Geçtiğimiz ay bir çok ilde yapılan liseli gençlik kurultayları ve şenlikleri (İzmir, Adana, Ankara, İstanbul, Eskişehir…), liseli gençliğin, sorunları karşısındaki mücadele azmini ve heyecanını göstermesi bakımından önemli ipuçları sundu. Binlerce lise öğrencisi, eğitimin özelleştirilmesinden gericileştirme çabalarına kadar, geçmişte kazanılan haklara yönelik saldırıları ve bu saldırılara karşı mücadelenin olanaklarını tartıştı. Bu yazının amacı da, yürütülen tartışmaların sonuçlarından hareketle, ortaöğrenim gençliğini kendi somut talepleri ekseninde mücadeleye kazanmanın ve bu mücadeleyi anti-emperyalist mücadeleye ve giderek sosyalizme bağlamanın önemi ve olanaklarını irdelemek.
SERMAYENİN SALDIRILARI VE LİSELERDE DURUM
Ortaöğrenimin piyasaya açılması, gericileştirilmesi ve ortaöğrenim gençliğinin haklarına yönelik saldırıları göremez ve püskürtemez hale getirilmesi, sermayenin, bu alanda, çıkarları açısından ulaşmaya çalıştığı en önemli amaçları. Sermaye, burjuvazi, bu amaçları bugün AKP iktidarı eliyle her fırsatta tekrarlıyor.
‘Kamuda reform’ sloganlarıyla geçirilen bir dizi yasa ile öğretmenlerin artık sözleşmeli personel statüsünde çalıştırılması ve bu alanda sendikasızlaştırma, burjuvaziye yeni rant alanları sağlama amacını güdüyordu. Hükümetin başı tarafından ikide bir örnek gösterilen İngiltere eğitim sistemi, piyasa güçlerine terk edildiği için çökmekteyken, hükümet, paralı eğitimi meşrulaştırmak için, eğitimin kalitesizliğini öne sürüyor. 10.000 yoksul öğrencinin devlet eliyle özel okullarda okutulması projesi, bir yanıyla, kontenjanlarını dolduramayan özel okul patronlarına hizmet etmeyi amaçlıyorsa, bir yanıyla da, eğitimin piyasalaştırılmasını meşru kılmayı amaçlıyordu. Öte yandan, özelleştirmeler, okul binalarının satışa çıkarılmasına kadar vardırıldı. Öğrencilerden katkı payı, kayıt, spor, temizlik vb… parası adı altında para toplamak, eğitimin, temel bir hak olmaktan çıkartılıp, parayla alınıp satılan bir meta haline getirilmesinin adımlarıydı. Atama bekleyen binlerce öğretmen varken, öğretmen açığı yaşanması, bütçeden eğitime ayrılan payın her yıl düşürülmesi vb.., eğitimin piyasa güçlerine bırakılmasına zemin hazırlama amacı güdüyor. Son ÖSS’de 32.000 öğrencinin “sıfır” puan alması üzerinden koparılan fırtına ile, eğitimin kalitesizliğinin sorumluları, başarısız öğretmen ve öğrenciler olarak gösterildi. Kaliteyi yükseltmek için ise, liselere girişte bir seçme sınavı konması ve yalnızca ‘iyi’ öğrencilerin liselere alınması fikri ortaya atıldı. Böylece dershane, özel ders, kolej vb.. gibi paralı eğitim kurumları, ilköğretimden başlayarak, meşru ve zorunlu hale getirilmeye, liselere yalnızca zengin ailelerin çocukları alınmaya çalışılıyor. Öte yandan, meslek liselerinde yaşanan staj sömürüsü ise, bu piyasalaştırmanın bir diğer yüzü. Tüm bunları, üniversitelerin, liselerin ve ilköğretim okullarının özelleştirilmesi hedefine ulaşmaya çalışan sermayenin gerici adımları olarak değerlendirmek gerekir.
