Kapitalizm, Büyüme ve İstihdam Üzerine

İktidar ve burjuva basını 2001’den beri gayrisafi yurtiçi hâsıla (GSYİH) yıllık artışının genel eğilimine kıyasla yüksekçe seyretmesini memnuniyetle karşılamakta, bunu iktisat politikalarının isabetine yormaktadır. Uygulanan politikalara eleştirel yaklaşanlar, cari açığın seyrine ve yüksek işsizlik oranına dikkat çekmektedir. Bu yazıda, GSYİH artışı ile istihdam ve işsizlik bağlantısını irdeleyeceğiz.

BÜYÜME VE İSTİHDAM

Gayrisafi yurtiçi hâsıla, ülkede üretilen tüketim ve yatırım mallarının, tüketim ve yatırımda kullanılan hizmetlerin toplam değeridir. Kapitalist ekonomi kesintisiz sermaye biriktirme güdüsü ile işlediğinden, normalde bu toplam değer, toplumun ihtiyaçlarının artışından bağımsız olarak, devamlı artar. Sermayedarlar sürekli daha çok mal ve hizmet üretip satmağa çalışır.

GSYİH artışına ‘ekonominin büyümesi’ denir. Bu tâbir aslında yerinde değildir. Ekonominin gerçek büyümesi, üretimin değil, üretim kapasitesinin büyümesi olmak gerekir. Üretme kapasitesi, nüfus artışı, nüfusun üretme becerilerinin artması ve üretim araçları stokunun artması ile gerçekleşir.

Ekonomide üretim potansiyeli devamlı artar, ama kapitalizmde bu potansiyel daima tam kullanılamaz, kullanılmaz. Çünkü mallara ve hizmetlere yapılan harcamaların (tüketim, yatırım, ihracat) toplamı bazan artar, bazan azalır. Bu toplam harcamadaki artma azalma hareketlerine konjonktür dalgalanmaları denir. ABD, Japonya gibi büyük ekonomilerde konjonktürü sürükleyen başlıca etken, sermayedarların sürü psikolojisi içinde iyimserleşip yatırımları artırması, veya (yine sürü psikolojisi içinde) kötümserleşip yatırımları azaltmasıdır. Sermayedarlar yatırım harcamalarını artırdığında, istihdam artar; istihdam artınca, tüketim artar. Sermayedarlar yatırım harcamalarını azalttığında, istihdam azalır; tüketim de azalır. Özel tüketim ve yatırım harcamalarını başka olaylar (örneğin devalüasyon, borsa buhranı vs.) de etkiler. Devletin cari ve yatırım harcamaları da, toplam harcamalara dâhildir ve üretim kapasitesinin kullanılmasına katkı yapar.

Tüketim ve yatırım mallarına ve hizmetlere yapılan harcamaların artışı hız kestiğinde veya bu harcamalar azaldığında, sermayedarlar üretimi kısar. İşçiler işsiz kalır, kapasite kullanma oranı düşer, üretim araçları atıl kalır. Daralma, dalga dalga, esnafın, üretici köylünün gelirlerine yansır. GSYİH artışı bu şekilde yavaşladığı, durduğu veya azaldığında, ekonomi bunalıma girer, emekçiler yoksullaşır.

GSYİH ne kadar yüksek oranda artar ise, istihdamın da o ölçüde artması beklenir. Ayrıca, istihdam hızla artıp işsizlik azaldığında, işçilerin patronlardan daha yüksek ücret koparması kolaylaşır. Bu sebeple, GSYİH artışının sermayedarlara iki zıt etkisi vardır. Bir yandan üretim artışı sermayedarların kâr etmelerini ve sermaye biriktirmelerini kolaylaştırırken, istihdam artışı, işçilerin pazarlık gücünü artırmak gibi, sermayedarlar için sakıncalı bir netice de vermektedir.

 

MERKEZ ÜLKELERİNDE İSTİHDAM POLİTİKASI

20. yüzyılda, Sovyetler Birliği’nde ve başka ülkelerde sosyalizmin inşa edildiği dönemde, o ülkelerde işsizlik diye bir sorun, işsizlik diye bir olay yoktu. Ayrıca, toplumun bütün temel ihtiyaçları (sağlık, eğitim, kültür, barınma), her şeyden önce eşitlik ve ihtiyaç, bir ölçüde de liyakat ilkelerine göre karşılanmakta, nicelik ve nitelik olarak devamlı iyileşmekte idi. Bu dönemde, sosyalizm seçeneğinin baskısı altında, kapitalist âlemin merkez ülkelerinde sermayedarlar, kendi ülkelerinde tam istihdamı hedefleyen iktisat politikaları ve sosyal devlet politikaları uygulamaya mecbur kaldı. Devlet, maliye (vergi, sübvansiyon) politika araçları ve para (faiz, para arzı) politika araçlarıyla yatırım ve tüketim harcamalarını etkileyerek, işsizliği asgari seviyede tutma siyaseti güttü.

