Geçtiğimiz yaz ünlü bir sigara markası ilginç bir reklam kampanyasıyla dikkatleri üzerine çekmişti. Kampanyanın ilgi çekmesinde, öne çıkartılan reklam sloganı özel bir rol oynamıştı. Slogan çarpıcıydı gerçekten: “Don´t be a Maybe – be a Marlboro” (“Kararsız olma, Marlboro ol”). Esas olarak genç tüketicileri hedefleyen bu sloganda, Marlboro içmek bir kararlılık ifadesi olarak gösteriliyordu. Tahmin edilebileceği gibi, kampanya kamuoyunda tepkilere yol açtı. ‘Gençliği sigara içmeye teşvik ediyor’ eleştirilerinin artması üzerine, şirket kampanyanın sloganını değiştirmek zorunda kaldı.
Sonrasında ama, çok daha çarpıcı bir sloganla piyasaya çıkıldı: “Maybe never makes history” (“Belki hiç bir zaman tarih yapmaz”). Gerçi bu slogan daha dolaylıydı. Ama hiçbir şekilde kampanyanın amacı ve telkin etmek istediği şeyden taviz vermiyordu. Dahası, reklam stratejistleri sanki Hegel’in “Tarih Felsefesi”ndeki, “Dünyada hiçbir büyük şey tutkusuz gerçekleşmez” sözünden esinlenmişlerdi!
Fakat, sigara içip içmemeyle, “tarih yapma”nın alakası neydi?! “Sigara içmeden de tarih yapılamaz” mıydı?! Gençliğe ne söylenmek isteniyordu? “Tarih yapacak kararlılığın yok, bari sigara içme kararlılığını göster!” mi deniliyordu? Ya da verilen mesaj şu muydu: “Hiçbir şeyle kendini özdeşleştirmiyorsun, en azından Marlboro ile özdeşleş be kardeşim!”?
HER NEYSE; BELLİ OLAN ŞUYDU Kİ, SLOGANIN ÖN VARSAYIMI, GENÇLİĞE YÖNELİK CİDDİ BİR İTHAM İÇERMEKTEYDİ. BU İTHAMA KARŞI GENÇLİKTEN VERİLEN TEPKİ, REKLAM SLOGANININ, “ZAMANE GENÇLİĞİ”NİN, ESASTA DA BATI DÜNYASI GENÇLİĞİNİN HALET-İ RUHİYESİNİ AÇIĞA VURDUĞUNU GÖSTERMEKTEYDİ.
“KARARSIZLAR KUŞAĞI”
Nitekim, kampanya gençlik arasında tartışmalara yol açtı. Örneğin Almanya’da bir genç gazeteci, bu reklam sloganından yola çıkarak dikkate değer bir makale kaleme aldı. Welt gazetesinde “Kararsızlar kuşağı ‘ya – ya da’da yolunu kaybetti” başlığıyla yayınlanan bu makale, gençler arasında büyük bir ilgi gördü; özellikle sosyal medyada çeşitli tartışmalara neden oldu.
GENÇ GAZETECİ OLIVER JEGES, KAMPANYANIN SLOGANINDAKİ ÖN VARSAYIMI, “EVET BİZ TAM DA O ‘MAYBE’CİLERİZ; O SÖZÜ EDİLEN KARARSIZLAR, TEREDDÜT GÖSTERENLERİZ” SÖZLERİYLE KABUL EDİYORDU. AMA DAHA ÖNEMLİSİ, BATI ÜLKELERİ GENÇLİĞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU İDEOLOJİK BUNALIMI YANSITAN ÖNEMLİ SAPTAMALARDA BULUNUYORDU. BİRKAÇ ÖRNEK VERMEK GEREKİRSE:
– “11 Eylül saldırısının, Irak ve Afganistan savaşının medya üzerinden tanığız ve sökülüp sürüklenen buz parçalarının üzerindeki çaresiz kutup ayıların görüntüsü karşısında küresel ısınmaya karşı duyarlılık içerisindeyiz. Akıllı telefonları, megapixel kameraları, Nano saniyeleri ve Terabit’leri biliyoruz. Olanaklar, gerekli olduğundan çok, öyle görünüyor. Nasıl kararlar verilir, bunu unuttuk. Ve kararsızlığımızın içerisinde kendimize rahat bir yer yaptık. Robert Musil’in ‘Özelliksiz Adam’ adlı romanından yola çıkılarak, bugün ‘özelliksiz bir kuşak’tan söz edilebilir.”
