Kapitalizm ve teknoloji tartışmaları

Teknolojideki önemli gelişmeler, her zaman toplumun, geniş halk yığınlarının ilgisini çekmiştir.
Bilinen yapı tekniğini aşarak, koca bir binanın, sütun, kolon kullanılmadan bir kubbeyle kapatılması, azgın bir nehrin üzerine kurulan bir köprü, bir piramit, büyük bir saray gibi alışılan yapıları aşan her yeni gelişme, izleyenlerin gözünde bir mucizenin gerçekleştirilmesi olarak görülmüştür. Hele son 300-400 yıldaki icatlar, bilimdeki  gelişmeleri bilmeyenler ve teknolojik gelişmeyi izlemeyenler için elbette ki gizemli güçlerin harekete geçmesi olarak görülmüştür. Bu eserlerin ya “Şeytan icadı” ya da Tanrının bir işareti olduğuna inanılabilmiştir. En hafifinden ise, mucitler ve icat edilen şey hayranlık ya da nefret uyandırmıştır. Egemen sınıflar ise, emekçilerin bu zaaflarını her zaman kullanmışlardır. Kimi zaman bu teknolojik buluşları kendilerinin malı olarak göstermiş, her yeni teknolojiden kendilerine bir pay çıkarmışlar, kimi zaman ise; buluşları, halkı kontrol etmenin bir dayanağı olarak kullanmışlardır. Kuşkusuz ki, teknik buluşların sayısal bakımdan en çoğu ise, son 300-400 yıllık kapitalizm çağında ortaya çıkmış; teknoloji de, bilinçli olarak bu dönemde üretimi yönlendirip denetim altında tutmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.
Burjuvazi, adeta bir icatlar çağı olan kendi çağında, sınıf olarak topluma verecek bir şeyi kalmadığı ölçüde, teknoloji ve teknolojik gelişmenin yol açtığı göstergeleri toplumsal ilerlemenin yerine koyarak, onun etrafında bir hale oluşturmaya yönelmiş, emeğe ve işçi sınıfına karşı “teknolojinin başarılarını” bir silaha dönüştürmüştür.
18 ve 19. yüzyılda burjuvazi; kendisini insanlığı kurtaracak bir sınıf olarak ilan ederken, bunun kanıtı olarak da, yeni icatları, gelişmiş makineleri örnek göstermiş; insanlığın 10 bin yıllık gelişmesinin ürünü olan makineleri, kendisinin eseri olarak propaganda ederek, kendini uygarlıkla özdeşleştirmeyi egemenliğinin önemli bir dayanağı olarak kullanmak istemiştir. Ama örneğin 2. Dünya Savaşı sonrasında, sosyalizm karşısında teknolojik üstünlüğü de kaybetmeye başladığı yıllarda ise, burjuva ideologları; asıl olanın, sistem değil teknolojik gelişme olduğunu, nitekim gelişen teknolojinin sosyalizm ile kapitalizmi birbirine yaklaştırdığını, dolayısıyla kapitalizmin yarattığı sorunları çözmek için devrimlere, sosyalizme ihtiyaç olmadığını iddia eden tezler türetmiştir. Kruşçevizm, “teknolojisizm” diyebileceğimiz bu yaklaşımı; “kapitalizmle barış içinde yarış” ya da bu tezin geri ülkelere uyarlanmış biçimi olan “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” modeli olarak ihraç etmiştir. Nükleer enerjinin kullanımında Amerikan tekelini kıran ve ilk astronotu uzaya Amerika’dan önce gönderme başarısını gösteren, kapitalizmin 200 yılda katettiği teknolojik ilerleme yolunu 50 yıldan az bir zamanda aşan SB’nin ve sosyalizmin büyük başarılarına sırtını dayayan Kruşçevistler ve çeşitli türden modern revizyonistler; teknolojiyi ve teknokratları öne çıkarıp, işçi sınıfının tarihsel misyonu ve sınıfın örgütlenmesini, onun dinamizmini; yani üretici güçlerin insan faktörünü önemsemeyen (asıl önemli olanın teknolojinin bilgisine sahip olan teknokratlar olduğunu iddia edip, sınıfın yerine onların bilgi ve becerisini geçiren) politikaları devreye sokmuşlardır. Bu tutumun da bir sonucu olarak, SB ekonomisi ve teknolojinin geliştirilmesinde halkın ihtiyaçlarını gözetmek yerine, “kapitalist dünya ile yarış”ın ihtiyaçlarını (sosyalizmin savunulmasının gereği olanın ötesinde, dünya hegemonyası için silah ve savaş araçlarının geliştirilmesi, uzay yarışı gibi…) gözetmek, ana tutum olmuştur. Bu durum, SB’nin “sınırlı” kaynaklarının ABD ve Avrupa’nın daha büyük kaynakları karşısında daha çok heder olmasını getirmiş ve sonraki yıllarda ortaya çıktığı gibi, bu yarış; bir yandan SB işçilerinin politikanın dışına itilmeleri ve sisteme yabancılaşmasını getirdiği gibi, hayat standartlarının da geriye gitmesinin bir dayanağı olmuştur. Bunun da ötesinde, kapitalizm-sosyalizm yarışının, kapitalizmin bir alanı olarak “teknolojik yarışmaya” indirgenmesi; ABD+Japonya+Avrupa bloğunun SB karşısında başarı kazanmasını da kolaylaştırmıştır. Çünkü; toplumun ihtiyaçları yerine öteki ülkelerle yarışın ihtiyaçlarının geçirilmesi, teknolojik ve bilimsel gelişmenin bu ihtiyaçlar üstünden kurgulanması, kapitalist dünya ile sınıf savaşının yerine teknoloji alanında savaşmanın tercih edilmesi (bu, sosyalist ülkelerin işçi sınıfının ve dünya işçi sınıfının kapitalizme karşı mevziden geri çekilmesi, ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesinin artık sosyalizmin yedek gücü olmaktan çıkmasıydı ve kapitalizmle barış içinde yarış anlamına geliyordu) ve ekonominin bu politikalar doğrultusunda yeniden biçimlendirilmesi, sosyalist ekonomik altyapının kapitalist yola yönelmesi anlamına gelmiştir.