Ancak 20. yüzyılın son yirmi-otuz yılında SSCB’de bilinen içten çöküşle kapitalizm bu ülkelerde yeniden ihya olunca, eski kapitalist âlemde de işçi sınıfının süngüsü düştü. Burjuva sınıfının sosyalizmin insan tabiatına aykırı olduğu propagandasının etkisi arttı. Kapitalist âlemde, burjuva sınıfları, neoliberalizm denilen emekçi düşmanı bir sürü sav ile işçilere karşı hasmane harekete geçti.

Burjuva sınıfının işçi sınıfına saldırısında bir hamlesi, makroiktisadî politika alanında oldu; burjuva siyasetçiler, tam istihdam hedefine sırt çevirdi. Bu çerçevede tam istihdamın tanımını değiştirdiler. 1945’ten 1970’lere kadar, tam istihdam hedefi, işsizlik oranını mümkün mertebe (pratikte en fazla yüzde iki-üç gibi rakamlara) düşürmek olarak anlaşılmakta idi. Oysa 1970’ten sonra, tam istihdamı, reel ücretlerin artmağa başladığı azamî istihdam seviyesi olarak tanımlamak yaygınlaştı. Şimdi ders kitaplarında, iktisat öğrencilerine tam istihdam kavramı böyle öğretilmektedir. Bir merkez ülkesinde, işsizlik oranı meselâ yüzde 8’den 7 düştüğünde, reel ücretlerde bir artma eğilimi baş gösterse, burjuva uzmanları derhal, ekonominin yüzde 7 işsizlik ile ‘tam istihdama’ ulaştığını; devletin GSYİH ve istihdam artışını yavaşlatacak politikalar uygulaması gerektiğini telkin etmeğe başlamaktadır. Devlet de maliye ve para politikasını ona göre ayarlamakta; istihdamın artmasını, işsizliğin azalmasını yavaşlatmaktadır. Özetle, merkez ülkelerde burjuva sınıfı, işçilerin ücretlerini kontrol etmek üzere, işsizliği ayarlayan bir makroiktisadî politika benimsedi.

İşçi sınıfının ideolojik ve siyasî zaafından yararlanan burjuva sınıfı, işçi çalıştırmayı daha kazançlı hâle getirmek için istihdam ilişkilerini de esnekleştirmeye girişti. Burjuvalar, hem merkez hem de çevre ülkelerinde, işçiyi işe alma ve işten çıkarma şartlarını kolaylaştırdı; patronun işçiye işyerinde her türlü görevi verme yetkisini genişletti; patronun mesai saatlerini ve sürelerini değiştirme yetkisini artırdı.

Buna ilâveten, merkez ülkelerinde sermayedarlar, işgücü maliyetlerini azaltmak ve işçi sınıfını disiplin altına almak için, üretimin çeşitli aşamalarını, ücretlerin düşük olduğu çevre ülkelerine kaydırmaya girişti. Teknolojik yeniliklerin iletişimi ve taşımacılığı hızlandırması ve ucuzlatması, merkez ülke şirketleri bakımından, bazı ara mallarını, yarı mamullerini başka ülkelerden ithal etmeyi ve başka ülkelerdeki ‘tedarikçiler’e fason siparişler vererek haricî üretim ağları örmeyi kolaylaştırdı. Merkez ülke şirketlerinin az gelişmiş ülke şirketleri ile üretim ağları kurabilmesi için ticaretin serbestleştirilmesi gerekiyordu. Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü bu serbestleştirmeyi sağladı. Ayrıca merkez ülke şirketlerinin, az gelişmiş ülkelerde doğrudan yabancı yatırım yapabilmek için kârlarını serbestçe ülkeden ülkeye transfer edebilmesi gerekiyordu. Bu imkânı da, yine ‘uluslararası’ örgütler, sermaye hareketlerini serbestleştirme ve dönüştürülebilme (konvertibilite) politikalarını telkin ederek sağladı.

