Dergimizin Mart 2006 sayısında yayınlanan‚ “Çin Efsanesi ve gerçekler” başlıklı yazıda, Çin kapitalizminin ekonomik göstergeleri ele alındı. Yabancı sermayenin serbest bölgelere yoğun akışına ve ucuz işgücü ve hammadde sömürüsüne dayalı bir hızlı ‘kalkınma stratejisi’ izleyen Çin, gelinen yerde gelir dağılımını aşırı dengesizleştirerek; ülkede bir avuç milyarder ve zengine karşılık, yüz milyonlarca yoksul ve işsiz kitle yarattı. Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne girişinden sonra daha da artan işsizlik ve yoksulluk sonucu, işçi ve köylü eylemleri de ivme kazanmış ve bu durum; hem yabancı sermayenin azami kârının gerçekleşmesinin, hem de Çin’in dışarıya bağımlı ekonomisinin sürgit devam edemeyeceğinin bir işareti olmuştu. Son dönemde, gelir dağılımındaki aşırı bozulmayı giderecek önlemler almaya ve yükselen işçi hareketini yatıştırmaya çalışan ÇKP bürokrasisi; ek olarak, enerji ve petrole duyulan aşırı gereksinim ve bu alanda dışa bağımlılığı gidermek gibi güçlüklerle de yüz yüzedir. Çin’in bu kırılgan hassas yapısı, onu, dış güçlerin manipülasyonuna da açık hale getirmektedir. Emperyalist büyük güçlerin bugün için Çin’de bir yönetim değişikliğini teşvik etmemelerinin nedeni, ortaya çıkacak bir kargaşada, ÇKP’nin mevcut otoriter aygıtının yerine ne konulabileceğinin bilinememesidir. Çünkü Çin’deki bir kargaşa ve kaos durumu, Çin’de cirit atan dünyanın en büyük 500 tekelini, sonuçta dünya kapitalist sistemini de bir krize sürükleme potansiyeli taşımaktadır. Bu koşulları ve handikapları bilinmesine karşın, yüksek rakamlı ekonomik verilerinden kalkarak, Çin’in, yakın dönem içinde ABD’nin yerini alacak bir süper güç olarak görülmesi, aslında, ABD’nin dünya hegemonyası planlarına bağlı olarak salınan, propagandif bir balondur. Çin, günümüzde çevresindeki komşu ülkelerle sınır uzlaşmazlıklarını gidererek, özellikle ASEAN ve ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) içindeki ekonomik konumundan da yararlanarak, ilişkilerini geliştiren, Asya’da kendisini de kuşatan ABD yayılmasına yönelik çabalar içinde bulunan bölgesel bir güçtür, bunun ötesi değerlendirmeler ise, sadece kehanettir.
Durum yukarıda özetlendiği gibi olmasına karşın, gerek Çin yönetimi, gerekse ‘ÇKP’ güdümlü ve kendilerini halen sosyalist olarak adlandıran ve sosyalizmin aldığı “yenilgi” sonrası yörüngesini şaşıran bazı örgütler; Çin’in yönelimini‚ ‘Çin’e özgü sosyalizm’, ‘sosyalist meta ekonomisi’, ‘Sosyalist piyasa ekonomisi modeli’‚ ‘Çin’in NEP dönemi’ olarak değerlendiriyor, onun “sosyalizm yolunda” ya da “sosyalist inşayı sürdüren bir ülke” olarak reklamını yapıyorlar. Bu yazıda konu edilecekler, işte aslı astarı olmayan bu tespitlerdir.
“ÇİN’E ÖZGÜ SOSYALİZM” DEMOGOJİ SİNİN TARİHİ ESKİDİR
1949’daki anti-emperyalist halk devrimi, Çin’i emperyalist ilişkiler ağının dışına çıkarmış, yarı-feodal yarı-sömürge yapıyı, savaş ağası feodallerin diktatörlüğünü yıkmış, köylülüğü toprak ve özgürlüğe kavuşturmuş ve Sovyetler Birliği’nin ekonomik desteğiyle de sosyalizme geçiş için uygun koşulları hazırlamıştı. Eleştirilerinin yanı sıra Stalin döneminde sosyalizmi savunuyor görünen Mao’nun liderliğindeki Çin, gerçekte Mao zamanında da bunun gereklerini; başta burjuvazi karşısındaki tavır olmak üzere, ekonomi, siyasi iktidar ve parti aygıtı cephesinde yerine getirmedi. Toprak ağaları, zengin köylülerle birlikte kooperatiflere davet edilmişti. Toprak reformu yapılmış ve toprak özel mülkiyet konusu olmaktan çıkmıştı; ancak kooperatiflerde üretim araçları özel mülk olarak kalıyor ve özel mülkiyetin süreç içinde de olsa kısıtlanıp giderilmesine yönelik bir tutum alınmıyordu. Sanayide burjuvazinin varlığının meşru sayılması ve sözde “ikna edilip” “sosyalizme kazanılması” yaklaşım ve olgusuyla birlikte, bunlar, kapitalizmi ve burjuvaziyi palazlandıran önemli dayanaklardı. Ayrıca küçük meta üretiminin varolması ve sınıf olarak tasfiye edilmemiş olan burjuvazinin bu türden kooperatiflere yönlendirilmesi, sadece onları güçlendirmeye yaramıştı. Ayrıca kapitalist unsur ve partiler “üç üçte bir” Maocu ilkesi gereğince “demokratik halk iktidarı”na ortak edilmiş, yönetimde burjuvaziye de pay verilmişti. “Üç üçte bir” ilkesi, iktidarın üçte birinin komünistlere, üçte birinin solcu olmayan ilericilere, diğer üçte birinin de ne sağcı ne solcu olmayan ara kesimlere (ya da işçilere, küçük burjuvaziye ve burjuvaziye) verilmesi ve Mao’nun deyimiyle‚ “orta burjuvazinin kazanılması” anlamına geliyordu.