Öte yandan, ders kitaplarının ve müfredatın sürekli daha da gericileştirilmesi, geçtiğimiz aylarda uzun süre gündemde kaldı. Burjuvazi, bu yolla, gençliği gerici şoven fikirlere kazanarak, dünya halklarına düşman, sermaye politikalarını kolayca kabullenecek bir kuşak yetiştirmeyi hedefliyor. Newton-quantum, yüzlerce yıl sonra yeni bir şeymiş gibi sunulan çift doğru ilkesi, bilinemezciliğin yaratıcılığı vb. tartışmaları ile, eğitim müfredatı, tüm bilimsel dayanaklarından yoksun bırakılmaya çalışılıyor. Amaç; bilinemezci, karanlık bir eğitim sistemi yaratmak ve gençliğin bilimsel eğitim almasını engellemek.
Ortaöğrenim gençliğinin çevresini saran abluka, yalnızca müfredatın gericileştirilmesi ve özelleştirme politikaları değil. Uyuşturucu, fuhuş ve burjuva yoz kültürün her türlü görüntüsü liselerde yoğun şekilde karşımıza çıkıyor. Liselerde ve lise önlerinde yaşanan silahlı kavgalar, Eskişehir’de bir Anadolu lisesi müdürünün öğrenci velilerini toplayarak, çocuklarını uyuşturucu satıcılarından korumaları yönünde uyarması gibi örnekler, durumu kavramamız açısından ibret vericidir. Uyuşturucu maddelerin her çeşidi liselerde çok rahat alınıp satılabiliyor. Herkesin bildiği bu durumu ise, devlet nedense bir türlü engelleyemiyor! Okullardaki baskı, tek tipleştirme vb., gençliğin sinik, sesini çıkaramayan, kendini ifade edemeyen bir kuşak olarak yetiştirilmeye çalışılmasının araçları. Tüm bu sayılanlar, bugün, liseli gençliği, hakları için mücadele etmek üzere doğru bir politik hatta kazanmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
LİSELİ GENÇLİĞİN ÖZELLİKLERİ
İşçi sınıfın devrimci partisinin, her dönem, gençlik içinde yürütülen çalışmayı, onların genç olmaktan kaynaklanan özellik ve farklılıklarıyla ele aldığı bilinen bir durumdur. Buradan bakılınca, lise gençliğine de, diğer geçlik yığınlarından faklı yaklaşmak, hatta faklı özellikler gösteren iki ayrı tip lisede bile, çalışmayı buraların öznelliklerine uygun kurmak gerektiği açıktır.
Geneli hakkında konuşacak olursak, denebilir ki, liseli gençlik anti-emperyalisttir. 70’lerden bugüne, Türkiye gençlik hareketinde her dönem yeri olmuştur. Günümüzde ABD ve işgal karşıtlığı, ülkenin iç işlerine yapılan müdahalelere duyulan öfke ve gelecek kaygısı, bu anti- emperyalist özün çeşitli biçimlerdeki görünüşleridir.
Lise gençliğinin anti-emperyalist eğilimi, iki yönelime yolaçıp somutlanabiliyor: Birincisi ve baskın olanı, liseli gençliğin anti-emperyalist eğilimini istismar eden Ülkü Ocakları, Milli Gençlik vakfı vb. ırkçı-şovenist gerici çevrelerle birleşme yönelimidir ki, liseli gençliğin tüm anti-emperyalizminin heder edilmesine götürmekte, içinin boşalması yanında, bu eğilimin tam karşıtına, emperyalizmin işbirlikçilerinin çıkar, tutum ve politikalarının savunulmasına dönüşmeye zorlanmasına malolmaktadır. Diğer eğilim ise, dönem dönem önemi artarak, tutarlı anti-emperyalizm savunucusu olan sınıfın devrimci partisi ve gençlik örgütleriyle birleşme yönelimidir. Gelecek kaygısı ise, daha çok, lise öğrencilerinin “kendi sorunları” diye ifade edebileceğimiz, ancak sadece onların sorunu olmayı kat be kat aşan sorunlardan kaynaklanan talepler etrafında birleşmelerinin olanaklarını geliştiriyor. Gelecekten beklentileri itibarı ile farklı farklı özellikler taşısalar da, tüm liselilerin en yakıcı sorunu, kendi geleceklerinin belirsizliğine ilişkindir.