Merkez ülkelerde uygulanan istihdamı esnekleştirme politikası sonucunda, GSYİH ile istihdam arasındaki bağ zayıfladı. Bu ülkelerde, GSYİH arttığı dönemlerde, artık istihdam eskisi gibi artmamaktadır. Mallarına talep arttığında, firmalar, yeni işçi almadan, işçilerini daha yoğun çalıştırmakta ya da başka ülkelerden fason siparişlerini artırmaktadır.

TÜRKİYE’DE İSTİHDAM SORUNU

Türkiye gibi, 16. yüzyılda başlayan bir süreçle kapitalist sistemin çevre ekonomisine dönüşmüş bir ülkede, istihdamı ve işsizliği belirleyen etkenler, merkez ülkelerdekinden farklıdır.

Bir kere, kapitalist sistem oluştuğundan beri, çevre ülkelerinde GSYİH hareketleri, kendi sermayedarlarının yatırım psikolojilerinin ve devletin iktisat politikalarının yanısıra, merkez ülkelerin konjonktüründen çok etkilenir. Çevre ülkeleri, merkez ülkelerine ticaret bağları ile bağımlıdır. Merkez ülkelerinde GSYİH artıyorsa, çevre ülkelerinde de, genel olarak ihracat artar ve iktisadî genişleme görülür. Merkez ülkelerinde iktisadî durgunluk veya daralma (GSYİH artış yavaşlaması, durması veya azalması) vuku bulduğunda, ithalâtları azalınca, çevre ülkelerinin de ihracatı azalır ve onlarda da iktisadî hayat durgunlaşır.

İstihdamda da, merkez ülkeleriyle çevre ülkeleri arasında bir fark vardır. Merkez ülkelerinde tarımda çalışan nüfus azdır ve kırsalda atıl işgücü yok denecek kadar azdır. Buna mukabil, çevre ekonomilerinde, kırsalda, kendi gıdasını üretip ürünün bir kısımını satan üreticiler çoktur. Çevre ülkelerinde, tarımdaki bu küçük üretici nüfusu, ailenin üretim faaliyetine katılan, ama aslında atıl olan (yani katılmasalar üretimin aksamayacağı) bir ‘gizli işsiz’ kitlesi barındırmaktadır.

Çevre ülkelerde, kentlerde de işsizlik gizlenebilmektedir. Bazı merkez ülkelerde görülen işsizlik yardım kurumu çevre ülkelerinde bulunmadığından, beriki ülkelerde kentlerde iş bulamayan insanlar, kendi başlarına kayıt dışı küçük ticaret ve sair hizmetler yaparak geçimlerini sağlamaya mecbur kalmaktadır. Bu hizmetler (seyyar satıcılık vs.), aslında toplumsal üretime ve refaha bir şey katmamakta; sadece, kişinin GSYİH’dan cüzi bir pay almasını temin etmektedir. Ama kişi çalışır göründüğü için, işsizliğin gerçek boyutunu gizlemektedir (bu sebeple, ‘gizli işsizlik’ denmektedir). Bu sorunlar, Türkiye’de de görülmektedir.

Sosyalizm ile kapitalizmin mücadele ettiği dönemde, Türkiye’de, 1930’lardan 1980’lere kadar süren iç piyasalara dönük sanayileşme, kırdaki fazla nüfusu, yavaş yavaş kamu sektöründe ve özel sektörde sanayie ve hizmetlere çekti. Çeşitli tarımsal destekleme politikaları da, köyden kente göçü kontrol altında tutmaya yaradı.

Kırdaki tarımsal faaliyetten kente göç süreci, kadınların işgücüne katılma oranını etkilemektedir. İşgücüne katılma oranı, işgücünün çalışma çağındaki nüfusa (15 yaş ve üzeri nüfusa) oranıdır. İşgücü ise, bir işte çalışanların, ve çalışmamakta olup, aktif olarak iş arayanların (işsizlerin) toplamıdır. İşgücüne katılmayanların içinde, ev kadınları, öğrenciler, rantiyeler, özürlüler gibi gruplar yer almaktadır.

