gösteriyor. Böyle olunca da evrenin denildiği gibi eğilip üzerine kapanması mümkün değildir.

Ayrıca, sınırları olan, başı sonu belli olan bir şey mutlaka bir başka şeyin içinde olmak zorundadır. Evren eğer kapalı, sınırları olan bir oluşumsa, bu kapalı evren neyin içindedir? İddia edilen kapalı evrenin içinde olduğu öteki oluşum nedir?

Büyük Patlama Modelinın evreni açıklayan tek evren modeli olduğu iddia ediliyor. Hem bu doğru değildir, hem de, iddia edildiği gibi, model, bilim dünyasının topyekün üzerinde hem fikir olduğu bir modeldir. Büyük patlamanın dışında evreni daha iyi açıklayan modeller de vardı. Örneğin, “Büyük Patlama Hiç Olmadı” adlı kitabı yazarı ve Nobel ödülü sahibi fizikçilerden Hannes Alfven’in “Plazma Modeliı” bunlardan biridir.

Bilim dünyasında, Büyük Patlama Modeli’ne karşı çıkan birkaç “aykırı ses” örneği verelim: .

Hannes Alfven (Nobel ödülü sahibi fizik profesörü): “ Büyük patlama, bir söylencedir, haksızlık etmeyelim, belki de iyi bir söylence. Çünkü bünyesinde bir Hint söylencesi olan çevrimsel evreni, Çin söylencesi olan kozmik yumurtayı, evrenin altı günde yaratıldığını ileri süren İncil söylencesini, Batlamyus’un sonlu evren söylencesini ve daha bir çoğunu barındırma becerisini göstermekte ve bu nedenle bir şeref madalyasını hak etmektedir” ( Problems of Physics and Evolution of the Universe, Academy of Sciences of Armenian SSR, Yerevan, 1978).

Lev Landau (Rus fizikçi): “Büyük patlama’nın kuramsal evrenbilimcileri çok sık yanlış yapıyorlar; ancak yanılabileceklerinden hiç kuşkulanmıyorlar”. (The Lesson of Quantum Theory, Niels Bohr Centenary Symposium, Oct. 3 – 7, 1985, J. de Boer, E. Dal, O. Ulfbeck (eds.), North – Holland, Copenhagen ).

William B. Bonnor (İngiliz Fizik profesörü): “Fiziksel bir süreci betimlemeye çalışan matematiksel bir modelde ortaya çıkan tekillik genellikle kuramın çöktüğüne işaret eder. Böylesi bir durumda bir fizikçinin olağan tepkisi daha iyi bir model aramak olur.”

“Ancak Büyük Patlama yanlıları genellikle böyle bir davranış sergileyemiyorlar. Bazı bilim adamları evrenin genişlemesini tanımlayan anda ortaya çıkan matematiksel tekilliği Tanrı sandılar ve Tanrı’nın evreni o noktada yarattığını düşündüler. Bilimsel sorunlarımıza çözüm ararken işin içine Tanrı’yı sokmamızı hiç uygun bulmuyorum. Bilimde bu tür mucizevi el atmalara yer olmadığı gibi, varlığı, Tanrı’ya inananlar için tehlike yaratır: diferansiyel eşitliklerinizdeki matematiksel tekillikleri daha iyi bir modelle ortadan kaldırdığınızda Tanrı’nız da tekillikle birlikte ortadan kalkar”. (Rival Theories of Cosmology, Oxford Univ. Press, London, 1960).

J. Peebles (ABD ve Kanadalı fizik profesörü): “Büyük Patlama yaradılışın çağımızdaki versiyonudur” (P.J.E. Peebles, Principles of Physical Cosmology, Princeton, USA, 1993).

Görüldüğü gibi, Büyük Patlama, bilim dünyasında yaygın olarak kabul gören değil yaygın olarak propagandası ve yaygarası yapılan bir senaryodur. Bir kuram değil senaryodur, çünkü bileşenleri bilimsel gözlemlerden değil tamamen metafizik öğelerden oluşmaktadır.