– “MUSİL’İN ROMANINDA UFUKTA BELİREN VE İNSANLARI GÜVENCESİZLİĞE İTEN, PARÇALI MODERNİTEYDİ. BUGÜN İSE GENÇ İNSANLARIN ÜSTESİNDEN GELEMEDİĞİ HETEROJEN POSTMODERNİTEDİR. (…) ÖZELLİKLERİ OLMAYAN KUŞAK DEMEK, BU KUŞAĞIN YETENEKLERİ OLMADIĞI ANLAMINA GELMİYOR. TAM TERSİ SÖZ KONUSU. YÜKSEK ÖĞRENİM GÖRMÜŞ, AKADEMİK UNVANLARI OLAN, BİRKAÇ YABANCI DİL BİLEN GENÇ İNSANLARDAN SÖZ EDİYORUZ.”
– “Ama ne elde etmek istiyorlar? Bizden önceki her kuşak, dünyayı değiştirmek istiyordu. Fakat biz ne istiyoruz?”
– “BUGÜNÜN YİRMİLİLERİNİ, BİR KAVRAM ALTINDA TOPARLAMAK ŞÖYLE DURSUN, ORTAK BİR DÜŞÜNCE ETRAFINDA TANIMLAMAK DAHİ ZOR. BİZİM KUŞAĞIMIZ PARÇALANMIŞTIR; ORTALIKTA TEK BAŞINA SAĞA SOLA SAVRULMASINA NEDEN OLAN AŞIRI BÜYÜK BİR BİREYSEL DÜŞÜNCEYE KAPILMIŞTIR. VE AMA TABİİ, BU DURUM, KOLEKTİF TOPLUMSALLAŞTIRMANIN HER BİÇİMİNDEN DAHA İYİDİR YİNE DE. FAKAT BU BİREYSELLİK BASKISININ DIŞINDA BİZİ TANIMLAYAN NEDİR?”
– “Neye karşı çıkıyoruz? (…) Yoksa her şeyi aynı anda mı istiyoruz? İdeal vücuda sahip olmak ve ama yine de keyif insanı mı kalmak? Aile kurmak ve ama yine de bekar olmanın özgürlüğünden mi vazgeçmemek? Ekolojik bilince sahip olmak, ama buna rağmen devasa ciplere mi binmek? (…) Emin değiliz. Ve korkuyoruz. Yerimizde sayıyoruz. (…) Reşit olmak istemiyoruz, ya da bunu hiç olmazsa olabildiğince ileriye atmak istiyoruz.”
– “GEÇENLERDE YAPILAN BİR ANKETE GÖRE, 30 YAŞIN ALTINDAKİ HER BEŞİNCİ KİŞİ AUSCHWİTZ TOPLAMA KAMPINI BİLMİYOR… ANCAK SADECE KESKİN BİR BİLİNÇ DEĞİL, ANLAŞILAN CESARETİMİZ DE YOLDA KALDI. NE MESLEK YAŞAMINDA (‘MEDYAYLA İLGİLİ BİR ŞEYLER’), NE DE ÖZEL YAŞAMDA (‘BİR VAKİT BEN DE ÇOCUK SAHİBİ OLMAK İSTİYORUM’) KENDİMİZİ BAĞLAMAK İSTİYORUZ. PLAN KURMAK İSTEMİYORUZ, TERSİNE ÖYLESİNE GÜNÜMÜZÜ YAŞAMAYI ARZULUYORUZ. ÖZELLİKTEN YOKSUN OLANLARIN PUSULASI YOK.”