Genel olarak bakıldığında, son 50 yıl; bütün burjuva dünyası için, teknolojinin ve teknolojideki gelişmenin toplumsal gelişmenin yerine geçirildiği bir dönem olmuştur. Öyle ki; teknolojideki her ilerleme yeni bir çağın başlangıcı olarak ilan edilmiş; örneğin 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrası; atom bombasının herkese baş eğdireceği fikrinin yayıldığı dönemde,  “Atomçağı” olarak ilan edilirken, 10 yıl sonra uzayda yarışın başlamasıyla ve astronotların uzaya gönderilmesiyle “Uzayçağı” başlatılmış, onu “Bilgiçağı”, “İletişimçağı”, “Bilişimçağı” gibi; insanlığın nereye gittiği, hangi sorunlarla karşılaştığı, açlık, işsizlik, yoksulluk, hastalıkların vb. nasıl bir tahribat yarattığı, kültürün, bilimin, sanatın nasıl kısırlığa mahkum olduğu… gibi sorularla hiç kaygılanmayan “tuzu kuru” burjuva düşünce dünyasının güç ve propaganda odakları, her yeni gelişmeyi abartıp; “işte dünyanın bütün sorunlarını çözecek anahtarı bulduk” propagandası yapmışlardır. Kısacası bilim ve teknolojideki her yeni gelişme; sosyalizme ve işçi sınıfına (tüm diğer emekçiler ve ezilen halklara) karşı bir ideolojik silaha dönüştürülmüştür.

TEKNOLOJİK GELİŞME KAPİTALİZMİN BİR MUCİZESİ Mİ?
Kuşkusuz ki; teknoloji kavramı etrafında böylesi fırtınalar koparılabilmesinin arkasında SB’deki geri dönüş, kapitalizmin sosyalizm karşısında kolay zaferler kazanma imkanı doğması gibi etkenler vardır ama, bunun, bir propaganda malzemesi olarak, yığınları etkileyen bir ideolojik fenomene dönüşmesinin arkasında, radyo ve televizyonun yaygınlaşmasının (yine bir teknolojik ilerleme), genel olarak medya gücünün devasa büyümüş olmasının rolünü de unutmamak gerekir. Ve olup bitenden de açıkça görülmektedir ki, burjuvazi, teknolojideki ilerlemeden öte, onu daha büyük ölçüde de, kara propaganda yapmak, işçi sınıfı ve halkların bilincini bulandırmak için ideolojik bir silah olarak kullanmaktadır.
Oysa ilk çakmak taşının yontularak başka aletler yapma gayretinin başlamasından beri, insanlık, bir teknoloji üretimi ve birikimi içindedir. Bu yüzden de; nasıl ki insanlığın tarihi; yemek, içmek, barınmak gibi yaşama araçlarını üretmesinin tarihiyse, teknoloji ve onun tarihi de, işte bu toplumsal tarihle birlikte ele alındığında anlamlanan, dolaysız bir biçimde insanın en temel ihtiyaçlarının karşılanması çabasıyla bağlı bir gelişmedir. Çünkü insanlar öteki hayvanlardan ayrılıp, kendi yaşam araçlarını üretme bilincine varalı beri, sürekli olarak, daha az güç harcayarak daha çok ürün elde etmenin yollarını ve yöntemlerini geliştirmek için çaba harcamışlardır. Bu amaçla toprağı işledikleri araçları ve yöntemleri geliştirmiş, yabani hayvanları daha etkin avlama yöntemleri ya da onları evcilleştirerek çoğaltmak için yol ve yöntemler geliştirmişlerdir. Ve sonunda, bir ucunda çakmak taşının yontulması ya da bir ağaç parçasıyla tohumların toprağa karıştırılmasıyla, öteki ucunda bugün elektronikte, genetikte ve bilimin ve teknolojinin öteki dallarındaki gelişmeler olan bir teknolojik gelişme süreci yaşanmıştır. Bugün de bu süreç, kaçınılmaz bir biçimde yeni “gelişmeler”le ilerlemektedir. Ancak bu süreç; insanlığın mağaradan çıkıp bugün sosyalizmi de görmüş olan toplumsal aşamalar ve bu aşamaları belirleyen sınıf güçlerinin mücadelesiyle bağlantılı olarak algıladığımız ölçüde anlaşılır olur. Aksi halde; bütün bir “teknolojik gelişme” sürecini, burjuva ideolojisinin göstermeye çalıştığı gibi, toplumsal ilerlemeden bağımsız bir “mucizeler yaratma durumu” olarak algılamak; makineleri, ileri teknoloji ürünü araçları, bilgisayarı, robot teknolojisini burjuvazinin mucizeleri olarak görme yanılgısına düşmek mümkündür.
Konuyu, politik ekonomi kavramlarıyla ifade edersek; üretici güçlerin, üretim araçları ve onları kullanan insan olarak iki bileşenden oluştuğunu biliyoruz. Bütün bir insanlık tarihi boyunca, insan, sürekli olarak üretimi daha verimli yapabileceği aletleri geliştirmiş, bunun için, onlar üzerinde sürekli çalışmış, önceki kuşakların deneyimlerine kendi bilgi ve becerisini katan her kuşak, bir önceki kuşağa göre daha gelişkin üretim araçlarına (daha gelişmiş bir teknoloji bilgisine) sahip olmuştur. Ama aynı zamanda, insan, üretim araçları üstünde değişiklik yapıp onları geliştirdikçe, kendisini de sürekli olarak değiştirmiş geliştirmiştir.
Bu karşılıklı etkileşim, giderek üretim ilişkilerini de geliştirmiş ve değişmeye zorlamıştır. Üretim güçlerinin yapısına uygun düşen üretim ilişkileri, üretim güçlerini daha da geliştirmiştir. Yani üretim güçleri üretim ilişkileriyle “uyum” halinde ise, üretici güçler hızla gelişmiştir. Ancak bu gelişmenin belirli aşamasında, üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesinin engeli haline gelmiştir. Bu ise, üretim ilişkilerinin tümüyle değişmesini, yeni ve üretici güçlerin gelişmesine uygun üretim ilişkileri kurulmasını zorunlu hale getirmiştir. Toplumsal gelişme tarihinin özeti de budur.
