EMEP GYK raporu (Mayıs 2013)

18-19 Mayıs 2013 günlerinde toplanan Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu; siyasi gündemi değerlendirmiş ve emek mücadelesinin güncel sorunların ele almış, bu gelişmeler ışığında partinin somut görev ve sorumluklarına dikkat çeken aşağıdaki raporu kabul etmiştir. Raporu aynen yayımlıyoruz.

SİYASAL DURUM VE GELİŞMELER
En azından 2008’den beri başlıca kapitalist ülkelerdeki krizin atlatılamamış olması, tam “atlatıldı” derken göstergelerin yeniden aşağı doğru yönelmesi, sistemin zayıf halkalarında gürültülü çöküşleri, büyük ekonomilerdeki telaşı derinleştirmekte, emperyalistlerin dünya üstündeki hegemonyalarını ve pozisyonlarını güçlendirme ihtiyaçlarını artırmaktadır. Bu yüzden de gerek Ortadoğu ve Afrika, gerekse Asya-Pasifik bölgesi, hem batı emperyalizmi hem de Rusya ve Çin için giderek daha etkin müdahalelere aciliyet kazandırmaktadır.
Çatışmaların, silahlanmanın, ekonomik ambargoların ve diplomatik saldırıların yanı sıra askeri girişimlerin de arttığı dünyada, Ortadoğu’nun kendi çelişkileri de eklendiğinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge, tarihin çok hızlı aktığı bir bölge olarak öne çıkmaktadır.
Bu yüzden de, gerek bölgeye emperyalist müdahaleler, gerekse bu müdahalenin ortağı ve işbirlikçisi olarak Türkiye’nin “Yeni Osmanlıcılık” kapsamında ve çoğu akametle sonuçlanan girişimleri, bölgede güçlerin yeniden mevzilenmesinin yaşandığı şu dönemde; Kürt sorunu konusunda atılan adımlar, Anayasa tartışmaları, Alevilerin inanç özgürlüğü ve laiklik mücadelesi, Başkanlık Sistemi manevraları, azgınlaşan ulusalcılıkla çok yönlü hesaplaşma, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru ABD’nin AKP’ye bir alternatif aramayı geçerek, AKP’de Erdoğan’ın yerine alternatif arayışı girişimlerine yönelmesi, … gibi birbiriyle bağlantılı ya da yakında bağlanacak pek çok gelişme, birbiriyle çatışarak ya da birbirini kışkırtarak, politik gündemi belirmektedir.
Ülkemizde, 2014 ve 2015’in üç önemli seçime sahne olacağı düşünüldüğünde, bu politik gündemin tarafları arasındaki mücadelenin giderek daha sertleşip derinleşen ve çeşitli görünümler arkasında bir sınıf mücadelesi olarak cereyan eden karakter kazanması da kaçınılmazdır. Hele de bölgeye batı emperyalizmi cephesinden müdahalenin kapsamının genişlemesi yanında Çin ve Rusya’nın muhtemel hamleler yapacağı da dikkate alındığında, bölgedeki gelişmelerin daha da hızlanması (tarihin akışının hızlanması) ve öngörülemeyen harita değişikliklerine varan gelişmelerin de uzak bir ihtimal olmadığı açıkça görülmektedir.
Ortadoğu’da Sünni-Şii çatışması ekseninde oluşan yeni cepheleşmede batı emperyalizmi, bu cepheleşmenin sınırlarına yaklaşmış*, Türkiye-İsrail ittifakını yenileyerek ve Müslüman Kardeşler’le ittifakını Mısır, Tunus ve Hamas üstünden resmileştirerek** cephesine hem ateş gücü yüksek bir “omurga” oluşturmuş, hem de cephe genişliğini mümkün en geniş sınırlarına yaklaştırmıştır.
Öte yandan 2001 Krizi’nden beri hükümetin övünç kaynağı olan ekonomideki gelişmelerin aslında krizin yükünün işçi sınıfı ve emekçilerin üstüne yıkılmasından kaynaklandığı gerçeğinin işçi ve emekçiler tarafından da açıkça görülür hale gelmeye başlamasına paralel olarak, emekçi sınıfların büyümeden pay istemek için giriştiği ve girişeceği hamleler de önümüzdeki dönem açısından son derece önemli olacaktır.
Toplam açısından bakıldığında, ülkemizdeki sınıflar mücadelesinin yakın geleceği (örneğin yılın sonuna kadar), gerek dolaysız biçimde siyasal alan, gerek ekonomik politikalarla bağlantılı muhtemel gelişmelerle ilgili şu saptamalar önemli olacaktır.

A-) SİYASAL ALANDA:
1-) ABD ve batı emperyalizmin bölge planları çerçevesinde, Türkiye-İsrail (son dönemin bölgesel gelişmelere müdahale bakımından en kritik ittifakı budur) ilişkilerinin “normalleşmesinin” sonucu olarak bölgeye müdahalenin yoğunlaşıp etkinleştirilmesi, Suriye’ye müdahalenin çeşitlenip derinleşmesi, yanı sıra İran’a yönelik kuşatmanın sıkılaştırılmasını hızlandıracaktır. 16 Mayıs 2013’te geçekleşen Obama-Erdoğan görüşmesiyle de Türkiye’nin dış politikasında ABD’nin bölgeyi yeniden düzenleme girişimleriyle çelişen yanlarının törpülenip, Türkiye’ye Suriye politikası üstünden ince ayar verilmesiyle ABD, daha da rahatlamıştır. İran’ın nükleer silah yapacak bir yakıt birikimine ulaşması, İran’a bir müdahale için (bunun bir yıl kadar bir süre olacağı konuşuluyor) kritik eşik olarak ilan edilmiş bulunuluyor. Dahası Suriye’de “siyasi bir geçiş süreci” konusunda anlaşan Rusya ve ABD’nin İran’a yönelik kuşatma konusunda da bir pazarlık yapma ihtimali güçlenmiştir. Bu da, İran’ı daha sıkıntılı bir durma sokarken, Türkiye’nin İran politikasında Amerika-İsrail çizgisine daha yakınlaşması anlamına da gelecektir.
Öte yandan yakın zamana kadar, geleneksel İslam-Hıristiyan çatışması temelinde ABD’den uzak duran Müslüman Kardeşler ve benzer İslamcı örgütlerle ABD’nin yakınlaşması, onları bölgedeki “Sünni Cephe”nin bir bileşeni haline getirmek için hayli önemli adımlar atılmış olması da, yakın gelecekte, batı emperyalizminin elini çok rahatlatan bir gelişme olmuştur.  