Mao’nun işçi sınıfının ideolojik ve fiili örgütsel önderliğini göz ardı ederek, yönetimi ve partiyi burjuvaziyle paylaşması ve bunun teorisini yapması, sosyalizme geçişi zaafa uğrattığı gibi, ardıllarının kapitalist gidişi hızlandırarak, ülkeyi emperyalist sermayeyle bütünleştirmesi ve yağmaya açmasını da kolaylaştırdı. Mao’nun Çini; sosyalizmin inşasına girişmeyerek, kapitalist üretim ve değişim ilişkilerinde kökten bir değişikliği amaçlamadan, feodal ilişkileri kaldırarak ve asıl olarak bölüşümdeki bozukluğu düzelterek yoksulluktan kurtulmayı hedefledi. Ulusal bir kapitalizm iç dinamikler üzerinden gelişme durumundayken, Mao’nun ardılları tarafından, yabancı sermayeye açılma ve emperyalist kurumlara entegrasyon; aynı gerekçe ile “kalkınma ve yoksulluktan kurtulma” adına merkezi görev olarak alındı. Özellikle başta Deng Siao Ping’in Maocu teoriyi, yani “Çin’e özgü sosyalizm”i yeniden formüle ederek partinin çizgisi haline getirme çabasını; daha sonra Dengci Jiang Zemin’in, 16. Kongre’de‚ “üç sorumluluk ilkesi”ni parti tüzüğüne geçirtme ve burjuvaların partideki konumlarını güçlendirme çabası izledi.
Gerek Mao’nun gerekse de ardıllarının dillerinden düşürmediği “Çin’e özgü sosyalizm”le aslında hedeflenen, modern ve güçlü bir kapitalist ülke olmaktı. Bugünkü ÇKP yönetiminin izlediğini söylediği “Mao Zedung Düşüncesi”‚ “Çin’e özgü sosyalizm” yolu; iktidarda ekipler arasında el değiştirse de, ÇKP’nin tüm tarihi boyunca ortak olarak kullanılan bir edebiyat oldu.
Deng , “Kültür Devrimi” yıllarında, oportünist ve burjuva unsurlara karşı saldırının hedefi olmuş, görevlerinden alınmış, ama özeleştiri yaptığı için, Maocu “iki çizgi mücadelesi”nin “Yüz çiçek açsın yüz fikir tartışsın” anlayışı gereği “yıldızı söndürülmüş”, ama parti saflarında tutulmuştu. Kültür Devrimi sonrasında ise, yıldızı yeniden parlamaya başlamış, Politbüro üyesi ve başbakan yardımcısı olmuştu. Deng, 8 Ocak 1976 yılında Çu En Lay’ın ölümünden sonra geliştirilen bir başka “anti revizyonist” parti içi temizliğin konusu olmuş, bütün görevlerinden uzaklaştırılmıştı. Deng’in yıldızının kalıcı olarak parlaması ise, 9 Eylül 1976 tarihinde Mao’nun ölümünden sonra gerçekleşti. Mao’nun dul eşi ve üç yandaşının “Dörtlü Çete” olarak damgalanarak parti yönetiminden tasfiye edilmesinden sonra, partide ipler, tekrar ve kalıcı olarak, Deng Siao Ping’in eline geçti. Partiye, orduya ve ülkeye; Deng damga vurmaya başladı. Mao henüz sağken, Çin, emperyalist Batı ile ilişkileri geliştirecek “reform” ve politikalarını yürürlüğe koymuştu. Hatta 1970’ler sonrasında “üç dünya teorisi” ile, Sovyet sosyal emperyalizmine karşı mücadele adına, “ikinci dünya” olarak adlandırılan Avrupalı emperyalistlerle ittifak savunuluyor, Rusya en tehlikeli süper devlet ilan edilerek, Rusya ve Varşova paktına karşı ABD ve NATO ile ittifak arayışları gündeme geliyordu. Çin, ABD ile 1979 yılında diplomatik ilişki kurmuştu. Deng’le birlikte‚ “köy komünleri” dağıtılmış, tarımda kolektivist uygulamalardan dönülmüş ve mülkiyeti kamuda olmak kaydıyla, tarım topraklarının kira yoluyla yeniden zengin köylülere devri uygulamasına geçilmişti. Sonuçta, Çin’in uyguladığı “özel sermayeyi devletin ortak yönetimi yoluyla sosyalizmle bütünleştirme” karma ekonomi politikası; tüm ülkeyi emperyalist-kapitalist zincirin önemli bir halkası haline getirdi.
ÇKP, artık Marksizm ve sosyalizm lafları ve alametlerini gerçekte açık biçimde kapitalizmi cilalamak ve kitleleri avutup yatıştırmak amacıyla kullanmaktadır. Bu amaçla, “Çin sosyalizmi”ni günün yeni koşullarına uyarlamak ve geliştirmek adına Marksizmi kendi kapitalist pratiklerine alet etmek üzere, her önemli dönemeçte yeniden revizyondan geçiriyorlar. Bu amaçla 2005 yılında sözde bir Marksizm-Leninizm Enstitüsü bile kurdular.