Kapitalizmin propagandacıları, teknolojik gelişmenin kendi düzenlerinin “özünde” olduğunu ileri sürüyor, kendilerinden önceki çabaların, bilgi ve beceri birikimlerinin rolünü inkar ederek, insanlığın ilerlemesini ve onun önemli bir dayanağı olan teknolojik gelişmeyi de kendileriyle başlayıp kendileriyle var olacak bir etken olarak göstermeye çalışıyorlar; ama bu doğru değildir. Çünkü; yukarıda ifade edildiği gibi; hayvanlık durumundan ayrılalı beri insan; kendi ihtiyaçlarını kendisi sağlamaya başladığı ilk andan bu yana insan; bir üretim bilgisi de (buna teknoloji demekte hiçbir sakınca yok) biriktirmeye başlamıştır. Kapitalizm, bu tarihsel birikim üstünden ortaya çıkmış (olanaklı hale gelmiş), kapitalizm çağının, “Sanayi Devrimi” başta olmak üzere, bütün o göz kamaştıran önemli teknolojik atılımları da, o teknolojik birikim üstünden ilerlemiştir. Kaldı ki; kapitalistler, –rekabette üstünlük sağlamak için daha ucuza maletmek, bunun için ucuz işgücü kullanmak ve yanı sıra emek üretkenliğini artırmak üzere sabit sermaye yatırımlarına yönelme ihtiyacı bir yana– eğer işçilerin sömürüyü sınırlama mücadelesiyle karşılaşmasaydı; teknolojiyi geliştirmek için bir kuruş bile harcamazlardı.

İNSANLIĞIN EN BÜYÜK TEKNOLOJİK ATILIMI: MAKİNELİ ÜRETİME GEÇİŞ
Soruna daha yakından bakabilmek için, bütün bir insanlık tarihinin en önemli teknolojik sıçraması olan, “Sanayi Devrimi” diye de ifade edilen “makineli üretime geçiş”in emek gücü ve onun taşıyıcısı olan işçi sınıfı üstündeki etkisine kısaca da olsa bir göz atarsak; aslında sınıflı toplumlarla, en başta da kapitalizmle teknolojik gelişme arasındaki ilişkiyi gerçek yanıyla görebiliriz.
Kapitalizm ve teknolojik gelişme arasındaki ilişkiyi Marks, Kapital’in 3. Cildi’nde, “Makinenin emek gücü üstündeki etkisi” başlığı etrafında ayrıntılı bir biçimde inceler.
Makinelerin üretime sokulmasıyla emek gücü karşısındaki pozisyonu için Marks’ın söylediklerini şöyle özetleyebiliriz:
1-) Makinelerin devreye girmesi, kapitalistlerin yetişkin erkek emek gücüne bağımlılığına son verdi. Kadınları ve 12-13 yaşından başlayarak çocukları emek gücü pazarına çekti. Bu durum; eskiden olduğu gibi, bir yetişkin erkeğin ücretinin, “dört kişilik işçi ailesi”nin geçim masrafları üstünden hesaplanması geleneğini yıkarak, ve bunun yerine, her işçi ailesinden dört kişinin de çalıştığı varsayımını geçirerek, ücretin bir kişinin geçim masrafları üstünden hesaplanmasını getirdi. (Bugün de, asgari ücretin hesaplanmasını kapitalistler, aynı nedenle, tek kişinin geçim masrafları üstünden yapıyorlar.) Aynı zamanda, makineler çocukları ve kadınları emek gücü pazarına çekip, emek gücü pazarında işgücünün taşıyıcısı olan işçiler arasındaki rekabeti artırarak, ücretleri düşüren etkin bir rol de oynamışlardır.
2-) Makineler; cansız ve günün 24 saati çalışan nesneler (birikmiş cansız emek) olarak, işgününü, insanın fiziki sınırlarının ötesine geçirerek, işgününü uzattı. Kapitalistlerin işçileri daha uzun süre çalıştırmasını teşvik etti. Böylece, sömürünün artırılmasında (kapitalistler, buna, işletmenin verimliliğinin artması dediler) önemli bir imkan sağladı.
3-) Makinelerin kullanılması, emeğin üretkenliğinin yanı sıra, yoğunlaştırılmasını artırdı. Daha kısa sürede daha çok üretimin mümkün hale gelmesi, bir işçinin maddi ve manevi yeteneklerini daha yoğun bir biçimde harcamasını zorladı. Bu da, sömürünün artırılmasının, makineler tarafından sağlanan ikinci bir bileşeni oldu.
Başka bir şekilde söylersek; kapitalistler makineleri devreye sokarak, sınıfın sadece yetişkinlerini değil, kadın ve çocuklarını da sömürünün dolaysız hedefi haline getirdiler. Bununla da yetinmediler; ücretleri düşürürken, işçinin daha uzun zaman ve daha yoğun çalışmasını, dolayısıyla da sömürüyü olağanüstü artırdılar.
Bu gelişmenin kaçınılmaz sonucu; yetişkin erkek emeğinin fabrikalardan kovulması oldu. İşçilerin buna tepkisi ise; makine kırıcılığı olarak kendisini ortaya koydu. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında İngiltere ve Fransa’da “makine kırıcılığı” bir akım haline dönüştü; ve bu mücadelenin başındaki kişinin adından dolayı da, bu akıma “ludizm” denildi. Çünkü işçiler; o günkü kendiliğinden bilinçleriyle, işlerini ellerinden makinelerin aldığını düşünüyor, dolayısıyla makinelere karşı savaş açarak işlerini geri alabileceklerini sanıyorlardı. Ama kısa süre sonra gördüler ki; işlerini asıl ellerinden alan, onları açlık ve sefalete iten kapitalizm ve onun gelişme seyridir.
Peki, teknolojik gelişme, sadece işçilerin, işçi sınıfının aleyhine sonuçlar mı doğurdu?
Elbette ki hayır! Eğer böyle olsaydı, işçi sınıfının çıkarları teknolojik gelişmeyle karşı karşıya olur, bu da, işçi sınıfının çıkarlarının, insanlığın gelişmesiyle, daha geniş çapta üretim demek olan makineleşmeyle, teknolojik gelişmeyle çelişmesi olurdu. Kapitalistler bunu da iddia ediyorlar.
