Mevcut işçi sendikalarının (diğer emekçi sendikaları da dahil) örgütsüzlük, üye kayıpları, tabanları ile yaşadıkları kopukluk vb. sorunlara çare olabilecek alternatifler aradıkları bu dönemde, DİSK bürokrasisinin birkaç aydır sorunlarından ve sıkıntılardan sıyrılmış “neşeli” bir görüntü sergilemesi, işçi-emekçi kamuoyuna dikkatle izlenmesi gereken bir durum olarak yansımaktadır. Daha doğrusu; 1 Mayıs 2004’ten ve 12. Genel Kurul’dan gaz alarak NATO karşıtı eylemlerde birleşen süreç, DİSK bürokrasisini başka bir havaya soktu; on binlerce, yüz binlerce işçi ve emekçiyi fabrikalardan, üretim birimlerinden harekete geçirme olanaklarını atlayıp, işi, Kadıköy’de küçük burjuva sol gruplara figüranlık yapmaya kadar vardırdılar. İşçi ve sınıf örgütü olmanın görev ve sorumluluğu ile arasındaki çelişkiye yeni bir halka ekleyen DİSK’i bu konumlara itekleyen “sol” küçük burjuva sorumsuzluğun varlığı da tartışma götürmez.
Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için şunu belirtelim; biz, DİSK; HAK-İŞ, TTB, TMMOB vb. işçi ve emekçi örgütlerinin ortaklaşa miting ve gösteri yapmasına asla karşı değiliz. Eleştirimiz, DİSK (buna KESK de dahil) merkezinin, aylardır biriken (NATO ve Amerikan karşıtı platformların biriktirdiği) kitlesel enerjiyi talan ederek, bunun yerine, solcu, sivil toplumcu, küreselleşmeci liberal eğilimleri ikame etmesinedir. Fakat bu, bugünün basit bir zaafı değil; DİSK merkez yönetimi, 1 Mayıs’tan bu yana yedeklediği “sol piyasacı” grup ve akımlarla, ilkin; yıllardır işçi tabanında muhalefet olarak şekillenen “yeni ve mücadeleci bir DİSK” talebini bu tip görüntülerle pasifize etmeyi, ikinci olarak; rakip gördüğü sendika ve konfederasyonlarla girilen çekişmede bir üstünlük görüntüsü sağlamayı hedefledi.
1 MAYIS VE 12. GENEL KURULU İÇİNE ALAN SÜREÇ VE DİSK
Yaklaşık 8-10 yıldır diğer işçi-emekçi sendikaları ile birlikte 1 Mayıs kutlamalarına katılan DİSK’in birden bire “1 Mayıs nasıl kutlanacak?” tartışmalarının içine çekilmesinin arkasına gizlenen niyetlerin gün geçtikçe açığa çıkmakta olduğunu görmemek elde değil. O dönem, diğer birçok sendikada olduğu gibi DİSK’te de kaos ve karmaşanın en uç noktaya vardığı; yaklaşan genel kurul için kimin veya kimlerin aday olacağı tartışmalarının kızıştığı, gruplaşma ve kamplaşmaların had safhaya vardığı bir dönemdi. Dahası; DİSK merkezlerinin bir bölümünün 1 Mayıs kurguları, 12.Genel Kurul’un da yumuşak karnını oluşturdu. Hemen 1 Mayıs sonrası Ören’deki Başkanlar Kurulu toplantısında değişik kutup temsilcilerinin S. Çelebi’ye teşekkür gülücükleri, yönetim kurulunun 7’den 9’a çıkarılması önerisinin olumlu karşılanması, karşılıklı yumuşamalar ve arkasından 12. Genel Kurul’da yaşanan sert tartışmaları bir bütünlük içinde değerlendirdiğimizde, niyet ve amaçların çok farklı olduğunu görmemek mümkün değil.