İDEOLOJİK TAHRİBAT VE KRİZ
Elbette bugünün genç bir gazetecisinden gençliğin içinde bulunduğu derin ideolojik bunalımı her bakımdan analiz etmesini bekleyemeyiz. Yine de bu makaleyi önemsemek gerekir. Zira makaleyi ayırdedici kılan, gençliğin bugünkü ruh halini, özellikle de ideolojik bunalımını çarpıcı bir şekilde betimlemesidir. Şüphesiz, meselenin boyutları karşısında betimleme yetersizdir; ve yine, düşünsel planda alametifarikası bütünselliğin reddi olan bir dönemin gencinin, tam da sitem ettiği düşünsel parçalanmışlığın temellerini açığa çıkaramaması bir rastlantı değildir. Dolayısıyla, bu durumda, bilincin bunalımının bilinci de ileriye doğru bir adımdır. Ve bu adımın ilerletilmesi gerekmektedir.
Makalenin ortaya koyduğu diğer bir gerçek daha var: Anımsanacağı gibi, Avrupa’da 1970’li yılların ortalarından itibaren yeniden peydahlanan irrasyonalizmin (özellikle de Fransa’nın Lévy ve Glucksmann gibi “yeni filozofları” ve elbette fikir babaları Foucault), uluslararası işçi sınıfının tarihsel büyük yenilgisinin 1989/91’de açığa çıkmasının ardından ideolojilerin ve tarihin sonunu ilan eden postmodernizmle füzyonu, düşünce dünyasında ender görülen bir durumun doğmasına yol açmıştı. Öyle ki, dünya görüşlerinin yerini, görüşler dünyası almıştı. “Çoğulculuk” ve “merkezsiz özne”, daha sonraları da bu öznelerin “çokluk”u, başta sınıf kategorisi olmak üzere, her tür reel genel kategorinin ya da “tümleştirici” bilginin yerine geçirilmişti. İrrasyonalizm, yapıbozumculuk ve postmodernizmin, düşünce dünyasında açtığı derin yaralar ve tahribatlar, “küreselleşme” rüzgarlarıyla birlikte izlenen ve o yıllarda suni talep yaratma odaklı liberal ekonomi politikaların uyuşturucu etkisiyle de, özellikle genç aydınlar kitlesince ne hissediliyor, ne de farkına varılıyordu.
GELGELELİM, 2007-2009 DÜNYA EKONOMİK KRİZİ VE DOĞURDUĞU SOSYAL-TOPLUMSAL SONUÇLAR, YENİ BİR DURUMUN VE GİDEREK DE YENİ BİR ALGININ DOĞMASINA NEDEN OLDU. BURADA, TEK BAŞINA AVRUPA’DAKİ GENÇLER ARASINDAKİ BUGÜNKÜ İŞSİZLİK VERİLERİNİ HATIRLATMAK YETERLİDİR: 25 YAŞ ALTINDAKİ GENÇLERİN İSPANYA’DA YÜZDE 55’İ, YUNANİSTAN’DA YÜZDE 60’DAN FAZLASI, İTALYA VE PORTEKİZ’DE YÜZDE 38’İ VE FRANSA’DA YÜZDE 27’Sİ İŞSİZ. ALMANYA’DA İSE, “SADECE” (!) YÜZDE 8’İ İŞSİZ. BU TABLO KARŞISINDA, ALMANYA VE FRANSA “NEW DEAL FOR EUROPE” ADI ALTINDA SÖZÜM ONA “GENÇ İŞSİZLİKLE MÜCADELE İNİSİYATİFİ” BAŞLATMA KARARI ALADURSUN; GELİNEN YERDE, EKONOMİK KRİZ ÇOKTAN ENTELEKTÜEL BİR KRİZE YOL AÇMIŞ BULUNMAKTADIR.