Çin Sosyal Bilimler Akademisi (CASS) ya da en üst düzeydeki Çin “Think Tank”ine bağlı olarak Pekin’de kurulan bu Akademi’nin amacını anlamak için, ÇKP Merkez Komitesi Politbüro üyesi Liu Yunshan’ın Akademi’nin açılışında yaptığı konuşmaya bakmakta yarar var. Yunshan;
“Akademinin, modern zamanlardaki sosyal ve ekonomik gelişmelerle bağlantılı olarak Marksist teoride, halen yeni katkıların yapılabileceği, ÇKP merkez komitesinin ideolojik inşaya büyük önem vererek, pratik sorunlar ve önemli teoriler üzerine yapılan araştırmaları ileriye ittiğini, Çinli teorisyenlerin en devasa teorik ve pratik sorunlarla kendi kendilerine uğraşacaklarını, bilim adamlarının Deng Xiao Ping teorisi ve ‘üç sorumluluk düşüncesi’ üzerinde çalışmaya ve bunu bilimsel gelişme kavramı derin çalışmasında uygulamaya şiddetle gereksinim duyduklarını, bilim adamalarının Marksizme sadık kaldığını, Marksist teoriyi Çin’in somut pratiğine halen en iyi şekilde uyguladıklarını” belirtti.(1)
Aslında Çin’deki bu tür “derinleştirme” çabaları yeni değil. Mao ve Deng sonrasında da “Marksizmi Çin gerçeğinde derinleştirme” işini Bilimler Akademisi üstlenmişti. Bilimler Akademisi, sürekli Dengciliği geliştirmeye çalıştı. Çin Sosyal Bilimler Akademisi “Marksizm Leninizm ve Mao Zedung Düşüncesi Enstitüsü”nde uzman olan Luo Wendong, Deng’in, 20 yıldan fazla süredir izlenen Çin’in hızlı ekonomik büyümesi için gerekli temeli ve ön koşulları hazırladığına dikkat çekerek; “Çin’in sosyalist inşası mutlaka uzun dönemli bir temel olarak kalacağından, Deng’in teorisi de parlak bir fener ve ses olarak kalacak” diyordu.
Çin’de yeni kurulan bu Enstitü’nün önceli olan Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nin, 2002 yılında, Ekim Devrimi’nin 85. yıldönümü nedeniyle düzenlediği sempozyuma dünyadan bilim adamları da davet edilmiş; Ekim Devrimi sonrası sosyalist uygulamalar, NEP’ten tekrar planlı ekonomiye geçiş ve Stalin dönemi, daha sonraki süreçle ilişkilendirilip mahkum edilerek, sistemin yıkılışının nedeni olarak gösterilmiş, revizyonistler aklanarak, Çin’in izlediği yol övülmüştü. Aslında bu akademi ve sempozyumun gündem başlıkları, onun Marksizmi hangi yönde revizyona tabi tuttuğunu ve “Çin yolu”nun ne olduğunu en iyi tarzda göstermektedir. Marksizmi sözde derinleştirmenin konu başlıklarından bazıları şunlardı: “Çin Marksizmi, onun evrimi ve başarısı için gerekli koşullar”, “Globalleşme ve Çin’e özgü sosyalizmin inşası”, “Dünya Sosyalist hareketindeki yeni değişim, Çin Karakterli Sosyalizmin yükselişi ve onun dünya sosyalist hareketindeki tarihsel konumu üzerine tartışma”, “21. yüzyılda sosyalizmin rönesansı ile üç temsil ilkesinin örtüşmesi üzerine”.(2)
“ÇİN SOSYALİZMİ”NİN DÖNÜM NOKTASI: DENG’İN DIŞA AÇILMA POLİTİKASI
VE “KAPİTALİST ÜLKELERİN BASİT BİR KOPYASI OLMAYAN SOSYALİZM”
Mao ve yandaşlarıyla Deng arasında, modernleşme ve kalkınmış bir ülke olmaya geçiş yönünden temel farklılık, Mao’nun emperyalizmi ve geri feodal ilişkileri tasfiyeye yönelik devrimci tutumu ayrı tutulur (Deng, emperyalizmle birleşmeyi esas alan tutum izledi) ve kapitalizm karşısındaki tutumları dikkate alınırsa, yönteme ilişkindi; ama bu, sonuçları itibariyle önemliydi. Mao, biçimsel olsa da, eşitlikçi, gelir dağılımında şehir ile kır arasındaki dengeleri gözeten sosyal güvencelerle, iç dinamiğe dayalı ulusal bir kalkınma modeli izler, yabancı sermaye ve emperyalistlerin ülkeye girmesi karşısında soğuk dururken; Deng, “dışa açılma” ve yabancı sermayenin ülkeye davet edilmesinin, gelir dağılımının bozulmasının, yeni bir kapitalist sınıfın yaratılmasının azgın ve kararlı bir sözcüsüydü.
Deng, Mao’nun ölümünden, yani 1979’dan sonra toplanan partinin 3. plenumunda, Çin’i‚ “sosyalist piyasa ekonomisi” denen hızlı vahşi kapitalistleşme kulvarına yöneltti. Batı’ya açılma reformlarıyla yabancı sermayeye cazip gelecek başka reformları uygulamaya başladı. Ona göre, ekonomik büyümeyi gerçekleştiriyorsa her şey mubahtı.
“Kedi ister siyah olsun ister beyaz; o, fare yakalıyorsa, iyi bir kedidir” lafıyla tarihe geçen Deng’in, uzun olsa da bazı görüşlerine yer vermek; günümüzde Deng’in çizgisini izleyen ÇKP yönetiminin yönelimini kavramak açısından yararlı olacaktır.