Öte yandan, hiç şüphe yok ki, resmi devlet ideolojisinden ve onun propagandasından en çabuk etkilenmeye müsait gençlik kesimi de, liselilerdir. Bu iki durum, gençliğin siyasi yapısını liselerde oluşturmaya başladığı gerçeği ile birlikte düşünüldüğünde, sınıf partisi ve gençlik örgütünün bu alandaki sorumluluğunun büyüklüğü daha rahat anlaşılacaktır. Doğru yönlendirilmediğinde, yaşadıkları sorunlara duydukları öfke ve taşıdıkları heyecan, onları, devrimci maceracılığa ya da faşist örgütlenmelerde yer almaya itebilmektedir. Bugün açısından, faşist örgütlenmelerin, liselerde üniversitelerden çok daha etkin olması da, buna işaret eder. Ama tersinden düşününce, özünde Amerikan emperyalizminin politikalarına duyulan öfke olan bu gençlikten, haklarına ve geleceğine sahip çıkan bir lise gençliği yaratmanın olanakları da görülecektir. Bir liseli gencin sınıf politikalarıyla birleşmesi, sınıf bilinçli gençlerin buralardaki doğru müdahalelerine, çalışmaları ve çağrılarına bağlıdır.Gerekli müdahalelerin ve çağrıların yapılmaması, aynı genci, faşist propagandanın etkisine terk etmek anlamına gelmektedir.
Liseli gençlik, öğrenmeye, tartışmaya ve aldığı sorumluluğu çok daha çabuk yerine getirmeye istekli bir görüntü çizmektedir. Elbette, gençler, karşımıza birçok geri yönleriyle beraber çıkacaktır. Okullardaki uyuşturucu-fuhuş batağı ve gerici eğitim sistemi düşünüldüğünde, bu, anlaşılır bir durumdur. Ancak liseli gençlik, değişmeye, yaptığı hatalardan sonuçlar çıkarmaya oldukça açıktır. Dolayısıyla devrimci partinin politikalarını gençlerle tartışmak ve onları sınıf politikalarına kazanmak, olanaklı olmak bir yana, oldukça kolay olmasının yanında açık bir zorunluluktur da. Ancak gençlere parti platformunu ve dünyayı anlatmak adına, onlara yabancı ve hatta itici bir noktadan ilişki kurmaya yönelmek, mutlaka kaçınılması gereken bir durumdur. Bundan, herhangi bir meselede, liseli gençlik karşısında geri durmak gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Unutulmaması gereken, sorunların çözümüne ve geleceğin sahiplenilip kazanılmasına dair fikirleri uygun bir dille anlatmanın, her alandan daha çok, liselerde önemli olduğudur. Sözgelimi, bir gence, “Biz solcu değiliz” demek, parti platformunu koymak değil, o gence, “O halde ben de gider, ‘solcu’ bir parti bulurum’ dedirtmek anlamına gelebilmektedir. Sorun, propaganda ve ajitasyonda dinleyicilerin özelliklerini gözden kaçırmamak sorunudur. Önemli olan, gençliğin yaşadığı sorunları, bunların kaynağını ve çözümünü göstermektir. Bu bir kez başarıldığında, bir tek genç bile, bir mücadele hattı örebilmektedir. Genellikle darlaşmış bir çevreye değil geniş arkadaşlık ilişkilerine sahip olan liseli gençlerin, bir konuda ikna olduğu ve kafası açıldığı takdirde, yüzlerce lise öğrencisini temsil edebileceğini ve harekete geçirebileceğini unutmamak gerekir.