Kısacası, söz konusu makale, gençliğin, krizin artırdığı kontrast sayesinde aynada görmeye başladıklarının samimi bir itirafıdır aynı zamanda. Aynada şimdi görülen ise; parçalanmış, anlam boşluğuna düşmüş, tereddütlü, kararsız, tutkusuz ve pusulasız bir gençliktir! Sorun şimdi, gençliğin kendi sureti karşısında nasıl bir tavır alacağıdır. Ya “evet, bu benim”, ya da “hayır, ben bu olamam!” demek durumundadır. En azından hayat artık, ‘ya – ya da’lığın birlikteliğine daha fazla olanak tanımamaktadır.
KUŞKUSUZ, GENÇLİĞİN DÜŞÜNCE DÜNYASI VE RUH HALİ BAKIMINDAN DA ÜLKELER ARASI ÖNEMLİ FARKLILIKLAR SÖZ KONUSUDUR. KRİZLE BİRLİKTE ALTÜST OLAN HAYAT KOŞULLARININ, ‘YA – YA DA’ İLE OYALANMAK ŞÖYLE DURSUN, SEÇENEĞİNE DAHİ HİÇ OLANAK TANIMADIĞI GÜNEY AVRUPA ÜLKELERİNİN GENÇLİĞİNİN DURUMUYLA, İSKANDİNAV VEYA ALMANYA GENÇLİĞİNİN DURUMU AYNI DEĞİLDİR. FAKAT BU FARKLILIKLAR, GENEL OLARAK GENÇLİĞİN RUH HALİ VE DÜŞÜNCE DÜNYASINDAKİ PARÇALANMIŞLIK VE ORYANTASYON KRİZİNİN DÖNEMSEL ÖZELLİĞİNİ ORTADAN KALDIRMIYOR. BU BAKIMDAN, SÖZ KONUSU MAKALEDE DİLE GETİRİLEN VE GÜNEY AVRUPA ÜLKELERİNDEKİ AKRANLARINA GÖRE EKONOMİK DURUMU NİSPETEN “İYİ OLAN” ALMANYA GENÇLİĞİNİN BU KONUMUNA BİR YERDE TERS ORANTILI HALET-İ RUHİYESİ YETERİNCE UYARICI BİR VERİDİR. TERSİNDEN İSE; YAŞAMIN TEREDDÜT VE KARARSIZLIĞA FAZLA SEÇENEK TANIMADIĞI GÜNEY AVRUPA GENÇLİĞİNİN, ÖFKESİNİ KİTLELER HALİNDE SOKAKLARDA DİLE GETİRMEYE BAŞLAMASIYLA, GENÇLİĞİN DÜŞÜNCE DÜNYASI VE RUH HALİ BAKIMINDAN BELİRTİLEN DÖNEMSEL ÖZELLİK VE ZAAFLARININ AŞILDIĞI SONUCU ÇIKARTILMAMALIDIR.
PUSULA YA DA DÜNYA GÖRÜŞÜ SORUNU
Genç gazetecimiz makalesini şu cümleyle bitirmiş: “Yeniden gerekli olan, karar verme cesaretidir. Bazen hoş olmasa da.”
Karar verme cesareti, kararsızlık karşısında iyidir elbette. Ancak, karar verme cesareti, doğru kararı almaya yetmeyecektir. Kuşkusuz öyle anlar olur ki, cesaret, doğrunun kendisi olur. Fakat burada söz konusu olan anlar değil, bir dönemin şekillendirdiği özelliklerdir. O bakımdan, bu koşullarda kararsızlığın varlığı, nedeninin cesaretsizlik olamayacağına işaret etmektedir. Gençlikteki kararsızlık; aynı anda herkesin “kendi gerçeği”nin ve “her şeyin mümkün” olduğunun telkin edildiği bir dünyada olup biteni anlamlandıramamadan, bağlamsızlık teorilerinin etkisi altında yönünü tayin edememeden kaynaklanmaktadır. Rasyonel ve sistematik düşüncenin genel olarak karalandığı, “büyük anlatı”ların reddiyle sistematik dünya görüşü mefhumunun kendisinin yadsındığı, kuşkuculuk ve görececiliğin yaygınlaştırıldığı bir dönemin gençliğinin, nesnel ilişkiler ve çelişkiler illüzyonları sarstıkça, kendisini kararsız, tereddütlü, parçalı ve özelliksiz hissetmesi sürpriz değildir.