Kısacası, Büyük Patlama gibi her şeyi bir anda yoktan var eden bir olay mümkün değildir. Zira zaman gibi evren de sonsuzdur. Ne başlangıcı ne de sonu vardır; sınırı yoktur. Gözleyebildiğimiz evren, asıl evrenin sadece bir bölümüdür. Evren sınırları olmayan sonsuz bir şey olduğundan, iddia edildiği gibi, her şeyi sıfırdan başlatıp giderek oluşturan bir ilk patlama olanaksızdır. Bununla birlikte, evrende süper nova gibi patlamalar, örneğin yıldız patlamaları ve ölümleri bilinen şeylerdir. Evrenin değişik yerlerinde değişik zamanlarda değişik patlamalar olmuş veya oluyor olabilir. Bir yanda bir patlama olmuş, ya da bir oluşum başlamışken diğer bir yanda bir çöküş, ya da bir ölüm oluyor olabilir. Ölen bölgeler biçim değiştirip başka biçimlere dönüşebilirler. Evrende böyle patlamalar da mümkündür, kara delikler de. Ancak söylendiği gibi herşeyi yoktan var eden; öncesinde ne maddenin ne de zamanın olmadığı bir ilk patlama ya da yine dibinde zamanın ve maddenin yok olduğu bir kara delik, veyahut herşeyi yok edecek olan büyük bir çatırtı mümkün değildir, olamaz.

Bu kadar karşı kanıta rağmen, Büyük Patlama hala kesin bir gerçekmiş gibi sunulmaya devam ediliyor. Bilimde, Büyük Patlama’da olduğu gibi, hakkında onu çürütüp yanlışlıyan bunca gözlem ve karşı bulguya karşın hala varlığını koruyan başka bir kuram yoktur. Normal koşullarda bunca gözlem ve olgu karşısında Büyük Patlama modeli çoktan terk edilmeliydi. Bilimin öteki kuram ve modellere uyguladığı yöntem budur; ancak evren tablosunu çok daha iyi açıklayan öteki kuramlar, örneğin plazma kuramı yerine Büyük Patlama modelinde ısrar edilmesi anlamlı ve kasıtlıdır. Çünkü, büyük patlama yaratılışın bilim kılığında sunulduğu metafizik bir modeldir. Çünkü, Büyük patlama bir kez reddedilince yaradılış efsanesi reddedilecektir; bu reddedilince 2500 yıldır bütün gerici sınıfların temel felsefesi olan idealizm büyük yara alacaktır; idealizm yara alınca burjuva sınıfı değişik politikalarına dayanak bulmakta daha zorlanacaktır.

Fizik bilimlerinde bilimin geldiği nokta, CERN’in son açıklama ve bulguları “büyük patlama” iddialarının metafizik – idealist yorumuna olanak tanımıyor, onu çöpe atıyor. Bugün artık insanlık, hiçbir şeyin yoktan var olamayacağını; maddenin enerjiye, enerjinin de maddeye dönüşmesinin gizemini açıklayabilir durumdadır. Kalan bazı boşluklar da yeni bulgularla doldurulacaktır. Bu döngü, evreni anlama konusundaki tüm idealist yorumları çürütüyor. Bu da dinin standart modeli “ol”u bütünüyle geçersiz kılıyor. Bilim kendi yoluna devam edip yeni bulgular ortaya koydukça, bilimin, fiziğin alanı büyüyüp genişledikçe, mümkünü yok, metafiziğin ve idealizmin alanı giderek daralacaktır.

 

 


* Leon Lederman 1993’te yayınlanan ve Higgs Bozonu’nu anlattığı popüler bilim kitabının adını hem daha fazla satış yapması hem de fiziğe tanrıyı sokmak için Higgs Bozonu yerine “Tanrı Parçacığı: Yanıt Eğer Evrense, Soru Nedir?” koymuştu. İdealist ve dini çevrelerle egemen medya “Tanrı Parçacığı” adını aldıktan sonra hızla popülerleştirilerek “Tanrı parçacığı” adıyla anılır oldu.Parçacığı” adını çok sevdi. O güne dek tanınmayan Higgs Bozonu kavramı “Tanrı Parçacığı” adını aldıktan sonra hızla popülerleştirilerek “Tanrı parçacığı” adıyla anılır oldu.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