Köylerde tarımla geçinen ailelerde, kadınlar, ‘ücretsiz aile işçisi’ tanımı kapsamında, işgücü içinde görünmektedir. Köylü aileleri şehre göçünce, bu kadınların bir kısmı başkasının işyerinde çalışmak istemediklerinden (veya eşleri izin vermediğinden), iktisaden faal olmayan gruba geçmektedir. 1. tabloda görülen, kadınların işgücüne katılma oranının azalmasının bir etkeni, bu göç etkisidir. Buna ilâveten, hem erkeklerin hem de kadınların katılma oranının azalmasının gerisinde, (1) daha ileri yaşa kadar okula gitme, ve (2) işsiz kadın ve erkeklerin iş bulma ümidini yitirerek iş aramaktan vazgeçmesi sebebiyle, ‘iktisaden faal olmayan gruba’ dâhil edilmesi gibi etkenler de vardır. Elde, bu etkenleri ayırt etmeye yarayacak veri mevcut değildir. İş bulma ümidini yitirdiği için işgücünden çekilme olayı, işsizlik faciasının gerçek boyutunu gizlemesi bakımından önemlidir.

Birinci tablodaki işgücüne katılma oranları, diğer çevre ülkelerin rakamlarından çok farklı değildir. Merkez ülkelerdeki işgücüne katılma oranları, bizdeki rakamlardan daha yüksektir. Bir OECD tablosunda, 1999 yılında, Türkiye’nin toplam (erkek-kadın) işgücüne katılma oranı yüzde 56, Avrupa Birliği’nde yüzde 69, ABD’de yüzde 67, Fransa’da 69, Almanya’da 74, Norveç, Danimarka ve Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 80 olarak gösterilmektedir. Bu ülkelerde işsizliği gizleyen mekanizmalar yoktur ve kadınlar işgücüne daha büyük oranda katılmaktadır.

1980’lerde, başka çevre ülkelerinde de, Türkiye’de de, burjuvalar, işçileri daha ucuza çalıştırmak amacıyla yeni politikalar yürürlüğe koydu. Birincisi, kamu sektöründe istihdamı azaltmaktır (KİT’leri özelleştirme, kamu sektöründe kadroları tasfiye etme). İkincisi, burjuva sınıfının tarımsal destekleme siyasetine son vermesidir. Bu, hem genel bütçeden emekçilerden yana bir harcama türünü tasfiye etmekte, hem de köylüyü şehirlere göçmeğe zorlayarak, işgücü piyasasında arzı şişirmektedir. Bu politikalar, işgücü arzını artırıp, işsizlik baskısıyla ücretleri bastırmayı amaçlamaktadır.

 

1. Tablo

İşgücüne katılma oranı (yüzde)

1955

1960

1965

1970

1975

1980

1985

1990

1995

2000

2005

Erkek

95

94

92

79

81

80

78

78

72

74

72

Kadın

72

65

57

50

47

46

44

43

29

27

25

Kaynak. DİE İstatistik Yıllığı (çeşitli yıllar)

Açıklama: 1955, 1960, 1965 ve 2000 yıllarında çalışma yaşı 15 yaş ve üzeri, diğer yıllarda 12 yaş ve üzeri olarak alınmıştır. Bu sebeple, 1965’ten 1970’e ve 1995’ten 2000’e geçişte tanım değişmesinin etkisi vardır.

Neoliberal söyleme, yani burjuva sınıfının yeni ağzına göre, devletin kamu yatırımlarını ve kamuda istihdamı azaltması, yerli ve yabancı özel sektörün faaliyetlerinin önünü açacak, özel yatırımlar artacak ve özel sektör işsizleri istihdam edecekti. Bunun yanısıra, ihracata dayalı büyüme politikası ile, Türkiye, çok işgücü kullanılan (‘emek yoğun’) imalât sanayii iş kollarında rekabet gücünü kullanarak, istihdamı bu alanlarda geliştirecekti. Ne var ki, yerli özel sektör, 1980 sonrası tarımsal politika değişikliğinin, kamu istihdam politikası değişikliğinin, kamu yatırım politikası değişikliğinin istihdam üzerinde olumsuz etkilerini bertaraf edecek bir yatırım hamlesi gerçekleştirmedi. Gerçekleştirmesi, söz konusu olamazdı. Burjuva iktidarların ithalatı serbest bırakma politikası, faizi yüksek tutma politikası, esnek kur politikası, yerli özel sektör yatırımını teşvik eden bir ortam oluşturmamaktadır. Burjuva iktisatçıları yabancı sermaye yatırımlarına büyük ümitler bağlamasına rağmen, yabancı şirketler de, yatırım boşluğunu doldurmamıştır. İhracattan istihdam beklentisine gelince, kırsal kesimde atıl işgücü olan çok sayıda az gelişmiş ülke, aynı dönemde ihracata dayalı büyüme stratejisine başvurduğundan, sınaî mamul ihracatında rekabet edebilmek için, hepsi, birim işgücü maliyetini düşürme yarışına girdi.