“Her şeyi sosyalizmin ilk aşamasının gerçeklerinden hareket ederek yapmalıyız. Çin ekonomisini üç aşamada geliştiriyor. İki aşama bu yüzyıl içinde gerçekleşecek ve bu, halkımızın yeterli yiyecek, giyecek ve rahat, konforlu yaşama erişeceği noktadır. Üçüncü aşama, gelişmiş ülkelere de liderlik yaptığımız, bizi, bir sonraki yüzyılın 30 ve 50’li yıllarına götürecek olan düzeye ulaştığımız aşamadır. Bunlar stratejik amaçlarımız ve yüce tutkularımızdır. Dış dünyaya açılmaksızın ve reformları yerine getirmeksizin, bu büyük amaçları gerçekleştirmemiz olanaklı değildir. (…) Bütünüyle baştan aşağı kapitalist ülkelerin basit bir kopyası olmayacağız (abç). Burjuva liberalizasyona müsaade edemeyiz. Biz, Çin Komünist Partisi’nin liderliğinden vazgeçemeyiz. Komünist partisi olmaksızın, burada en azından kaos ve istikrarsızlık olabilir. Bu koşullar altında da herhangi bir gelişme mümkün olmaz. Biz felaket getiren‚ ‘kültür devrimi’ biçiminde ‘büyük demokrasi’li bazı deneyimlere sahip olduk. Ekonomik yapılanma reformlarımız; partinin liderliği altında ve düzenli bir yolla gerçekleşecek ve herhangi bir şekilde anarşiye izin vermeyeceğiz.
9. Parti Kongresi, Çin’deki aşamalardan olan sosyalizmin 1. aşamasını açıklayacak. Sosyalizmin kendisi, komünizmin birinci aşamasıdır. Ve Çin’de halen bu birinci aşamadayız ki, bu gelişmemiş bir aşamadır. Her şeyi bu gerçeklikten hareketle yapmalıyız ve her şeyi sürekli onunla planlamalıyız.”(3)
“Bazı insanlar, Çin’in ideallerinin önemi üzerine vurgu yaptığımızdan bu yana, bunun Çin’in tekrardan kapılarını kapayacağı anlamına geldiğini düşünüyor. Bu gerçek değildir. Açıklık politikasının olumsuz etkilerinden gösterişsiz olarak sakınıyoruz ve onlara boş vermiyoruz. Yine de ilkemiz, kapanmak değil, açıklığı sürdürmektir. Gelecekte belki daha geniş olarak da açılabiliriz. Yurt dışındaki bazı yorumcular, Çin’in şimdiki politikasının, geri dönülemez olduğunu söylüyorlar. Bence de onlar haklıdırlar. (abç)(4)
Deng’in belirttiği ve altını çizdiği bu kapitalist gelişme yolu, sonraki ÇKP liderlerince de esas alınan stratejik bir yönelim ve dayanak olmuştur ve bugün uygulanan da budur.
‘ADİL OLANIN ADALETSİZ OLACAĞI’ TEORİSİYLE GELİR DAĞILIMINDAKİ DENGESİZLİĞİN MEŞRULAŞTIRILMASI
“Kırsal alandaki bazı insanların ve şehirlerin diğerlerinden daha hızlı bir şekilde zengin olmalarına izin verilmelidir. Öncelikli olarak zengin bazı kişilere ve bölgelere müsaade etmek; herkesin desteklediği yeni bir politikadır. Bu, eski politikalardan daha iyidir. Ben tarım alanında çok geniş topraklar için, sözleşmeli sorumluluk sistemini tercih ettim. Bu sistem daha geniş olarak da uygulanabilir. Özetle tüm alanlardaki çalışmalarımız, Çin karakterli bir sosyalizm inşasına yardım edebilir. Ve o, ulusal zenginliğe, insanların mutluluğuna ve refahına katkıda bulunup bulunmadığı kriteriyle yargılanabilir.” (abç)(5)
Eğer Deng’in belirttiği kriterlerle (ki bunlar katıksız kapitalist kriterlerdir) Çin’in geldiği yer, sözde “Çin Efsanesi”, gerçeklerin ışığı altında değerlendirildiğinde; işçi ve köylüleri acımasızca modern köleler olarak sömüren, onlardan sızdırılan artı-değerin önemli bölümünü emperyalist büyük tekellere akıtan bir kapitalizm manzarası ortaya çıkmaktadır. Ulusal hasıla rakamları büyümüş, üretim artmış, ülkede yeni zengin milyarderler de türemiştir; ama bu zenginliğin biricik yaratıcısı işçi ve köylülerin durumu her geçen gün kötüye gitmiştir. Şehir nüfusunun araba ve ev sahibi olan, tatil, sağlık ve okul gibi imkanlardan