Özgürlük Dünyasının Temmuz 2013 sayısı çıktı!
2013 Haziran Direnişi notları
Yusuf Akdağ
Yerel Yönetim Özerklik Şartı ve Kürt sorunu
Y. Yılmaz Karataş
Gezi, Negri, çokluk ve sınıf
Arif Koşar
Türkiye halklarının protestosuyla dayanışma
Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Avrupa Bölge Konferansı
SUNU
Aniden bir kâbus gibi çöktü üzerine gericiliğin.
Gericilik emeğin, halkın, sömürülen ve ezilen yığınların üzerine kara bulut olarak çökmeye alışkındır, üstüne çökülmesine değil. Vurmaya, kırmaya, saldırmaya, ezmeye kurguludur. Hele Türkiye’de. Neredeyse tersinin örneği yoktur ya da istisnai örneklerden söz edilebilir. Ama bir kez, hem de hemen hiç örgütlü olmadan sömürülen ve ezilen yığınlar, okumuşu-yazmışı ve okur-yazar bile zor olanıyla el ele milyonlarıyla ayağa kalkmaya cesaret ettiğinde ve üzerine vardığında gericiliğin, silahlı-gazlı birliklerini püskürtüp üç haftaya yakındır İstanbul’un en merkezi yerini “işgal altında” tuttuğunda gericiliğin beti benzi kaçmıştır. Gezi Direnişçileri ayağa kalkışlarının cesametinde kendi güçlerini görüp artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kanıtlarken, gericilik ürkmüştür. Önce pusmuş, sonra bir kez daha “tekliğinin” altını çizen “delikanlı” “tek adam”, püskürtülmeden öncekini aşan bir hunharlıkla saldırıya geçmiştir.
Ancak kaybettiği, bir daha eski günlerini mumla arayacağı tartışmasızdır. Olan olmuş, yaşananlar “resetlenemeyecek” biçimde herkesin damarlarında ve beyin kıvrımlarında dolaştıracaklarını dolaştırmıştır. Sömürülen ezilen yığınların, olanca örgütsüzlük ve çok kafadan çok sesin çıktığı zihin açıklığından yoksunluk koşullarında tarih sahnesine çıktıkları gündür Gezi ayağa kalkışı. Tarihsel deney olduğu kadar belleklere kazındığı da kesindir. Olan-biten, “ayak takımı” ya da “çapulcular”ın geleceğini etkileyecektir. Kendilerini, yaptırım güçlerini görenler, deneylerinden öğrenmeyi de bileceklerdir. Devrimci komünistlerin öğrenmeyi bilerek öğreteceklerinin değerinin vazgeçilmezliği de eklendiğinde, yüzyılların dışlanmışları olarak alt sınıflar, kuşkusuz sınıf olduklarının farkına da vararak ilerleyecekler ve bundan böyle onlar bakımından her şey eskisinden farklı gelişecektir.
Ama üst sınıflar bakımından da öyle olacaktır. “Tüpten çıkan macun” onlar bakımından da yeniden tüpe sokulamaz. Öncelikle “tek adamlık” sınavında “tek tabanca” komuta ettiği kadar bütün şimşekleri de tek başına üzerine çeken Führer özentisinin tutumunun doğruluğu ya da yanlışlığı tartışmasını atlatmaları gerekecektir. “Orantısız güç”ün kaynağı “şahin” saldırganlığın gerekli olup olmadığı, itidal ve yatıştırma mı yoksa ezici zorbalığının mı para edeceği gericilik içinde yaman bir çekişmeye eksen olmuştur. Amerika’yla Almanya’nın bile “mutedil” tutum önerdiği, onlarla bile kapışma görüntüsü veren önderliğiyle gericiliğin işi kolay değildir. Karşısına, şimdiye kadar sahnede olmayan düşman bir güç çıkmıştır ve kayıkçı dövüşü yapılabilecek “majestelerinin muhalefeti” türünden olmadığı bellidir ve korku kaynağıdır. Ancak hangi yolla üstesinden gelineceği gericilik içindeki çelişmeler koşullarında, bu çelişmeleri artıracak bir çekişme konusu olacaktır. “Yetmez ama evet”çiler şimdiden gemiyi terk etmeye yönelmişlerdir. “Gemi”, herhalde biniş sırasıyla sondan başlayarak boşalma eğiliminde olacaktır; “hisse senetli şirket” görünümündeki AKP, bundan sonra zor dikiş tutturacaktır. Şimdiden halk hareketinin verdiği ürküntüyle eleştirilerini geri çeker gibi yapan Gülen Cemaati örneğin, tüm desteğini eleştirel destek olarak vermekte, “tek adamlık” ve “gereksiz sertlik” eleştirilerini açıktan sürdürmektedir. Giderek, Erdoğan’ı taşınması gerekmeyen fazladan bir ağırlık olarak görme eğiliminin büyüyeceğini ileri sürmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Hele “faiz lobisi”ne, Divan Oteli ve sahibine vb. Türkiye’yi iktisaden kıskaca almaya çalışmakla (şüphesiz uluslararası tekellerin) “uluslararası komplo”suna yönelttiği suçlamalar da hatırlanırsa, dünyanın ve Türkiye’nin “sahipleri”nce fazla “sert”, ama en çok da “çizmeyi aşmış” bir sözcü olarak değerlendirileceği ve –sonu Müberek’ten iyi olmasın– üzerinin çizileceği söylenebilir.
Gericiliğin kendi iç dalaşmasının beklenti konusu edilemeyeceği kesindir, ne varsa “ayaklar”da, Erdoğan’ın “ayaklar ne zaman baş oldu?” diye sorduğu “ayakların baş olmasında”dır.
’68’de “Batı”da halk hareketi yükseldiğinde “Doğu” sessizdi. Sonra “Doğu” aldı başını, yürüdü gitti; Batı sessizdi. Bir türlü “Doğu”-“Batı” senkronizasyonu sağlanamadı. Yine Batı ayaktayken, bu kez, örgütlü ve onca deneyli oluşuna rağmen “Doğu” “süreci gözetme” “hassasiyeti”yle yine sessiz kaldı ve aşağıdan eylem içinde Türk’le Kürt’ün aşağı tabakalarının kardeşleşmesiyle eşitliğin sağlanması ve buna dayanarak “barış”ın aşağıdan gerçekleştirilmesi içerikli yeni bir tarihsel fırsat heba olmuş görünüyor. Sonunda sağlanacaktır!