ÖTE YANDAN, BELİRTİLEN MAKALEDE, GENÇLİĞİN İÇİNE İTİLDİĞİ İDEOLOJİK BUNALIMDAN ÇIKIŞ YOLUNA İŞARET EDEN, FAKAT DAHA DA DEŞİLMESİ GEREKEN ŞU TESPİT DE BULUNUYOR: “ÖZELLİKTEN YOKSUN OLANLARIN PUSULASI YOK”! AÇIKTIR Kİ, İDEOLOJİK ANLAMIYLA BURADAKİ “PUSULA”, DÜNYA GÖRÜŞÜDÜR. NE VAR Kİ, ÖZELLİKLE DE BUGÜNÜN GENÇLİĞİNİN AZAMİ ÖLÇÜDE GEREKSİNİMİNİ DUYDUĞU, HERHANGİ BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ DEĞİL (BU ANLAMDA, AKSİSİ İDDİA EDİLSE DE, BELİRLİ BİR DÜNYA GÖRÜŞÜN YOKLUĞU OLANAKSIZDIR), TERSİNE BİLİMSEL BİR DÜNYA GÖRÜŞÜDÜR. MESELEYE BÖYLE BAKMAMAK, BUGÜNKÜ GENÇLİĞİN İDEOLOJİK BUNALIMINI SALT BİR ORYANTASYON KRİZİ OLARAK GÖRMEK ANLAMINA GELİR Kİ, BU YAKLAŞIM, ÖZELLİKLE TÜRKİYE GİBİ DÜŞÜNSEL PLANDA İRRASYONALİZMİN VE DİNSEL TEORİLERİN ETKİN OLDUĞU ÜLKELERDE CİDDİ YANLIŞ SONUÇLARA GÖTÜREBİLİR. UNUTMAMAK GEREKİR Kİ, POSTMODERNİST FİKİRLERİN YAYILDIĞI BİR DÖNEMDE, TEOLOJİ/İLAHİYAT TEMELLİ VE GAYET SİSTEMATİK DÜNYA GÖRÜŞLERİ, KARMAŞIK, PARÇALI VE ÇOK FARKLI OLAY VE GELİŞMELER KARŞISINDA ENTEGRE EDİCİ VE YÖN VERİCİ BİR İŞLEV GÖREBİLİR. Kİ BİZDE OLAN DA BİR ÖLÇÜDE BUDUR: LİBERAL VE MUHAFAZAKAR DÜŞÜNCE DÜNYASI, İRRASYONALİZMDE BULUŞMUŞTUR. NEOPOZİTİVİZMİN KOLAYLIKLA İRRASYONALİZME DÖNÜŞEBİLECEĞİ BİR KEZ DAHA GÖRÜLMÜŞTÜR. AYNI DÖNEMDE İSE, İŞÇİ HAREKETİNİN ZAYIFLIĞI KOŞULLARINDA LİBERAL SOL AYDINLARIMIZ, NİETZSCHE VE FOUCAULT GİBİ RASYONEL DÜŞÜNME VE TUTUM NORMLARININ YIKIMINI HEDEFLEYEN AKIMLARDA TESELLİ BULMUŞLARDIR…
Konumuza geri dönüp, kısaca da olsa, bilimsel bir dünya görüşünün neden gerekli olduğuna değinecek olursak: Gottfried Wilhelm Leibniz’in, görece ile mutlak gerçek arasındaki ilişkiyi bilimsel anlamamıza yardımcı olan ünlü bir örneği var. Bu örnekte, bir kentin etrafında dolaşan bir gezginden söz edilir. Bu kişi belirli aralıklarla durup kente bakar. Gördüğü kent resmi, her defasında, duruş noktasına göre, değişir. Duruş noktasına göre, kentin sokakları, ağaçları, evleri ona farklı bir görünümde görünür. Oysa, etrafında dolaştığı bir ve aynı kenttir!