sınırsız yararlanan belli bir zümresi hariç, günde 1 Euro’luk gelirle geçinmeye çalışan (Dünya Bankası raporlarına göre, 350 milyon Çinli bunu da bulamıyor ve yoksulluk sınırı altında yaşıyor) ve ekmek kavgası içinde olan yüz milyonlarca yoksul Çinlinin yaşamı Çin’in gerçek tablosudur. Evsiz, ekmeksiz, okulsuz, sağlıksız, sosyal güvencesiz, işlerine gitmek için bazıları bisikleti ancak bulabilen, otomobili ise seyreden bu yığınlar, bilgisayar ve interneti de ancak sayıları iki milyon kadar olan internet kafelerde görebilmektedirler. Zaten kapitalizm geliştikçe, üretilen ürünlerin, uzaktan seyredilerek, yalanıp yutkunularak da olsa kitlelerin yaşamına girmesi; sistemin doğası gereği sayılmalıdır. Sen gelir dağılımı dengesizliğini bilinçli olarak yarat, bazı insanları zengin etmeyi savun, adaletsizliği en adil sistem olarak lanse et, sonra dön, “Bizim Çin karakterli sosyalizmimizi, ulusal zenginliğe ve insanların refahına yaptığı katkıyla yargılayın” de! Sosyalizmin amacı, üretim araçları mülkiyetinin özel kişilerden alınarak toplumsallaştırılması, işçi sınıfının iktidarıyla bunu güvenceye alması, bütün insanların (bazılarının ya da bir zümrenin değil) refah ve mutluluğunun sağlanması, sınıfsal farklılıkların sınıfların kendileriyle birlikte silinmesidir. Sosyalizm, salt bir üretim artırma ve kalkınma değil, üretimin ve üretici güçlerin gelişmesiyle üretim ilişkileri arasındaki uygunluğun her aşamada düzenlenmesi , toplumsal zenginlik ve refahın onu üreten emekçilere yansıtılması, ait olması demektir. Çin’in özellikle Deng’ten sonraki hedefi ve gelişimi, hedefleri bunlardan başka bir şey olamayacak olan sosyalizm doğrultusunda değil, aksine emeğin sömürüsü, yeni milyarderler yaratma ve sermaye birikimi yoluyla “modern kapitalist bir ülke” olarak diğer emperyalistlerin önüne geçmeye yönelikti.
Doğu sahiline dizilmiş büyük kentlerde (900 milyonun yaşadığı kırsal alanlar hariç) yabancı sermayeye sağlanmış devasa olanaklar ve kölelik koşullarının bulunduğu serbest bölgelerdeki yoğun emek sömürüsü sayesinde, bu hedefin belli ölçülerde tutturulduğu söylenebilir. Ama kim, bu düpedüz kapitalist uygulamaları sosyalizm etiketi ile pazarlamaya, “piyasa ekonomisi”yle halvet olmuş haliyle bir “sosyalizm” olarak sunmaya ve savunmaya kalkışırsa, o, sosyalizmi gözden düşüren, işçilerin bugünkü sömürüsünü meşrulaştıran ve emperyalistlerin değirmenine su taşıyan bir globalizm yardakçısı olmaktan öteye gidemez.
ÇİN KAPİTALİZMİYLE SB’DEKİ NEP AYNI ŞEY MİDİR?
Çin’de kapitalizminin kat ettiği mesafeyi‚ “geçici bir geri adım” olarak görenler ve Ekim Devrimi sonrası uygulanan NEP dönemi politikalarıyla karıştırıp aynılaştıranlar da var.
Kaldı ki, Çinli teorisyenlerin kendileri bile, Sovyetler Birliği’ndeki NEP’in geçici oluşunu ve NEP’ten sosyalist planlı ekonomiye geçilmesini eleştirerek (kaldı ki, NEP’in kendisi de planlı ekonomiden bağışık bir şey değildi); Çin’in izlediği yol türünden sürekli bir kapitalizmi önererek‚ ‘serbest piyasa ekonomisi’ni savunmaktadırlar.
Çin yönetiminin uyguladığı kapitalist politikalar, Rusya’daki NEP dönemine özgü birkaç yıllık geçici uygulamalar mıdır? Rusya’da NEP’in (Yeni Ekonomik Politika) uygulandığı koşullar nasıldı, NEP’e niçin ihtiyaç duyuldu?
Her şeyden önce, NEP, sosyalizme geçişte “burjuva çıbanı, yok etmek amacıyla olgunlaştırmayı hedefliyor”du.
Çin’de, devrimden sonra, 50 yılı aşkındır uygulanan politikanın sonuçları ise, bir avuç kapitalistin zenginleşmesi ve yüz milyonların yoksullaşması oldu.