2-) Kürt sorununun barışçıl çözümü kapsamında atılacak adımlar; bu adımların içeride milliyetçi kışkırtmalar ve anayasa tartışmalarını beslerken, dış politikada Suriye Kürdistan’ı, Irak Kürdistan’ı ve İran Kürdistan’ında yankıları; hatta bu ülkelerde bölünmeye yol açacak gelişmelerle birleşme olasılığı son derece güçlenecektir. Ve ebette bu sorun etrafındaki mücadele, Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi olarak, daha çok bir “Türk sorunu”na da dönüşerek, bir yanıyla özgürlükler, öte yanıyla da emek mücadelesin gidişatını önemli ölçüde belirleyecektir. Dahası, Kürt sorununun çözümünün nasıl olacağı ve hangi güçlerin (egemen sınıflar, AKP ve arkasındaki güçlerin mi, yoksa Kürt siyasi güçlerinin ve Türkiye’nin demokrasi güçlerinin mi) bu çözümde etkili olacağına bağlı olarak, bu sorunun çözümünün bölgede sonuçları da yeni alt üst oluşlara hizmet edecektir.

3-) AKP’nin “Muhafazakar Bir Türkiye Toplumu” inşasında atılacak adımlar ve emperyalizmin bölge stratejisine uyum ve uyumsuzluğu arasında salınan tutumu, Türkiye’nin bölgedeki rolü bakımından (“Yeni Osmanlıcılık” tezinin çöküşü ya da yenilenmesi de dâhil) da son derece önemli olacaktır. Burada, içerde “muhafazakâr toplum oluşturma” girişimleri Alevilerle AKP’yi doğrudan karşı karşıya getirirken, CHP ve çeşitli “sol” odakların, bir yandan da Aleviler içinde milliyetçilik ve Alevilik propagandası üstünden Alevileri yedekleme girişmeleri at başı gitmektedir. Bu odakların aynı zamanda Kürtler ve Aleviler arasında bir ittifakı önlemek için Kürtlerin çoğunluğunun Sünniliğini kullanması da beklenmelidir.

4-) Demokrasi mücadelesinin güçlerinin birleştirilmesi, Kürtlerin ulusal hak eşitliği talepleri, Alevilerin inanç özgürlüğü ve laisizm temelli talepleri ile aydınların, emekçilerin ileri kesimleri başta olmak üzere tüm ilerici güçlerin ve çevrelerin birleştirilmesi; HDK’nin, demokrasi cephesinin örgütlenmesinin aracı olarak biçimlenmesi için çalışmak, önümüzdeki dönemde demokrasi mücadelesinin başlıca dayanağı olmak durumundadır. Kürt sorununun barışçıl çözümü için atılan adımlar, sanki “HDK’ ye ihtiyacı azaltır” gibi görünse de, bu yanıltıcıdır. Gerçekte bu süreç bugünden göründüğü doğrultuda ilerlerse, HDK’ye daha çok ihtiyaç duyulacağı gibi, HDK’nin zemininin genişlemesi için imkânlar da hızla artacaktır. Çünkü süreç ilerledikçe, işçi ve emekçi halk kitlelerinin ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerini elde etmek için, kimin kimden yana olacağı, kime karşı kimlerle birlikte olunması gerektiğini görmelerinin kolaylaşacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu açıdan, HDK bir çekim merkezi olabilecek başlıca somut seçenektir bugün.

5-) Önümüzdeki iki yıl içindeki üç seçimden ilki yerel seçimlerdir ve yerel seçimlerdeki çalışma ve gösterilecek performans, sonraki iki seçimi de önemli ölçüde belirleyecektir. Bu yüzden de GYK’mız gerekli kararları alıp çalışmalarını başlatırken, aynı zamanda HDK’nin yerel seçim çalışmasına başlaması ve tüm HDK örgütlerinin harekete geçirilmesi için girişimlerimizi de artırmalıyız.

B-) EMEK MÜCADELESİ ALANINDA:
Sendikalar, özellikle de işçi sendikaları, ülkenin siyasal gündemi karşısında, Kürt sorunu başta olmak üzere demokrasi ve özgürlüklerle ilgili mücadele karşısında, tam bir “görmezlik, duymazlık ve bilmezlik” içindedir. Aslında, önem verdiklerini iddia ettikleri ekonomik hak mücadelesi, genel olarak sendikal mücadele (özelleştirmeye karşı mücadele ve işçi sınıfının ve emekçilerin hak gaspları, ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi karşısında mücadelesi) bakımından da tam bir acz içindedirler. Öyle ki, öncesini bir yana bıraksak bile, AKP iktidarı boyunca, sendikalar örgütlü oldukları işyerlerinde gerçek anlamda toplu sözleşmeler yapamaz duruma gelmişler, TİS’ler, en fazla hükümetin önceden belirlediği “beklenen enflasyon” çıtasının biraz üstünde protokollere indirgenmiştir.
Ancak son çeyrek yüzyıllık hak kayıpları ve yaşama ve çalışma koşullarının kötüleşmesi, sendikaların güç ve itibar kaybetmiş olmalarına karşın, işçi sınıfı ve kamu emekçileri içinde olsun, diğer emekçi halk kesimleri içinde olsun ciddi bir tepki birikiminin oluştuğu da her vesileyle ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu tepki birikimi ve emek cephesinin muhtemel gelişmeleri bakımından şunları söyleyebiliriz:

–    Metal işkolunda ücret ve çalışma koşullarına ilişkin talepler, Türk Metal’in bile bir satışa getirmekte zorlanacağı biçimde büyümüştür. Öyle ki, Türk Metal, sözleşmeyi patronların teklifine yakın imzalasa da imzalamasa da, (eğer imzalarsa işçilerin gazabından, imzalamasa bu sefer de patronlar ve hükümetin şerrinden) olacaklardan korkmaktadır. Bir zamandan beri de hem Birleşik Metal-İş Sendikası, hem de Türk Metal, lokal eylemlerle MESS’i uyarmakta, bu eylemlerde işçilerin mücadele kararlılığı ve taleplerinde ısrar edeceklerinin ipuçları açıkça görülmektedir. Başlayan grev sürecinin bütün metal işçilerini ve sendikaları kapsayacak bir birleşik mücadele temelinde sürmesi talebi, metal işçileri arasında giderek yayılmaktadır.