Birim işgücü maliyeti, bir birim malda kullanılan emeğin (ücret) maliyetidir. Birim ücreti, ücreti (yevmiyeyi ya da saat ücretini) işçinin ortalama üretimine (günlük üretimine veya saatlik üretimine) bölerek bulunur. Birim işgücü maliyetini düşürmekteki maksat, üretim maliyetini azaltıp, fiyatı düşürmektir. Patron birim işgücü maliyetini yeterince düşürürse, elbette, kâr marjını da arttırabilir.

Birim işgücü maliyetini düşürmenin iki yolu vardır. Birincisi, ücreti azaltmaktır. İkincisi, işçinin ortalama üretimini (‘üretkenliği’ni veya ‘verimi’ni) artırmaktır. Üretkenliği artırmanın da iki yolu vardır. Biri, yatırım yaparak, işçiye, emeğinin verimini artıran, daha gelişmiş üretim araçları vererek çalıştırmaktır. İkincisi, işçiyi daha yoğun çalıştırmaktır ya da sabit ücretine yansıtmadan, mesaisini uzatmaktır.

İkinci tablo, Hazine Müsteşarlığı’nın sunduğu üretkenlik verilerini göstermektedir. Bu rakamlar, üretim değerini, yıl boyunca çalışan ortalama işçi sayısına bölerek; ve yıl boyunca çalışılan işçi-saate bölerek bulunmuştur. Her iki ölçü de, 2001 yılındaki duraklama hariç, sürekli bir artış göstermektedir. Bu artışın ne ölçüde yatırımdan, ne ölçüde işçilerin daha yoğun çalıştırılmasından kaynaklandığını tespit etmek mümkün değildir. Ancak 2003 yılında çıkan 4857 sayılı iş kanununun çalışma saatlerini esnekleştirerek ve taşeron işçiliği kurumlaştırarak, işçilerin daha yoğun sömürüsünü kolaylaştırdığı; imalât sanayiinde ve birçok hizmette işçilerin çok yoğun ve uzun çalıştırıldığı bilinmektedir.

İster yatırımla olsun, ister daha yoğun çalıştırarak olsun, işgücünün üretkenlik artışının üretimle istihdam arasındaki bağı zayıflattığı açıktır. Yani üretim artışı istihdama çok yansımamakta, işsizliği azaltmamaktadır. Üretkenlik artışı yatırımla gerçekleştiğinde, bunun istihdama olumsuz etkisine, ‘teknolojik işsizlik’ denmektedir.

 

2. Tablo

İmalât sanayiinde üretkenlik endeksi

 

1999

2000

2001

2002

2003

2004

2005

işçi başına

105.2

114.5

113.1

124.6

133.8

144.8

152.8

çalışılan saat başına

107.5

115.7

116.9

126.9

136.1

146.1

154.8

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı. Ekonomik göstergeler. Kaynakta temel yıl belirtilmemiştir.

Üçüncü tablo, bütün ekonomi çapında reel gayrisafi yurtiçi hâsıla artışı ile istihdamın kopuşunu göstermektedir. Reel gayrisafi yurtiçi hâsıla artışından kasıt, fiyat artış etkisini temizledikten sonra, kabaca fiziksel üretimin artışıdır. Sağdaki iki sütunda 2000, 2002’de ve 2003’te GSYİH reel olarak artmakta, buna mukabil istihdam azalmaktadır. Bu ters ilişkiyi kısmen o yıllarda (ikinci tabloda görülen) imalât sanayii verim artışları izah edebilir. Reel GSYİH artışının istihdam artışından kopmasının ikinci bir sebebi şu olabilir: Tarımda istihdam (göçle veya başka sebeplerle) azalmaktadır; ama tarımdan çekilen işgücünün bir kısmı, faal olmasına rağmen, aslında üretime katkı yapmayan atıl işgücü, yani tarımda gizli işsiz olabilir. Bu da, üretkenlik artışının yanısıra, toplam istihdam ile GSYİH’nin aksi yöndeki değişmesini izah eden ikinci bir etken olabilir.