Oysa işçinin aleyhine olan, makinenin kendisi değil, makinenin kapitalist kullanımındadır. Ama bunun da ötesinde, makineli üretime geçişin işçi sınıfına sağladığı imkanları şöyle sıralayabiliriz.
1-) O günün işçileri açısından acılara, yoksulluklara yol açtığı kuşkusuzdur ama; yetişkin erkek emeği yerine büyük ölçüde kadın ve çocuk emeği ikame etse de, makineli üretim, sonuçta işçi sınıfının kitlesini olağanüstü büyütmüştür.
2-) Makineli üretim, meta üretiminin devasa büyümesi ve işçilerin kapitalistler karşısında ulusal ve uluslararası düzeyde birliğinin imkanlarını sunmuş, binlerce kişinin bir arada çalıştığı fabrika düzeninin kurulmasını sağlayarak, işçilerin sınıf olarak birleşmelerinin imkanlarını devasa büyütmüştür.
3-) Makineli üretim sömürüyü artırırken, aynı zamanda emeğin verimliliğini de yükselterek, işçilerin daha iyi yaşama ve daha iyi çalışma koşulları için mücadele etme imkanlarını artırmıştır.
4-) Ve nihayet makineli üretim, devasa meta üretimi ve kapitalist pazarın hızla büyümesini zorlayarak feodal çitleri yıkarken, işçi sınıfını da değer yaratan en önemli, modern toplumun en vazgeçilmez sınıfı yapmıştır. Dolayısıyla, makineli üretime geçişin arkasından ortaya çıkan olgular, kapitalist topluma seçenek oluşturabilecek tek düzen olan sosyalizmle işçi sınıfı arasındaki maddi bağın kavramasını kolaylaştırmıştır. Sosyalizmi kurabilecek tek sınıf olarak, işçi sınıfına dikkatleri çekmiştir.
Burada açıkça görülebilecek bu olumlu gelişmelerin hiçbirisi, kapitalistin, kapitalist sınıfın amaçları içinde yoktur. Onun tek kaygısı, kârını artırmak, işçiyi daha büyük bir iştahla sömürmektir. Ama onun isteğinden bağımsız olarak, makineli üretime geçiş; insanlığın teknolojik olarak gerçekleştirdiği bu büyük devrim, işçi sınıfının kendi tarihsel misyonunu yerine getirmesinin maddi koşullarını oluşturmuştur.

TEKNOLOJİNİN İŞÇİ SINIFINA VE HALKA KARŞI SİLAHA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
Tarihinin hiçbir döneminde, dünyayı en çok değiştirmek istediği, en devrimci çağında bile burjuvazi, teknoloji üstünden bu kadar geniş kapsamlı bir propaganda yapmadı. Bunda elbette, yığınlara yönelik propaganda ve kitle iletişim araçlarının gücünün tarihte görülmedik biçimde büyümüş olmasıyla, burjuvazinin elinde tuttuğu bu medya gücüne dayanarak yığınların kafasını karıştırma amacı varsa da; özellikle elektronik ve genetik alanındaki gelişmelerin, robotların üretimde yer almaya başlamasının ve bunların kamuoyunda uyandırdığı etkinin de önemi olduğu inkar edilemez. Taylorizm’in üretim teknolojisi olarak yaygın biçimde kullanılmasıyla başlayan 20. yüzyıl, Fordist üretim ve yüzyılın son çeyreğinde esnek üretim teknolojisinin üstünden kapitalizmin yenilenmesi girişimleriyle son buldu. Bu sürece, 20. Yüzyılın ilk yarısında sosyalizmin kazandığı büyük başarılar; bilgisayar teknolojisinin geliştirilmesi, uzay çalışmaları, nükleer enerji, ilkel de olsa robotların üretim alanında yer almaya başlaması ve bilgisayarın yaygın bir biçimde üretimde denetim görevlerini üstlenmesi gelişmeleri eşlik etti.
Bütün bu gelişmelerin bir sonucu da; uluslararası sermaye güçleri ve onların en büyüklerinin dünyayı yağmalama stratejisi; zincirlerinden boşanan kapitalizmin –tekeller arasında rekabeti serbestleştirirken– emek örgütlerine, işçi sınıfının tarihsel haklarına, ülkelerin ulusal sanayilerine ve ekonomilerine yönelik saldırısı oldu.
Bilgisayarları ve robotları devreye sokan sermaye güçlerinin amacı elbette kârlarını yükseltmekti; bunun sonucu olarak, son 25 yıl, teknolojideki her yeni gelişmeyi, işçilerin bir bölümünün daha fabrikalardan kovulması, geri kalanların da daha kötü koşullarda (daha yoğun, daha uzun zaman ve daha az ücret ve sosyal hakla) çalıştırılması izledi.
İşsizlik, sanayinin büyüme eğiliminde olduğu dönemlerinde de artan bir özellik göstermeye başladı. En önemlisi de, bilgisayar sistemleri aracılığı ile işçinin çalışmasının anında kontrol edilebilmesi ve bu, Toplam Kalite Yönetimi’nin genel olarak uygulanmasına ve işçilerin çalışma yoğunluğunun son sınırına kadar zorlanmasına yol açtığı gibi; gelişen teknoloji, tıpkı Sanayi Devrimi döneminde olduğu gibi, işçilerin işlerinden olduğu; daha basit emek sahiplerinin daha çok iş bulabildiği, ama kalifiye işçilerin işin kaybettiği bir döneme işaret etti. Küreselleşme politikaları, esnek çalışma yöntemlerinin uygulanmasıyla birleşince; dünyanın servetlerinin en gelişmiş ülkelere taşınması kadar, her ülkede de servetlerin en zenginlere doğru aktarılması, ekonomik çarkın “doğal işleyişi” haline geldi.