–    Çaykur ve Havacılık işkolunda grev kararları asılmıştır ve özellikle havacılık işkolunda hükümet açıkça “THY yalnız değildir” diyerek, işçilere ve Hava-İş’e karşı kılıcı çekmiştir. Çaykur’da ise hükmet, devletin para ve baskı imkânlarını kullanarak grevi kırmıştır. Çaykur çalışanlarının yüzde 90’ının üretici olması, 60 yıllık süreçte grev deneyiminin olmaması, bu durumu değiştirecek adımların sendika cephesinden atılmamış olması ve bürokratik sendikacılık anlayışının devam etmesi, grevin kırılmasında Çaykur yönetimine kolaylık sağlamıştır.

–    Demiryolları, PTT gibi kurumların özelleştirilmesine karşı çalışanların eylemleri sadece sektördeki çalışanların ve kısmen de sendikaların mücadelesi olarak kaldığı için, hükümet bu kurumların özelleştirilmesinin önünü açan yasal düzenlemeleri yapmakta zorlanmamıştır. Ancak, mücadelenin yeni koşullarda süreceğini de söylemek gerekir.

–    330 bin kamu işçisinin toplu sözleşme görüşmeleri bu ay içerisinde başlayacaktır.

–    Taşeron işçileri ve sendikalar, taşeronlaşmaya karşı bugüne kadar yapmadıkları kadar ileriden bir mücadele açmaya girişmişler, örgütlü işçi kesimleri de çağrılara, şimdilik SGBP ve çeşitli sendikalar üstünden olumlu yanıt vermişlerdir. Meclis’teki taşeron yasasına eklenecek maddelerle “Özel İstihdam Büroları” kurulması ve “Kıdem Tazminatı”nın da kaldırılması gündemdedir. Her ikisi de şöyle ya da böyle, sendikalar tarafından bugüne kadar “genel grev sebebi” olarak gösterilmiştir.

–    Halen sendikasız olan işyerlerinde sendikalaşma mücadeleleri yaygınlaşmakta ve başarılı örgütlenmelerin sayısı artmaktadır. Son yıllarda sendikasız işçilerin hak alma eylemleri ve kimi zaman kitlesellik kazanan, günlerce süren fiili grevler (Gaziantep İplik, Gerede Deri, Adana Saya, Mersin OSB tekstil İşçileri, Diyarbakır Tuğla vb.) daha kitlesel mücadelelerin işaretleri olarak ortaya çıkmıştır.

–    2 milyondan fazla kamu emekçisinin toplu sözleşmesi kapıdadır ve kamu emekçilerinin grev hakkı talebinin yanı sıra maaş artışı, 657 Devlet Personel Rejiminde yapılacak değişikliklerle memurların “iş güvencesinin” ortadan kaldırılması ve özlük haklarının tırpanlanması konusunda direnecekleri anlaşılmaktadır. Büro hizmet kolundaki grev ve sağlıkçıların grevi bu aladaki birikimin büyüklüğünün göstergesi olmuştur. Bu alandaki mücadelelerin parasız sağlık ve eğitim mücadelesiyle birleşmesi, dahası üniversiteye ve kültür dünyamıza yönelik muhafazakâr saldırıyla birleşmesi çok zor olmayacaktır.

Bu tablo açıkça gösteriyor ki, birçok işkolunda birden emekçiler hükümetle ve patronlarla karşı karşıya gelmişlerdir, pratikte de geleceklerdir. Ve sendikaların tabandan gelen baskı nedeniyle hükümetle, geçmiş yıllara göre uzlaşması da son derece zor görünüyor. Bu tablo bir yanıyla da ’89 Bahar Eylemleri’ öncesi tablosuna benziyor ve o mücadeleler doğrudan siyasal amaçlarla hükümete yönelik eylemler olmadığı halde, işçilerin taleplerini dirençle savunması hükümetin ekonomi politikalarını çökerterek, ANAP Hükümeti’nin düşmesinde belirleyici bir rol oynamıştı. Bugün de işçi-emekçi cephesinde toplanan “patlama unsurlarının” sermaye ve hükümete karşı bir mücadeleye dönüşme olasılığı güçlüdür. Eğer mücadele bu doğrultuda gelişirse ve demokrasi mücadelesiyle “paralel” bir kulvarda yürürse, demokrasi mücadelesinin, barış ve özgürlük talepleriyle karşılıklı olarak birbirini besleyerek ilerlemesi mümkün olacaktır.
Dahası, kimi sendikalardan başlayan barış talebi ve Kürt sorununun çözümü sürecine müdahale etmeye yönelik açıklamalar da dikkate alındığında, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinde sendikaların geçmişteki kayıtsızlıklarını aşma isteğinin arttığını da görüyoruz. Burada şunu da söyleyebiliriz ki, emek ve demokrasi mücadelesi kulvarlarının paralel olarak ilerlese bile, zaman zaman birbiriyle iç içe geçen, birbirini kesen süreçler olarak gelişmesi de sürpriz olmayacaktır.
Kuşkusuz bu alandaki gelişme, partimizin stratejisi ve taktiği içinde işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine biçtiği değer dikkate alındığında, burada rolümüzün son derece önemli olduğunu ve işçi sınıfı ve emek cephesinin siyasete müdahalesinin derecesini belirleyecek olanın da büyük ölçüde partimizin müdahaleleri olacağını söyleyebiliriz.

C-) SİYASİ MÜCADELE VE EMEK MÜCADELESİ ALANINDAKİ GELİŞMELERDEN ÇIKARILACAK BAZI SONUÇLAR:

1-) İşçilerin, kamu emekçilerinin ve sendikalarının Kürt sorununun çözümünde taraf olması için, sanayi havzalarında ve işletmelerde, sendikalardaki etkinliğimizi de kullanarak, sınıfın ileri kesimlerinin ve sendikaların barış ve çözüm sürecine mümkün olduğu kadar ileriden müdahaleleri; gerek iki halkın kardeşliği, gerekse Kürt ve Türk işçilerinin enternasyonal birliği bakımından son derece önemlidir. İstanbul ve Gebze’de düzenlenen “İşçiler Barışı Tartışıyor” toplantılarının benzerleri, bölgesel özellikler ve aktüel gelişmeler dikkate alınarak, diğer illerde ve çeşitli sanayi havzalarında da düzenlenmelidir. “Barış ve çözüm”, “demokratik bir Anayasa”, “Demokratik Türkiye” arasındaki ilişkinin pek çok yönüyle tartışılması, “Demokratik Anayasa” ve barış taleplerinin işçiler içinde yayılması ve işçilerin bu doğrultuda tutum alması için çalışmak, dönemin en önemli görevlerinden birisi olarak öne çıkmaktadır.