LEİBNİZ’İN BU ÖRNEĞİNDEN YOLA ÇIKARAK, BİLGİ EDİMİNİN İKİ YAPISAL ÖZELLİĞİ VURGULANABİLİR:
a) Dünya (evren) bizim için, dışardan gözlemlediğimiz bir nesne değildir. Dünyanın içinden onu deneyimliyor, gözlemliyor, değerlendiriyoruz.
b) DÜNYANIN BİR PARÇASIYIZ. O HALDE; BİREBİR, DOLAYSIZ PRATİK DENEYİMİMİZİN NESNESİ, HER ZAMAN, DÜNYANIN YALNIZCA BİR KISMI, BİR NOKTASIDIR. DÜNYAYI AYNI ANDA BİRDEN, TÜMÜNÜ KAPSAYARAK (BÜTÜNSEL, TOTALİTE OLARAK) DENEYİMLEYEMEYİZ.
Bilgi ediminin bu yapısal özellikleri, aynı zamanda sınırlarını da ortaya koymakta: Ancak belirli bir noktadan (duruş noktası) dünyayı deneyimliyor olmamız, edindiğimiz bilginin içeriğini göreceli kılmaktadır. Bu görecelik, varlıksal bir durumdur (Elbette gerçeğin göreceliği, görececilerin iddia ettiği gibi, nesnel bir gerçeğin kendisinin yokluğu ya da olanaksızlığı anlamına gelmemektedir. Nitekim, gezginin etrafında dolaştığı kentin kendisi, nesnel bir gerçektir. Dolayısıyla, gerçeğin göreceliği, onun doğruluğunun saptanamazlığı anlamına gelmez. Bu anlamda zaten, görece gerçeğin karşıtı da mutlak gerçek değil, yanılgıdır. Gerçek, göreceliği içinde mutlaktır).
BİLGİ EDİMİNİN BU YAPISAL ÖZELLİKLERİ NEDENİYLE, MECBUREN BÜTÜN HAKKINDA BİR “MODEL” TASARLIYORUZ. BİR KENTİN BÜTÜNÜ HAKKINDA AZ ÇOK BİR TASAVVURUMUZ OLMADAN, O KENTİN HERHANGİ BİR NOKTASINDAN YOLUMUZU BULAMAYIZ. DÜNYADAKİ HER BİR ŞEYİ (OLAYLAR, GELİŞMELER, TEORİLER VB.), DOĞRU YA DA YANLIŞ AMA HER ZAMAN BELİRLİ DÜNYA RESMİ TASARIMINDAN, YANİ BELİRLİ BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRMEKTEYİZ. DOLAYISIYLA, BU ANLAMIYLA “PUSULASIZLIK” MÜMKÜN DEĞİLDİR. BURADA MESELE ŞUDUR: PUSULAMIZ ÇALIŞIYOR MU GERÇEKTEN? KARMAŞIK GELİŞME VE OLAYLAR KARŞISINDA NESNEL DURUMLA ÖRTÜŞEN BİR ORYANTASYON SAĞLIYOR MU? BUGÜNÜN GENÇLİĞİ İÇİN “PUSULASI YOK” DENİYORSA, DEMEK Kİ; ONA TELKİN EDİLEN DÜŞÜNCELERİN BEŞ PARALIK DEĞERİ BULUNMUYOR, HEGEMONYASI ALTINDA BULUNDUĞU MEVCUT DÜNYA GÖRÜŞÜ ONA YARDIMCI OLAMIYOR, DAHASI ONU BUNALIMA SÜRÜKLÜYOR.