Bu özet ışığında; 20. yüzyılın 2. ve 3. çeyreğindeki gelişmelerle 4. çeyreğindeki gelişmeler karşılaştırıldığında şunları saptayabiliriz:
1-) Sosyalizm ve işçi sınıfının örgütlü ve militan mücadelesinin baskısından kurtulan büyük sermaye güçleri; kollarındaki bağlar çözülmüşçesine, tekeller arası rekabetin kapaklarını açtılar. Bu rekabet kendisini; bütün bilinen savaş yöntemlerinin yanı sıra; işçilerin ücretlerinin düşürülmesi, çalışma koşullarının kötüleştirilmesi, ücretlerde genel bir düşüş ve kazanılmış hakların (sosyal güvenlik, parasız eğitim ve sağlık hakkı, iletişim ve ulaşım destekleri, konut yardımı, vb. sosyal haklar) gaspı üzerinde şekillendirdi.
2-) Özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışma; bir yandan tüm mal ve hizmet üretimini piyasaya açmanın bir anahtarı olarak kullanılırken, öte yandan işçiler arasında rekabetin yeniden başlatılmasının, işçilerin kazanılmış haklarının gaspının ve geleneksel işçi örgütlerinin çözülmesinin dayanağı olarak kullanıldı, kullanılıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk üç çeyreği içinde oluşan ve 3. çeyreğinde sistemle uzlaşan devasa sendikalar, esnek çalışma koşullarında ve son çeyrek yüzyılda sermayenin emeğe ve haklarına yönelttiği saldırlar karşısında, işlevsizleşip çöküş sürecine girdiler.
3-) Bilgisayar ve iletişim teknolojisi, bir yandan finans sermaye hareketlerini eskisine göre çok büyük bir hıza ulaştırırken, coğrafi esnekliğinin (malların üretimin de uluslararası hale gelmesinin yolunu açtı) imkanlarını da genişletti. Bu teknoloji, işçilerin her hareketinin kontrol altına alınmasını sağlarken, aynı zamanda, “sıfır stok”la (just time üretim) çalışmanın, tüm üretim aşamalarının tam kontrol için kayda alınmasının imkanını da getirdi. Böylece emek gücünün azami yoğunlaşması ve mümkün olduğu kadar uzun bir işgünü için de olanak sağladı.
4-) Elektronik, bilgisayar ve genetikteki gelişmeler üstünden, emeğin artık üretim için zorunlu bir unsur olmadığını öne süren burjuva ideolog ve propagandacıları, işçisiz çalışan fabrikalar ya da “klon işçi ve asker” hülyaları yayıp, ulaşılan teknolojik düzeyle, artık makinelerin üretip insanların tüketeceği aşamaya gelindiğini iddia ederek, “ters” ve “düz” ütopyalar geliştirirken; gerçekte ise, gelişmiş ülkelerden pek çok sanayi kuruluşunun kol emeğinin ucuz olduğu geri ülkelere taşınması çelişkisine tanık olundu. “Artık düz işçiye sanayinin ihtiyacı yok; kalifiye işçi olmadığı için insanlar işsiz kalıyor” denirken, tam tersine, eğitim görmüş işçilerin hızla fabrikalardan uzaklaştırıldığı, yerlerine daha az ücretle çalışacak düz işçilerin alındığı, resmi verilerle ortaya çıktı. Dahası, onca teknolojik gelişmeye karşın; işçilerin hem çalışma yoğunlukları, hem de çalışma süreleri, son 10 yılda bütün ülkelerde yüzde 10’lara varan bir artış göstermiştir. Bütün bunlardan da öte, üniversiteler, teknoloji enstitüleri ve bütün araştırma-geliştirme kurumları; piyasa koşullarında, dolayısıyla sermayenin kendine göstereceği amaçlar doğrultusunda araştırma yapıp, bu araştırmanın sonucunu da sadece sponsor firmalara vermekle yükümlü bir sistem içine çekilerek, bilim ve teknolojik gelişmenin az çok özgürce gelişmesinin önü tamamen kesilmiştir. Araştırmaların ve varılan sonuçların; “fikri mülkiyet hakları”, “patent” ve “know how” gibi yollarla  tümüyle kilit altına alınması, bilim ve teknolojinin gelişmesinin önüne dikilen büyük bir set anlamına gelmiştir. Dolayısıyla insanların ihtiyaçları ile sermayenin ihtiyaçları arasındaki çelişme artmış, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çelişme, artık çözümünü daha derinden hissettirecek emareleri açığa vurmaya başlamıştır. En büyük kapitalist güç merkezlerinin, “Yeni Dünya Düzeni” kuralım derken sürüklendikleri kaos, dünyanın her köşesinde yeni gerginlikler, kargaşalar, başlıca kapitalist güçlerin kamplaşmak için başvurmaya başladıkları yol ve yöntemlerin açıkça görülür hale gelmesi biçiminde kendisini ortaya koymaya başlamıştır. Onun içindir ki; El Kaide teröründen medet umar hale gelmişler, kendi saldırganlıklarını onun vahşiliği ile perdeleyecek kadar acze sürüklenmişlerdir.
Dönem toplam açısından bakıldığında; sermaye güçlerinin, insanlık tarihi boyunca, bilim ve teknolojideki gelişmeleri hiçbir zaman bugünkü boyutta üretici sınıfın (bugün işçi sınıfı) aleyhine kullandığı bir dönem olmamıştır.
Bugün sermaye güçlerinin; teknolojinin ve bilginin gelişmesini şu üç alanda “silah” olarak kullandığını görüyoruz:
1-) Teknolojinin askeri alanda silaha dönüştürülmesi: Teknolojinin silah, atom bombası, biyolojik silah vb. olarak, emekçilere, halklara karşı kullanılması. Bütün mülk sahibi sınıflar, tekellerinde tuttukları bilimsel bilgiyi, her dönemde silahların geliştirilmesi için kullanmışlardır. Ancak hiçbir egemen sınıf, bilgiyi bu ölçüde kötüye kullanmamıştır. Biriken devasa bilim ve teknolojik deneyimi, burjuvazi, sadece konvansiyonel silahların envai çeşidi için değil, nükleer, biyolojik, kimyasal silahların geliştirilmesi için de kullanmıştır. Teknolojik gelişme, AR-GE faaliyetleri için en önemli fonlar, askeri amaçlı, yeni silahlar geliştirme amaçlı olarak kullanılmaktadır. Üstelik bu silahlara sadece gelişmiş kapitalist ülkelerin sahip olmasını istemekte, ama başkalarının eline geçmesini o ülkelere savaş, saldırma nedeni saymaktadır. Bu tutum, elbette ki, insanlığın bilgi birikiminin açıkça kötüye, insanlığa karşı kullanılmasının en tipik ve dolaysız ifadesidir.