2-) Kürt sorununun çözümünde silahların ve barut kokusu baskısının kalkmasıyla, bölgede emek ve sınıf sorunlarının, (bölge ilerindeki işçilerin, kamu emekçilerinin, tarım işçilerinin, yoksul köylülerin ve küçük üreticilerin taleplerinin) emekçi taleplerinin daha öne çıkması, Kürt işçilerinin ve kamu emekçilerinin emek mücadelesine ilgisinin artması, bu alanda partimizin çağrılarına daha çok kulak verilmesi olarak biçimlenecektir. (Bu hemen değil, süreç içinde olacaktır. Ama gelişmenin eğilimi bu yöndedir.) Bu, hem bölgede, hem de batı illerindeki Kürt işçi ve emekçiler için böyle olacaktır. Aynı nedenle, Kürt siyasi odaklarının da bundan böyle emek mücadelesine daha bir dikkatle müdahale etmesi ve bu alanda bizim söylediklerimize kulak vermesi artacağı gibi, onlarla bu alanda farklılıklarımızın da düne göre daha önem kazanacağını, bu alanda bir ideolojik mücadele (işçi sınıfı, onu mücadeledeki rolü, sendikal mücadele vb. konularda) yürütmemizin sıcak gündemin bir parçası olacağını görmeliyiz.

3-) İşçiler ve emekçiler içinde ulusalcılığa karşı mücadele başlıca görevlerimizden biri olarak öne çıkacaktır. Çünkü işçilerin ileri kesimi ile aramızdaki en önemli engel, ulusalcılıktır. Geçmişte özelleştirmeye karşı mücadelelerin ulusalcı formattan çıkamamış olması, sosyal devletçiliğin ulus devletin bir fonksiyonu gibi tarif edilip propaganda edilmesi (özellikle sağ, sol, siyaset üstü sendikacılık vb. tüm eğilimler bunu böyle ele almışlardır. Doğrusu biz de bunu çok önemsemedik ve bu yumuşak karnın oluşmasına katkıda bulunduk) gibi egemen ideolojik tutum, bugün sınıf hareketinin yumuşak karnı olarak bir işlev görmektedir. Burada özellikle “sol” milliyetçi odaklarla bir ideolojik mücadele ile birlikte, sendikalar alanında da bu tartışmayı ciddi ve planlı bir biçimde sürdürme sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Burada, “ulus devlet”le anti-emperyalizm, ulusalcılıkla işçi sınıfı enternasyonalizminin karşıtlığını ortaya koyarak, bu tartışmayı derinleştirmeli, propagandamızı burada “sosyal devletçilik”, “demokrasi ve sosyalizm” üstünden derinleştirip, sınıfın ileri kesimlerini kazanan bir propaganda çizgisi tutturmayı başarmalıyız. Diğer alanlarda olduğu gibi burada da, yayın organlarımızı kullanma becerimizi artırmalı, organlar arasındaki koordinasyonu profesyonelce bir yaklaşımla ele alıp başarmalıyız.

4-) Laisizm, demokratikleşmenin olmazsa olmazıdır. Eğitimden bilime, kültür sanattan sosyal yaşamın bütün alanlarına kadar “muhafazakârlaşmaya” karşı mücadelenin en önemli silahı laisizmdir. Bu alanda inanç özgürlüğü mücadelesi laisizm mücadelesinin önemli bir dayanağıdır. Burada Alevilerin tutumu da mücadelenin kitleselleşmesi bakımından son derece önemlidir. Bunu ulusalcılar da görmektedir ve geleneksel olarak Alevilerin resmi laikliği ehveni şer görmesinden de yaralanıp, ulusalcılıkla laikliği eşitleyerek, Aleviler içinde ulusalcılığı güçlendirmek üzere etkin bir çalışma yürütmektedirler. Bu da bizlere, yerel özellikleri de dikkate alarak, Aleviler içinde gerçek bir laiklik ve inanç özgürlüğünü merkeze alan, aynı zamanda ulusalcılığa karşı da tutum alan, Alevilerle demokratikleşmenin, Alevilerin inanç özgürlüğü ile Kürtlerin ulusal hak ve taleplerinin çatışmadığını, tersine birbirini desteklediğini de gösteren bir propagandayı yoğunlaştırma görevini çıkarmıştır.

5-) Emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadelesine güç vermek, ekonomik ajitasyonu kesintisiz bir biçimde sürdürmek, propagandamızı sosyalizmin propagandasına kadar derinleştirmek dönemin diğer bir ihtiyacı olarak öne çıkmış bulunmaktadır. Evet, gündemde Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Anayasa tartışmaları, Suriye politikası, bölgeye emperyalist müdahaleler vb. vardır ve politik gündemin son derece yoğun olduğu bir dönemden geçilmektedir. Dahası işçilerin, sendikaların dikkatlerini politik mücadele alanına çevirmesi için çaba harcamak şu içinden geçilen dönemde daha da önem kazanmıştır. Ancak bunlar, işçi sınıfının, emekçilerin ekonomik taleplerini geriye itmeyi; bunları nispeten de olsa önemsiz görmeyi gerektirmez. Tersine, bu alanda işçiler ne kadar ileri giderlerse, politikaya müdahale imkânlarının da artacağını, emek cephesinin siyasete müdahalesinin biçimlerinin çeşitlenerek zenginleşeceğini görmemiz gerekir. Bu yüzden de, ekonomik ajitasyonumuzu yaygınlaştırıp, yoğunlaştırmayı ihmal etmemeliyiz. Dahası, bu ajitasyonla birlikte, propagandamızı sosyalizmin propagandasına kadar derinleştiren bir düzeye yükseltmek dönemin en önemli görevlerinden birisi olarak ortaya çıkmaktadır.