Sermaye güçlerinin saldırılarıyla iyice köşeye sıkışan DİSK, “var olanı koruma”/“var olanla idare edememe” sancısını her gün biraz daha şiddetlenerek çekmektedir. Bu rahatsızlık ve kaos, alttan gelen işçi tepkisiyle de birleşince, DİSK içindeki küçük burjuva sağ-sol reformist, revizyonist grup ve kişilerin kaygısını arttırmakta; koltuk ve mevki hesaplarıyla bağlantılı sınıf dışı pek çok anlayış ve eylem türü, “tutunacak dal” olarak öne çıkmaktadır. Birçok toplantıda DİSK’in mecalsizliğini Emek Platformu’ndaki (EP) Türk-İş ile birlikteliğine bağlayan grup ve fraksiyonların, DİSK’i 2004 1 Mayısı’nda Türk-İş’ten ayırmayı, günümüz sınıf hareketinde “sıçrama, hamle” olarak görmeleri ve göstermelerinin işçi sınıfının mücadele, moral, örgüt ve bilinç değerleri ile hangi noktada örtüşeceğini, sınıf davasına bağlı bilinçli işçinin değerlendirmesine bırakalım; ve DİSK’in 12. Genel Kurulu’nda yaşanan sınıf karşıtı savunu ve çizgileri anekdotlar halinde hatırlamaya çalışalım.
Birinci olarak; burjuva, küçük burjuva her renkten akımın üzerinde birleştiği temel nokta, “iki ayrı 1 Mayıs ve iki ayrı dünya” olarak genel kurula yansıtılan Saraçhane’deki 1 Mayıs’tı. 12. Genel Kurul ve geçmiş sınıf hareketinin, sendikal sorunların boğuntuya getirilmesinin en önemli perdelerinden birini, bu, 1 Mayıs’a bakış oluşturdu.
İkinci olarak; diğer genel kurullarda olduğu gibi, “eski DİSK olunmalı” yollu söylemlerle kafa karışıklığı, işçi sınıfının mücadele tarihini tahrife varan hamasi nutuklar; emekli sendika bürokrasisinin nostaljik anılarıyla karışık 80 öncesine övgüler; DİSK bünyesine katılan yüzlerce genç delegenin kendi konfederasyonlarını sorgulamasını adeta engelledi.
Üçüncü olarak; 2004 1 Mayısı’nda keşfedilen “solculuğun” genel kurulda oynadığı roldü. DİSK’in zayıflamasını, yamulmasını, mayışmasını solla karışık “sosyalistlik” eksikliğine bağlayan söz konusu kişi ve gruplar, Saraçhane’de depo edilen “solculuk”la adeta DİSK’i uçurdular. “Varsa yoksa DİSK!” ekseninde pompalanan övgü, işçi konfederasyonları arasındaki ezeli rekabeti daha da kızıştırmaya hizmet etti.
Dördüncü olarak; “DİSK’li olmak bir ayrıcalık”, “inadına DİSK” tümceleriyle ifade edilen anlayıştı. Bu slogansı hamasetin gerisinde, uzun vadeli; 1) DİSK’in tepesindeki bürokratlarla işçi tabanını uzlaştırıp “barış” içinde yaşamayı garanti altına alma düşüncesi, 2) diğer işçi örgütleri, sendikalara karşı DİSK tabanında düşmanlaşmayı kışkırtan, açıkçası DİSK’i ve DİSK üyesi işçileri fasit bir çember içinde tutma hesapları vardı.
Beşinci olarak; Saraçhane 1 Mayısı’nda şişirilen sol havanın, kendilerini sağcı olarak gören 70-100 arası delegeyi kongre salonunda boğmaya çalışması, hatta işin kötüsü, çoğu ağır sanayii işletmelerinden gelen “sağcı” işçileri faşist-gerici kampa dahil eden nitelemeler, farkına varılsın ya da varılmasın, “sağcı” partilere oy vermiş delegeyi köşeye sıkıştıran “sol” jargonlu nutuklar, kongre salonunda dahi işçileri kamplara ayıran bir etki yarattı.