2-) Teknolojinin işçiye karşı bir “ekonomik silah” olarak kullanılması: Teknoloji geliştikçe, özellikle de elektronik ve bilgisayar teknolojisinin gelişmesinin pek çok alanda (denetim ve üretimde) insan emek gücüne duyulan ihtiyacı azaltmasını, kapitalistler, insanın çalışma koşullarını iyileştirmek (daha iyi bir ücret, daha az çalışma saati, daha insani koşullarda çalışma imkanları…) için değerlendirmek yerine, daha çok kâr ve rekabetin artırılması amacıyla kullanmaktadır. Bu nedenle de, teknolojide her yeni gelişme, işçi sınıfına, daha çok işçinin işini kaybetmesi ve çalışma koşullarının ağırlaşması olarak yansımaktadır. Kitlesel işten çıkarmalara ve çalışma koşullarının kötüleşmesine karşı mücadele eden işçiler ise, kapitalistler tarafından, teknolojik gelişmeye karşı mücadele edenler, ilerlemeye karşı çıkanlar olarak gösterilmektedir.    
3-) Teknolojideki gelişmelerin ideolojik bir silah olarak kullanılması: İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist dünyanın sosyalizme karşı seferberlik ilan etmesi ve ana stratejisini sosyalizmi yıkmaya yöneltmesi, teknolojideki her gelişmenin, aynı zamanda, ideolojik bir silaha dönüştürülmesini de birlikte getirdi. Daha önceki dönemlerde de; burjuvazi, teknolojiyi kendisinin malı gibi gösterip bundan ideolojik bir çıkar sağlamayı gözetmişti. Ama son yarım yüzyılda, bu, sosyalizm ve işçi sınıfına karşı mücadelenin en önemli alanlarından birisi haline getirilmiştir. Hatta denilebilir ki, burjuvazi, en etkin saldırılarını bu alandan yapmıştır. Kruşçevizmle birlikte SB’de geri dönüşün başlaması, işçi sınıfının artık “proletarya” değil de orta sınıf olduğu (Eurokomünisler) tezine de güç verdi. Ya da Latin Amerika ve Kuzey Amerika kaynaklı işçi sınıfının tarihsel rolünü yitirdiği, “devrimin devrimcilerin eseri” olduğu içerikli görüşler, teknolojinin getirdiği imkanların “işçi sınıfı ile kapitalist sınıfı birbirine yakınlaştırdığı” görüşlerine dayandırıldı. Bütün bunların ötesinde, son çeyrek yüzyılda elektronikteki ve genetikteki gelişmeler ise; işçi sınıfının artık üretimdeki rolünün ve bir sınıf olarak toplumun varlığını sürdürmesi için ona ihtiyaç olup olmadığının tartışmaya açıldığı bir dönemin dayanağı kılınmaya çalışıldı. Burjuva ideologlarına göre, işçi sınıfı artık üretimin vazgeçilmez bir unsuru değildir. Çünkü gelişen teknoloji, insansız çalışacak fabrikaları mümkün hale getirmiştir. Bu yaklaşımdan kalkılarak; insanlığın geleceği olan (tarihin sonu!) kapitalizmin kendi çelişmelerini aşan bir sistem aşamasına geçtiği, toplumun sınıf karşıtlıklarından arındığı ve artık üreticiler (kapitalistler) ve tüketiciler (bütün emekçi sınıflar) gibi iki kategoriye ayrıldığı; emekçilerin tüketiciler (müşteriler) haline geldiği gibi pek çok görüş, zırvalığına ya da bilim dışılığına bakılmadan, piyasaya sürülmüş bulunulmaktadır. Başka bir söyleyişle, kapitalizmin ideologları; tarihi ilerletici gücünün sınıflar mücadelesi ve işçi sınıfının insanlığı sınıfsız topluma götürecek ve son sınıflı topluma son verecek sınıf olduğuna dair diyalektik materyalist tarih anlayışına karşı mücadelelerini, “teknolojik gelişme” temelli bir karşı tarih anlayışı saldırısı ile yenilemektedirler.
Kısacası, Özgürlük Dünyası’nın değişik sayılarında değinilen ve bundan sonra da çeşitli vesilelerle tartışılacak olan bu görüşler, bugün bir propaganda malzemesi ve kapitalistlerin işçi sınıfına yönelttiği en tehlikeli silah olarak işlev görmektedir.

TEKNOLOJİK GELİŞMENİN KAPİTALİZME KARŞI BİR SİLAH OLMA İMKANI
Evet, burjuvazi; bütün yönetim ve yönlendirme birikimini kullanarak, teknolojik gelişmeyi, işçi sınıfına ve tüm emekçileri karşı bir silah olarak kullanmıştır, kullanmaktadır. Ama, bundan, teknolojinin sadece, burjuvazinin halka yönelttiği bir silah olduğu ve olabileceği sonucu çıkmaz. Tersine, burjuvazi, nasıl ki sömürüyü artırmak için işçi sınıfının sayısını artırırken kendi mezarını kazıyorsa, bugün de, teknolojiyi bir silaha dönüştürse de; her teknolojik gelişme, aynı zamanda, burjuvaziye karşı güçleri geliştirmekte, onların mücadele imkanlarını da genişleten bir rol oynamaktadır.