6-) Elbette bu mücadele içinde her sektörden ileri işçileri, özellikle genç işçi kuşağının politik eğitimi ve ileri işçi kuşağının parti olarak örgütlenmesi görevi hiç unutmamamız ve asla ihmal etmemiz gereken bir görevdir. Kuşkusuz gerek demokrasi mücadelesinin varabileceği en ileri çizgiye ulaşması, gerekse emekçi sınıfların iktidar mücadelesinin dayanaklarını belirleyecek olan partimizin bu alandaki etkinliğidir. 6. Kongre Raporumuzda sorunun bu yanı çeşitli yönleriyle ele alınmıştır. Bugün, hızla büyüyen politik mücadele görevleri ve emek mücadelesinin ihtiyaçlarının, partimizin rolünü, önemini artırdığı apaçıktır. Bu görevin başarılmasının şartı ise, ileri işçi ve emekçilerin parti olarak, kendi partilerinde örgütlenmeleridir. Bunun anlamı, elbette partimizin kadro bakımından zenginleşmesi, ileri işçi kesimlerinin partiye katılımlarına bağlı olarak profesyonel kadrolarımızın hem fikri-ideolojik, hem de fiziki (sayısal) bakımından çoğalıp, gençleşip yenilenmesi için dönem son derece önemli fırsatlar sunacaktır. Bu yüzden, bütün örgütlerimiz için, kendi çalışma alanlarında sınıfın ileri kesimlerinin; genç, kadın ve erkeklerinin partimize kazanılması hayati bir görev olarak ortaya çıkmıştır. Bu görevi son derece kolaylaştıracak olan yükselecek emek mücadelesi dalgasının bu görevin ustaca ele alınmasını da gerektirdiğini tartışmaya bile gerek yoktur.

D-) ÇEŞİTLİ MÜCADELE ALANLARINDAKİ ÇALIŞMALARIMIZIN YENİLENMESİ İÇİN…

1-) SENDİKAL ALANDAKİ ÇALIŞMALARIMIZ
Bugün şu saptamaları yapabiliriz:

a-) Gerek işçi, gerekse kamu emekçileri sendikaları, son çeyrek yüzyıllık tarihlerinin en etkisiz kaldıkları dönemlerini yaşamaktadırlar. Bunun için Hükümetin sendikalara müdahalesinin derinleşmesi ve Hak-İş ve Memur-Sen’in yanı sıra Türk-İş’i de büyük ölçüde yedeklemiş olması, özelleştirmeler, taşeronlaştırma ve esnek çalışmanın yaygınlaşması sonucu sendikalardaki üye kayıpları, geleneksel sendikacılığın neoliberal politikaların etkinlik kazanmasıyla tümüyle etkisizleşmesi vb. nedenlerden söz edilebilirse de, sonuçta sendikalar, bugün, bırakalım mevcut işçilerin yüzde 6-9’unu örgütlemiş olmalarını, örgütlü oldukları yerlerde bile toplu sözleşme yapamaz hale gelmişlerdir. Kamu emekçilerinde örgütlenme oranı yüzde 50’yi geçmiştir, ama orada da en büyük üç konfederasyon arasındaki çelişkileri ve sendikaların uzlaşmacı ve burjuva-bürokratik anlayışlarından yararlanarak, Hükümet, kamu emekçileri sendikalarıyla da gerçek anlamda toplu sözleme yapmamaktadır.

b-) Hükümet, sendikalar ve toplu sözleşme yasasında yaptığı son değişikliklerle barajı yüzde 1’e düşürmüştür ve önümüzdeki üç yıl içinde baraj yüzde 3’e çıkacaktır. Ve baraj yüzde 3’e çıktığında, yetkili sendika sayısı 7’yi geçmeyecektir.
Sermayenin saldırıları, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırmalar sendikaları daha güçsüz hale getirecektir.
Bu durumda sorunun aşılması için sendikal hareket içindeki stratejik hedefimizi, dolayısıyla propagandamızı bir yanıyla;
–    Sendikasız işçiler içinde;
–    Sendikasız işçi kesimlerinin örgütlenerek sendikalaşması, işçilerin örgütlenmesi, sendikalaşması;
–    Fabrikada birlik;
–    Sitede birlik;
–    Havzada birlik;
–    İş kolunda birlik;
–    Talepler ve mücadele üzerinden sendikal birlik, iş kolu ayrımı yapmadan tüm işçilere ortak çağrılar yapılması;
–    Fiili sendikacılık (fiili olarak örgütlenme ve toplu sözleşmeleri fiili olarak yapmayı da içeren bir mücadele çizgisi) üstünden ilerletmeliyiz. Sendikal örgütlülük düzeyi ve sendikaların bugünkü durumu açıkça göstermektedir ki, fiili bir sendikacılık olmadan, sendikal mücadelenin ilerlemesi, sendikaların üye tabanlarını genişletmesi de son derece güç, hatta imkânsızdır.
Ancak bu, var olan sendikalar ve onların her düzeydeki örgütlenmelerinin önemini azaltamaz. Tersine, fiiliyatta bu alanın önemi daha da artmıştır. Bu yüzden de, sendikalar içindeki çalışmamızı daha profesyonelce planlanmış çok daha etkin bir çalışma olarak yeniden düzenlemeli, sanayi bölgelerinde ve sendikaların örgütleri içindeki mücadele dayanağı olacak mevzilere özel bir dikkat verilirken, şubeler düzeyinde de bu planlar Örgütleme Komitemiz tarafından izlenmeli, gerektiğinde vakit geçirmeden müdahale edilmelidir.
Burada belirtilmelidir ki, işkolunda tek sendika ve ülkede tek konfederasyon hedefi, ne mevcut sendikaların, hemen ve var olan halleriyle birleşmesini zorlama, ne de bir imkân olduğunda “yeni sendikaların” kurulmasını teşvik etmenin engeli değildir. İş kolunda tek sendika ve tek konfederasyon hedefi stratejik bir hedeftir. Ama bu hedefe var olan sendikalar içinde ve dışında yürütülecek fiili ya da resmi çeşitli mücadelelerle, bir sendikal dönüşüm mücadelesiyle varılabileceğini biliyoruz. Bunu unutmamalıyız.

c-) Sendikal kurultaylar özgün ihtiyaçlara göre düzenlenmeli, yerel özelliklerinden yararlanılarak, en geniş ileri işçi çevrelerinin katıldığı sınıfın ve sendikal mücadelenin tartışıldığı kurultaylar olarak sürmelidir.