Savaş komünizmi olarak bilinen, iç savaş döneminde Batılı emperyalistlerin desteğindeki Beyaz Ordu’nun Kızılordu tarafından yenilgiye uğratıldığı süreç, üretici güçlerin de yoğun tahribata uğradığı bir dönemdi. Düşman yenilmekle birlikte, yokluk ve kıtlıklar, dış kaynaklı kışkırtmaları hazırlıyordu. Kronştad kenti, bir ayaklanmayla karşı devrimcilerin eline geçiyor, ancak kızıl birliklerin cepheden karşı bir taarruzu sonucu geri alınıyordu. Bolşevik Parti MK’nde Troçkistler ve ‘sol komünistler’ karşı çıkmasına rağmen, hakim görüş; günün en önemli görevinin sanayii canlandırmak olduğu yönündeydi. İşçi sınıfını ve sendikaları bu işe çekmedikçe de sanayi canlanamazdı. Köylülüğün şehirlere gıda yardımı sağlamasına gereksinim vardı. Bu, savaş komünizmi dönemindeki gibi zoralımlarla artık yürümüyordu. Parti Kongresi, teslim yükümlülüğünden ayni vergiye geçişe yönelik olarak, Yeni Ekonomik Politika’ya NEP) geçiş için kararlar aldı. Artık, vergi tutarı ürün olarak alındıktan sonra kalan bütün ürün köylülerin tasarrufuna bırakılıyor, bu ürün fazlasıyla köylünün özgür ticaret yapması güvenceye kavuşuyordu. Lenin bu konuda verdiği raporda, ticaret özgürlüğünün ilk başta kapitalizmin belli bir ölçüde canlanmasına yol açacağını ve özel girişimcilerin işletme açmasına izin vermek gerekeceğini belirtiyordu. Ayrıca, ticaret özgürlüğü köylüler için bir teşvik etkeni olacak, onların emek üretkenliğini artıracak, bu temel üzerinde devlet sanayii restore edilecek ve özel sermayenin yerinden edileceği güç ve kaynak biriktirildikten sonra, güçlü bir sanayi –bu sosyalizmin ekonomik temelidir– yaratılabilecekti. Ondan sonra nihai saldırıya geçip, devlet kapitalizmiyle birlikte ülkede kapitalizmin kalıntıları da ortadan kaldırılacaktı. Aslında bu taktik, savaş komünizmi döneminde kapitalist unsurlara cepheden saldırmakta fazla ileri giden ve üssüyle bağlarını koparan “ordu”yu toparlamak için biraz geri çekmek ve yeniden saldırıya geçmek için kalenin kuşatılması anlamına geliyordu. Nitekim bu dönem kısa sürmüştü. 11. Parti Kongresi’nde Lenin, NEP’in yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra, “geri çekilmenin sona erdiğini” açıkladı, “özel sermayeye karşı taarruza hazırlanın” şiarını attı. (6) Ardından Stalin birkaç yıl içinde NEP’in sona erdiğini açıkladı.
Kısa süreli olarak uygulanan ve hedefi burjuvaziyi ortadan kaldırmak ve sosyalizmi güçlendirmek olan, temel bazı üretim araçları toplumsallaştırılarak toprakların, bankalar ve dış ticaretin ulusallaştırıldığı, toprağın alım ve satımının yasaklandığı Rusya koşullarındaki uygulama ile özel teşebbüsün baştan beri serbest bırakıldığı ve “burjuvazinin sosyalizmle bütünleştirilmesi”nin amaçlandığı Çin’de, 50 yıldan uzun süredir, adım adım kapitalist reformları da uygulayarak, var olan devlet mülkiyetini ve kitlelerin sosyal haklarını yabancı sermaye ve yerli kapitalistlere peşkeş çeken IMF reçeteleri benzeri tedbirlerle önü açılan kapitalizmi aynılaştırmak; alıklık ve teori bilmezliğin ötesinde, emekçileri bilinçli olarak kapitalizme yedeklemek, onların sosyalizme duydukları sempatiyi istismar etmek anlamına gelmektedir.
Bazı Çin hayranları, kapitalizmi sosyalizm olarak pazarlama işini, tekelci devlet kapitalizmi ile sosyalizmi aynılaştırmak üzerinden yapmaktadır. Çin’de mülkiyetin çoğunluğunun halen kamuda olduğu örneği veriliyor. Türkiye Başbakanı Tansu Çiller de, bir dönem Türkiye’deki KİT özelleştirmeleri ve peşkeşlerini mazur göstermek, kitleleri anti-komünizm üzerinden partisine yedeklemek için‚”sosyalizmi yıkıyoruz” demişti. Bazılarının da, aynı özelleştirmeleri, yabancı sermayeye satışlar ve girilen ortaklıkları, serbest bölgelerdeki kolaylıkları ve işçi sömürüsünü, “mülkiyetin çoğu devlette ve toprak yabancılara satılmıyor”, yapılan “sosyalist inşa”dır, “sosyalizm kuruluyor” diyerek çarpıtması, “solu yedeklemeye çalışması” tarihin garip bir cilvesidir. Sosyalizm yıkıcısı ve sözde kurucusu globalcilerin aynı “devlet mülkiyeti ölçütü”nü baz almakta birleşmeleri; sadece, onların aynı soydan sermayenin demagojik şarlatanları olduğunu gösterir.
Sosyalizm ile kapitalizmi ayıran ölçüt, üretim araçlarının devlette mi, yoksa bireylerde mi olduğu değildir. Sosyalizmin niteliğini belirleyen; üretim araçlarının kolektifleştirilmesi temelinde artı-değer sömürüsüne son verilmesi, burjuvazinin mülksüzleştirilmesi ve toplumsal üretimin kar amaçlı değil, ama emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve refahlarının durmaksızın artırılmasına yönelik olmasıdır. Devlet sektörünün olanaklarından yararlanarak kapitalizmi geliştirme politikası, tekelci devlet kapitalizmi uygulaması olarak da bilinir. Özel mülkiyet temelinde devletin de kapitalist gelişme doğrultusunda bir araç kullanıldığı ve artı-değer sömürüsüne katıldığı bu sistemi “piyasa sosyalizmi” olarak adlandırmak, işçi hareketi ve sosyalizmin tarihinde daima reformist ve revizyonislerin işi oldu. Ama ister uzun bir NEP dönemi olarak, isterse sektörel bazda kamu sektörünün varlığı ve ağırlığı gösterilerek savunulsun, Çin kapitalizmini sosyalist etiket altında pazarlama çabası olgular tarafından boşa çıkarılmaktadır. Bugün Çin’de, son açıklanan rakamlara göre, satışları yönünden en büyük 500 şirketin 220’si, yani yarısından azı devlet sermayeli şirket konumundadır. Devlet sermayeli şirketlerde de önemli ölçülerde yabancı sermayenin varlığı ve ortaklıklar yoluyla başka kapitalistlerin de hisse sahibi olduğu unutulmamalıdır. ( 7)
ÇİN’DE VE ÇKP’DE MUHALEFET VE İKTİDAR MÜCADELESİ VAR MI?