Bu bakımdan bir genç gazetecinin bu gerçeklik karşısında, gençliğin “pusulası yok” sonucu çıkartması, postmodernizmin “ideolojiler öldü” propagandasının hem etkisinin ve ama hem de iflasının bir göstergesidir. “Özelliksiz kuşak” tanımı da aynı çelişkilere işaret etmektedir. “Pusulasız”lık gibi, “özelliksiz”lik de olanaksızdır. Bir kuşağın özelliğinin “özelliksizlik” olarak belirmesi, bu kuşağın kendi kendisi olmasının engellenmiş olması ya da onu o yapan özelliklerin deformasyona uğramış olması demektir. “Özelliksiz kuşak”; bu genç kuşağın, kendi “gençlik bilinci”ne yabancılaştırılması ya da egemen kılınan “gençlik bilinci”nin genç olmanın bazı özelliklerini aşırı teşvik ederken, başka özelliklerini alabildiğince köreltmiş olması anlamına gelmektedir. Bu kuşağın “şimdiki zamana” hapsedilerek, bir yandan kendisinden önceki kuşaktan tamamıyla kopması ve diğer yandan kendisinden sonraki kuşağa karşı yeterince sorumluluk geliştirememesi, bu, bir “özelliksizlik”ten ziyade, özelliğinin tam da bu olmasının hedeflenmesinin bir sonucudur.
ÇARPICI OLAN AMA, BU DURUMUN, TAM DA “BİREY OLMA BASKISI” KOŞULLARINDA OLUŞMUŞ OLMASIDIR. OYSA BU DURUM, TAM DA BİREY OLAMAMA HALİDİR; ZİRA SIFATI “ÖZELLİKSİZLİK” OLARAK ALGILANAN BİR KUŞAĞIN MENSUPLARI NASIL GERÇEK BİREYLER OLABİLİRLER Kİ? ÖZELLİKSİZ BİREY, SALT BİREYSEL ÖZEL’DİR; Kİ TEŞVİK EDİLEN DE ZATEN ÖZEL YAŞAMA BU İLTİCA DEĞİL Mİ? BU İLTİCA AMA, TAM DA SÜBJEKTİVİZME ÖZGÜ BİR İRTİCADIR. HALBUKİ, TEKİL OLANI TAM DA TEKİL KILAN, GENEL OLANLA ORTAKLIĞIDIR. AYNI ŞEKİLDE BİREY DE ANCAK TOPLUMLA BİRLİKTE BİREYDİR. ZİRA TOPLUM NE KADAR GELİŞKİNSE, BİREY DE O KADAR GELİŞKİN BİR BİREY OLMA KOŞULLARINA SAHİPTİR. O BAKIMDAN, “BİREYSELLİK BASKISINI”, YİNE DE “KOLEKTİF TOPLUMSALLAŞTIRMANIN HER BİÇİMİNDEN DAHA İYİ” GÖREN GENÇ GAZETECİMİZ, TOPLUMLA BİREY ARASINDAKİ BU BÜTÜNSELLİĞİ GÖRMEDİĞİNDEN BÜYÜK BİR YANILGI İÇERİSİNDEDİR.
Kısacası, bütün postmodern ve yapıbozumcu teorilerin en büyük tahribatı tam da bütünsellik düşüncesi konusunda vermiş olmaları anlamsız değildir. Gençliğe, özelliğinin “özelliksizlik” ve pusulasının “pusulasızlık” olarak görünmesi, burjuva ideolojisinin “pusulasızlığı” pusula kılan bu tahribatının dolaysız bir ürünüdür. Öte yandan ama, “özellikten yoksun” olmakla “pusula yok”luğu arasında bir ilişkinin kurulmuş olması bile; kendini, dünyayı ve olayları anlamakta zorlanan bugünün gençliğine “tikel bilgiler”, “tikel kimlikler”, “tikel bireyler” ve “tikel gerçekler”in son derece yetersiz geldiğinin bir ifadesidir.