Üçüncü tabloda, devletin, istihdamda göz yumduğu kanun çiğneme oranını resmen ölçtüğü rakamlar da görülmektedir. İstihdamın yarısından fazlası kayıt dışı görünmektedir. Türkiye İstatistik Kurumuna göre, 2006 başında, sektör istihdamı içinde kayıt dışı istihdam oranı, tarımda yüzde 85, tarım dışında yüzde 33 idi. Kentlerde yoğunlaşan sanayi ve hizmetlerde üç kişiden biri kayıt dışı istihdam edilmektedir ve devlet, kendi tespit ettiği bu yaygın kanun ihlâlini caydıracak tedbir almamaktadır. Bu rakamlar, bizatihi Türkiye’de siyasî iktidarın katışıksız sınıfsal karakterinin kanıtıdır.

Tarımdaki istihdam azalışı ile diğer sektörlerdeki istihdam artışını dördüncü tabloda görmek mümkündür. Tabloda ‘artış’ sütünları, beşer yıllık aralıklarla, biner kişi olarak, nüfus, 15 yaş ve üzerindeki nüfus, işgücü, istihdam ve işsiz artışlarını göstermektedir. Son sütun da, bunların 2005 yılı değerlerini yine bin kişi olarak göstermektedir. İşgücü, 1981’den 2005’e kadar 6.5 milyon artmış, bundan 5.5 milyon kişi iş bulabilmiş veya ‘iş kurmuştur’. Kalanı yedek işsizler ordusuna katılmıştır.

1981-2005 yıllarında tarımda ve madencilikte istihdamın azaldığı görülmektedir. Tarımdaki istihdam azalmasının 1996’dan sonra (yani, Türkiye’nin IMF’nin yakın takibi altına girdiği ve tarımsal destekleri tasfiye ettiği dönemde) hızlandığı görülmektedir. 24 yılda tarım ile madenciliğin istihdam azalmasını (2.5 milyonu) işgücü arz artışına eklersek, işsiz sayısının sabit kalması için, imalât sanayiinin, enerji sektörünün ve çeşitli hizmetlerin 1981-2005 yılları arasında 9.1 milyon kişiye yeni iş sahası açması gerektiği ortaya çıkar. Oysa tarım ve madencilik dışındaki sektörler 8.1 milyon kişiye yeni istihdam imkânı vermiştir. Kalan bir milyon kişi, işsiz kitlesine katılmıştır.

Tabloda, 1981-2005’de istihdam artışına en büyük katkıyı (3.1 milyonla) ticaret sektörünün yaptığı dikkati çekmektedir. Bu, toptan ve perakende ticarette, lokanta ve otellerde çalışanları kapsamaktadır. Perakende ticarete, seyyar satıcılardan ve pazar esnafından beyaz eşya satan mağaza çalışanlarına, mahalle bakkallarından yabancı perakende ticaret şirket (Metro, Carrefour vs.) işçilerine kadar, çok değişik ölçeklerde işletmelerin istihdamı girmektedir. Bu sektördeki tüm işletmelerin sunduğu hizmetlerin toplumun refahına katkısı tartışılabilir. Ticaret sektöründe, 2005 yılında çalışan 4.5 milyonluk kitlenin içinde gizli işsiz sayılabilecek önemli bir grubun olduğu tahmin edilebilir.

 

 

 

 

3. Tablo

Türkiye’de işgücü arzı, istihdam ve işsizlik

(bin kişi; oranlar yüzdedir)

15+ nüfus

işgücü arzı

istihdam

işsizler

Kayıt dışı istihdam

işgücüne katılma oranı

işsizlik oranı

GSYİH reel artış oranı

istihdam artış oranı

2000

46211

22032

21581

1497

49.2

6.5

7.36

-2.12

2001

47158

22269

21524

1967

48.7

8.4

-7.50

-0.26

2002

48041

23818

21354

2464

49.6

10.3

7.94

-0.79

2003

48912

23641

21147

2493

11025

48.3

10.5

5.79

-0.97

2004

49906

24289

21791

2498

11549

48.7

10.3

8.93

3.05

2005

50826

24565

22046

2520

11045

48.3

10.3

7.38

1.17

Kaynak. Türkiye İstatistik Kurumu, TCMB.