d-) “Sendika Broşürü” temelinde geleneksel sendikacılığın eleştirisini sürdürmeliyiz. Bu amaçla, toplantılar düzenlemek, bölgesel ve ulusal çapta toplantılarla konunun tartışılmasını sağlamak, sendika konferanslarında bu tartışmayı merkeze koyan ve sendikalar içindeki sınıf sendikacılığı çizgisinin egemenliği mücadelesini öne çıkarmak, partili sendikacıların bu anlayış temelinde eğitimi ve 6. Kongre Raporu doğrultusunda mevzilenmeleri için çaba sarf etmek çalışmamızın önemli bir ayağını oluşturmalıdır. Bu çalışma, aynı zamanda ileri işçilerin önüne hem genelde, hem de kendi sanayi bölgelerinde üstünde birleşecekleri bir platform koyma olarak anlaşılmalı ve çalışma bu amaca hizmet edecek biçimde planlanmalıdır.

e-) Bugün çeşitli biçimlerde partimizle de temas içinde olan ve aynı zamanda mücadelenin içinde ve başında olan genç işçi kuşağının politik eğitimi ve en ileri olanların partiye kazanılması ve elbette bugün nispeten dar olan ilişkilerimizi, bu kuşağın en geniş kesimlerini kapsayacak biçimde genişletmek son derece önemlidir. Özellikle de yakın bir gelecekte metal işçilerinden kamu çalanlarına, gıda işçilerinden kamu işçilerine en geniş emek çevresinin harekete geçmesi için şartların hızla olgunlaştığı dikkate alındığında, bu genç işçi kuşağının partimizle temas noktalarını hızla artırmak ve bunların en ileri bölümünün partiye kazanılması, sürecin en hayati görevi olarak ortaya çıkmaktadır. Unutmamak gerekir ki, Sendikal Kurultaylardan sendikalaşma mücadelelerine, mevcut sendikaların mücadeleci sendikalara dönüşmesinde az çok gerçek bir ilerleme için, sınıf partisinin bu mücadele içindeki gücünün büyümesi başlıca dayanaktır.

2-) GENÇLİK ÇALIŞMAMIZ
AKP, “toplumun muhafazakârlaştırılması” stratejisinin temeline “gençliğin dindarlaşmasını” koyduğunu açıkça ilan etmiştir. 4+4+4’le birlikte, daha ilk “dört”ten itibaren, müfredat içeriğinin “dinselleştirilmesi” için adımlar atılmaktadır. 2. ve 3. “4”lerde din dersleri, Kuran öğretimi ve Hz. Muhammet’in Hayatı gibi “seçmeli” (dayatmalı demek daha doğru) derslerle süren gençliğin dindarlaştırılması, üniversitenin, sistemin dini temelli bir ideolojinin oluşturulması merkezine dönüştürülmesi, laik bilimin üniversiteden kovulması vb. için yapılan girişimler, muhafazakâr toplum oluşturmanın programının adımları olarak ilerlemektedir. Bu devlet ve hükümet politikalarının diğer ucunda tarikatlar ve cemaatler vardır. Bu kesimler, aynı zamanda gençliğin uyanan kesimlerini kaba baskı ve şiddet yöntemleriyle de baskılamanın araçları olarak kullanılmaktadır. Son günlerde bunun çok açık örnekleriyle karşı karşıyayız.
Bugün kendisini demokratik üniversite mücadelesinden yana ilan etmiş üniversite gençliği açısından şunları saptayabiliriz:

a-) Kendisine Kemalist diyen gençliğin gençlik hareketini statükonun bekçisi olarak gören tutumu, üniversite içinde olduğu kadar, üniversite gençliği içinde de yıkıcı bir rol oynamaktadır. Bu kesim içinde, mağdur ve muhalif görünümlü aşırı milliyetçi kesimler dışındaki geniş bir kesimin kazanılması gençlik mücadelesi alanının önemli bir görevidir.

b-) Bugün zaman zaman, hatta çoğu zaman, ortak kimi eylemler içinde bulunduğumuz “solcu” grupların bölücü, fraksiyoncu anlayışları, “AKP’ye karşı olma”ya indirgenmiş muhaliflikleri ve eylemleri; üniversite gençliğinin, gerici, üniversiteyi hükümetin ideolojik ve kadro merkezi yapma girişimlerine karşı birleştirilmesinin önemli bir engeli olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kesimlerle elbette ilişkilerimizi iyileştirmek için çabalarımızı sürdürmeliyiz. Ancak şunu bilmeliyiz ki, bunların anlayışlarına karşı kıyasıya bir mücadele sürdürmeden bu kesimlerle yan yana yürümek olanaklı olmayacaktır. Tersine, bunlarla mücadele ettiğimiz ölçüde ve onları kendi çizgimizde davranmaya mecbur ettiğimiz sürece gençliği birleştirmekte adımlar atacağımızı bilmeliyiz.

c-) Yine, Kürt gençliği, barış ve çözüm sürecindeki gelişmelere bağlı olarak, düne göre kendi kabuğu dışına çıkacak bir yöneliş içindedir. Süreç ilerledikçe de, Demokratik Üniversite mücadelesiyle Türkiye’nin demokratikleşmesi arasındaki ilişki daha görünür hale geldikçe, Kürt gençliğinin, bu mücadele içindeki rolü artacaktır. Bugün, üniversite gençliği içindeki örgütlenmede, bu gençlik kesimi en yakın ittifakımız olma özelliğini taşımaktadır. Buna gereken önemi vermek, onların dikkatlerini Demokratik Üniversite (özerk üniversite, özgür bilim, laik eğitim…), Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinin taleplerine çekmek önem kazanmıştır. Burada basınımıza ve gençliğimize önemli sorumluluk düşmektedir.