Bu gelişmeleri de şöyle sıralayabiliriz:
1-) İletişimdeki devasa gelişme, tekeller arasındaki rekabetin etkisini yaygınlaştırıp büyütmüş, uluslararası alanda faaliyet gösteren spekülatif sermayenin devasa büyümesi ve etkinliğinin artmasının yanı sıra; kapitalizmin çelişmelerinin daha açıkça görülmesini de getirmiştir. En büyük sermayeye sahip ülkelerin, iletişimdeki hızlı gelişmeleri kullanarak, krizlerin yükünü diğer ülkelere yıkmak için giriştiği manevraları etkili kılarken; karşı güçlerin de bu manevralara karşı mücadelesini daha yakıcı hale getirmiştir. Bu mücadeleler içinde, sermayenin spekülatif ve rantiye karakteri herkes için görülür hale gelmiştir. İşsizlik ve yoksulluğun kronikleşmesi; zengin ve yoksul ülkeler ile her ülkede işçi sınıfı ve emekçilerle egemen sınıflar arasındaki –küreselleşme ve kapitalizme karşı– mücadelenin zeminini olağanüstü genişletmiştir. Öte yandan, bu alandaki gelişmeler, kapitalist dünyanın güçlü ülkeleri arasıdaki çelişmeyi de su yüzüne çıkarırken, ABD karşısında AB, Rusya, Japonya (bunlara paralel davranmaları çıkarlarına daha uygun olacak olan Çin, Hindistan, Brezilya…) gibi ülkelerin yeni mihraklar olarak davranması zorunluluğunu dayatmış; halkların emperyalizme karşı mücadelesinin imkanlarını da büyütmüştür. Örneğin 20. yüzyılın başlarında emperyalist kampların ortaya çıkıp biçimlenmesi nerdeyse 10-15 yıllık süreçleri gerektirir ve bu süreçteki sermaye hareketleri üstünde gerçekleşirken; günümüzde, kampların oluşmasına yol açacak ekonomik hamleler, iletişim ve bilgisayar teknolojisinin yardımıyla, “ışık hızında” yayılır hale gelmiştir. Örneğin Güneydoğu Asya krizinin bütün bölge ülkelerini sarması, sadece 12 saati almıştır. (Bu 20. yüzyılın başında birkaç ayı alabilirdi.) Ya da Arjantin, Rusya, Türkiye krizlerinin etkileri, 24 saat içinde bütün dünyada hissedilmiştir. Spekülasyonun büyümesi ve iletişimin etkinliğinin artmasıyla; spekülatörler, krizleri belirleyen olmasa da, tetiklenmesinde önemli bir pozisyon edinmişler; bu da, ülkelerin ulusal çıkarları, işçi sınıfının ve halkların istekleri ile uluslararası sermaye mihraklarının çıkarları arasındaki çelişmenin büyüyüp görülmesini kolaylaştırmıştır. Bütün bu gelişmeler, işçi sınıfının yeni bir dünya (sosyalist bir dünya) kurma misyonu bakımından mücadelesinin zeminini olağanüstü genişletirken; böyle bir misyonun gerçekleşmesinde önemli rol oynayacak olan ileri ve geri güçlerin, ezen ve ezilen güçlerin saflaşmasının koşullarını bir hayli hızlı bir biçimde ilerletmektedir.
2-) Teknolojideki gelişmenin ilerlemesi; otomasyon ve hatta “robotik” makinelerin devreye girmesi; insansız fabrikalar yapmaya yakın imkanların ortaya çıkması, aynı zamanda, sosyalizmin kurulmasının ve bunun kendisini bir zorunluluk olarak dayakmasının maddi temelini olağanüstü güçlendirirken, canlı emek sömürüsü yapmadan ayakta durma imkanı olmayan kapitalizmi de, sadece tarihsel bakımdan değil, ama teknolojik gelişmişlik düzeyi bakımından da akla aykırı hale getirmiştir. Çünkü kapitalizmin tek dayanağı canlı emeği sömürmeye devam edebilmesidir ve dolayısıyla da, canlı emeği gereksiz hale getiren teknoloji, kapitalizmi de gereksiz hale getirmiş demektir. Bu yüzden de, kapitalizmi savunmak, kapitalizmin ideologları açısından giderek daha zorlaşmaktadır. Dahası kapitalizm; teknolojik gelişmeyi sınırlayarak (teknolojik gelişmeyi kapitalist firmaların çıkar ve ihtiyaçlarıyla sınırlı bir kulvara sokup; kapitalist firmaların bu alandaki yatırımlarına bağlayarak), üretici güçlerin gelişmesini de açıkça engeller pozisyona geçmiştir. Dolayısıyla sosyalizm ve işçi sınıfı partisi ve aydınları; teknolojiyi abartarak toplumsal  ilerlemenin yerine geçiren kapitalizme karşı, son derece önemli, onu kendi silahıyla vuracak bir imkan elde etmişlerdir.
3-) Bilgisayar ve elektronikteki gelişmeler; kişisel bakımdan sunduğu imkanların ötesinde, tüm toplumun ihtiyaçlarının belirlenmesi, üretimi ve dağıtımı merkezli olarak “merkezi planların yapılması ve denetlenmesi” bakımından, daha önceki kuşakların sahip olmadığı son derece geniş imkanlar sunmaktadır. Bu da, SB deneyinde görülen geniş bir “bürokrasiye” duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracak bir imkan ve sosyalizmin pratikte uygulanırlığı bakımından son derece önemli dayanaklar sunmaktadır. Yine genetikteki gelişmeler ve kapitalist mihrakların bu gelişmeleri kullanım tarzı; genetiğin, ilaç ve hastane tekellerinin ve kapitalistlerin kâr konusu olmaktan çıktığı ölçüde insanlığın hizmetine gireceğini, aksi halde insanlığa karşı bir silah olarak kullanılacağının göstermekte; ve bu alandaki teknolojik ilerlemelerin de ancak sosyalizmle insanlığın lehine olabileceği gerçeğinin belirginleşmesi, sosyalizmin propagandası ve kapitalizme karşı mücadele için son derece geniş imkanlar sunmaktadır. Kısacası teknolojik ilerleme; eğer ilerlemenin boyutları iyi değerlendirilirse, kapitalistler için değil, sınıf partisi, sınıftan yana aydınlar ve sosyalizmin güçleri için son derece etkili olacak bir ideolojik silaha dönüşecek imkanlar sunmuştur ve her gelişme bu imkanı büyütecektir. Burjuva bilim dünyasında, gerek bilgisayar gerekse genetikteki gelişmelerin “ahlaki nedenlerle” (bilgisayar ve elektronikteki gelişmeyle kişisel hakların ihlal edilmesi ve bilgi çalmak, banka soymak vb. “suçlar işlemek” için bu teknolojilerin kullanılması ya da genetikte insan klonlanması, hastalıklardan kâr sağlamak için genetik bilgisinin kullanılması vb. girişimler) sınırlanıp kontrol altına alınması talepleri vardır. Ve bu gelişmeleri, topluma, insanlığa karşı silaha döndürmekten çekinmeyen, çekinmeyecek olan kapitalizmin karşısında, bütün bu endişeler ve istekler elbette haklıdır. Ama aynı zamanda bu isteklerin, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin engellenmesini istemek anlamına da geldiği kesindir. Dolayısıyla bu, kapitalizmin bilim ve teknolojideki gelişmeyle, sadece fikri ve mantıksal bakımdan değil, pratikte de çelişmeye başladığının çok açık bir göstergesini oluşturmaktadır. Bunun bir başka anlamı da; bilim ve teknolojideki gelişme sürecinin, ancak kapitalizme karşı mücadeleyle birleştiği ölçüde ilerleme şansının olacağıdır.