4. Tablo

İstihdam ve işsizlik verileri (bin kişi)

Artış

mevcut

1981-85

1986-90

1991-95

1996-00

2001-2005

1981-2005

2005

nüfus

5868

5897

5534

5683

4191

27173

71611

15 yaş ve büyüğü nüfus

1879

5036

4615

11530

50826

işgücü

914

2121

1241

792

1487

6555

24565

istihdam

1024

1775

1264

995

465

5523

22046

tarım

-123

396

-153

-1331

-1276

-2467

6493

madencilik

27

-31

-39

-72

37

-78

119

sanayi

290

299

288

611

446

1934

4084

elektrik gaz su

15

-33

88

-23

-12

35

79

inşaat

66

-75

334

126

-193

258

1171

ticaret

315

417

520

1100

730

3082

4547

ulaştırma

79

113

60

190

63

505

1131

malî kurumlar

30

38

64

227

162

521

871

diğer hizmetler

325

652

102

147

507

1733

3551

işsiz

-110

346

-23

-203

1022

1032

2519

Kaynak. Hazine Müsteşarlığı, Hazine Yıllığı. Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye İstatistik Yıllıkları

 

Tam örtüşmese de, gizli işsizlik sorununu, Türkiye İstatistik Kurumu, eksik istihdam kavramıyla ölçmeğe çalışmaktadır. Eksik istihdam, çalışmakta olup, iktisadî sebeplerle haftada 40 saatten az çalıştığı, ücretiyle geçinemediği ya da mesleğinde istihdam edilmediği için başka iş arayan ya da ikinci iş arayan insanlar olarak tanımlanmaktadır. Eksik istihdam durumundaki çalışanlarla işsizlerin toplamının işgücüne oranı, 2005 yılında, yüzde 13.6 idi. İstihdam sorunu yaşayan insanların oranını göstermesi bakımından, bu rakam, yüzde 10.3 işsizlik oranından daha anlamlıdır.

Bu noktaya kadar, Türkiye’de istihdamın ve işsizliğin genel eğilimlerine ve bazı etkenlerine değinildi. Yukarıda, çevre ekonomilerinde GSYİH artışının, ülkede verilen yatırım kararları ve devletin iktisat politikalarının yanısıra merkez ülkelerde GSYİH artışına bağlı olduğu; fakat istihdamın GSYİH artışı ile bağlarının zayıfladığı üzerinde duruldu. Bu son tespit, GSYİH azaldığında istihdam azalmayacak anlamına gelmemektedir.

Türkiye’de, 1989’da, sermaye hareketlerine (yabancıların Türkiye’ye para transfer etmesine ve yerleşiklerin yurt dışına para transfer etmesine) serbesti tanındı. Bu karar, Türkiye ekonomisinin merkez kapitalist ekonomilerine ticarî bağımlılığına ilâveten, merkez ekonomilerinden Türkiye’ye yeni bir olumsuz etki mecraı açtı. Şimdi, merkez ülkelerinde faiz hadleri düşük seyrettiğinde, merkez ülkelerinin bankalarından, sigorta şirketlerinden vs. Türkiye gibi ekonomilere finansal sermaye akmakta, TL döviz karşısında değerlenmekte, ithalât bollaşmakta, harcamalar artmakta, GSYİH artmaktadır. Merkez ülkelerinde faiz hadleri yükseldiğinde ise, Türkiye gibi ekonomilerden finansal sermaye çekilmektedir. Bu çekilme büyük çapta ve hızlı olursa, GSYİH duraklamakla kalmamakta, döviz bunalımına yol açmaktadır. Bunalımda yerli şirketlerin malî dengesi bozulduğunda derhal işçi çıkarmağa başlarlar ve işsizlik artar. Özetle, harcamalar ve GSYİH arttığında istihdam fazla artmamakta; ama harcamalar kısıldığında, şirketler derhal tenkisat yapmakta, işçilerini işten çıkarmaktadır.

 

KAPİTALİZMDE SORUN ÇÖZÜLMEZ

Kapitalizmin müdafileri, piyasa ekonomisinde ve iktisadî serbesti şartlarında üretim faktörlerinin en etkin, yani verimli şekilde kullanıldığını, bu sebeple kapitalizmin rasyonel olduğunu iddia eder. Rasyonel, burada, makul, akla uygun, hesaplı anlamında kullanılır.

İşsizliğin yüzde 10 olduğu (veya yüzde 5 olduğu) bir ekonomide, kaynakların rasyonel kullanıldığı söylenebilir mi? Türkiye’de Ocak-Mart 2006 döneminde 2.7 milyon işsiz insanın şahsen ve ailece yaşadıkları sıkıntılar bir yana, bunların üretim yapamaması, bütün toplum için bir kayıptır. Böyle bir iktisadî sistemin rasyonel olduğu söylenebilir mi?