Öte yandan, akademik talepler etrafında örülecek bir mücadele kesinlikle küçümsenmemelidir. Yerel talepler, günlük yürütülecek ve her gün yeniden örgütlenecek olan çalışmanın iskeletini oluşturmalıdır. Gençliğin her gün dolaysız olarak yaşadığı sorunların üzerine gitmek vazgeçilmez önemdedir. Ancak bu yapılırken, gençliğin heyecanı, partisinin tarihine olan merakı, “büyük işler” yapma azmi kırılmamalıdır. Çoğu zaman duyulabilecek “Deniz’ler barikat kuruyormuş, biz imza kampanyası ile uğraşıyoruz” gibi yakınmalar, aslında, gençliğin kendi tarihine duyduğu merakın ve heyecanın bir yansımasıdır. Bu ruh halini anlamak ve bir savaş örgütü olmanın günlük çalışmaya ve kitlelerle buluşmaya bağlı olduğunu anlatmak zorundayız. Ancak bu, öğrenmeye ve tartışmaya açık olan lise gençliğine sosyalizm fikrini anlatmamak anlamına gelmemelidir. Tam tersine, her arkadaşımız, ekonomi-politikten felsefeye kadar, her alanda, sosyalizm fikri kafasında somutlaşana kadar aydınlatılmalıdır. Ancak bu şekilde, ne için ve kime karşı mücadele ettiğini anlayabilecek ve ilerleyecektir.
ÇALIŞMANIN ELE ALINIŞI
Her alanda olduğu gibi, liselerde de, çalışmayı, buraların öznel ve somut talepleri üzerinden yürütmek gerektiği açıktır. Bu nedenle, çalışmada öğrenci temsilciliklerini değerlendirmek, her lisede bu temsilcilikleri öğrenci taleplerine sahip çıkan kurumlar olarak şekillendirmek ve her ÖTK’nın birbirleriyle bağını oluşturmak önemlidir. ÖTK’lar, demokratik lise mücadelesinin ilk elden örgütleyicileri olduğu oranda, gençliğin ana gövdesini kucaklayabilir. Aksi durumda, anlamsız, sembolik yapılanmalar düzeyinde kalacaktır. Bu nedenle, tüm okula seslenen bir ÖTK anlayışı, çalışmayı tek tek sınıflar üzerinden ele alma ve sürdürme olanağı sağlayacaktır.
Bunun dışında, ÖV-DER ve Eğitim-Sen gibi demokratik kitle örgütlerini lise gençliğinin sorunlarına sahip çıkmaya çağırmak, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Sermayenin eğitim alanına yönelik saldırılarının, öğretmen, öğrenci ve velileri birleştirmeden püskürtülemeyeceği ortadadır. Mücadele, bu üç dayanaktan yoksun bırakılmamaya ve birleşik güçlü bir mücadele örgütlenmeye çalışılmalıdır.
Lise kurultay çalışmasının gösterdiği en önemli şeylerden biri de, eğitim emekçileri ile kurulan ilişkilerde daha ısrarcı ve daha atak davranmak gerektiğidir. Bunun yapılabildiği her yerde olumlu yansımalarına tanık olundu. Öğretmenlerin sahiplenmesi, okul içindeki çalışmanın meşrulaşmasında önemli kolaylıklar sağlıyor ve önemli olanaklar yaratıyor. Eğitim emekçilerine ise, bunun geri dönüşü ya da karşı etkisi olarak, uzun bir süredir sürdürdüğü mücadelesinin öğrencileri ile birleşmesi gibi önemli bir fırsat sunuyor. Tüm bileşenleri ile birleşik bir mücadele örgütleme noktasında, kurultay çalışmaları öğretici bir dizi dersle dolu. Bundan sonrası açısından, başta siyasi bilince sahip gençler olmak üzere, bu işbirliğini, daha doğrusu mücadele birliğini daha güçlü bir biçimde örmeliyiz.