4-) Bilgisayar teknolojisinin ve iletişimdeki ilerlemenin sunduğu olanaklar üzerinden geliştirilen esnek üretim, bir yandan üretimin uluslararası niteliğini geliştirip (aynı makinenin parçalarının değişik ülkelerde yapılabilmesi ve sonra da bir başka ülkede birleştirilmesi, bir ülkedeki üretimin öteki ülkedekinin yerine geçirilmesi… gibi) işçi sınıfının çeşitli ülkelerdeki bölümleri arasında organik olarak ilişkiyi olanaklı hale getirerek; sınıfın uluslararası birliğini, uluslararası sermayeye karşı ortak mücadeleyi son derece somutlaştırmıştır. Bu yönüyle kuşkusuz ki; işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının zeminini genişleten ve onu gözle görülür hale getiren bir gelişme olarak, mücadelenin ilerlemesi için son derece elverişli olanaklar sunmaktadır. Öte yandan, esnek üretim teknolojisi ve ona eşlik eden azgın rekabet; işçi aristokrasisinin ve sendika bürokrasisinin dayanaklarını da tahrip etmekte; kapitalistler, işçi aristokrasinin beslenmesi için ayırdıkları fonları azaltarak, bu tabakayı hızla küçültmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu da, bir yandan sistemle uzlaşan, kapitalistlerle uzlaşma içindeki eski sendikal yapıların çözülmesini getirir ve burjuvazi, bu durumu, işçilerin kazanılmış haklarının ortadan kaldırılması süreciyle birleştirip işçinin aleyhine geliştirirken; öte yandan, sınıfı denetiminde tutan bu eski yapı ve bürokrasiyi sarsıntıya uğratarak, sendikal hareketin ve sendikal yapıların yenilenmesinin imkanını da gündeme getirmiş bulunmaktadır.
Sınıf partisi, sınıfın ileri güçleri bu olanakları doğru değerlendirirse, sendikal hareketin yenilenmesi için yeni bir dayanak da bulmuş olacaklardır. Çünkü; ortaya çıkan imkanlar yeterince doğru kavranıp gerçeğe dönüştürülmediği sürece, bu türden “iki yönlü” (sınıfın aleyhine alınmış önlemler olan, ama sonuç olarak da, sınıfın lehine gelişmeler imkanı da taşıyan türden) olgular, kapitalistlerin işine yarayan yönüyle gerçek olabilir. Çünkü; bu tür olgu ve gelişmelerle ilgili olarak, gelişmenin sınıfa yönelik yanına karşı mücadele edildiği ölçüde, sınıfın lehine olabilecek imkanlar görülür hale gelip gerçekleşme sürecine girebilirler. Örneğin; ancak işçiler arasında rekabete karşı, hatta kapitalist firmalar arasındaki rekabetin işçilerin ücret düşüklüğüne yol açmasana karşı mücadele edildiği ölçüde, bu ücret düşmesinden zarar görerek sarsılan işçi aristokrasisi ve sendikal bürokrasiyle sendikal yapıların sarsılmasından çıkan boşluğun doldurulması mümkün olabilir. Bu yüzdendir ki; bu tür gelişmelerin sınıf lehine sonuçlar doğurabilmesi için, bu gelişmeleri ve yarattığı imkanları bilinçle değerlendirmek; bu gelişmeler üstünde ortaya çıkacak örgütlenmelerin kapitalizme karşı mücadeleye bağlanması zorunluluğunu asla gözden kaçırmamak gerekir. Aksi halde, sözü edilen imkanlar sadece laf düzeyinde kalır; ve laf düzeyinde kaldıkça, ancak sermayenin sınıfa yönelik saldırısının onaylanması anlamına gelir.

*        *        *
Bilim ve teknolojideki gelişme, bunun kapitalistler tarafından çok amaçlı bir silaha dönüştürülmesi ve sınıf partisinin, sınıfın ileri güçlerinin, gerçek bilim insanlarının ve teknik elemanların, bilim ve teknolojiyi sınıflar mücadelesinde, toplumun ilerlemesi ve sosyalizme ulaşmada nasıl önemli bir dayanak olarak değerlendirebilecekleri gerçeği, elbette ki, bir makalenin sınırları içine sığacak gibi değildir. Bu yüzden, Özgürlük Dünyası açısından, sorunun çeşitli boyutlarıyla tartışılması (Elbette burada Bilim ve Düşünce ayrıcalıklı bir yere sahip olmalıdır) ve bu gelişmelerin yarattığı pratikteki sonuçların gündeme getirilmesi, işyeri incelemeleri ya da esnek çalışmanın yol açtığı tahribat ve bu tahribat içinden doğacak olan sınıfın ve sendikaların örgütlenmesinin yeni imkanları (Özellikle de bu imkanlar yönüyle. Çünkü tahribat ve yol açtığı kötü sonuçları herkes her gün bazen sınıfı ve ileri güçleri sindirmek ve sermaye güçlerinin zaferi önünde eğilinmesi için, bazen de kendi eylemsizliklerine meşruiyet kazandırmak için) üzerine kafa yorulması ve bunların ele alınmasının vesilesini yaratırsa, bu makale, kendisine düşen görevi yerine getirmiş olur. Daha ötesi, ancak bu alanda adım atıldığı ölçüde, sınıflar mücadelesinin gündemi için önemli olacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