Kapitalizmin kurumsal çerçevesinde, Türkiye’de işsizlik sorununu hafifletmek, öncelikle ihracata dayalı büyüme stratejisinden vazgeçmeyi, iç piyasaya dönük bir büyüme politikası benimsemeyi gerektirir. Hâlen GSYİH artışlarında en büyük etken ihracat artışı olmaktadır. 1991-2005 yıllarında, GSYİH yılda ortalama yüzde 4.0 arttı. Bu on dört yılda, GSYİH artışını sürükleyen en önemli üç harcama (talep) kalemi, sırasıyla, yılda ortalama 3.1 artışı ile ihracat, yılda ortalama yüzde 2.4 artışı ile tüketim ve yılda ortalama yüzde 1.2 ile sabit sermaye yatırımları idi. İç piyasaya dönük büyüme stratejisinin hedefi, GSYİH artışında yurt içi tüketimin ve yatırımın payını artırmak; ihracat artışlarının payını azaltmaktır. Bu suretle, ülkemizde istihdam üzerinde dış piyasaların etkisini, ve bölüşüm üzerinde başka ülkelerdeki ücretlerin ve kurların baskısını azaltmak mümkün olabilir.

Ekonominin büyüme doğrultusunu düzelttikten sonra, istihdamı hızla artırmak; burjuva sınıfın çok tasarruf etmesini (yani fuzulî tüketimini kısmasını), şirketlerin kârlarını –büyük kısmını hissedarlara temettü olarak dağıtmayıp– yatırım için ayırmasını, ve şirketlerin tasarruf edilen bu maddî kaynaklarla çok yatırım yapmasını gerektirir. Yatırım, üretim araçları stokunu (aletleri, makinaları) artırmak ve üretim için gerekli altyapıyı (fabrikaları, yolları, enerji dağıtım şebekelerini, sulama tesislerini) genişletmektir. Yatırımda, hem üretim araçları üretilir ve altyapı kurulurken istihdam artar, hem de üretilen üretim araçları kullanılmaya başlandığında istihdam artar.

Kapitalizmde bunu gerçekleştirmek için devletin maliye ve para politikalarını bu amaca yönelik kullanması gerekir. Örneğin lüks tüketimi yüksek oranda vergilendirmek veya yasaklamak, para politikasında faiz hadlerini düşük tutmaya çalışmak, ülkeye sermaye girişlerini kontrol etmek, kuru istikrarlı tutmak, ithalâtı kontrol altında tutmak uygulanacak politikalardan bazısıdır.

Burjuva iktidarlarının bunları uygulamayacağı açıktır. Zaten işsizlikten ücretleri bastırmakta ve işçileri sömürmekte yararlanan burjuva sınıfının işsizlik sorununu çözmekte menfaati yoktur. Burjuva iktidarlarının uyguladığı iktisat politikalarının hemen tümü, Türkiye’de işsiz kitlesini azaltmamaya ve işsizlik tehdidiyle çalışma şartlarını ve ücretleri düzenlemeye yöneliktir.

Yukarıda sayılan, işsizlik oranını azaltmaya yönelik politikaları, işçi sınıfının önderliğinde halk iktidarı, karma bir ekonomiyi yönetmeye mecbur kalabileceği geçiş döneminde uygulayabilir.

Ancak istihdam meselesinin çözümünü sadece yatırıma, üretim araçları stokunu artırmaya bağlamak, insanların istihdam edilmesi için ‘verimli’ olması gerektiği anlamına gelir. Bu bakış, insana üretim aracı gözüyle bakan sermayedar mantığını yansıtır. Sosyalist perspektiften toplumsal üretime katılmak bir hak ise, çalışmak, insanın bedensel ve ruhî potansiyelini gerçekleştirmesi için bir ihtiyaç ise, üretim araçları stoku ne seviyede olursa olsun, her yurttaşa iş vermek, devletin görevi olmalıdır. Toplumsal işbölümünde hiç kimse işsiz kalmamalıdır. İş verilen insanların verimini, üretkenliğini artırmak ayrı bir meseledir. İnsanların verimini işsiz ve aç bırakma tehdidiyle sağlamak kapitalizme mahsus bir vahşettir. Sosyalizmde herkese iş verilir; verim, sorumluluk, çalışma disiplini ayrı bir güdüleme sorunu olarak ele alınır. Halkın iktidarı, sosyalist istihdam ilkesini ilk günden uygulayamasa dahi bu ilkeyi gerçekleştirmeyi hedef alacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