Sunu ve İçindekiler 238

Özgürlük Dünyası Şubat Sayısı (238) çıktı!

İÇİNDEKİLER

Kürt sorunu, gelişmeler ve İmralı görüşmeleri
Seyfi Selçuk

Irak Geleceğini Arıyor!
Y. Yılmaz Karataş

Barış, eşitlik ve demokrasi mücadelesiyle 8 Mart’a
Olcay Geridönmez

Üniversite mücadelesinde daha da ileri, ama nasıl?
Ercüment Akdeniz

Son kez: “Emperyalizmin oyunları”
Kadir Yalçın

Bu nasıl Marksizm savunusu? – 3
Ali Yaşar

SUNU
Türkiye, içeride ve dışarıda savaşı sürdürmeyi esas işi olarak üstlenmiş hükümetinin elinde, Batılı emperyalistlerin, en başta Amerikalıların saflarını yeniden düzenleyerek Suriye’ye egemen olma, İran’ı kuşatma ve Rusya’ya diş gösterme çizgisiyle uyumlu ve bu çizginin bir “ileri karakolu” ve taşeronu olarak boylu boyunca Ortadoğu’ya dalmışken, daha geçen yıla kadar “sıfır sorun” dediği bütün komşularıyla kavgalı hale geldi ve kuşatma derken kendisi kuşatılmış bir ülke durumuna “erişti”!
Silahlandırıp lojistiğini sağlayarak Ceylanpınar sınırından tanklar ve zırhlı araçlarla Suriye Kürtleri üzerine, Rojava’ya sürdüğü besleme El-Kaide çetelerini yönetip yönlendirerek AKP Hükümeti, sözde “halkına zulmeden Esed”e karşı, onu devirmek üzere davrandığı iddiasında. Ancak Serekaniye üzerinden Amerikalılarla bile ayrılığa düşüyor. Tıpkı Barzani’yle Irak Merkezi yönetimine rağmen yaptığı petrol anlaşmalarının Maliki Irak’ını İran’a doğru itmek istemeyen Amerikalılar tarafından uyarılması gibi, Suriye Kürtlerini hedef almaması için de uyarılıyor. Uyarılmakla kalınmıyor, Doha’da, Türkiye’nin kanadı altındaki “muhalifler”in örgütü SUK, Amerikalılarca, Suriye Muhalifleri ve Devrimcileri Ulusal Koalisyonu olarak yeniden örgütlendiriliyor ve “Koalisyon”un “Konsey”den farkı, birinci olarak Suriye Kürtlerini dışlamaması, ama içermesi ve ikinci olarak El Nusra Cephesi türünden şeriatçı Kaide örgütlerini dışlaması oluyor. Tam da Türkiye’nin yönelimlerinin tersine döndürülmesi yani. AKP, bir süredir, mümkün olduğunca “ne koparırsam kârdır” diyerek Rojava’ya saldırıyı sürdürüyor; ancak içeride –baskıya direnemeyip– görüşmeler sürecini yeniden başlattı. Çünkü Amerikalılar Kürtler dahil edilmediğinde başında bulunduğu safın rakiplerinin üstesinden gelmekte zorluk çekmeyecek bir güce sahip olamayacağını öngörüyorlar ve bu yanlış da değil. Ancak suriye Kürtlerine saldıran, görüşürüm deyip buna başlasa bile, görüşmesi pek görüşme gibi olmuyor. Görüşme süreci mi yoksa savaşı sürdürme süreci mi, yenilik var mı yok mu pek belli olmadan “yeni” sürece giriliyor. Bu, kuşkusuz, eski, hak yoksunluğuyla karakterize saldırganlığın, inkar düzeninin sadace bir restorasyonu olabiliyor. Kibrin, Kürtlerin hak eşitliği talebini az-çok karşılayacak eşit denebilecek bir platformda görüşme yerine sadaka dağıtıyormuş türünden “makam da beğenmiyorlar”, çocuk azarlıyor türünden “bak, adaya götürmem ha!” içerikli böbürlenme ve aşağılamanın, “silah bırakmazlarsa görüşmeleri keserim” tehdidinin yanında Kürt güçlerinin bombalanmasının, operasyonların ve hâlâ tutuklamaların sürdürülmesi.. –bunlar, “bu kafa”yla ilerlemenin zordan öte olanaksızlığını belirtir.
Oysa içeride ve dışarıda barış gerektir Türkiye halkına. Türklere, Kürtlere, Araplara… Hem Kürt Savaşı sona ermelidir, hem Suriye, Irak ve İran’a yönelik yayılmacı, savaş politikalarına bir nokta konmalıdır. Ama AKP’nin yapacağı iş değildir, görüntü budur. Hem “terörle mücadeleden asla vazgeçilmeyeceği”nden söz etmektedir, hem de çatışmaya götüren Türk-Kürt eşitsizliğini sürdürmede ısrar etmektedir Hükümet. “bana Türklerle Kürtler eşittir dedirttiremezsiniz” diyen CHP’li Birgül Ayman Güler’i faşizmle itham eden Başbakan, çünkü kendisi “Ben Kürt sorunu tanımam”, “tek millet, tek bayrak, tek dil” vurgusuyla ulusal eşitsizliği görüşme sürecinin de temeli ve dayanağı yapma peşindedir. Her tür eşitlik reddinin ırkçılığıysa tartışmasızdır.
Bu nedenle “savaşa dur de, demokrasi için birleş” kampanyası ihtiyaçtan öte bir zorunluluk durumundaydı. Hak eşitliğine dayanmadan edemeyecek demokrasi açığı kapatılmadan, gerçek bir demokratikleşme yoluna girilmeden, Kürt sorununun çözülme olanağı olmadığı gibi barış da olanaksız görünmektedir. Yine bunca silahlanma ve Amerikalıların emperyalist egemenlik stratejisine uyumlanma ve savaş hazırlıklarıyla yetinmeyip bir ucundan savaşmaya girişme ortamında, tersinden, demokratikleşmenin de olanaksızlığı ortada. Öyleyse savaş karşıtı ve demokrasi talepli bir kampanyanın tam zamanıdır.
Zamanın bir önemi de Şubat’la ilgili. Zemherinin ortasında yürekleri ısıtan sıcaklığıyla Şubat, hala güncel olmaya devam eden tartışmada bir atılımın ifadesidir. İkisinde, tarihe bir “virgül” atılmıştır. Şefik Hüsnü’yle başlayan Türkiye bakımından Marksizmin revize edilişinin, anti-emperyalizmi ileri sürülerek yaması olunan Kemalizmin yüceltisiyle işçi sınıfının eylem kılavuzu olmaktan çıkarılma girişiminin, genç burjuvazinin milliyetçiliğinin peşinde inkarcılığa ve ezilen uluslara kan kusturulmasına ortak oluşun üstesinden gelinmesinin ardından konmuş bir “virgül”. Yürünmektedir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