OLMASI GEREKENLE OLANLARIN ÇATIŞMASI VE DİSK
Bu başlıkla anlatmak istediğimiz, DİSK’in tabanından toparlanıp gelen sınıf talepleriyle sendika bürokrasisinin pratiği arasındaki çelişkidir. DİSK’e bağlı şube ve merkezlerde yıllardır tartışılan mücadeleci bir örgüt yaratma çırpınışları, Genel-İş, B.Metal-İş, Lastik-İş, Tekstil gibi sendikalarda alt-üst oluşlar içinden gelen genç dinamiklerin üst basamaklarda kafasının karıştırılması ve öfkesinin dindirilmesi, DİSK yöneticilerinin hanesine tarihsel bir başarı olarak düşülse dahi; gerçek üye sayısı 80 bin dolayında seyreden DİSK’in, 500-600 bin üyeye sahip Türk-İş ve Hak-İş’ten uzaklaşma manevraları yapmasını, hangi gerekçeler haklı kılabilir? Yıllardır birbiriyle rekabet halinde olan konfederasyonların sağcı, solcu, dinci diye ayrışması; üstüne üstlük, üyeleri işçi kitlelerini de aynı formülasyonlar etrafında kemikleştirmeleri kimin işine yarar? Bu konfederasyonların son 6-7 yılda EP’te kurdukları (kamu emekçilerini, şehrin ve kırın emekçilerinin mesleki birçok örgütünü de içine alan) birliktelik, DİSK içindeki küçük burjuva solcularını (ordusuz generalleri), niye bu kadar rahatsız ediyor? Sol grup ve partilerin ağırlıkta olduğu Saraçhane 1 Mayısı’nı Türk-İş’in Çağlayan’daki 1 Mayısı’ndan farklı kılan neydi? Bu gibi sorulara, sınıf hareketine paralel mantıklı cevaplar arayalım. Gerçekten ilerici, devrimci olan işçi, emekçi, sendikacı, görevini layığı ile yerine getirmek istiyorsa, kendi cephesindeki hareketi ilerletmek, yığınları sermayeye karşı mücadeleye çekmekle sorumludur. DİSK ve KESK’in üyeleri, diğer konfederasyonların üyelerini uyandırmakla sorumlu olduğu kadar, sendika şube ve merkezleri de, gerici, işbirlikçi yönetimlere sahip sendikaları mücadele arenasına çekme beceri ve esnekliğini gösterebilmelidir.
Her Marksist işçi bilir ki; ülkemizde hiçbir işçi emekçi eylemi ezilen ve baskı altında tutulan bütün toplumsal katmanlara mal olmadan kalıcı başarı sağlanamadı ve sağlanamaz. Sorunlar ne kadar yakıcı olursa olsun, sendikalardaki bürokratik ajanların etkinliğini kırmak ve dağıtmak, belki bugün mümkün olmayabilir. EP içinde Türk-İş’in işçi düşmanı sağcı gerici, faşist yöneticilerinin baltalayıcı tutumları, 2004 1 Mayısı hazırlık aşamasında Hak-İş’in gerici yöneticilerinin fırsatçı, ikiyüzlü oynaklıkları, kuşkusuz, affedilir tutumlar değildir. Diğer yandan, DİSK (KESK dahil) ve mücadeleden yana saf tutan sendika yöneticileri, bu gelişmeler ışığında kendilerini sorgulamalıdır. Yüz binlerce işçi ve emekçiden uzaklaşarak “sol” rüzgarlara yelken açmak, işin en kolay ve aldatıcı yönüdür. Bu, işçi hareketinin nispi zayıflığını fırsat bilerek, yüz binleri gerici-faşist sendika ağa ve bürokratlarının ellerine terk ederken sembolik protesto gösterilerinin medyatik yankılarıyla avunmayı tercih etmektir. Dahası, açıkça görülüyor ki; sınıf tutumuna yabancı, işçi ve emekçi kitlelerin emeğini hiçe sayan, ortamı terörize eden, sağ-sol, troçkist, küçük burjuva maceracılığının çeşitli marazlı türleri, bu tercihte önemli bir rol oynuyorlar.