Bugün ÇKP içinde bir sınıf mücadelesi olduğu ve Leninist güçlerin partide egemenlik kuracağını iddia eden görüşler hala var olmaya devam etmektedir.
Kuşkusuz kapitalist yolda ilerlemeye karşı çıkışla ilgisiz olarak, Deng’in belirlediği “bu yüzyılın 30 ve 50’li yıllarında Çin’in süper bir güç olarak dünya kapitalizmine liderlik yapabilmesi” stratejik hedefi kapsamında izlenen sancılı yolun taktikleri konusunda farklı görüşler olabilir, olacaktır da..
ÇKP içinde, Mao’nun da açıkladığı gibi, çeşitli sınıfların temsilcileri ve hizip savaşları hep var olmuştur. Milyonlarca küçük burjuvanın parti bünyesinde olduğunu Mao da belirtiyordu. Hızla ilerlemiş olan dışa açılma ve vahşi kapitalistleşme sürecinde türeyen yeni zengin “genç” tabaka ÇKP bünyesinde bulunmakla birlikte, bunların konumuna resmiyet kazandırılması 16. Kongre’de‚ “üç temsil ilkesi”nin tüzüğe geçirilmesiyle gerçekleşti. Üç temsil ilkesi, önümüzdeki dönemde ÇKP’nin sorumluluklarını belirtmek anlamına da geliyordu. Bu formülasyona göre; “ÇKP, halkın çıkarlarını, ileri kültürünü ve ilerici üretici güçleri” temsil ediyormuş. 16. Kongre, bu ilkeleri tüzüğü geçirdi. Tüzükte ayrıca, “kılavuzun, Marksizm-Leninizm, Mao Zedung Düşüncesi, Den Siao Ping Düşüncesi ve üç temsil düşüncesi olduğu” da kaydedildi. Bu tüzük değişikliğiyle, kapitalistlerin ve kapitalist işletmelerin yöneticilerinin de partiye üye olmasının yolu resmi olarak açıldı. Açıkça söylenmese de, “ilerici üretici güçlerin temsili”nden kasıt , kapitalistlerin ÇKP’de ve onun organlarında görev alabilmesi demekti.
Geçmişte Forbes dergisi, Çin’in en zengin 100 kişisinin dörtte birinin ÇKP üyesi milyarderler olduğunu yazmıştı. Öldürülme korkusundan ötürü adı bilinmese ve fazla ön plana çıkmasalar da, bu zenginlerin profiliyle ilgili olarak, Çin yönetimi de bazen anketler yayınlamaktadır.
12 Ocak 2006’da, Sinomonitor’un, 12 büyük Çin kentinde, yeni zengin olan 10.000 kişiye yollayarak yaptırdığı Çin’in yeni zenginlerinin durumunu gösteren bir anketin sonuçlarını Pekin Youth Daily yayınladı. Buna göre, 18-45 yaş dilimleri arasındaki bu yeni zengin tabaka, kendi içinde, tüketme eğilimleri ve kapasitesine göre üç katman ve %60’ı 1970 doğumlu. Araba zevkleri, finans ve turizm gibi tüketim eğilimleri farklı olan bu zenginlerin yıllık hane halkı gelirleri, 80.000 ile 8 milyon Yuan arasında (yani yaklaşık 10.000 ile 1 milyon ABD doları). En üsteki %4’lük dilimin yıllık hane halkı ortalama geliri ise, 400.000-1.000.000 Yuan arasında değişiyor. Ortadaki %15’lik kesim, 200.000-4000.000 Yuan; geri kalan %81’lik kesim ise 80.000-200.000 yuanlık gelire sahipler.
Bunlar, Çin’deki sınıfsal bölünmenin hızlandığını gösteren resmi veriler. Ayrıca hizmet sektörünün payının genişlemesi, şehirlerde küçük üretim, orta ölçekli işletmeler ve kayıt-dışı sektördeki istihdamın yoğunluğu (bunlar son zamanlarda istatistiklere de alınmaya başladı), ara sınıf ve tabakaların da gelişmeye başladığını göstermektedir. Ayrıca toplam 740 milyon işçinin 250 milyonu kentlerde, 490 milyonu kırsal alanda çalışmaktadır. Resmi olarak bildirilen 8.1 milyon şehir işsizliğine, birkaç yüz milyon da kırsal işsizlik eklenmelidir. Toplumsal sınıflar arasındaki çelişkilerin keskinleştiği Çin’de, bu çelişkilerin 69 milyon üyeye sahip ÇKP bünyesine, klikler arası çelişki ve çatışmalara, yönetime gelme plan ve hesaplarına yansımaması zaten eşyanın doğasına aykırı bir durum olur. Aslında‚ “üç temsil ilkesi”yle yeni zenginlerin, burjuvazinin partideki durumunun meşrulaştırılması olgusu, bu çelişki ve çatışmaların, giderek daha çok tekeller ve süper zenginler lehine çözüldüğünü göstermektedir.