d-) Son aylardaki gelişmeler üniversite gençlik hareketinin giderek “ortak mücadele ve dayanışma” ihtiyacını öne çıkarmaktadır. Bu da, üniversite gençliğinin merkezi olarak örgütlenme ihtiyacının artık somut bir görev olarak öne çıkması anlamına gelmektedir. ODTÜ’ye yönelik saldırı sırasında ve sonrasındaki gelişmeler içinde bu merkezileşme ihtiyacı, dahası Demokratik Üniversite mücadelesiyle üniversite gençliğinin birleşme ihtiyacı da açıkça görüldü. Nitekim giderek artan saldırılara, “ulusalcı”, “solcu” bölücü, fraksiyoncu girişimlere karşın 16 Mart’ta ODTÜ’de ODTÜ’lü kulüplerin girişimiyle yapılan Konferans’a katılım ve bu Konferans’ın kararları son derece önemli olmuştur. Gençliğimiz, 16 Mart Konferansı’nı üniversite gençliğinin merkezi örgütlenmesinin bir adımı, ama önemli bir adımı olarak ele almalı, en azından başlıca üniversitelerde yaygınlaştırılarak, diğer üniversitelerin gençliğinin de bu sürece çekilmesi için yoğun bir çaba içerisinde olmalıdır. Üniversite mücadelesinin merkezileşmesi ve merkezi bir platform etrafında birleşmesi açısından İstanbul’un konumu tayin edicidir. Onun için de İstanbul’daki üniversitelerde (özellikle İÜ, İTÜ, Boğaziçi, Yıldız vb. üniversitelerde) öğrenci örgütlerinin (ÖTK, kol, kulüp vb.) güçlenmesi, öne çıkması ve bunun içerisinde Emek Gençliği’nin etki ve gücünün artması için özel bir yoğunlaşma zorunludur.
Bu çerçevede, bir partinin yandaşlarının “Fikir Kulüpleri” girişiminin ise mahkûm edilmesi önem kazanmıştır. Elbette 16 Mart Konferansı karşısında sessiz kalan, destek vermekten kaçınan çeşitli çevrelerin gençlik örgütlerinin bu tutumları eleştirilmeli ve onların da bu örgütlenme içinde bir biçimde yer almaları için çabalar sürdürülmelidir. Burada, yine, Kürt gençliği ile yakın ilişki içinde olmak, başlıca dayanağımız olmalıdır. CHP’nin etkisindeki gençlik kesimlerine daha ileriden seslenmek, onlarla yakın bağlar kurmak ve talepler üzerinden mücadelenin içine çekmek geçmişe göre daha fazla önem kazanmıştır.

e-) Öte yandan, üniversitenin bilim kaygısı taşıyan ve demokratik bir üniversite talebiyle kendisini ortaya koyan akademisyenlerin mücadelesi de üniversite öğrencilerinin mücadelesinin en yakın müttefiki olarak gelişmektedir.
Bütün bu mücadele, elbette gazete ve TV’nin daha etkin bir biçimde kullanılmasını da zorunlu hale getirmiştir. Aksi halde tartışmalar sadece salonlarda ve dar çevreler içinde kalacaktır.

3-) KADIN ÇALIŞMAMIZ
Kadınlar arasındaki çalışmamız, bir yandan emekçi semtlerindeki çalışmalarımızın etkinleşmesiyle (en azından bazılarında), öte yandan da Ekmek ve Gül (program ve dergi) üstünden yapılan girişimlerle, düne oranla belirli düzeyde genişlemiştir. Özelikle de çalışmanın az çok istikrar kazandığı alanlarda bu söz konusudur.
Kadınların kadın olmaktan gelen talepleri üstünden, nerede az çok sistemli bir ajitasyon yapılıyorsa, partimizin kadın çevreleri az çok inisiyatifli girişimler yapıyorsa, kitlesel diyebileceğimiz bir kadın çevresinin partimizin çağrılarına kulak verdiğini görüyoruz. 8 Mart etkinliklerinde parti çevremizin kadınlara yönelik yaptıkları etkinliklere değişik çevrelerden yüzlerle ifade edilecek kadının katılması da açıkça göstermektedir ki, kadınların kadın olmaktan gelen talepleri üstünden sistemli bir çalışma yapılırsa, kitlesel kadın örgütlerinin kurulmasının mümkün olduğu görülecektir. Ortaya çıkan veriler bunu açıkça göstermektedir.
Burada en önemli sorun, parti örgütlerimizin çalışmasının kadınların talepleri üstünden yaptıkları çalışmanın istikrarsızlığı ve çalışmanın nitelik ve nicelik bakımından yetersizliğidir. Çünkü pratiğimize baktığımızda; “Kadınlar arasındaki çalışmamızın en tipik özelliği, bu çalışmaya kimi özel günlerde biraz ağırlık vererek, dar ve en yakın çevrenin dışına çıkmadan sürdürüp, kısa bir süre sonra hızla rutine dönülmesidir” dersek, yanlış söylememiş oluruz. 8 Mart çalışmaları ve bu çalışmanın hemen arkasından yeniden rutine dönülmesi, bu “gel git çalışma”nın en açık örneğidir.
Partimizin kadın Konferansı’nın sonuçları ve kararları bir rapor olarak yayınlanmıştır. Bu rapor bütün parti örgütlerimizde bir eğitim materyali olarak kullanılmalıdır. Her düzeyde parti organ ve örgütlerimizin kadın çalışmasına ilişkin durumu, hedefleri ve görevlendirmelerinin bu vesileyle gözden geçirilmesi, sonuçlar çıkarılması ve somut adımlar atılması ertelenemez bir görev durumundadır.
Bu alanda bir ilerlemenin olması için;
a-) Parti örgütlerimizin bu alandaki çalışmasına istikrar kazandırılmalı ve kadınların talepleri üstünden ajitasyonumuzun nitelik ve nicel düzeyi artırılmalıdır.
b-) Mümkün olduğu kadar geniş kadın çevrelerinin mücadeleye çekilmesi ve kadınların kitlesel örgütlerinin oluşturulması için profesyonelce bir plan etrafında harekete geçilmelidir.
c-) Ekmek ve Gül programı, dergisi ve Ekmek ve Gül grupları bu çalışmanın ilerleticisi ve yönlendiricisi olarak değerlendirilmelidir.