SONUÇ OLARAK; DÜNYA GÖRÜŞÜ VARDIR, DÜNYA GÖRÜŞÜ VARDIR. GÜNÜMÜZ GENÇLİĞİN, YANİ; AŞIRI IŞIĞIN GÖZÜ ALMASI GİBİ, KOPUK, PARÇALI, BAĞLANTISIZ, TEKİL “BİLGİ”LERLE AN BE AN VE KESİNTİSİZ BOMBARDIMAN ALTINDA TUTULAN, HER ŞEYDEN HABERDAR OLDUĞUNU SANARAK HER BİR ŞEYİN DİĞER ŞEYLERLE BAĞLAMINI GÖRME VE ANLAMAYA GEREKSİNİM DUYMAYAN BİR GENÇLİĞİN; RASYONEL, SİSTEMATİK VE BÜTÜNSEL, YANİ BİLİMSEL BİR DÜNYA GÖRÜŞÜNE GEREKSİNİMİ VARDIR.
Bilimsel bir dünya görüşünün ama sahip olması gereken bazı kıstasları bulunmaktadır. Konumuz açısından burada vurgulanması gerekenler esas olarak şunlardır: a) Tek tek olgu, olay ve gelişmeler arasındaki içsel bağlamı ve onların arasındaki çelişkileri bütünsel ve sistematik bir temelde rasyonel olarak açıklayabilmeli; b) Teori-pratik birliğine dayanmalı; hem teoriyi pratiğin bir momenti olarak kavramalı ve hem de pratiği insanın maddi ve düşünsel etkinliğiyle birlikte kavrayan bir teori olmalı; c) Her zaman belirli bir duruş noktasından görece gerçeği saptadığımızı dikkate almalı, bu göreceliğin sadece mekandaki yere göre değil, aynı şekilde zamandaki yere göre de görece olduğunu, ve dolayısıyla görece gerçeğin de tarihsel ve toplumsal bakımdan koşullandığını hesaba katmalı; d) Sınıflı toplumlarda duruş noktasının, öznenin mensubu olduğu sınıfın konumu tarafından belirlendiğini öngörmeli; bu bakımdan hiçbir ideolojinin saf, arı bir objektiviteyi teşkil etmediğini göz önünde bulundurmalı ve bu soruna, sahip olunan dünya görüşünün insanlığın nesnel tarihsel gelişme doğrultusuyla örtüşüp örtüşmediğini irdeleyerek yaklaşmalı.
“BILGI ÇAĞI”NIN GEREKLİ KILDIĞI BU BİLİMSEL KISTASLARI KARŞILAYABİLECEK TEK DÜNYA GÖRÜŞÜ, TARİHSEL VE DİYALEKTİK MATERYALİZME DAYANAN BİLİMSEL SOSYALİZMDİR. EVET, BU DÜNYA GÖRÜŞÜ, İŞÇİ SINIFININ PERSPEKTİFİNDEN DÜNYAYA BAKMAKTADIR. BU ANLAMDA BİR İDEOLOJİDİR. ANCAK, İNSANLIĞIN GELİŞME SÜRECİYLE ÖRTÜŞMESI NEDENİYLE –İŞÇİ SINIFININ SÖMÜRÜ VE ÜCRETLİ KÖLELİKTEN KURTULUŞUNUN BÜTÜN SINIFLARIN KALDIRILMASINI GEREKTİRDİĞİNDEN – OBJEKTIF GERÇEĞİN BİLİMSEL İFADESİDİR.
Bu bilimsel dünya görüşünü titizlikle irdeleyip özümsemeden, günümüz gençliği, ne içine itildiği labirentten bir çıkış yolu bulabilir, ne günlük mücadelesine doğru bir yön verebilir, ne de kendisi olabilir!