Ama gerçek muhalefet, parti dışı muhalefet odağı olarak, tehlikeli bir biçimde gelişen ve bu nedenle olası bir patlamanın başlatıcısı olacağı gibi, kaos ya da devrim yolunu da açacak olan, kendiliğinden işçi eylemleridir. Ayrıca Falungong gibi dinsel motifli ama politik amaçlı, emperyalistlerin güdümünde geliştirilen ve yedekte tutulan muhalif hareketleri de unutmamak gerekir. Her şeyin kontrolünü tekelinde tutan bürokratik-otokratik ÇKP aygıtı; kendi bünyevi bozuşması sonucu bir zaafiyete düşmezse, ülkede bir otorite boşluğu şimdilik yaşanmayacaktır. ÇKP’nin yerini dolduracak alternatif örgütlü bir muhalif odağın ise kısa sürede serpilip gelişmesi olası görünmüyor. Bu nedenle, bazı Maocu partilerin ileri sürdüğü(8) Çin’de iktidara oynayan üç ayrı muhalefet odağı olduğu görüşü abartılı ve spekülatiftir.
Fakat, kapitalizmin bu azgın gelişme düzeyi ve gidişatıyla derin sınıfsal bölünmenin, farklı bir kültür ve düşünceleri besleyeceği ve Batının salt sermaye egemenliği ile yetinmeyeceği açık ve öngörülebilir bir şeydir. ÇKP yetkilileri, Gorbaçov sonrası Rusya’nın içine düştüğü durumdan ders almışa benziyor; bürokratik aygıta daha sıkı sarılıyor, kitlesel hareketlere karşı önceden ve çok yönlü önlemler geliştiriyor. Ama bunlara rağmen, ÇKP ve propagandif aygıtının, kapitalizme örtü olan “biçimsel sol” söylemini ve tek parti tekelini sürdürmesi de zor görünüyor. Yeniden bir halk devrimi olmadığı koşullarda, ÇKP, ya bir bütün olarak sosyal demokrat partiye dönüşecek ve bunu ilan edecek ya da başka güçleri hazırlayarak yerini onlara terk edecektir.
SONUÇ OLARAK
Çin’de olup bitenler ve Deng ve ardıllarının sınırsız “dışa açılma” politikasının Çin’i sürüklediği yer de çok açıktır. Kapitalizmin bugünkü gelişimi, yabancı sermayeye satılan işletmeler ve dünyanın üretim üssünü oluşturma konumuyla, serbest bölgelerde yapılan ülke üretimin %70’ine ve artı-değerin önemli bir bölümüne el koyan yabancı sermayenin varlığı ve sömürüsünün sosyalizmle bir alakası olabilir mi?
Çin’de, devrim sonrasında, elverişli iç ve dış koşullara karşın, devrimin sürekli kılınarak sosyalizme geçiş sağlanamamış, Mao’nun ölümünden sonra da, Deng tarafından kesintisiz bir hatla emperyalizme bağlanmıştı. Deng’in halefleri olan yeni yöneticiler tarafından ise, bu gidişat hızlandırıldı. Kısacası, sosyalist bir sistemin bozuşması ya da yıkılışından dolayı kapitalizme bir geri dönüş olmadığı gibi, Çin, ilk önce NEP benzeri bir ekonomik gelişme dönemi izleyerek sosyalist inşanın önünü açan ve sosyalizme yönelen bir ülke konumunda da olmadı. Kendi deyimleriyle “%60 pazar ekonomisi olan Çin”i “sosyalist piyasa ekonomisi” olarak görmek; Gorbaçov sonrası yörüngeden çıkmış, sosyalizmden ve devrimden umudunu kesmiş bazı “sosyalist” partiler açısından, açıktır ki, bir can simidi olma özelliği bile taşımamaktadır. Ve bugünden görünen ve anlaşılması gereken gerçek, Çin’de bir sosyalizmin, ancak ve ancak yeni bir devrime bağlı olarak gündeme geleceğidir.
Dipnotlar
(1) Peoples Daily (Halkın Günlüğü)’den: Kurulan bu akademinin başkanlığını, “Deng Xiao Ping teorisi” konusunda uzman olan CASS Başkan yardımcısı Leng Roug yapmaktadır.
(2) Pravda (07.11.2002)
(3) Deng Siao Ping, Seçme Eserler, İtalyan Komünist Partisi liderleri Reto Zangheri ve Leonilde Jotti ile görüşmeden.
(4) Deng Siao Ping, Seçme Eserler, Japon Liberal Demokratik Parti Başkan Yardımcısı Sasumu Nikaido ile görüşmeden: “Reform, Çin’in ikinci devrimidir”, 28 Mart 1985.
(5) Deng Siao Ping, Seçme Eserler, Tarımdan sorumlu bölümler ile, Devlet Ekonomik Komisyonu, Devlet Planlama Komisyonu yöneticileriyle yapılan konuşmadan.
(6) Bolşevik Parti Tarihi, sf . 293, İnter Yayınları
(7) Peoples Daily ( 20 Ağustos 2006)
(8) Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist) Kızıl Bayrak’ın elektronik posta yayın organı Red Flag News’in 4 Aralık 2002 tarihli sayısında, Çin muhalefeti üzerine şunlar söyleniyor: “Önderliğin kapitalist yolcular tarafından ele geçirilmesinden sonra, Çin’de, birincisi bizzat kapitalist yola karşı, ikincisi, kapitalist yolu yavaşlatmak için ve üçüncüsü, Batı burjuva demokrasisini tamamen ve açıkça kucaklamak için üç mücadele biçiminin yürümekte olduğu bir sır değildir. 1989’daki Tienanmen Meydanı olayı, emperyalist güçlerin gizli ve açık desteğiyle bu üçüncü kesim tarafından düzenlenmişti. Birinci pozisyonu savunan muhalefet vahşice bastırılıyor ve dışarıda sesini duyurmasına izin verilmiyor.”