DİSK’İ SINIF SENDİKACILIĞI ÇİZGİSİNE ÇEKME MÜCADELESİ
Yukarda daha çok özetlemeye çalıştığımız şey, zayıflıklarından yararlanarak, DİSK i başka yönlere çekmeye çalışan küçük burjuva anlayış ve tutumla sendikanın üst bürokrasisinin menfi ilişkisidir. Bunu şimdilik bir yana bırakıp, esas olarak, fabrika ve işletmelerden gelen genç işçi kesiminin DİSK’ten beklentisine dönelim.
12. Genel Kurul’da tam bir program haline gelmese de, farklı düzeylerde (merkez, şube, temsilcilik) tartışılan sendikal-siyasal sorunlar, bilinçli, öncü işçilere unutturulamaz. Kaldı ki; sektörlerinde nispeten örgütlü 4 büyük sendikanın DİSK merkezinde görev alması, kısmen, işçi tabanının iradesine boyun eğişin sonucuydu. Bu sonucun ilerletilmesi, işçi tabanının mücadele ve örgütlenme sürecine müdahalede göstereceği başarı ile, genç kuşak öncü işçilerin yeni merkez yönetimi üzerindeki denetimiyle dolaysız olarak bağlantılıdır. Açıkçası; aşağılardan süzülüp gelen “yeni ve mücadeleci bir DİSK” talebi canlı kaldığı müddetçe, DİSK’in sağa-sola çekilmesi, o oranda zorlaşır.Yoksa, birkaç aydır DİSK’te rüzgarı estirilen sınıftan kopuk “solcu”anlayış, diğer işçi konfederasyonları ile birliği bir yana bırakalım, kendi içinde dahi birliği muhafaza edemez. Halbuki, –hangi sendika veya konfederasyon üyesi olursa olsun– işçilerin sınıf olarak birliğinin yolu, ortak talepler uğruna birlikte mücadeleden geçer.
ETUC’un (Avrupa Sendikalar Birliği) mali yardımları için Hak-İş’le aynı sırayı paylaşmak; ESK ve “bilim kurulu”nda Türk-İş bürokratlarıyla aynı kaderi paylaşmak; sosyal diyalog ve üçlü ittifaklarla sınıf işbirliğine aynı konfederasyonlarla imza koymak ise, sınıfın ve sendikalarının birliğinden başka her şeydir. Sınıfın kısa ve uzun vadeli çıkarları için mücadele edilmesi talep edildiğinde, hemen rekabetçi ve bölücü araçlara sarılan her soydan sendika ağasının, patron örgütleriyle, onların hükümetleriyle aynı platformlarda kol kola olması nasıl izah edilir?
Sorun sıcaktır; AKP hükümetinin işçi ve memurlara yönelik saldırıları yasallaştı. Bu saldırılara tek başına hangi sendika karşı durabilir? Ya da bugün belediye-hizmet işkolunda TİS’lerde dayatılan koşullara, 3 ayrı sendikadan (Belediye-İş, Genel-İş, Hizmet-İş) hangisi tek başına engel olabilir? Bunları göz önüne getirmek ve yanıtlarını doğru vermek zorunludur. Sınıfın birliği, örgütlerinin ortaklaşa mücadelesi, işçi-emekçi taleplerini içeren planlamalara öteki ezilen sınıfları dahil eden bir anlayış ve hareket olmaksızın, egemenlerin saldırılarını püskürtmek hiç de kolay olmayacaktır. Her cinsten sendika ağa ve bürokratının maskesini düşürecek ve hareketten temizlenmelerini sağlayacak mücadelenin zemini buralardadır. Gerçek sınıf sendikacılığı, ekonomik, sosyal ve siyasal haklar için sert, sıkı bir yol tutuşun içinde doğacaktır.