4-) AYDINLAR ARASINDAKİ ÇALIŞMAMIZ
Toplam açısından bakıldığında, AKP Hükümeti: 1-) Sanatı muhafazakârlaştırmak, daha doğrusu “muhafazakar sanat” üstünden sanat ve edebiyat dünyasını kontrol altına almak, 2-) Üniversiteleri, olduğu kadarıyla bile, laik ve özgür bilimin merkezleri olmaktan çıkararak, muhafazakar bir toplum oluşturulmasının ideolojisini üreten kurumlara dönüştürmek istemektedir.
Üniversite başta olmak üzere bilim, sanat ve edebiyat dünyasını sindirerek, sadece kendi amaçlarını destekleyen bir muhafazakâr sanat ve dini referanslı ve neoliberal politikalara destek veren bir ortam oluşturmayı amaçlayan AKP Hükümeti’nin ve arkasındaki odakların, bu alana yüklediği görev, “Sünni, İslamcı bir muhafazakar toplum yaratma”nın ideolojisini, kültürünü oluşturmadır.
Ancak geçen süre içinde bunun kolay olmayacağını onlar anlamıştır. Bu yüzden de heykeltıraşlardan müzisyenlere, tiyatro dünyasından sinemaya, TV dizilerine, her alanda devlet ve yerel yönetimlerin gücünü, kaba kuvveti, kadrolaşma ve sansürü de devreye sokarak bir saldırı sürdürmektedirler.
Bu saldırılara karşın, sanat ve bilim dünyasından da tepkiler genişleyip daha da istikrar kazanmaktadır.
Üniversitede İÜ ve İTÜ’lü asistanların eylemleriyle bağlanan, ODTÜ’deki yönetim ve öğrencilerin ortak mücadelesine de dönüşen ve nihayet, üniversitede “Demokratik bir üniversite mi, iktidarın yedeğinde bir üniversite mi?” saflaşmasına dönüşen ve bu saflaşma etrafında oluşan platformların pek çok üniversite ve aydınlar içindeki çeşitli platformların birleşmesiyle “…. Üniversite Dayanışma Platformu”nun oluşması, öte yandan sansür ve sanat-kütür dünyası üstündeki baskılara karşı oluşan bilim insanı, sanatçı, gazeteci, …. kültür insanlarının tepkilerinin sürmesi ve bu alanın hükümet tarafından bir türlü sindirilememiş olması, tersine bu alandaki mücadelenin giderek Akademi mücadelesiyle birleşen bir eğilime girmesi, bilim ve aydın dünyamızdaki mücadelenin yeni bir dönemin eşiğine geldiğinin işaretleridir.
Bu alandaki mücadele; aydınların, bilim, sanat ve kültür dünyamızın sermaye ve sistem karşısında tutum alması; hem ülkemizin aydın birikiminin işçi sınıfı ve emekçilere aktarılması, hem de aydınların, akademisyenlerin, sanat çevrelerinin bu mücadele içinde kendilerini yenileme imkânlarının geliştirilmesi, emek ve demokrasi mücadelesi açından son derece önemlidir.
Bu gelişmeler ışığında bakıldığında; kuşkusuz ki birer birer alanlardaki gelişmeler kendi özgünlükleri içinde son derece önemlidir ve bu özgünlükler, elbette önemli olmaya devam edecektir. Ancak, öte yandan mücadelenin birleşmesi, bunun sendikalardan Akademi derneklerine, sanatçı örgütlerinden mücadele içinde oluşmuş çok sayıdaki platformun giderek artan ölçüde birleşmesinin ifadesi olan yeni örgütlenmelere ihtiyaç olduğunu da göstermiştir.
Burada partimizin inisiyatifi; alandaki partili arkadaşlarımızın ilişkileri ve mevzilenmeleri son derece önemli olmaktadır ve bundan sonra önemi daha da artacaktır. Ancak, bütün diğer özel alanlarda olduğu gibi, bu alandaki çalışmamızın esası, partimizin bu alandaki örgütlerinin çalışmasıdır. Sadece büyük illerde de değil, tüm illerdeki örgütlerimizin gündemlerinin önemli bir parçası da aydınlar, akademisyenler içindeki çalışmadır. Bu yüzden bu alandaki çalışmamızın yakından ele alınıp zaafların giderilmesi, 6. Kongre Raporu doğrultusunda adımlar atmamız ertelenemezdir.
AKP Hükümeti’nin ve arkasındaki Ortaçağcı güçlerin başarısızlığa uğratılmasında bu alandaki ileri güçlerin birleşmesi, iktidar gücüyle birleşen gericilik karşısında Türkiye’nin demokrasi güçleri ve emek güçleriyle aynı safta birleşmesi son derece önemlidir. Geçtiğimiz dönem bunun önemini göstermiştir.
Dahası bu alan, geleneksel olarak oldukça eski ve derin bağlantıları olan ulusalcı, “solcu” çevrelerin de etkisine açıktır. Dolayısıyla bu alanda ideolojik mücadele, diğer alanlardan bile daha yakıcı bir sorun olarak ortaya çıkmıştır ve çıkacaktır da. Üstelik buradaki mücadele bu alandaki pratik örgütlenmenin de “demokrasi mücadelesinden yana mı, yoksa ona karşı bir mevzide mi olacağını” da belirleyecek mahiyettedir.
Yine üniversitede, akademi mücadelesi pek çok yanıyla dolaysız olarak üniversite gençliğinin mücadelesiyle doğrudan bağlantılı bir mücadele olarak ve önceki dönemlerden farklı olarak da, zaman zaman öğrenci hareketinden bile etkin bir eylem çizgisine varabilecek özellikleriyle de ayrıca bir öneme sahip olmuştur. Çünkü yüz binlerce akademisyenin; hükümete, onun üniversitedeki kadrolaşma politikalarına, üniversite fikrini ortadan kaldıran bilim dışı saldırılarına karşı koyması, kendi “özlük haklarını” savunma mücadelesi olarak da biçimlenmektedir. Bu yüzden de, akademisyen mücadelesinin giderek daha kitlesel bir karakter kazanması ve emek mücadelesiyle de birleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu, aynı zamanda, bu alanda sendikal örgütlenmenin giderek artan bir önem kazanacağı demektir. 
Yine bu alanda Kürt siyasi güçlerinin etkisindeki sanat ve akademisyen çevrelerinin giderek daha az ulusal, daha çok emek ve demokrasi taleplerine yaklaşan ve bu alandaki mücadele içinde olumlu anlamda bir fraksiyon olarak davranmaları olasılığı, düne göre daha çoğalmıştır. Burada, özellikle partimizin bu çevreyle ilişkisi önemlidir. Bu yüzden de bu konudaki çalışmamızın gözden geçirilip, izlenecek yolun netleştirilmesi aciliyet kazanmıştır.
Bu alandaki çalışmalarımızın etkinliğinin artması için …“aydın çalışması”nın değişik alanlarındaki arkadaşlarımızın çalışmasının aynı amaca hizmet eder biçimde koordinasyonu gibi önemli sorunlarımız vardır. Bu çerçevede gazete kültür, teori yayınları ve TV’nin etkisinin doğru değerlendirilmesinin ilgili kurullarımızda ele alınması acil ihtiyaçtır.

Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu
Mayıs 2013

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