Farklı tip liselerde, durum, birbirinden oldukça farklı olabilmektedir. Buralarda gençliğin temel talepleri, yaşayışları, beğenileri birbirine benzememektedir. Meslek liseleriyle Anadolu liseleri, fen liseleri ile normal programlı liseler, yatılı okullarla diğerleri, aynı şekilde değerlendirilemez. Sözgelimi, meslek liselerinde staj sömürüsüne karşı örgütlenecek bir çalışma, diğer okullarda mümkün değildir. Ya da düz liselerde “AOBP kaldırılsın” sloganı öne çıkarılabilecekken, Anadolu ve fen liselerinde, bu mümkün olamayabilir. (Kuşkusuz, buralardaki öğrencilere de AOBP’nin eşitsiz bir uygulama olduğu anlatılacaktır. Söylenmek istenen, bu sloganın Anadolu ve fen liselerinde bir ajitasyon sloganı olamayacağıdır.) Bir alanda bilim politikaları tartışılırken, diğer bir alanda sınav sistemini tartışmak gerekebilir. Herhangi bir okulda idare baskısı yoğunken, bir diğer okulda durum böyle değildir. Kısaca, her alanda uygulanıp sonuç verecek sihirli bir reçete bulmaya çalışmak yerine, propaganda ve ajitasyonu, her lisenin öznelliğine uygun ele almak gerekir.
Mutlaka dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise, gençliğin eğitimi sorunudur. Bu nedenle, yalnızca liseli gençliğe yönelik eğitim çalışmaları oldukça değerlidir. Ancak bu çalışmalar, sıkıcı bir ders havasında değil, liseli gençliğinde katılımıyla gerçekleşen bir tartışma havasında geçmelidir. Çalışmaları zenginleştirmek (film gösterimleri, her çalışmada farklı bir liseli arkadaşımızın sunum yapması vb.) bu amaca hizmet edecek ve yapılan tartışmaların daha verimli geçmesini sağlayacaktır. Yalnızca eğitim çalışmalarıyla bile, arkadaşlarımızın okullardaki çalışmasının önünün açılacağını, hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bu nedenle, kültür ve politika dergileri ile günlük işçi basını, gençliğin eğitiminde ve günlük çalışmasında oldukça titiz ele alınmalıdır.
Eğer gençlik örgütü bir okulsa, bunun ilk sınıfı liselerdir. Lise gençliği, kendi mücadelesi içinde öğrenmeli ve kendi kararlarını verebilecek hale gelmelidir. Bu ise, ancak çalışmanın içinde, her gün yeniden ve yeniden küçük kararlar almalarıyla mümkün olabilmektedir. Tam da bu sebeple, liseli gençliğe sorumluluk vermekten ve inisiyatif tanımaktan kaçınılmamalıdır. Kısaca, liseli gençliğe, yalnızca söyleneni yapan, karar almaktan aciz bir topluluk olarak yaklaşmak ve onu bu biçimde “yetiştirme”ye çalışmaktan kaçınılmak zorunludur. Bu, onların heyecanı ve dinamizmiyle de çelişir, sınıf partisinin politikalarıyla da.
SONUÇ OLARAK
Liseli gençlik yığınlarının, mutlaka sınıf politikalarına kazanılmak zorunda olduğunu ve bu zorunluluğun nasıl gerçekleştirilebileceğini elden geldiği kadar açıklamaya çalıştık. Örgütlenecek çalışmada, okullarında her gün yüzlerce sorun ve sıkıntıyla yüz yüze gelen lise gençliğinin, çağrılarımıza en çabuk cevap veren/verecek gençlik kesimi olduğu ve bu gençlerin, birkaç yıl içinde, fabrikalardan üniversitelere kadar hayatın her alanına dağılacağı unutulmamalıdır. Dolayısıyla hayatın her alanında, yetişmiş, sınıfın politikalarını özümsemiş, dünyaya işçi sınıfının cephesinden bakmayı öğrenmiş genç kadrolar görmek istiyorsak, liselerde çalışmaya ve liseli gençliğin sorunlarına önem vermek, gençliğin mücadelesine ve gelişmesine yardımcı olmak zorundayız!